31 Ekim 2018 Çarşamba

Müslümanca Yaşama Üzerine Bir Hatırlatma-3



Müslüman ismi, Ortadoğu, Afrika ve Asya’da yaşayan son nebi Muhammed (as)'ı kabul edenlere verilen, dinsel bir şövenist kimlik değildir. Müslüman İsmi, Allah’ın tüm insanlar için gönderdiği Tevhit dininin adıdır. Bu isim İlk İnsan Ademden Günümüze kadar gelen, yaratıcının gönderdiği tevhidin ortak ismidir.
Çünkü,” Allah katında din sadece İslam’dır. Bu uyarıyı, ben Müslümanım diyerek kendilerine bir dinsel kimlik oluşturup, kendi dışındakileri paçavra din olarak gören bir anlayışın temsil ettiği yaşam tarzı olarak anlamamak gerekiyor. Bu uyarı, yaratıcının katında gönderilen ve makbul olan, başka bir isimle dinin olmadığına dairdir. Tarih boyunca yaşayan toplumlara baktığımızda, kendilerine tevhidi anlatan ve İslam olarak gelen uyarıcıların getirdiği bu dinin ya aslı, tamamıyla değiştirilmiş ya da yaşam alanlarından sıfırlanarak anlamı olsa da hayatta karşılığı kalmamıştır. Sonrasında da her toplum kendi benimsediği bir isimle bu dini adlandırmıştır. Bu adlandırma yaratıcının verdiği bir isim değildir.
Dolayısıyla, bugün adına Müslümanım diyerek kendisine bir ayrıcalık tanınacağına inanan toplumların tamamı yeniden, sahip oldukları dinin, Allah’ın katındaki Tevhidi içeren İslam mı, yoksa kendi taraflarından Yahudilerin ve Hristiyanların isimlendirdikleri bir din gibi olan İslam mı? Bunu anlamaları kaçınılmazdır.
“Allah katında din Sadece İslam’dır” uyarısı tüm toplumlar ve dinler için de geçerlidir. Çünkü Allah Hiçbir topluma İslam dışında bir din göndermedi, ancak onlar kendilerine göre yontarak yeni bir din ihdas ettiler. İslam dünyası olarak bildiğimiz ve bizim de içinde olduğumuz bu yaşam, tıpkı öncekiler gibi Yaratıcının gönderdiği Tevhit olan İslam’ı yok ettiler, ancak isim olarak ona sarıldıklarında kurtulacaklarına inandılar. Bu durum tam anlamıyla bir tahrif ve farklı bir yaşamı Allah’ın katındaki din gibi sunmaya dönüştü.
Şöyle bir etrafımıza bakalım, nice ismi Hüseyin olan ama asla Hüseyin olamayacak Yezitler görürsünüz. Bunların İsminin Hüseyin olması onlara bir ayrıcalık tanır mı; Hüseyin gibi olmadıkları sürece…İşte, İslam aynen böyledir. Allah katındaki Din İslam olduğundan biz kendimizi o isimle adlandırarak kurtulacağımızı sanıyorsak bu yaşamlarla, en büyük zokayı işte o zaman yeriz.
“Allah katında din ancak İslam’dır. Bunun anlamını rabbimin verdiği idrakle şöyle anlıyorum, siz kendi tarafınızdan farklı ya da bu isimle bir yaşam biçimi oluşturup bunun da ancak Allah katından olduğunu anlatarak kendinizi avutmayın, bizim katımızdan size gönderdiklerimiz bellidir, yani sizlerin Allah’a teslim olmanız ve ona gönülden bağlanarak hakkın ve adaletin şahitliğini yapacağınız din dışında bir din göndermedik.
Yani, Allah katında olan, sizin isim olarak ben Müslümanım dediğiniz din değildir. Emrolunduğunuz gibi dosdoğru olduğunuz dindir. Bu dinin tarihteki önemli öncülerinden biri, İbrahim (as)’dir. “İbrahim ve beraberinde olanlarda sizin için güzel örnekler vardır, hani onlar kavimlerine demişlerdi ki, bizimle sizin aranızda ebedi bir kin ve düşmanlık baş göstermiştir ta ki, bir Olan Allah’a iman edinceye kadar…” Mümtehine:4
Bu ayetin ifadesi dikkate alındığı zaman tüm nebi ve resullerin getirdiği dinin adı tevhit ve İslam’dır. O halde bugünkü yaşamları ele aldığımızda İslam ismi ile İsimlenmek hiçbir zaman bizim yaşadığımız olumsuzlukların nötrleneceği anlamına gelmemelidir.
İslam bir başlangıç ve diriliş amentüsünün manifestosudur. Bu manifestodan yoksun olanlar, “Allah katında din İslam’dır”, dininin içinde asla yer alamazlar, bu dinden olamadıktan sonra varsın adın Hristiyan, Yahudi, Budist, Müslüman ne olursa olsun ne fark eder ki…
İslam alemi, Hristiyanlık alemi, Yahudi alemi vs. gibi adlandırmaların tevhit dini ile asla uyumlu olmadığını düşünüyorum…İnsanlık alemi vardır ve bu alemde ya tevhit dini üzere olan Müslümanlar vardır, ya diğerleri…Dine dayalı şovenist bir İslam kimlik tanımlaması asla Tevhit diniyle alakalı bir tanımlama olamaz.
Yaşayan tüm dinlere baktığımızda, yaratıcıyla alakası kalmamış, ancak gönül avutmak ve kendilerine aidiyet oluşturmak için, ilahi isme sığınarak farklı dinler oluşturulmuştur. Sosyolojik tablo bunu tüm detayıyla ortaya koymasına rağmen kendilerini kurtulanlardan gören ve sahip olduklarını başkalarına dayatan bir anlayış, Allah katındaki din İslam, tanımlamasıyla adlandırılamaz.
“Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne iman edin” Resuller arasında hiçbir ayrım gözetmeden hepsine iman ettik, diye başlayan ayetlere baktığımızda da Müslümanım diyerek ortalıkta gezen bir topluluk, öncekiler gibi tevhitten uzak bir din oluşturma ihtimalleri olmamış olsaydı acaba yaratıcı bu uyarıyla uyarır mıydı?
Kısaca anlatmaya çalıştığım bu örnekler dikkate alındığı zaman ortaya çıkan tablonun şu olduğunu görüyoruz. Ebu Cehil gibi yaşayıp adı Muhammed olanlar, nasıl ki Muhammed olamazlarsa, adı İslam olup da Mekke müşriklerine kök söktürenler de İslam olarak tanımlanamayacağı gibi, adı Hans olup da Muhammed gibi yaşayanlar da Ebu cehil olarak adlandırılamaz. Bu Allah’ın adaletiyle bağdaşmaz.
Yoksa siz Allah’a bilmediğini mi öğretiyorsunuz, uyarısının muhatabı bizler olacağımızı unutmayalım…
Çok örneklerle konuyu daha kapsamlı bir atmosfere çekmeyi düşünmüyorum, anlatmak istediğim sanıyorum anlaşılacaktır. “Ey iman edenler! Allah’tan nasıl ittika edilmesi gerekiyorsa öylece ittika edin ve sakın Müslüman isminin yanında başka bir sıfatla can vermeyin…” Allah katında İslam olan din budur, bizim yaşadığımızı sandığımız din ise, anlam kayması ve mana erozyonu ile, yaşam alanımızda infilak etmiştir…
Muktedirlerin oluşturduğu dinden, Allah katında bizi kurtaracak dine Hicret etmeye var mıyız…?
EROL KEKEÇ/31.10.201

Müslümanca Yaşama üzerine Bir Hatırlatma-2



Taş tarlasından geçsen de toprağa değecek ayakların, unutma ki, topraktaki yumuşaklıktan öğrenmezsen merhameti ve mütevaziliği, taşlaşmış adam olursun…
İlk adımın İnsanlık alfabesinin harflerini sindirmek olsun, yoksa hayatın başka belaların hazımsızlığını gidermek için, bir bütün olarak yutulmayı hak edersin…
Gün doğmadan önce sen doğacaksın, ayrım gözetmeden tüm gariplerin damından haykıracaksın…
Fırat’ın kenarında bir kuzuyu kurdun kapmasının duygusal ağıtlı göz yaşlarını anlatmayacaksın, Fırat’ın kenarında hiçbir canlıyı sahipsiz bırakmayacaksın…
Kendin için istediğin ve çırpındığın hayatların senin dışındakiler için de gerekli ve elzem olduğunu bileceksin, menfaatten uzak adaletin yanında olacaksın…
Dünyayı sen yaratmadığını ve bir damla su olduğunu bilerek, gurur ve kibirle yürümeyeceksin, bileceksin ki ne yeri delebilirsin ne de boyca dağlara ulaşırsın…
Fahşayı cinsellikle daraltmayacaksın, fahiş olan her şeyden uzak duracaksın, mutedil ve dengeli yaşayacaksın…
Atanı sayacaksın, senin inancından olmasa da anne ve babana öf bile demeyeceksin, Allah’tan sonra anne ve babana teşekkür etmek en büyük görevin olduğunu bileceksin…
Yeryüzünü imar edeceksin, kasanı doldurup mahlukata faydalı olmayan imkanlarınla övünerek yeryüzünde fesat çıkarmayacaksın…
Cennetin tamahı ve cehennemin korkusundan dolayı kendince bir din oluşturmayacaksın, ödülü kazanmak veya cezadan kaçınmak için iyilik yapmayacaksın, tüm eylemlerin insani sorumluluğundan ve yaşamın gayesinin bir sonucu olduğunu idrak ederek var olacaksın…
Akrabalık bağlarının sende genetik bir ülküleştirme oluşturmasına fırsat tanımadan, insani bir kimlik üzerinden onlara yaklaşacaksın…
Muhasibi olmadığın bir günün seni senden çalacağını bilerek, vicdan temeli üzerinde hayatını şekillendireceksin…
Başkalarını terazinin kefesine koyup tartmadan önce, o kefenin ilk tartılanı sen olacaksın…
Dogmatik ve kim tarafından dayatıldığı bilinmeyen ve sadece inanarak yaşanılan bir hayatın gözü bağlı kurbanı olmayacaksın. Bilmediğin bir şeyin ardına düşme zira, göz kulak ve kalp ondan sorumludur diye uyarı aldığın yaşamın bilinçli emek sarf edeni olacaksın…
Karanlıklarda aydınlık aramayacaksın, kaybettiğin kendin ise onu da ancak aydınlık bir doğada arayacaksın, nuru olmayanın nuru mu olur, uyarısı hayatının vazgeçilmesi olsun…
Kabilin kardeşi Habil’i katletme gerekçesi senin hayatının kâbusu olmasın, şunu bilesin ki, bir insanı öldüren bütün bir insanlığı öldürmüş gibidir, uyarısının şiddeti çok çetin olduğunu bilesin…
Dünyadaki yerin ve yönün hep ışıktan yana olması gerektiğini çok iyi anlayacaksın. Nuru olmayanın nuru mu olur, uyarısını baş tacı yapacaksın, yönünü Yaratana dönersen, tüm çabalarının katlanarak devam edeceğini bileceksin, yani emeklerin bir değerle çarpılarak karşılığını alacaksın…Ancak emeklerin, yaratıcıya dönmeden yapılan bir çabaysa unutmayacaksın ki, her çabanın karşısında duran yutucu elaman sıfırla karşılaşacaksın o da gittiğin yerde seni boş olarak bırakacak; bunu bilerek yaşamın anlamını kavrayacaksın…
İnsan kavramının genel ve evrensel bir değer olduğunu bilerek, her yaratılana yaratandan dolayı hoşgörüyle yaklaşacaksın, Yaratıcıdan bir ruh taşıyan bu varlığa yaratıcı gibi acıyarak; ilişki kuracaksın…
Zalimlerle mücadelende asla merhamet taşımayacaksın, zalim mazlum olduğunda tavrını yenileyeceksin…
Şeriklerin çoğaldığı bir çağda, seni Allah’tan başkasıyla korkutmaya çalışanların örümcek çığlıklarına kulaklarını tıkayarak, dosdoğru yol alacaksın…
Elinden gidenlere üzülmeyeceksin, kazandıklarından dolayı da şımarmayacaksın, bilmez misin, rızkın tek sahibinin hazinesinin genişliğini anlayacak melekelerden yoksunsun…
Fosseptikte durup, temizlik naraları atmayacaksın, önce temizlenip sonra temizliğin resmini etrafa dağıtacaksın…
Bildiklerinle yaşadıkların arasındaki çatışmaları yok etmek için, kendi dışındaki akıllardan istifade edeceksin, yoksa mezar taşının nereye dikileceğine sen bile inanamazsın…
Tefekkür asli gıdadır, kararlılık ufku okumaktır, tevekkül bitmeyen hazinendir, duan senin mücadelendir. Bu yolda melekler yoldaşındır, Allah seni kuşatandır, hayırla başla hayırla git, girdiğin yere sıdk ile gir çıkarken sıdk ile çık, makamı İbrahim’de, nebiler meclisinde, ferah köşkünde sana ayrılacak yere mütevazilikle var, uzun yoldan geldim diye buraya getirene hamt et, mutmain bir nefis olarak gir sana takdim edilen yere! Hayat da bundan başka ne ki…
                 EROL KEKEÇ/30.10.2018