Karanlıklardan çıkma adına bir çırpınış,ama doğru dürüst hiçbir şey görülmüyordu.Bu şehir ki,amansız göğünü çekti üzerimden dercesine bir gidiş.Şehrin üzerindeki kötü görünümlü ay üzerinde, yer yer sevimsiz lekeler gibi görünürken,dev binalar ayın çine dalmış hayaletler gibi şehirde hareketsizlik hakim.Durgunluk, hiçbir ses işitmiyorsunuz,ağır ve süregiden bir sessizlik.Yalnızca "tik tak"sesi çıkaran saat gözünüze ilişiyor.Her durumda her olayda,zamanın kendi fonksiyonunu yerine getirdiğini,hiçbir şeye aldırmadan bir an olsun duraksamadan yoluna devam ettiğini gösteriyor...
Ayın derinliklerinden bir gölge renklileşerek daha belirgin bir halde ortaya çıkıyor,bir insan gölgesi,biraz evin önünde bekliyor,evet insan olduğu anlaşılıyor,biraz durup yola koyuluyor.Gizli haykırışlarla bir şeyler dercesine ,hep uzaklaşıyor sanki konuşmak için kelimeler ararcasına. Kimse bu insanın nasıl bir konumda olduğunu ne düşündüğünü, ne yaptığını ve nereye gittiğini bilmiyor...Adam yola koyuluyor...Ayın içine giriyor ve ayın içine doğru kaybolup gidiyor.Sonra onu görenlerden biri neler olduğunu görmek için can atıyor...Hiçbir haber ve işaret alamıyor.
Sadece saat aynı fonksiyonu yerine getirmeye devam ediyor,"tik tak,tik tak"diyerek,koyu karanlıkları geceye gömerek şafağı karşılarken şunu söylemek istiyor sanki,herkesin tanımdığınını düşündüğü bu insanı varlığı o tanımaktadır.Herkes bir ifade kullanıyor yorum getiriyor; biri"şaşkın biri" geçiyor...Başka biri"eviyle arası açılmış galiba"diyor.Bir diğerinin yorumu daha başka"Bu adam yaşamın ne kadar durgun ve karanlık olduğunu canlandırıyor.Adam şu yaşamın insanı yok ettiğini bağırırcasına kaçış senaryolarını canlandırarak hep gidiyor bir yerlere doğru ama kendiside bilmiyor nereye..."
Bu arada insanın yalnızlık hayatından duyduğu bıkkınlığın acılarını anlatanlar yok değil,...Evet herkes bir şeyler söylüyor,herkes olayı yorumlamaya çalışıyor.Uzaktan başaka bir ses olaya yenilik katıyor,kaçan bu adamı başka yerde görmüş olsa gerek diye duyuluyor...
Bakın hele çalılıklar arasında,yüzünü elleri arasına almış bu adam üstelik gökyüzüne dikli gözlerin,acılı tebessümleriyle ne demek istiyor o?
Uzayan sonsuzluğa dikilen gözlerin sahibi olsa gerek diye düşünüyorum ben,...Esintileyen rüzgarın karşısında,çiseleyen yağmurun dibinde,ellerini dayamış yüzüne,göz mercekleri gökyüzünde,boyu görünmeyecek kadar çalılıklar arasında,küçük bir taşın üstüne oturarak,hüzünlü bir halde düşünüyorda o kadar!...
Düşünmek mi, kim?
Neyi, niçin düşünmek?
İşitiyormuş,İşitmek mi?...Tabi herkes işitiyor,bu da nedir,demek geliyor değil mi içinizden?...
O insan varya işitmekle beraber tanımak istiyor,varolduğunu anlamak için,tanımanın gerekliliğini, kavramış olsa gerek...
Descartes'in "Düşünüyorum o halde varım",
A.Gide'nin"Hissediyorum o halde varım"
A.Camus'un"İsyan ediyorum o halde varım",diye tanımladıkları tanıma şeklini aşmış olsa gerek o insan...Alıcı antenin etraftaki sesleri toplayarak,bir frekans üzerinden yayın yapması gibi, bu adam da alıcı verici cihazlarını açarak ayağa kalkmış....
Koşarak hızlı adımlarla ilerliyor,bir insan olduğunu anlatmak için haykırışın zamanının geldiğine inanıyorum diye....
yıl:28.10.1992
yer:Elazığ
saat:18.05-19.00
E.Kekeç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder