“İşte (şu) namaz kılanların
vay haline Ki onlar,
namazlarında yanılgıdadırlar.”
Maun: 4-5
Eleştiri, hayatın doğru yolda ilerlemesi için, yollara konulan
trafik levhaları gibidir. O levhalara dikkat edilmediği takdirde hayat
kendiliğinden farkında olmadan uçurumlarda kendini imha edebilir.
Bu işaretlerin konulacağı yerler iyi belirlenmez ve sürücülerin o levhalara
odaklanması gibi hayattaki eleştirilerde, eleştirilen makamda
olanların dikkatini eleştirinin verdiği mesaja değilde, eleştirinin
kendisine yoğunlaşmasını sağlarsa orada hayatta yıkım kaçınılmaz
olur.
Eleştiri mekanizmasının gelişmediği toplumlarda yeni fikir
ve düşüncelerin önü tıkanmış, toplumların gelişim ivmesi durdurulmuş
ve toplumlar karanlık bir yaşamı yaşamak zorunda bırakılmıştır.
Bu uygulamaların görüldüğü toplumlarda genellikle zorba diktatörlerin
egemenliği hükümrandır. Bu dikta yönetimler tek boyutlu bir
at gözlüğü ile yaşamayı insanlara reva gördüklerinden, buralarda
insanlığın yeni buluşlarına ve hayatın farklı renklerine rastlamanız
imkânsızdır. Buralarda yapılacak sıradan açıklamalar bile birçok
köprüleri yerinden alıp götürebilir.
Kültürel yozlaşmanın oluşumuna bakarsanız, bir kültürün,
kendini koruma ve kollama adına dış dünya ile irtibatını koparıp,
kendi kendine yeterli olduğunu iddia etmesiyle içine düştüğü çekilmez
durumdur. Bu durumda kültürel değerler albenisini kaybeder,
insanların gözündeki prestijini yitirir, yavaş yavaş sıradanlaşıp kim-
senin ilgi göstermediği basit bir yaşama dönüşür; zamanla da
kendiliğinden ortadan kalkar. İşte eleştirinin hayatlardan koparıldığı
ortamlarda yozlaşmadan başka bir hayata rastlayamazsınız.
Yozlaşmış yaşamlar, bir cazibe merkezi asla olamazlar, onlar insanlar
nezdindeki yerlerini kesinlikle koruyamazlar. Eleştiri, yaşama
potansiyel enerji kazandıran bir araç gibidir. Araçtan gelen enerjiniz
kesildiğinde aracın çalışması nasıl ki durursa, eleştiriyi yok ettiğiniz
zaman da hayat durur. Baskı ve zorlamayla sevdirilmek istenen bir
yaşam, tüm hayatları kuşatmaya başlar. Zorlamayla devam ettirilen
ve daim var olan bir yaşam tarzını göstermek mümkün müdür? Bu
sorumuza verilecek cevabın hayır olduğunu söylemek o kadar zor
değildir. O halde yapılması gereken hayatın odağına eleştiri
mekanizmasını koyalım ki, daima kendini yenileyen bir araç gibi
bizde yalpalamadan yolumuza devam edelim.
Yerlerin ve Göklerin Rabbi Allah’u Azimuşşan, her şeyi en
iyi bilen olduğu halde, Âdemin yaratılma öncesinde meleklere:”Ben
yeryüzünde bir beşer yaratacağım”diye sorar ve onların verecekleri
tepkiye bakar. Bu durum, kesinlikle Allah’ın yaptığı işlerde sanki
onun bir danışma kurulu vardı gibi anlaşılmasın, yaratacağı beşerin
yaratılmış olarak Allah böyle davranıyorsa, benim nasıl davranmam
gerekir ve yapacaklarımı ne kadar gözden geçirmem gerekecek, diyerek
kendini sorgulaması için bir hatırlatma niteliğindedir. Evet,
Allah eleştiri kapısını ilk beşer, âdemi yaratmadan önce araladı ve
hepte devam etmesi için, K.Kerimin çeşitli ayetleriyle bunları
anlatarak bizlere uyarısını yapmaktadır. Bu hakikatleri görmeyip
kendimizi mutlak kurtulanlardan olduğumuzu iddia edip, eleştiriye
kapayıp, kendimize has bir hayat biçimi oluşturduğumuzda kendi
mağaramızı kendimiz yapmış oluruz. Bu mağaralar, ipek böceğinin
kozasını örmeye başlarken kendisini hapsedeceği zindanı yaptığını
bilmeden kendisini kozasına kapayıp yok etmesi gibi, farkında
olmadan kurduğumuz mağaralardır. Bu döngünün bizlerin yaşamına
uğramadan teğet geçmesi için, geniş ufuklu, mangal gibi yürekleri
olan yiğitler olmamız gerekir. Bu yiğitler asla gocunmazlar, kendilerine
bir eleştiri yapıldığı zaman, Rabbim sana şükürler olsun ki,
yanlış yaptığım zaman beni düzeltecek kulların var diyerek secdeye
kapanırlar. Eleştiri hayatımızı canlandırsın, hayatımzı canlı kılacak
eleştirilere katlanmayı bilmeyenler, basiretleri kapanmış, onları
uyarsan da uyarmasan da birdir, onlar inanmazlar buyruğuna uygun
yaşayanlardır. Bu uyarının muhatabı olarak yaşamak istemiyorsak,
kendimize bir çeki düzen vermek zorundayız. Bu ayetler filancalar
için, şunlar Yahudiler için, öbürleri münafıklar için diye Kur’an
ayetlerini parça parça taksim edip kendimizi hiç ilgilendirmeyen bir
ceza kitabı gibi algılarsak, o zaman başımıza geleceklerin hesabını
yapacak zamanımız olmayacaktır. Bunu bilmemizde fayda olduğunu
umuyorum. Ya Ömer Allah’tan kork dendiğinde şükürler olsun,
bana rabbimden korkmamı hatırlatanlar var diye sevinen, Ömer’in
yaşamına bir bakalım, birde bize biri ya kardeşim Allah aşkına
Allah’tan kork ya dediğinde, Allah’tan korkacak ne yaptım ki ya
diyerek ya içten ya dıştan gözlenen tepkimizi hemen göstermiyor
muyuz? Böyle bir hayatın taşınmazlarını sırtımıza sarıp altında inim
inim inlerken; bir de bu yaşamlarımıza, kendimizi haklı çıkaracak
gerekçeler bulmayı da ihmal etmeyiz.
Ya Muhammed sen Allah’ın Resulü değil misin? Neden biz
şu an da Mekkeyi ziyaret edip Haccımızı yapamıyoruz diye itiraz
edip eleştiren tüm ashabın söylediklerini harfiyen dinleyen ve onları
düşündükten sonra Rabbinin korumasında kararını alıp, geleceği
planlayan bir peygamberin ümmeti değil miyiz? Onun ümmeti isek
bu içine düştüğümüz acınası zillet hayatını neden yaşamaktayız? Bir
yerde yanlışlık olmuş kardeşim biz kitabı kendi aralarında parça
parça bölüp her fırkanın kitabın kendi yanlarında olan kısmıyla sevinen
Yahudilerden farkımız kalmadığı halde, birde eleştirilmeye,
düzeltilmeye de kökten karşı olan düşük akıl sahibi zavallılar değil
miyiz? Bu akıl ve bu yaşamla Muhammed’e asla bir ümmet olamayız.
Onun ümmeti, dayanmasını, dinlemesini, düşünmesini,
yorumlamasını, at gözlüklerini atmasını bilen, Allah’a gönülden
bağlanan işittik ve itaat ettik diyebilen, Allah’ın bizim için indirdiklerine
karşı kalplerimiz apaçık, Muhammed’e ümmet, Allah’a kul
olmak bizim şiarımızdır diyenler ve yaşayanlar olacaktır.
Muhammed’in ümmeti ve İbrahim’in dini üzere olanlar asla
kendilerini kanıtlamak ve kendi yaşamlarının tarihe damga vurması
için eleştiri yapma gereği duymazlar. Onlar bir Hüseyin gibidir.
Allah’ın dinini kendi çıkar menfaat ve emellerini korumak için bir
kalkan olarak kullanan Yezidin karşısına dikilip onun Allah’ın dinini
değiştirmeye çalıştığını ve kendisi ona biat ettiği takdirde,
Allah’ın dinin çöllerin kızgın kumlarına gömüleceğini bilerek, bize
ulaşan dinin Yezidin dini olarak gelmemesi ve Allah’ın dininin
bizlere kadar gelmesinde o keskin eleştirisini yapıp canını o uğurda
feda etmekten çekinmeyen Hüseyin gibi yaşayanlardır.
Hüseyinlerin eleştirileri asla bitmeyecektir. Yezitlerin dayanma güçleri
de, Hüseyinlerin sabrı vakarı ve sadakati karşısında, temmuz
ayında eriyen bir buz kalıbı gibi eriyip yok olacaktır. Ebuzerler tarihin
her döneminde doğruları hatırlatacak, doğruları yaşamakta nasibi
olmayanlar gökyüzünde uçuyormuş gibi nefesleri daralacak, ama
şunu unutmamak gerekir ki, Kazananlar hep mus’ablar, Ebuzerler,
Abdullah İbn-i mes’udlar, Ammarlar, Bilallar gibi eleştirenler,
Ebabekirler, Ömerler ve Aliler gibi eleştiriye katlananlar
olmuşlardır. Eleştiri bu dinin özünde var, hakaret ise bu dinle ilgisi
olmayan, bu dine sokulmaya çalışılan sıradan varlıkların hayat felsefesidir.”
Onların ilahlarına küfretmeyin (hakaret etmeyin)ki, olur ki
onlar da farkında olmadan sizin rabbiniz Allah’a küfreder…”Evet
dostlarım eleştiri bu dinin özünde var.”Bilmediğin bir şeyin ardına
düşme zira göz ve kulak ondan sorumludur…”derken Rabbimiz,
yaşadığımız hayatı bilerek ve kritiğini yaparak yaşamamızı istemektedir.
“…Söyleyeceklerini açıkça söyle, dilini eğip bükerek
doğruyu yamultmaya kalkma…”Eleştiride esas olan, söyleyenin
kendisini ön plana çıkararak sert söylemesi olmamalı, sözün gücü
etkisi karşısında, eleştirilecek makamda bulunan söyleyecek bir şey
bulamayacağı gibi, dizlerinin bağı çözülerek af ve mağfiret kapısına
yönelip tövbe etmekten başka çaresi olmadığını anlamalıdır. Bu
eleştirileri yapan tüm peygamberler ve onlara tabi olan Allah erleri,
her dönemde galip gelenlerden olmuşlardır. Maddi âlemde onların
galibiyeti bizim gibi zavallılar tarafından fark edilmese de.”Sizin en
yüce rabbiniz benim diyen Firavun’a karşı, Allah’ın elçisi, Hüküm
ancak Allah’ındır…” diyerek sözün gücü ile azılı düşmanın
karşısında dilini eğip bükmemiş, bizzat hakkı haykırmış ve
eleştirisini yapmaktan geri kalmamıştır.”Emrolunduğun gibi
dosdoğru ol…”Bu ayet bizlere yaşam felsefemizi apaçık beyan
etmektedir. Anladığın gibi, kendine göre kimseyi kırma, insanlar
üzülebilir diye yalpalama, dosdoğru olayım diye sakın bir kazma
olup insanların kafasını parçalamaya kalkma; senin görevin hakkı
hak olarak yaşamak ve söylemektir.
Eleştirinin keskin kılıç olduğunu sakın unutma, elindeki kılıcı
güzel kullanmazsan, farkında olmadan başkalarına doğrultayım
derken; senden önce başkaları seni düzelmeye kalkabilir. Kılıç
kınından çıkınca bir işlevi olur; eleştiri mekanizması çalışmaya
başladığı zaman ne yapması gerektiğini bilmezse, eldeki kılıç gibi
suçsuz günahsız insanları da kesebilir. Ondan dolayı
konuşmalarımıza ve attığımız her adıma iyi dikkat etmek zorundayız.
Yani emrolunduğumuz gibi dosdoğru olmamız gerekir. Yeri ve
zamanı olmayan konuşmaları, bizi de bir adam sansınlar diye dilimizi
eğip bükerek kırılarak, konuşmalarımızın başı ile sonu arasında
bir bağlantı kuramayacak kadar bizden uzak konuşmalarla bir mesele
anlatmaya kalkarsak sadece kendimizi alçaltırız yapacağımız bir
marifet olmaz. Bu konuşmalar ve sözler sakın sizi aldatmasın,
onların temelinde toplumda çokça kullanılan bir ifade vardır,”iş
olsun diye,”bunun için harcayacağınız zamana ve kendinizi yormanıza
yazık. Susun bari sizi bir adam sansınlar. Filozofun birine,
bir başka filozof sorar, bir insanın değerini nerden anlarsın? O da
cevap verir. Konuşmasından, peki hiç konuşmuyorsa nasıl anlarsın
der; diğer filozof cevaplar: O kadar değerli bir insan var mı ki,
diye… Evet, sevgili dostlarım şunu unutmayalım ki, iş olsun diye
yaptığımız davranışlarımız hakikaten bir gün bizim işimizi bitirecekler,
bunu ne zaman anlayıp, adam gibi yaşayan bir kul olacağız.
Günümüzdeki yanlış algılardan biri de doğrunun, daima yüksek
sesle ifade edilen ve karşıdakine dominant tavır alan sanılır.
Neden öyledir diye sormayacağım, gücün mantığının olmadığı
bağıranların ve çağıranların her türlü küfrü ve hakareti yaşam felsefesi
edindiği bir ortamda böyle düşünmek insanların en doğal yaşam
tarzı haline gelmektedir. Ama biz insanımıza âcizane, doğrunun
bağırmalarda ya da baskın karakter rolü oynayanlar yanında
olmadığını bilmeleri gerektiğini hatırlatırız. Baskın olmaya çalışanlar
kendi yanlışlılarını bu tarz davranışlarla örtmeye çalışırlar. Bu insan
doğasında bulunan ve daima üstün görünme, kendini kanıtlama
arzusu, kabilden günümüze gelen bir gelenektir. İşte bu geleneğin
kökünü kurutmanın yolu, Kabili tarzda ya da Mekke’nin azgın
müşriklerinin yaptığı gibi yapmamaktır.”…Sen onlara karşı kaba ve
katı kalpli olsaydın çevrende kimse kalmaz dağılır giderlerdi…”İşte
İslamın eleştiri mantığı yıkmaya ya da boyun eğmeyi gerektirecek
bir yamulmayı asla öngörmez. İslam’da Dosdoğru yaşamak dik durmak
ve “Firavuna git o azdı, ona yumuşak sözle arınmak istemez
misin?”diyerek her iki hakikati bünyesinde barındıran bir hayattır.
Mütevazı olmak demek boyun eğmek ya da kabullenmek değil,
derin nefes alıp daha fazla direnmenin koşuludur. Dik durmak
hakaret savurmak değil, İnanılan değerler uğruna gözünü kırmadan
canını verecek kadar inanmaktır.”Müminlerden öyleleri vardır ki,
Allah yolunda canlarını vermişlerdir, kimi de sıra beklemektedir…””
Allah katına yükselecek olan söz güzel sözdür, onu yükseltecek
olan da Salih ameldir…””İşte sözlerin en güzeli Allah’ın
sözüdür…”Allah’ın sözü üzere mücadele eden ve canlarını mallarını
feda etmekten çekinmeyen kullardan olmak dileğiyle, Rabbimiz iş
olsun diye yaşayanlardan bizleri beri kılsın...amin
EROL KEKEÇ
ÇENGELKÖY/İST-2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder