Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi, bugün yayınlanan köşe yazısında şok bir öneride bulundu.
İşte Eygi'nin bugünkü yazısı:
''Müslümanların Uyarılması Lazımdır
Herif Müslüman geçiniyor ama dini imanı para. Üstelik de haram para... Soruyorum, böyle Müslüman olur mu?
Adam derviş geçiniyor ama günde birkaç saat gıybet yapıyor. Gıybet ne demek? Ölü kardeşinin etini yemek kadar büyük ve iğrenç bir günah.Adam İslâmcı geçiniyor. Herkese örnek olmak onun temel vazifesi. O ise bir sürü yamukluk sergiliyor. İslâm ile yamukluk bir arada olabilir mi? Kadıncağız sözde tesettürlü. Takmış takıştırmış, sürmüş sürüştürmüş ortalıkta dolaşıyor. Saçlarını deve hörgücü gibi topuz yapmış, üzerine altın sarısı parlak mı parlak bir örtü takmış. (Sahih hadîste, Peygamberimiz ‘Saçlarını deve hörgücü gibi yapan kadınlar Cennet’in kokusunu alamayacaklar’ buyuruyor.) Açık kadınlardan daha fazla dikkat çekiyor. Böyle tesettürlü İslâm hanımı olur mu?
Şuna bakınız: Dindar, sofu geçiniyor. Gırtlağına kadar faize, ribaya, haram işlere batmış. Bu ne biçim sofudur, dindardır. Evlere şenlik!..
Muvahhid (tevhid ehli) geçinen şuna bakınız: “Teslis de haktır, Teslis ehli de kurtulacak ve Cennet’e girecektir” diyor. Bu ne biçim muvahhiddir?
Şu namuslu geçinen hayduta bakınız: “Bozuk düzenlerde, İslâm’a ve Şeriat’a aykırı bozuklukları yapmak caizdir” diyor. Elinde Şeytan’dan alınma kapı kadar fetva ve ruhsat da var. Muhammedü’l-Emîn sallallahu aleyhi ve sellemin dininde böyle şey olur mu?
Şeyh geçiniyor, namaz kılmıyor.
Sâlih geçiniyor, yapmadığı fitne ve fesat yok.
Biraz kitap okumuş, kendini müctehid sanan şu zata bakınız.
Örnekleri çoğaltmıyorum. Bu kadarı fikir vermeye yeter. Bu gidişin sonu ne olacaktır?
Gerçekten bir kısım Müslümanlar çok başı boş kaldılar.
Müslümanları çekip çevirecek, uyaracak yeterli sayıda ulemâ yok. İslâm’a, Şeriata, Fıkha, Sünnete, ahlâka aykırı bir yığın yazı yayınlanıyor, iş yapılıyor ve bunlara gereken tepki gösterilmiyor.
Yüz kadar gerçek icazetli din âlimi, gerçek müftü, gerçek fakih, gerçek şeyh, gerçek mürşid bir araya gelseler; Müslümanlara hitaben bir bildiri metni hazırlasalar ve bu metin en az 10 büyük gazetede tam sayfa olarak yayınlansa, ayrıca birkaç milyon tirajlı bir broşür haline getirilip halka dağıtılsa... İyi olmaz mı? Böyle bir hizmet, böyle bir uyarı niçin yapılmıyor? Müslümanlara niçin öğüt verilmiyor?
Bu gidişin sonu ne olacak?''
M.Sevket Eygi
Hay diline saglik M.Sevket abi.
26 Ekim 2008 Pazar
7 Ekim 2008 Salı
ERHAN ABİ YİNE DÖKTÜRÜYOR!
PKK’ya ağır darbe indirdiklerini söylüyorlardı, ne oldu? Büyükanıt Divan-ı Harp'te yargılanmalı
'Her şeyi önceden gören adam'dan eski Genelkurmay Başkanı'na eşi görülmemiş eleştiri
Sansasyonel çıkışları ile tanınan stratejist Erhan Göksel'den tartışma yaratacak sözler.
Beklenmedik çıkışları ile ezber bozan Göksel, Turktime adlı haber sitesine yine çok tartışılacak açıklamalar yaptı. Terör örgütünün son saldırılarının ABD ve diğer bölge güçleri tarafından bilindiğini ve özellikle Türkiye'ye iletilmediğini iddia eden Göksel, hain saldırının gerçekleştiği 5 saat boyunca yardım gelmemesini de 'haberleşme bir devlet tarafından bölgesel olarak bloke edilmiş olabilir' şeklinde yorumladı.
İşte ünlü stratejistin gündeme bomba gibi düşecek açıklamaları:
Milli Gazete’de çıkan bir söyleşinizin Manşeti “Yeni Bir Kriz Etnik Savaş Çıkarır” şeklindeydi. Bu röportajınızın üstünden bir hafta geçmeden Aktütün Karakolu’na yapılan saldırıda 15 askerimizin şehit olduğu haberi geldi. Yetkililer düne kadar sürekli PKK’ya ağır darbe indirdiklerini söylüyorlardı, ne oldu?
ERHAN GÖKSEL: Görünen köy kılavuz istemez diye bir Osmanlı atasözümüz vardır. Bence bu hain saldırı göz göre göre geldi. Olay henüz çok sıcak, duygular çok fazla ve bana gelen bilgiler de çok net olmadığı için sadece fotoğrafa bakarak değerlendirebilirim.
Askeri açıdan bakarsak Bir kere bu saldırı bir ilk. İlk defa gece yerine, öğle ortasında saldırıldı. İkincisi, saldıranlar 400-500 kişi ve bunların görünmeden sınırı geçmesi, hem de ağır silahlarla, imkansız. Arka arkaya dizilseler 1 km. eder ki, uzaydan bile görünürler. Demek ki, ABD’den istihbarat kesilmiş, İsrail’den alınan Heron’lar teröristleri görmemişler… Büyükanıt, "PKK'lı teröristleri BBG evinde gibi izliyoruz" şeklinde yaptığı açıklaması zihinlerde tazeliğini korurken hainler nasıl oldu da sınırdan içeriye 40 km sızabildi? Yoksa biz mi yanlış anladık, Sayın Büyükanıt televizyondaki BBG evini mi izlemekten bahsediyordu?
Demek ki PKK’ya darbe filan vurulmamış.
ERHAN GÖKSEL: Tabi… Çatışmanın 5 saat sürdüğü halde yardım gelmediğine göre, haberleşme de bir devlet tarafından bölgesel olarak bloke edilmiş olabilir. Anlaşılıyor ki TSK’nın kendi teknik imkanları da çok yetersiz. En önemlisi de aylardır aralıksız Kandil’i ve Kuzey Irak’ı bombalamamızın hiçbir etkisi olmamış demek ki. Bence asıl bu sorgulanmalıdır. TSK Türk halkının gözünü boyamış ve hamaset yapmış anlaşılan. Nereleri bombaladılar, boş kampları, boş dağları mı? Askeri ihale açmak için mi, aylar boyunca, hem de yüzlerce kez hava saldırısı ile milyonlarca dolar değerinde bomba atıldı dağa taşa diye sorar birileri bir gün. Açıkça görülüyor ki, PKK bitmemiş hatta gündüz ağır silahlarla saldırabiliyorsa, bu PKK’nın bu süreçte daha da güçlendiğini ve düzenli orduya doğru geçtiğini de işaret eder. Ayrıca maalesef ilk imaj, PKK’nın daha başarılı olduğu şeklinde algılanabilir. Bunu değiştirmek de hamasetle olamaz. Bir de “teröristler 23 biz 15 kayıp verdik” türü açıklamalar akıllara ziyan.
Saldırının zamanlaması da tartışılıyor… Sizce bu saldırı stratejik bir saldırı mıydı?
ERHAN GÖKSEL: Bu saldırının zamanlaması bana rastlantı gibi gelmedi. Büyük hesapta hem gelen ekonomik kriz hem de yerel seçimler öncesi olması anlamlı. PKK, ayrıca DTP’nin kapatılmasını da istiyor gibi. Bu süreçte sıkışan DTP kapanırsa, yerel seçimlerde radikalleşme artar ve bölge belediyelerini, bağımsız adaylarla PKK silme kazanabilir. Bu durum ise Müesses Nizam ve AKP için büyük bir yenilgi olur. Ayrıca başka bir hesapla Altınova’daki etnik gerginliği “etnik bir çatışmaya taşımak” ve bunu tüm Ege bölgesine yaymak PKK’nın ekmeğine yağ sürebilir. Özellikle Batı’daki Kürt vatandaşlarımız baskı altına girerse, PKK için bulunmaz bir fırsat doğabilir. Bunu da bölgedeki Türk vatandaşlarımıza yapılacak provokatif saldırılar izleyebilir. Bu ülkeyi yönetenlerin, başta Başbakan’ın tüm bunları iyi değerlendirmesi lazım. Türk halkına da artık gerçeklerin açıkça anlatılması lazım. Bu halk, yemez içmez, uyumaz ve bütün kalbiyle yine de ordusunu destekler. Bu kadar büyük bir halk desteği olan TSK’nın halka açıklama yaparken artık daha iyi düşünmesi gerekir. Son bir söz söylemek gerekirse bu hain saldırının asıl amacı “TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ’Nİ ZAAFA UĞRATMAK DEĞİL TÜRK TOPLUMUNUN ÇİMENTOSUNU ÇÖZMEKTİR”
“ABD, 850 MİLYARLIK PAKETİ FİNANSE ETMEK İÇİN BİZİM BÖLGEMİZDE YENİ SAVAŞ ÇIKARACAK!”
Aktütün saldırısı ile unuttuk ama günlerdir dünyanın tek bir konusu var: Finansal kriz. ABD bu krizi aşmak için 850 milyar dolarlık yardım paketini devreye soktu. Bu paketin somut getirileri ne olur?
ERHAN GÖKSEL: Kısa vadede sorunları bir kaç ay ötelemekten başka faydası olamaz. Bir kere sorun trilyonlarca dolar sermayenin sorunu ve bu paket yeterli olmaz. Sorun yapısaldır sadece finans sorunu değildir. Artı yakında “Hedge Fon”lar da krize girecektir. Peki, mali desteği ABD nereden karşılayacak? Bu sorunun kısa vade için çözümü tek: üretimi artırmak hatta katlamak… Bu ise bugünkü ABD tüketici taleplerindeki daralma nedeniyle imkansız. Geriye tek bir şey kalıyor o da beni en çok endişelendiren husus: “Yeni Savaşlar Ufukta”. ABD bu paketi finanse etmek için bizim bölgemizde yeni savaş çıkaracaktır. “ABD Irak’ta savaştığı için ekonomisi battı” diyenler cahil ve cühela. Eğer bu savaşa girmese idi 2001 Nasdaq krizini atlatamazdı. Savaşlar ABD ekonomisini finanse eder. Tıpkı 1929 krizinde olduğu gibi.
Yani ABD Irak ve Afganistan savaşlarına bir yenisini mi ekleyecek?
ERHAN GÖKSEL: Evet. Hem de bizim bölgemizde İran ve Kafkasya’da. Özetle, Ortadoğu ve Kafkasya muhtemel hedef alanı. Bunu anlamak için Neo-Conlar’ ın akıl hocası Chicago Okulu’ndan Prof. Leo Strauss’a bakın. Adamın teorisinin adı “Disaster Theory” (Felaket Teorisi) kitabının adı ise “The Shock Doctrine, The Rise of Disaster Capitalism”. Yani özetle Strauss’un söylediği şu “ABD dünyayı ancak kaos ortamında (ya da kaos çıkararak) yönetebilir.”
“AK PARTİ YAHUDİ LOBİSİNİN DESTEĞİNİ ALIP KAPATMAYI ÖNLEMEK İÇİN GAP’I TEKRAR BAŞLATTI!”
Türkler ne yapıyor da Kürtler aidiyet duygusunu kaybediyor? Kürtçe yayınlar yapılıyor, en büyük yatırım güneydoğuya…
ERHAN GÖKSEL: Kürtçe yayın nerede hani? Geçen yıl Başbakan TRT Kürtçe yayın yapacak demişti, nerede? Siyaset “ileri sürülmüş ve kabul edilmemiş tezlerden oluşmadığı” gibi, “yapılacağı addedilen şeylerin yerine getirilmese de olur” denilebilen durumların sonucu da değildir. Güneydoğu’ya yatırım yapıldığı ise gerçekte tam bir palavra. Hükümet hamaset yaparak bu konuyu iç politika malzemesi yapıyorlar.
GAP bir yatırım değil mi?
ERHAN GÖKSEL: AKP iktidara geldiği zaman durdurduğu ilk proje GAP sulamasıdır. GAP’ın bütün sulaması bir Yahudi şirketine aittir. Altı yıldır ödenek vermiyorlardı, Yahudiler’e para gitmesin, GAP yapılmasın diye. AKP’ye işler sarpa sarınca, “GAP’a yeni yatırım” adı altında tekrar ödenek verdiler. Özetle bütün paralar yine İsrail şirketine akıyor. Halka bir şey aktığı yok. İlerde sulanacak araziler de zaten halka ait değil.
Nasıl sarpa sarınca? Ne değişti de Yahudi şirketinin ödeneği serbest bırakıldı?
ERHAN GÖKSEL: AKP, kapatma davasında parti kapatılmasın diye Yahudi dünyasını yana almak için GAP yatırımını yeniden başlattı. GAP’a giden 4,5 milyar doların hemen hemen hepsi Yahudi sermayesinin şirketlerine gidiyor. Yeni bir yatırım değil, eskiye takviye söz konusu olan.
“KİM, KÜRT SORUNUNU HAMASETLE İÇ POLİTİKA MALZEMESİ YAPIYORSA, ASIL AYRIMCI VE BÖLÜCÜ ONLARDIR.”
Devlet Güneydoğu’da maddi ve manevi anlamda yetersiz mi kalıyor? Özellikle bunun tam tersi bilinir…
ERHAN GÖKSEL: Bu söylem de bir çeşit devlet propagandası. Ben Turgut Özal’ın danışmanı olduğum dönemden beri Türkiye’nin en hassas meselesinin “Kürt Sorunu” olduğunu söyledim. O dönemin genelkurmay başkanı Doğan Güreş, genelkurmay başkanı iken benim bu düşüncelerime çok şiddetle tepki vermişti. 2000 yılında Doğan Güreş benim o tarihte haklı olduğumu anladığını bizzat bana açıkça söylemiş ve “biz yanlış yaptık” demiştir. Zaten Kürt meselesinde yanlış yaptığımızı çok yakın bir zamanda Fikret Bila’ya önce darbeci general Kenan Evren, sonra da bir yığın omzu kalabalık general peş peşe konuşmadı mı?
Diyelim ki Güneydoğu’ya sağlıklı bir yatırım yapılmıyor. Ama bu sadece Güneydoğu için değil de tüm Türkiye için söylenemez mi? Neden sadece Güneydoğu?
ERHAN GÖKSEL: İş artık yatırım meselesini çok aşmıştır. Kemal Yazıcı, 2000’lerde dönemin Ordu valisiydi, Veli Küçük Giresun İl Jandarma Komutanı idi bu zatlar fındık toplamaya gelen gariban Kürt işçilerinin kamyonlarını “Kürt oldukları için” geri çevirdiler. Kimse de hesap sormadı. Daha bu yaz sonu aynı rezalet benzer bir şekilde tekrar yaşanmadı mı? Fındık toplamaya gelen gariban Kürt vatandaşlarımızın, şehirde otellerde konaklamalarına izin verilmedi. Ne yapsınlar, çadır kurdular. Aynı anlayış, PKK bahanesiyle çadır kurmalarına da izin vermedi. TV’lerde o küçücük Kürt çocuklarının sokaklarda, kaldırımlarda yatmalarını izledik hep beraber ses çıkarmadan ve rahatsız olmadan. Maalesef bu ülkenin gerçeği budur. Bunu kimse örtemez. Bunu görmeyenler kim biz Türkler. Türkiye’deki asıl bölücülük bu politikalardır. Bölücülüğe hizmet eden politikalar bu politikalardır. Türkiye’de 15 yıldır Kürt meselesini çözmek istemeyen, çözmek için adım atmayan herkes, bilerek veya bilmeyerek bölücülere hizmet etmektedir. Kim, Kürt sorununu hamasetle iç politika malzemesi yapıyorsa, asıl ayrımcı ve bölücü bence onlardır.
Ama mesela Güneydoğu’ya giden Türklerin de sen Türksün diye ötelendiğini biliyoruz…
ERHAN GÖKSEL: Evet ama bu durum daha çok yeni. Çünkü artık ayrım başladı. Egemen devlet “kendi ideolojisini yaşatabilmek için kendi etnik kimliğinin militanlığını” yapmaz. İngiltere’de etnik anlamda en ağır ceza, İngiliz milliyetçiliği yapmaktır. İngiltere bu nedenle bugün 27 ülkeyi yönetiyor. Avustralya, Yeni Zelanda, Yeni-Gine pasaportuyla İngiltere’de oy kullanırsınız. Ama İngiliz pasaportuyla Avustralya’da oy kullanamazsınız. İngiltere’nin adı İngiltere’de “Büyük Britanya” ya da “Birleşik Krallık” tır. İngiliz adı sadece futbol takımları için kullanılır ki İskoçlar, Galler ve Kuzey İrlanda’nın da kendi milli takımları vardır. Yani serbesttir. Türkiye’de ise karnını doyurmak için seyahat etmek bile Kürtler için yasak olmaktadır.
“TESLİMİYET BAYRAĞI ÇEKEN BÜYÜKANIT DİVAN-I HARP’TE YARGILANMALI!”
O zaman başta söylediğiniz Kürtlerin Türkiye’den ayrılması konusunda endişelenmemeliyiz. Öyle bir sorunları yok…
ERHAN GÖKSEL: Hatırlayın, 1990’da duvar yıkılınca 5 tane Türk devleti kuruldu. Hepimiz büyük bir heyecanla izlemedik mi? Bugün Kuzey Irak’ da bir Kürt Devleti kuruluyor. Bana göre kuruldu bile. Türkiye’nin en “Türk-Kürtleri”nin bile ilgilenmemesi mümkün mü bununla? Herkes ilgileniyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde yaptığı en büyük devlet hatası geçen hafta bir mahkemenin verdiği karardır. Bolu’da bir gazete, her şehit için 5 DTP’li öldürün diye yazıyor ve mahkeme de bunu yazanı beraat ettirerek, “fikir özgürlüğü” olarak değerlendiriyor. Bu kararın, “Kürtler öldürülebilir” demekten farkı nedir? Bugün çevremizdeki komşularımız, hatta AB ülkeleri Türkiye’nin düşmanı olabilir. Bizim bu coğrafyada gerçek dostumuz zaten yok. Ama asıl sorun iç düşmanlarımızda bu ülkeyi iç çatışmaya götüren, iç unsurlarımızda. Önemli olan sizin kendi dirayetinizle bu ülkenin bölünmesini engelleyecek yapıyı ortaya koymaktır. Bu ülkenin halkını kucaklamak zorundasınız. Geçen sene olduğu gibi cenaze kaldırılan Şemdinli’de, alçaktan uçuşla beş kez üstlerinden jet uçurulan halk bu ülkenin halkıdır. Bu halk bu ülkenin düşmanı değildir.
Sen eğer Şemdinli’nin üzerinden uçak uçururken onları bu ülkenin halkı olarak görmek istemiyorsan, onlar da bu ülkeden giderler. Giderken de savaşarak giderler. Onun içi eski genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt’ı tarih önünde asla affetmiyorum. Geçen sene Dağlıca baskını sonrasında TSK, kamuoyu önünde baskı altına girince, 11 Aralık 2007’de Yaşar Büyükanıt, televoleci gazeteci gibi ayaküstü demeçler verdi “Terör siyasallaştı ve legalleşti, psikolojik harekatı onlara kaptırdık" gibi sözler, "artık yapılacak bir şey kalmadı" anlamında cümleler sarfetmek, havlu atmak anlamına gelir. Bu "kaptırma" sözcüğü, sadece TSK bünyesinde değil tüm dünya ordularında "savaşta bayrağı kaptırma" anlamını çağrıştırır ki "bunu düşündürmek bir orduyu tamamen berhava etmek"le eş anlamlıdır. Yani Büyükanıt özetle “Biz demokrasi ve özgürlük bayrağını PKK’ya kaptırdık” dedi. PKK siyasallaştı dedi. Masaya oturmaya hazır bir genelkurmay başkanı portresi çizdi. Devletin en yüksek katı bunu diyorsa seni masaya oturturlar. Sen insan hakları bayrağını kaptırdık diyorsan, biz bu güne kadar işkence yaptık demek anlamına gelir. Bir genelkurmay başkanı bunları söylemekten dolayı divan-ı harp’ de yargılanması gerekir. Bu gaflet ve delaletten dolayı mı söyleniyor yoksa, birileri Türkiye’yi masaya mı oturtuyor? Ben bunun için bas bas bağırıyorum. Hayatımın en sert röportajımı da bu nedenle, 17 Aralık 2007’ de Yeni Şafak Gazetesi’nde “Müesses Nizam Dağıldı” diye yaptım.
Sizce, Türkiye masaya mı oturtulmaya sürükleniyor?
ERHAN GÖKSEL: Eski Genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt, Cumhuriyet tarihi boyunca benzeri görülmemiş bir şekilde Türkiye’nin elini bağlayacak demeçlerle teslimiyet tohumları ekmiştir o konuşmasıyla. Onu da daha sonra başkaları takip etti. Bana göre bu sözleri, gaflet ve delalet içinde söylemedi. Uluslararası güçler direttiler, Türkiye masaya oturtulmaya çalışılıyor. Öcalan’a Ankara’da politikanın önünü açmaya çalışıyorlar. Ve kimileri cahilliğinden, kimileri vurdum duymazlığından, kimileri de işbirlikçi olduğu için buna gizli veya açık hizmet ediyorlar.
“KAPATILMA DAVASI KÜRESEL BİR TEZGAHTI… BU DAVAYLA AKP KENDİNİ KÜRSEL SERMAYEYE TESLİM ETTİ!”
Öngörülerinizin isabetleriyle tanınıyorsunuz. Tüm bu sorunların çözümünün ana hatları nelerdir? Devlet ne yapmalı?
ERHAN GÖKSEL: Krizlerin, sorunların, kaosların önlenmesi için bir ülkenin yönetiminin bilgili olması lazım. Bu ülke iyi yetişmemiş insanları yönetici seçmiştir. Hem yönetim hem zihniyet değişmedikçe, Türkiye bu coğrafyada devam edemez. Geçmişte bu ülke Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz gibi iki tane iyi yetişmiş başbakan çıkardı. Ancak onlardanda Halkın ağzı yandı. Ardından da yağmurdan kaçalım derken, bu sefer de da iyi yetişmemiş ve ehliyetsiz kişileri seçtiler. Dünyanın hiçbir yerinde ehliyetsiz insanlara ülke yönetimi teslim edilmez. Ülkenin başbakanı çıkıp Mortgage’ı TOKİ ile benzeterek açıklıyorsa, Avrupa’da el koyulan bankaların Türkiye’deki mudilerini Avrupalı sanıyorsa, onu bir kasabaya belediye başkanı bile yapmazlar dünyada. Bu süreçlerin hepsi iç içedir hiç birisini birbirinden ayıramazsınız. Zira “Bilgi bir bütündür”.Hatırlatayım, Türkiye 2001 krizine durup dururken girmedi. 1999 yılında Türkiye’nin IMF’ye gitmeye ihtiyacı yoktu. Ama birden bire Ecevit’i IMF’ye götürdüler. Kasım 2000’de önce küçük bir kriz, dört ay sonra, Şubat 2001’de de büyük kriz çıktı. Altını çizeyim, Ecevit Hükümeti ve Türkiye, IMF politikalarına uymadığı için kriz çıkmadı. Tam tersine Türkiye, IMF’ in bütün politikalarına tam uyduğu için krize girdi. Ecevit ve Türkiye Irak’ın bütünlüğünden yanaydı. Krizle, Ecevit’i tasfiye ettiler. Amerika’nın Irak operasyonlarının önü açıldı.
Şimdi neler oluyor? Durumun bir benzerliği var mı?
ERHAN GÖKSEL: Daha da kötü. Şimdi Türkiye yeni bir krize sürükleniyor. AKP, kapatılma davasıyla kendisini “küresel sermayeye” teslim etti. Bu da bence bir tezgahtı. Biz AKP’ nin kapatılmayacağını davadan tam üç gün önce kimden öğrendik? Hatta 6-5 oy oranını Türk Halkı kimlerden öğrendi? Küresel Sermaye’ den öğrendik. Oylamayı bile söylediler. Siz bütün stratejik kurumlarınızı, bankalarınızı, yabancılara kaptırdıysanız ekonominizi yabancılar elinde tutuyorsa sizin siyasi bağımsızlığınız yoktur. Ekonomisini elinde tutmayan hiçbir ülkenin bağımsızlığı yoktur. Tarih böyle der.
TALAT ATİLLA & ERSİN TOKGÖZ / TURKTIME
'Her şeyi önceden gören adam'dan eski Genelkurmay Başkanı'na eşi görülmemiş eleştiri
Sansasyonel çıkışları ile tanınan stratejist Erhan Göksel'den tartışma yaratacak sözler.
Beklenmedik çıkışları ile ezber bozan Göksel, Turktime adlı haber sitesine yine çok tartışılacak açıklamalar yaptı. Terör örgütünün son saldırılarının ABD ve diğer bölge güçleri tarafından bilindiğini ve özellikle Türkiye'ye iletilmediğini iddia eden Göksel, hain saldırının gerçekleştiği 5 saat boyunca yardım gelmemesini de 'haberleşme bir devlet tarafından bölgesel olarak bloke edilmiş olabilir' şeklinde yorumladı.
İşte ünlü stratejistin gündeme bomba gibi düşecek açıklamaları:
Milli Gazete’de çıkan bir söyleşinizin Manşeti “Yeni Bir Kriz Etnik Savaş Çıkarır” şeklindeydi. Bu röportajınızın üstünden bir hafta geçmeden Aktütün Karakolu’na yapılan saldırıda 15 askerimizin şehit olduğu haberi geldi. Yetkililer düne kadar sürekli PKK’ya ağır darbe indirdiklerini söylüyorlardı, ne oldu?
ERHAN GÖKSEL: Görünen köy kılavuz istemez diye bir Osmanlı atasözümüz vardır. Bence bu hain saldırı göz göre göre geldi. Olay henüz çok sıcak, duygular çok fazla ve bana gelen bilgiler de çok net olmadığı için sadece fotoğrafa bakarak değerlendirebilirim.
Askeri açıdan bakarsak Bir kere bu saldırı bir ilk. İlk defa gece yerine, öğle ortasında saldırıldı. İkincisi, saldıranlar 400-500 kişi ve bunların görünmeden sınırı geçmesi, hem de ağır silahlarla, imkansız. Arka arkaya dizilseler 1 km. eder ki, uzaydan bile görünürler. Demek ki, ABD’den istihbarat kesilmiş, İsrail’den alınan Heron’lar teröristleri görmemişler… Büyükanıt, "PKK'lı teröristleri BBG evinde gibi izliyoruz" şeklinde yaptığı açıklaması zihinlerde tazeliğini korurken hainler nasıl oldu da sınırdan içeriye 40 km sızabildi? Yoksa biz mi yanlış anladık, Sayın Büyükanıt televizyondaki BBG evini mi izlemekten bahsediyordu?
Demek ki PKK’ya darbe filan vurulmamış.
ERHAN GÖKSEL: Tabi… Çatışmanın 5 saat sürdüğü halde yardım gelmediğine göre, haberleşme de bir devlet tarafından bölgesel olarak bloke edilmiş olabilir. Anlaşılıyor ki TSK’nın kendi teknik imkanları da çok yetersiz. En önemlisi de aylardır aralıksız Kandil’i ve Kuzey Irak’ı bombalamamızın hiçbir etkisi olmamış demek ki. Bence asıl bu sorgulanmalıdır. TSK Türk halkının gözünü boyamış ve hamaset yapmış anlaşılan. Nereleri bombaladılar, boş kampları, boş dağları mı? Askeri ihale açmak için mi, aylar boyunca, hem de yüzlerce kez hava saldırısı ile milyonlarca dolar değerinde bomba atıldı dağa taşa diye sorar birileri bir gün. Açıkça görülüyor ki, PKK bitmemiş hatta gündüz ağır silahlarla saldırabiliyorsa, bu PKK’nın bu süreçte daha da güçlendiğini ve düzenli orduya doğru geçtiğini de işaret eder. Ayrıca maalesef ilk imaj, PKK’nın daha başarılı olduğu şeklinde algılanabilir. Bunu değiştirmek de hamasetle olamaz. Bir de “teröristler 23 biz 15 kayıp verdik” türü açıklamalar akıllara ziyan.
Saldırının zamanlaması da tartışılıyor… Sizce bu saldırı stratejik bir saldırı mıydı?
ERHAN GÖKSEL: Bu saldırının zamanlaması bana rastlantı gibi gelmedi. Büyük hesapta hem gelen ekonomik kriz hem de yerel seçimler öncesi olması anlamlı. PKK, ayrıca DTP’nin kapatılmasını da istiyor gibi. Bu süreçte sıkışan DTP kapanırsa, yerel seçimlerde radikalleşme artar ve bölge belediyelerini, bağımsız adaylarla PKK silme kazanabilir. Bu durum ise Müesses Nizam ve AKP için büyük bir yenilgi olur. Ayrıca başka bir hesapla Altınova’daki etnik gerginliği “etnik bir çatışmaya taşımak” ve bunu tüm Ege bölgesine yaymak PKK’nın ekmeğine yağ sürebilir. Özellikle Batı’daki Kürt vatandaşlarımız baskı altına girerse, PKK için bulunmaz bir fırsat doğabilir. Bunu da bölgedeki Türk vatandaşlarımıza yapılacak provokatif saldırılar izleyebilir. Bu ülkeyi yönetenlerin, başta Başbakan’ın tüm bunları iyi değerlendirmesi lazım. Türk halkına da artık gerçeklerin açıkça anlatılması lazım. Bu halk, yemez içmez, uyumaz ve bütün kalbiyle yine de ordusunu destekler. Bu kadar büyük bir halk desteği olan TSK’nın halka açıklama yaparken artık daha iyi düşünmesi gerekir. Son bir söz söylemek gerekirse bu hain saldırının asıl amacı “TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ’Nİ ZAAFA UĞRATMAK DEĞİL TÜRK TOPLUMUNUN ÇİMENTOSUNU ÇÖZMEKTİR”
“ABD, 850 MİLYARLIK PAKETİ FİNANSE ETMEK İÇİN BİZİM BÖLGEMİZDE YENİ SAVAŞ ÇIKARACAK!”
Aktütün saldırısı ile unuttuk ama günlerdir dünyanın tek bir konusu var: Finansal kriz. ABD bu krizi aşmak için 850 milyar dolarlık yardım paketini devreye soktu. Bu paketin somut getirileri ne olur?
ERHAN GÖKSEL: Kısa vadede sorunları bir kaç ay ötelemekten başka faydası olamaz. Bir kere sorun trilyonlarca dolar sermayenin sorunu ve bu paket yeterli olmaz. Sorun yapısaldır sadece finans sorunu değildir. Artı yakında “Hedge Fon”lar da krize girecektir. Peki, mali desteği ABD nereden karşılayacak? Bu sorunun kısa vade için çözümü tek: üretimi artırmak hatta katlamak… Bu ise bugünkü ABD tüketici taleplerindeki daralma nedeniyle imkansız. Geriye tek bir şey kalıyor o da beni en çok endişelendiren husus: “Yeni Savaşlar Ufukta”. ABD bu paketi finanse etmek için bizim bölgemizde yeni savaş çıkaracaktır. “ABD Irak’ta savaştığı için ekonomisi battı” diyenler cahil ve cühela. Eğer bu savaşa girmese idi 2001 Nasdaq krizini atlatamazdı. Savaşlar ABD ekonomisini finanse eder. Tıpkı 1929 krizinde olduğu gibi.
Yani ABD Irak ve Afganistan savaşlarına bir yenisini mi ekleyecek?
ERHAN GÖKSEL: Evet. Hem de bizim bölgemizde İran ve Kafkasya’da. Özetle, Ortadoğu ve Kafkasya muhtemel hedef alanı. Bunu anlamak için Neo-Conlar’ ın akıl hocası Chicago Okulu’ndan Prof. Leo Strauss’a bakın. Adamın teorisinin adı “Disaster Theory” (Felaket Teorisi) kitabının adı ise “The Shock Doctrine, The Rise of Disaster Capitalism”. Yani özetle Strauss’un söylediği şu “ABD dünyayı ancak kaos ortamında (ya da kaos çıkararak) yönetebilir.”
“AK PARTİ YAHUDİ LOBİSİNİN DESTEĞİNİ ALIP KAPATMAYI ÖNLEMEK İÇİN GAP’I TEKRAR BAŞLATTI!”
Türkler ne yapıyor da Kürtler aidiyet duygusunu kaybediyor? Kürtçe yayınlar yapılıyor, en büyük yatırım güneydoğuya…
ERHAN GÖKSEL: Kürtçe yayın nerede hani? Geçen yıl Başbakan TRT Kürtçe yayın yapacak demişti, nerede? Siyaset “ileri sürülmüş ve kabul edilmemiş tezlerden oluşmadığı” gibi, “yapılacağı addedilen şeylerin yerine getirilmese de olur” denilebilen durumların sonucu da değildir. Güneydoğu’ya yatırım yapıldığı ise gerçekte tam bir palavra. Hükümet hamaset yaparak bu konuyu iç politika malzemesi yapıyorlar.
GAP bir yatırım değil mi?
ERHAN GÖKSEL: AKP iktidara geldiği zaman durdurduğu ilk proje GAP sulamasıdır. GAP’ın bütün sulaması bir Yahudi şirketine aittir. Altı yıldır ödenek vermiyorlardı, Yahudiler’e para gitmesin, GAP yapılmasın diye. AKP’ye işler sarpa sarınca, “GAP’a yeni yatırım” adı altında tekrar ödenek verdiler. Özetle bütün paralar yine İsrail şirketine akıyor. Halka bir şey aktığı yok. İlerde sulanacak araziler de zaten halka ait değil.
Nasıl sarpa sarınca? Ne değişti de Yahudi şirketinin ödeneği serbest bırakıldı?
ERHAN GÖKSEL: AKP, kapatma davasında parti kapatılmasın diye Yahudi dünyasını yana almak için GAP yatırımını yeniden başlattı. GAP’a giden 4,5 milyar doların hemen hemen hepsi Yahudi sermayesinin şirketlerine gidiyor. Yeni bir yatırım değil, eskiye takviye söz konusu olan.
“KİM, KÜRT SORUNUNU HAMASETLE İÇ POLİTİKA MALZEMESİ YAPIYORSA, ASIL AYRIMCI VE BÖLÜCÜ ONLARDIR.”
Devlet Güneydoğu’da maddi ve manevi anlamda yetersiz mi kalıyor? Özellikle bunun tam tersi bilinir…
ERHAN GÖKSEL: Bu söylem de bir çeşit devlet propagandası. Ben Turgut Özal’ın danışmanı olduğum dönemden beri Türkiye’nin en hassas meselesinin “Kürt Sorunu” olduğunu söyledim. O dönemin genelkurmay başkanı Doğan Güreş, genelkurmay başkanı iken benim bu düşüncelerime çok şiddetle tepki vermişti. 2000 yılında Doğan Güreş benim o tarihte haklı olduğumu anladığını bizzat bana açıkça söylemiş ve “biz yanlış yaptık” demiştir. Zaten Kürt meselesinde yanlış yaptığımızı çok yakın bir zamanda Fikret Bila’ya önce darbeci general Kenan Evren, sonra da bir yığın omzu kalabalık general peş peşe konuşmadı mı?
Diyelim ki Güneydoğu’ya sağlıklı bir yatırım yapılmıyor. Ama bu sadece Güneydoğu için değil de tüm Türkiye için söylenemez mi? Neden sadece Güneydoğu?
ERHAN GÖKSEL: İş artık yatırım meselesini çok aşmıştır. Kemal Yazıcı, 2000’lerde dönemin Ordu valisiydi, Veli Küçük Giresun İl Jandarma Komutanı idi bu zatlar fındık toplamaya gelen gariban Kürt işçilerinin kamyonlarını “Kürt oldukları için” geri çevirdiler. Kimse de hesap sormadı. Daha bu yaz sonu aynı rezalet benzer bir şekilde tekrar yaşanmadı mı? Fındık toplamaya gelen gariban Kürt vatandaşlarımızın, şehirde otellerde konaklamalarına izin verilmedi. Ne yapsınlar, çadır kurdular. Aynı anlayış, PKK bahanesiyle çadır kurmalarına da izin vermedi. TV’lerde o küçücük Kürt çocuklarının sokaklarda, kaldırımlarda yatmalarını izledik hep beraber ses çıkarmadan ve rahatsız olmadan. Maalesef bu ülkenin gerçeği budur. Bunu kimse örtemez. Bunu görmeyenler kim biz Türkler. Türkiye’deki asıl bölücülük bu politikalardır. Bölücülüğe hizmet eden politikalar bu politikalardır. Türkiye’de 15 yıldır Kürt meselesini çözmek istemeyen, çözmek için adım atmayan herkes, bilerek veya bilmeyerek bölücülere hizmet etmektedir. Kim, Kürt sorununu hamasetle iç politika malzemesi yapıyorsa, asıl ayrımcı ve bölücü bence onlardır.
Ama mesela Güneydoğu’ya giden Türklerin de sen Türksün diye ötelendiğini biliyoruz…
ERHAN GÖKSEL: Evet ama bu durum daha çok yeni. Çünkü artık ayrım başladı. Egemen devlet “kendi ideolojisini yaşatabilmek için kendi etnik kimliğinin militanlığını” yapmaz. İngiltere’de etnik anlamda en ağır ceza, İngiliz milliyetçiliği yapmaktır. İngiltere bu nedenle bugün 27 ülkeyi yönetiyor. Avustralya, Yeni Zelanda, Yeni-Gine pasaportuyla İngiltere’de oy kullanırsınız. Ama İngiliz pasaportuyla Avustralya’da oy kullanamazsınız. İngiltere’nin adı İngiltere’de “Büyük Britanya” ya da “Birleşik Krallık” tır. İngiliz adı sadece futbol takımları için kullanılır ki İskoçlar, Galler ve Kuzey İrlanda’nın da kendi milli takımları vardır. Yani serbesttir. Türkiye’de ise karnını doyurmak için seyahat etmek bile Kürtler için yasak olmaktadır.
“TESLİMİYET BAYRAĞI ÇEKEN BÜYÜKANIT DİVAN-I HARP’TE YARGILANMALI!”
O zaman başta söylediğiniz Kürtlerin Türkiye’den ayrılması konusunda endişelenmemeliyiz. Öyle bir sorunları yok…
ERHAN GÖKSEL: Hatırlayın, 1990’da duvar yıkılınca 5 tane Türk devleti kuruldu. Hepimiz büyük bir heyecanla izlemedik mi? Bugün Kuzey Irak’ da bir Kürt Devleti kuruluyor. Bana göre kuruldu bile. Türkiye’nin en “Türk-Kürtleri”nin bile ilgilenmemesi mümkün mü bununla? Herkes ilgileniyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde yaptığı en büyük devlet hatası geçen hafta bir mahkemenin verdiği karardır. Bolu’da bir gazete, her şehit için 5 DTP’li öldürün diye yazıyor ve mahkeme de bunu yazanı beraat ettirerek, “fikir özgürlüğü” olarak değerlendiriyor. Bu kararın, “Kürtler öldürülebilir” demekten farkı nedir? Bugün çevremizdeki komşularımız, hatta AB ülkeleri Türkiye’nin düşmanı olabilir. Bizim bu coğrafyada gerçek dostumuz zaten yok. Ama asıl sorun iç düşmanlarımızda bu ülkeyi iç çatışmaya götüren, iç unsurlarımızda. Önemli olan sizin kendi dirayetinizle bu ülkenin bölünmesini engelleyecek yapıyı ortaya koymaktır. Bu ülkenin halkını kucaklamak zorundasınız. Geçen sene olduğu gibi cenaze kaldırılan Şemdinli’de, alçaktan uçuşla beş kez üstlerinden jet uçurulan halk bu ülkenin halkıdır. Bu halk bu ülkenin düşmanı değildir.
Sen eğer Şemdinli’nin üzerinden uçak uçururken onları bu ülkenin halkı olarak görmek istemiyorsan, onlar da bu ülkeden giderler. Giderken de savaşarak giderler. Onun içi eski genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt’ı tarih önünde asla affetmiyorum. Geçen sene Dağlıca baskını sonrasında TSK, kamuoyu önünde baskı altına girince, 11 Aralık 2007’de Yaşar Büyükanıt, televoleci gazeteci gibi ayaküstü demeçler verdi “Terör siyasallaştı ve legalleşti, psikolojik harekatı onlara kaptırdık" gibi sözler, "artık yapılacak bir şey kalmadı" anlamında cümleler sarfetmek, havlu atmak anlamına gelir. Bu "kaptırma" sözcüğü, sadece TSK bünyesinde değil tüm dünya ordularında "savaşta bayrağı kaptırma" anlamını çağrıştırır ki "bunu düşündürmek bir orduyu tamamen berhava etmek"le eş anlamlıdır. Yani Büyükanıt özetle “Biz demokrasi ve özgürlük bayrağını PKK’ya kaptırdık” dedi. PKK siyasallaştı dedi. Masaya oturmaya hazır bir genelkurmay başkanı portresi çizdi. Devletin en yüksek katı bunu diyorsa seni masaya oturturlar. Sen insan hakları bayrağını kaptırdık diyorsan, biz bu güne kadar işkence yaptık demek anlamına gelir. Bir genelkurmay başkanı bunları söylemekten dolayı divan-ı harp’ de yargılanması gerekir. Bu gaflet ve delaletten dolayı mı söyleniyor yoksa, birileri Türkiye’yi masaya mı oturtuyor? Ben bunun için bas bas bağırıyorum. Hayatımın en sert röportajımı da bu nedenle, 17 Aralık 2007’ de Yeni Şafak Gazetesi’nde “Müesses Nizam Dağıldı” diye yaptım.
Sizce, Türkiye masaya mı oturtulmaya sürükleniyor?
ERHAN GÖKSEL: Eski Genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt, Cumhuriyet tarihi boyunca benzeri görülmemiş bir şekilde Türkiye’nin elini bağlayacak demeçlerle teslimiyet tohumları ekmiştir o konuşmasıyla. Onu da daha sonra başkaları takip etti. Bana göre bu sözleri, gaflet ve delalet içinde söylemedi. Uluslararası güçler direttiler, Türkiye masaya oturtulmaya çalışılıyor. Öcalan’a Ankara’da politikanın önünü açmaya çalışıyorlar. Ve kimileri cahilliğinden, kimileri vurdum duymazlığından, kimileri de işbirlikçi olduğu için buna gizli veya açık hizmet ediyorlar.
“KAPATILMA DAVASI KÜRESEL BİR TEZGAHTI… BU DAVAYLA AKP KENDİNİ KÜRSEL SERMAYEYE TESLİM ETTİ!”
Öngörülerinizin isabetleriyle tanınıyorsunuz. Tüm bu sorunların çözümünün ana hatları nelerdir? Devlet ne yapmalı?
ERHAN GÖKSEL: Krizlerin, sorunların, kaosların önlenmesi için bir ülkenin yönetiminin bilgili olması lazım. Bu ülke iyi yetişmemiş insanları yönetici seçmiştir. Hem yönetim hem zihniyet değişmedikçe, Türkiye bu coğrafyada devam edemez. Geçmişte bu ülke Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz gibi iki tane iyi yetişmiş başbakan çıkardı. Ancak onlardanda Halkın ağzı yandı. Ardından da yağmurdan kaçalım derken, bu sefer de da iyi yetişmemiş ve ehliyetsiz kişileri seçtiler. Dünyanın hiçbir yerinde ehliyetsiz insanlara ülke yönetimi teslim edilmez. Ülkenin başbakanı çıkıp Mortgage’ı TOKİ ile benzeterek açıklıyorsa, Avrupa’da el koyulan bankaların Türkiye’deki mudilerini Avrupalı sanıyorsa, onu bir kasabaya belediye başkanı bile yapmazlar dünyada. Bu süreçlerin hepsi iç içedir hiç birisini birbirinden ayıramazsınız. Zira “Bilgi bir bütündür”.Hatırlatayım, Türkiye 2001 krizine durup dururken girmedi. 1999 yılında Türkiye’nin IMF’ye gitmeye ihtiyacı yoktu. Ama birden bire Ecevit’i IMF’ye götürdüler. Kasım 2000’de önce küçük bir kriz, dört ay sonra, Şubat 2001’de de büyük kriz çıktı. Altını çizeyim, Ecevit Hükümeti ve Türkiye, IMF politikalarına uymadığı için kriz çıkmadı. Tam tersine Türkiye, IMF’ in bütün politikalarına tam uyduğu için krize girdi. Ecevit ve Türkiye Irak’ın bütünlüğünden yanaydı. Krizle, Ecevit’i tasfiye ettiler. Amerika’nın Irak operasyonlarının önü açıldı.
Şimdi neler oluyor? Durumun bir benzerliği var mı?
ERHAN GÖKSEL: Daha da kötü. Şimdi Türkiye yeni bir krize sürükleniyor. AKP, kapatılma davasıyla kendisini “küresel sermayeye” teslim etti. Bu da bence bir tezgahtı. Biz AKP’ nin kapatılmayacağını davadan tam üç gün önce kimden öğrendik? Hatta 6-5 oy oranını Türk Halkı kimlerden öğrendi? Küresel Sermaye’ den öğrendik. Oylamayı bile söylediler. Siz bütün stratejik kurumlarınızı, bankalarınızı, yabancılara kaptırdıysanız ekonominizi yabancılar elinde tutuyorsa sizin siyasi bağımsızlığınız yoktur. Ekonomisini elinde tutmayan hiçbir ülkenin bağımsızlığı yoktur. Tarih böyle der.
TALAT ATİLLA & ERSİN TOKGÖZ / TURKTIME
4 Ekim 2008 Cumartesi
SAHİDEN BAKIN HELE!
Karanlıklardan çıkma adına bir çırpınış,ama doğru dürüst hiçbir şey görülmüyordu.Bu şehir ki,amansız göğünü çekti üzerimden dercesine bir gidiş.Şehrin üzerindeki kötü görünümlü ay üzerinde, yer yer sevimsiz lekeler gibi görünürken,dev binalar ayın çine dalmış hayaletler gibi şehirde hareketsizlik hakim.Durgunluk, hiçbir ses işitmiyorsunuz,ağır ve süregiden bir sessizlik.Yalnızca "tik tak"sesi çıkaran saat gözünüze ilişiyor.Her durumda her olayda,zamanın kendi fonksiyonunu yerine getirdiğini,hiçbir şeye aldırmadan bir an olsun duraksamadan yoluna devam ettiğini gösteriyor...
Ayın derinliklerinden bir gölge renklileşerek daha belirgin bir halde ortaya çıkıyor,bir insan gölgesi,biraz evin önünde bekliyor,evet insan olduğu anlaşılıyor,biraz durup yola koyuluyor.Gizli haykırışlarla bir şeyler dercesine ,hep uzaklaşıyor sanki konuşmak için kelimeler ararcasına. Kimse bu insanın nasıl bir konumda olduğunu ne düşündüğünü, ne yaptığını ve nereye gittiğini bilmiyor...Adam yola koyuluyor...Ayın içine giriyor ve ayın içine doğru kaybolup gidiyor.Sonra onu görenlerden biri neler olduğunu görmek için can atıyor...Hiçbir haber ve işaret alamıyor.
Sadece saat aynı fonksiyonu yerine getirmeye devam ediyor,"tik tak,tik tak"diyerek,koyu karanlıkları geceye gömerek şafağı karşılarken şunu söylemek istiyor sanki,herkesin tanımdığınını düşündüğü bu insanı varlığı o tanımaktadır.Herkes bir ifade kullanıyor yorum getiriyor; biri"şaşkın biri" geçiyor...Başka biri"eviyle arası açılmış galiba"diyor.Bir diğerinin yorumu daha başka"Bu adam yaşamın ne kadar durgun ve karanlık olduğunu canlandırıyor.Adam şu yaşamın insanı yok ettiğini bağırırcasına kaçış senaryolarını canlandırarak hep gidiyor bir yerlere doğru ama kendiside bilmiyor nereye..."
Bu arada insanın yalnızlık hayatından duyduğu bıkkınlığın acılarını anlatanlar yok değil,...Evet herkes bir şeyler söylüyor,herkes olayı yorumlamaya çalışıyor.Uzaktan başaka bir ses olaya yenilik katıyor,kaçan bu adamı başka yerde görmüş olsa gerek diye duyuluyor...
Bakın hele çalılıklar arasında,yüzünü elleri arasına almış bu adam üstelik gökyüzüne dikli gözlerin,acılı tebessümleriyle ne demek istiyor o?
Uzayan sonsuzluğa dikilen gözlerin sahibi olsa gerek diye düşünüyorum ben,...Esintileyen rüzgarın karşısında,çiseleyen yağmurun dibinde,ellerini dayamış yüzüne,göz mercekleri gökyüzünde,boyu görünmeyecek kadar çalılıklar arasında,küçük bir taşın üstüne oturarak,hüzünlü bir halde düşünüyorda o kadar!...
Düşünmek mi, kim?
Neyi, niçin düşünmek?
İşitiyormuş,İşitmek mi?...Tabi herkes işitiyor,bu da nedir,demek geliyor değil mi içinizden?...
O insan varya işitmekle beraber tanımak istiyor,varolduğunu anlamak için,tanımanın gerekliliğini, kavramış olsa gerek...
Descartes'in "Düşünüyorum o halde varım",
A.Gide'nin"Hissediyorum o halde varım"
A.Camus'un"İsyan ediyorum o halde varım",diye tanımladıkları tanıma şeklini aşmış olsa gerek o insan...Alıcı antenin etraftaki sesleri toplayarak,bir frekans üzerinden yayın yapması gibi, bu adam da alıcı verici cihazlarını açarak ayağa kalkmış....
Koşarak hızlı adımlarla ilerliyor,bir insan olduğunu anlatmak için haykırışın zamanının geldiğine inanıyorum diye....
yıl:28.10.1992
yer:Elazığ
saat:18.05-19.00
E.Kekeç
Ayın derinliklerinden bir gölge renklileşerek daha belirgin bir halde ortaya çıkıyor,bir insan gölgesi,biraz evin önünde bekliyor,evet insan olduğu anlaşılıyor,biraz durup yola koyuluyor.Gizli haykırışlarla bir şeyler dercesine ,hep uzaklaşıyor sanki konuşmak için kelimeler ararcasına. Kimse bu insanın nasıl bir konumda olduğunu ne düşündüğünü, ne yaptığını ve nereye gittiğini bilmiyor...Adam yola koyuluyor...Ayın içine giriyor ve ayın içine doğru kaybolup gidiyor.Sonra onu görenlerden biri neler olduğunu görmek için can atıyor...Hiçbir haber ve işaret alamıyor.
Sadece saat aynı fonksiyonu yerine getirmeye devam ediyor,"tik tak,tik tak"diyerek,koyu karanlıkları geceye gömerek şafağı karşılarken şunu söylemek istiyor sanki,herkesin tanımdığınını düşündüğü bu insanı varlığı o tanımaktadır.Herkes bir ifade kullanıyor yorum getiriyor; biri"şaşkın biri" geçiyor...Başka biri"eviyle arası açılmış galiba"diyor.Bir diğerinin yorumu daha başka"Bu adam yaşamın ne kadar durgun ve karanlık olduğunu canlandırıyor.Adam şu yaşamın insanı yok ettiğini bağırırcasına kaçış senaryolarını canlandırarak hep gidiyor bir yerlere doğru ama kendiside bilmiyor nereye..."
Bu arada insanın yalnızlık hayatından duyduğu bıkkınlığın acılarını anlatanlar yok değil,...Evet herkes bir şeyler söylüyor,herkes olayı yorumlamaya çalışıyor.Uzaktan başaka bir ses olaya yenilik katıyor,kaçan bu adamı başka yerde görmüş olsa gerek diye duyuluyor...
Bakın hele çalılıklar arasında,yüzünü elleri arasına almış bu adam üstelik gökyüzüne dikli gözlerin,acılı tebessümleriyle ne demek istiyor o?
Uzayan sonsuzluğa dikilen gözlerin sahibi olsa gerek diye düşünüyorum ben,...Esintileyen rüzgarın karşısında,çiseleyen yağmurun dibinde,ellerini dayamış yüzüne,göz mercekleri gökyüzünde,boyu görünmeyecek kadar çalılıklar arasında,küçük bir taşın üstüne oturarak,hüzünlü bir halde düşünüyorda o kadar!...
Düşünmek mi, kim?
Neyi, niçin düşünmek?
İşitiyormuş,İşitmek mi?...Tabi herkes işitiyor,bu da nedir,demek geliyor değil mi içinizden?...
O insan varya işitmekle beraber tanımak istiyor,varolduğunu anlamak için,tanımanın gerekliliğini, kavramış olsa gerek...
Descartes'in "Düşünüyorum o halde varım",
A.Gide'nin"Hissediyorum o halde varım"
A.Camus'un"İsyan ediyorum o halde varım",diye tanımladıkları tanıma şeklini aşmış olsa gerek o insan...Alıcı antenin etraftaki sesleri toplayarak,bir frekans üzerinden yayın yapması gibi, bu adam da alıcı verici cihazlarını açarak ayağa kalkmış....
Koşarak hızlı adımlarla ilerliyor,bir insan olduğunu anlatmak için haykırışın zamanının geldiğine inanıyorum diye....
yıl:28.10.1992
yer:Elazığ
saat:18.05-19.00
E.Kekeç
GÜNLERİN ANISINA
Bir akşam yolculuğunda,saçlarımdan akları seçerken kırılıverdi asam.Yıldızların ve gökkubbenin derinden bir nefesini solurken,zihnimde sıralanıyordu anılardaki mehtablı geceler...
Ayak uçlarıma basarak geçeceğim buraları,herkes uykudayken geçmeliyim buraları uyanırlarsa afyon bulamama endişelerim,sesiz ve sakin soluklanmadan adımlamaya zorluyor beni.
Gideceğim buralardan,yıldızların ışığı aydınlatacak önlerimizi,arkamızda düşman önümüzde deniz kararı çoktan verdik biz,ensemize zalimlerin copları inse de,bir adım geride duranı bağrımıza basmayız biz.
Ey sahipsiz dağ kahramanı! şehirlerin dar sokakları ve kibrit kutusu binaları,gündüz gece demeden saydığın kaldırım taşları,kapıyor senden özlemine yandığın o güzel günleri...
İzlerime basmayın sakın,karışmasın karanlıklara benim anılarım.Biz aydınlığa özlem duyan babaların çocukları olarak kapkaranlık bir dünyada gözlerimizi açtık hayata.Dünyanın dört bir yanında yağmur damlalarını göğsümüzle karşıladık;gözlerimizden akan yaşları akıtmadık zalimlerin çift oluklu değirmenine,çünkü gerçekliğin ve hakikatin sembolü olarak yaşamaya ahdimiz vardı bizim.
Elleri değmesin onların yakamıza,herşey asılı kalmıştır onlar yaklaştı diye bize.Biz gönül erleri ve Hakkın askerleri,kalbimizde iman zalimlerde ferman;her tarafta tuğyan ama biz ödünç almadık bu hayatı yakamızda olmayacak çiçekler onlar saksıda kalacak...Koşacağız koşacağız koştukça varolacağız, varolmak değil midir olmak?Tüm entrikaları tepeleyeceğiz ve yol alacağız,dünyanın yeni filimlerini seyretmeyeceğiz çünkü biz tüm filimleri seyrettik,adımız onların yanına yazılmasın diye acıyla başetmeyi öğrendik...
Kimsenin atına binmeyiz,bu hayatı seçerek benimsedik biz,hiç kimseden ödünç almadık hiçbir şeyi çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için...
Yürüyorum yürüyorum el etmek için size dönüp ardıma sağıma soluma bakıyorum yoksunuz ve bir daha haykırıyorum işte hayat budur diye...
Doğacaktır elbet en mutlu günlerimiz yarınlarda,ey sevgilim bunlar umudun düşmanıdır,meyve çağında ağacın düşmanı;ama birgün gelecek biliyorum o gün en mutlu ve umutlu günler elini kolunu sallaya sallaya dolaşacak caddelerde sokaklarda...
Ey sevgilim kalk bir daha deneyelim,Ebu kubeys Dağında dedesinin elinden tutarak denediği gibi kalk bizde deneyelim!
Yollarını keserek şu kalabalıkların,ölümün hayattan daha yakın olduğunu anlatmak için.Kalk haydi kalk sevgilim,bir daha bir daha yürüyelim,şu ağacın altından...Mesajımız hep diri kalsın diye,
Gözlerini aç sevgilim!unutmaki sevgin çok taze ama;yaşayamadıklarımızı yaşanabilir kılmak için savaşmak seninle oturup bir menekşeyi koklayıp soldurmaktan daha güzel bir şeydir sevgilim,...
yıl:08.12.1995
yer:G.antep
Saat:14.15-14.45
E.kekeç
Ayak uçlarıma basarak geçeceğim buraları,herkes uykudayken geçmeliyim buraları uyanırlarsa afyon bulamama endişelerim,sesiz ve sakin soluklanmadan adımlamaya zorluyor beni.
Gideceğim buralardan,yıldızların ışığı aydınlatacak önlerimizi,arkamızda düşman önümüzde deniz kararı çoktan verdik biz,ensemize zalimlerin copları inse de,bir adım geride duranı bağrımıza basmayız biz.
Ey sahipsiz dağ kahramanı! şehirlerin dar sokakları ve kibrit kutusu binaları,gündüz gece demeden saydığın kaldırım taşları,kapıyor senden özlemine yandığın o güzel günleri...
İzlerime basmayın sakın,karışmasın karanlıklara benim anılarım.Biz aydınlığa özlem duyan babaların çocukları olarak kapkaranlık bir dünyada gözlerimizi açtık hayata.Dünyanın dört bir yanında yağmur damlalarını göğsümüzle karşıladık;gözlerimizden akan yaşları akıtmadık zalimlerin çift oluklu değirmenine,çünkü gerçekliğin ve hakikatin sembolü olarak yaşamaya ahdimiz vardı bizim.
Elleri değmesin onların yakamıza,herşey asılı kalmıştır onlar yaklaştı diye bize.Biz gönül erleri ve Hakkın askerleri,kalbimizde iman zalimlerde ferman;her tarafta tuğyan ama biz ödünç almadık bu hayatı yakamızda olmayacak çiçekler onlar saksıda kalacak...Koşacağız koşacağız koştukça varolacağız, varolmak değil midir olmak?Tüm entrikaları tepeleyeceğiz ve yol alacağız,dünyanın yeni filimlerini seyretmeyeceğiz çünkü biz tüm filimleri seyrettik,adımız onların yanına yazılmasın diye acıyla başetmeyi öğrendik...
Kimsenin atına binmeyiz,bu hayatı seçerek benimsedik biz,hiç kimseden ödünç almadık hiçbir şeyi çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için...
Yürüyorum yürüyorum el etmek için size dönüp ardıma sağıma soluma bakıyorum yoksunuz ve bir daha haykırıyorum işte hayat budur diye...
Doğacaktır elbet en mutlu günlerimiz yarınlarda,ey sevgilim bunlar umudun düşmanıdır,meyve çağında ağacın düşmanı;ama birgün gelecek biliyorum o gün en mutlu ve umutlu günler elini kolunu sallaya sallaya dolaşacak caddelerde sokaklarda...
Ey sevgilim kalk bir daha deneyelim,Ebu kubeys Dağında dedesinin elinden tutarak denediği gibi kalk bizde deneyelim!
Yollarını keserek şu kalabalıkların,ölümün hayattan daha yakın olduğunu anlatmak için.Kalk haydi kalk sevgilim,bir daha bir daha yürüyelim,şu ağacın altından...Mesajımız hep diri kalsın diye,
Gözlerini aç sevgilim!unutmaki sevgin çok taze ama;yaşayamadıklarımızı yaşanabilir kılmak için savaşmak seninle oturup bir menekşeyi koklayıp soldurmaktan daha güzel bir şeydir sevgilim,...
yıl:08.12.1995
yer:G.antep
Saat:14.15-14.45
E.kekeç
SADECE HAK YAŞANIR
"Kitabın indirilmesi Aziz ve Hakim Allah'tandır.Dini sadece Allah'a has kılarak ona ibadet etmen için,Kitabı sana hak olarak indirdik.Halis din ancak Allah'ındır.Ondan başka veliler edinenler,biz bunlara,bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsın diye ibadet ediyoruz.Muhakkak ki,Allah ihtilafa düştükleri konularda aralarında hükmedecektir.Muhakkak ki, Allah yalancı kafir kimseyi hidayete erdirmez."(zumer:1-3)
Bu kitap Aziz ve Hakim Allah'tandır.Allah göklerin ve yerin nurudur,Allah doğuların ve batıların Rabbidir.Allah kainatın ve semavatın tek ilahıdır.(Hakimidir)Görülenlerin ve görünmeyenlerin bilicisi,Habir olan Allah'tır.Sinelerdeki gizli halleri,Alim Allah bilir,Hayrın ve şerrin kaynağı Allah'tır.Yaşatan, öldüren,rızıklandıran,hesaba çeken,tasarruf eden ancak odur.Sizi duyan, gören,anlayan bilen ve acıyan o güçtür, bu kitabı indiren...
Beşer mahsulü bir ürün değildir bu kitap,kendini hakim sananların ortaya koyduğu kurallar zaten hiç değil.Bu kitap beşer tabiatını en iyi bilen,beşerin isteklerini beklentilerini ve hayat gerçeklerini yakından tanıyıp,onların fıtratlarına ağır gelmeyecek halde indirilen,Hakim Allah'ın beyanıdır.Allah hakimdir,zerreden kürreye moleküllerin atomların ve hücrelerin nasıl hareket etmeleri gerektiğini ortaya koyan,bunların hakimi Allah'tır.
Bu kitabın yaşanılıp yaşanılmaması veya bazı hallerde başka taraflardan, hayatın idame etmesi için herhangi bir değerin alınmasını vurgulayanlar,Allah'ın Aziz ve Hakim olduğunu kavrayamamış veya Allah'ın hakim sıfatı ile insanların hakimlikleri arasında bir ilişki kurmaya çalıştıklarından,insanlardaki güçsüzlüğün Allah'ta da olduğunu sanıyorlar galiba?
Bu kitap haktır en doğru olana götürür.İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.İnsanlara bir açıklamadır,iman edenlere yol gösterir.İnsanlara geçmişlerini, şu anlarını ve geleceklerini bildirir.Hatırlatır ve korkutur.Hak ile batılı ayırır.Çözümsüzlükleri çözüme kavuşturur.Hükmedilmek için bir membadır.Tabi olunup yaşanılmak için vardır.Allah'ın insana yüklediği sorumlulukları bildirir.Mü'minlerin velayet kaynağını oluşturur.Bireysel ve toplumsal hastalıkları acilen şifaya kavuşturur.Bireylere ve toplumlara rahmet saçar.Sakınmak için yol arayanlara hayırdır.Kesin delildir şek ve şüphe barındırmaz.Yakin gelinceye kadar, vor olan doğruları ve yanlışları bizlere gösterir.Hem tasdik eder hem de kuvvetlendirir.Allah'a iman edenlerin hem imanlarını arttırır hemde sükunete erdirir.
Böylesi değerli hazineleri içinde barındıran bir manifesto,ancak Aziz ve hakim olan Allah'tan olmalıdır.Allah'ın diğer sıfatlarına göre Aziz ve Hakim sıfatı daha etkileyici bir tona sahip olduğundan rabbimiz bu sıfatını kullanmış olabilir ama en doğrusunu yine Allah bilir.
Şu gerçeği düşünmeden geçmeyelim,Dinin sadece Allah'a has kılınması,ihlasla Allah'a ibadet etmek.Bu hakikatler ile Allah'ın Hakim olması ve kitabın Hak olarak indirilmesi arasında çok yönlü ve kopması imkansız ilişkiler mevcuttur.
"Ben seni seçtim,öyleyse vahyolunanı dinle:İşte, benim ben,Allah!Benden başka ilah yok! öyleyse bana kulluk et,..."(Taha:13-14)
"Rabbiniz Allah budur işte!
Ondan başka ilah yok!
Herşeyin yaratıcısıdır o,öyleyse Ona kulluk edin!Herşeyi gözeten koruyup kollayan O'dur."(En'am:102)
"Diridr O,O'ndan başka ilah yok,o halde dini sadece O'na bağlı tutarak O'na yalvarın:Övgüde yalnızca Alemlerin Rabbi ALlah'a yakışır."(Mü'min:64-65)
yıl:03.10.2008
yer:çengelköy/üsküdar
Saat:18.20-18.52
E.kekeç
Bu kitap Aziz ve Hakim Allah'tandır.Allah göklerin ve yerin nurudur,Allah doğuların ve batıların Rabbidir.Allah kainatın ve semavatın tek ilahıdır.(Hakimidir)Görülenlerin ve görünmeyenlerin bilicisi,Habir olan Allah'tır.Sinelerdeki gizli halleri,Alim Allah bilir,Hayrın ve şerrin kaynağı Allah'tır.Yaşatan, öldüren,rızıklandıran,hesaba çeken,tasarruf eden ancak odur.Sizi duyan, gören,anlayan bilen ve acıyan o güçtür, bu kitabı indiren...
Beşer mahsulü bir ürün değildir bu kitap,kendini hakim sananların ortaya koyduğu kurallar zaten hiç değil.Bu kitap beşer tabiatını en iyi bilen,beşerin isteklerini beklentilerini ve hayat gerçeklerini yakından tanıyıp,onların fıtratlarına ağır gelmeyecek halde indirilen,Hakim Allah'ın beyanıdır.Allah hakimdir,zerreden kürreye moleküllerin atomların ve hücrelerin nasıl hareket etmeleri gerektiğini ortaya koyan,bunların hakimi Allah'tır.
Bu kitabın yaşanılıp yaşanılmaması veya bazı hallerde başka taraflardan, hayatın idame etmesi için herhangi bir değerin alınmasını vurgulayanlar,Allah'ın Aziz ve Hakim olduğunu kavrayamamış veya Allah'ın hakim sıfatı ile insanların hakimlikleri arasında bir ilişki kurmaya çalıştıklarından,insanlardaki güçsüzlüğün Allah'ta da olduğunu sanıyorlar galiba?
Bu kitap haktır en doğru olana götürür.İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.İnsanlara bir açıklamadır,iman edenlere yol gösterir.İnsanlara geçmişlerini, şu anlarını ve geleceklerini bildirir.Hatırlatır ve korkutur.Hak ile batılı ayırır.Çözümsüzlükleri çözüme kavuşturur.Hükmedilmek için bir membadır.Tabi olunup yaşanılmak için vardır.Allah'ın insana yüklediği sorumlulukları bildirir.Mü'minlerin velayet kaynağını oluşturur.Bireysel ve toplumsal hastalıkları acilen şifaya kavuşturur.Bireylere ve toplumlara rahmet saçar.Sakınmak için yol arayanlara hayırdır.Kesin delildir şek ve şüphe barındırmaz.Yakin gelinceye kadar, vor olan doğruları ve yanlışları bizlere gösterir.Hem tasdik eder hem de kuvvetlendirir.Allah'a iman edenlerin hem imanlarını arttırır hemde sükunete erdirir.
Böylesi değerli hazineleri içinde barındıran bir manifesto,ancak Aziz ve hakim olan Allah'tan olmalıdır.Allah'ın diğer sıfatlarına göre Aziz ve Hakim sıfatı daha etkileyici bir tona sahip olduğundan rabbimiz bu sıfatını kullanmış olabilir ama en doğrusunu yine Allah bilir.
Şu gerçeği düşünmeden geçmeyelim,Dinin sadece Allah'a has kılınması,ihlasla Allah'a ibadet etmek.Bu hakikatler ile Allah'ın Hakim olması ve kitabın Hak olarak indirilmesi arasında çok yönlü ve kopması imkansız ilişkiler mevcuttur.
"Ben seni seçtim,öyleyse vahyolunanı dinle:İşte, benim ben,Allah!Benden başka ilah yok! öyleyse bana kulluk et,..."(Taha:13-14)
"Rabbiniz Allah budur işte!
Ondan başka ilah yok!
Herşeyin yaratıcısıdır o,öyleyse Ona kulluk edin!Herşeyi gözeten koruyup kollayan O'dur."(En'am:102)
"Diridr O,O'ndan başka ilah yok,o halde dini sadece O'na bağlı tutarak O'na yalvarın:Övgüde yalnızca Alemlerin Rabbi ALlah'a yakışır."(Mü'min:64-65)
yıl:03.10.2008
yer:çengelköy/üsküdar
Saat:18.20-18.52
E.kekeç