Eski insanlar akıllarını yönettikleri zaman, ortaya çıkmadan önce düşüncelerini engellerler duygularını durdururlardı. Bu yüzden kullandıkları enerji az, elde ettikleri başarı büyüktü. Geçmişte kullanılan enerjinin azlığı ve başarının büyüklüğü, bu açıklamanın içinde yatar.
Eski insanların yaşamı tarih kitaplarına sığmayacak başarılarla dolu. Sonrakiler bu başarının arkasındaki denklemi çözmek için enerjilerini tükettiklerinden, başarıya imza atamamışlardır. Sonradan gelenler bir izin peşine takıldılar, bu izlerden dışarı çıkmamak için çok çaba harcadılar, bu çabaları çoğu zaman karşılıksız da kalabildi. Çünkü peşinden gittikleri insanı kendileri de gerçekten tanımamıştı. Tanınmadan gidilen yollarda, akıl ve irade egemen olmadığından, tüketilen enerji duygular denizinde batmakta olan bir sandalın küreğini çekmekle geçti. Demekki sonrakilerin yiyeceği ekmek henüz bitmemiştir. Çünkü enerjiye çok ihtiyaçları var, kaybedilen enerjinin ve deforme olan yaşamın sağlığa kavuşması için…
Eski insanların yaşamı, her geceden sonra doğan bir Güneş gibi, sonrakilere hep umut ışığı olmuştur. Onların hangisini ele alsan, hepsi bibirinden değerli ışıklara sahip. Onlar duygu denizinde yüzerken hiçbir zaman yüzdükleri denizin suyunu içmediler. Akıl pınarından beslenip duygu denizinde kulaç attılar. Bundan sonra yorgunluk nedir bilmediler, Az zamanda çok iş başardılar. Başardıkları her işin başına, akıl kuleleri kurdular, o kulelerde sonraki işlerin projelerini hazırladılar. Akıl her şeyin başıdır, akılsız insanın duygusuda düşünceside kısır kalmıştır. Kısır bir varlığın çocuk yapma şansı ne kadardır.
Akıl pınarından beslenmiş bir düşünce, değirmende öğütülmüş bir bulgur gibi sindirimi ve hazmı kolaydır. Ancak çeşitli makinelerle birkaç parçaya bölünmüş bulgurun sindirimi ve hazmı kolay değildir. İşte eskilerin düşünceleri kolayca sindirilmektedir, çünkü onlar akıl pınarında sulamadıkları hiçbir düşünceyi, akıl değirmeninde öğütmeden ambalajlayıp piyasaya sunmadılar. Durum böyle olunca, enerji kaybı olmadan birçok başarılara imza attılar. Sonrakiler ise parçalayıp yuttuklarından, hazımsızlık başladı başarı sanılanlar da başarısızlığa yol açtı. Bu başarısızlıklardan kurtulmak için tüketilen enerjiler bu defa köksüz ve dermensız yapılar doğurdu.
Evet, sonrakiler akıl pınarının sularını, duygu nehirlerine akıtarak akıl pınarı ile duygu nehrinin yatağını birleştirdiler, bu birleşim birçok şeyin tadını bozdu. Tadı bozulmuş şeyleri abur cubur tüketerek sağlıklı bir yaşam ve gelecek düşlemeside böylece hayal oldu. Nedenler oluşmadan sonucu beklemek gibi bu komik anlayıştan kurtulmak zorundayız. Komik dünyamızı bilimsel gerçekler olarak yutturmaya kalkarsak bilim kilisesinin engizisyon mahkemelerinde verilen karaları bozmak için daha çok enerji tüketeceğiz. Ortaya çıkan temelsiz bu etki tepki olaylarını çoğaltırken, yaptığımız işleride başarı diye sunacağız. Sonradan gelen bizlerin neden bu kadar akıldan korkup kaçtığımızı anlamak mümkün değil. Yaratıcının tüm canlılar içinde insana verdiği en güzel hazine (akıl) den yararlanmamak, insanın kendisine yapacağı en büyük bir zulümdür. Bazı gizli güç odakları bu hazineyi kendi kontrollerine alarak istedikleri gibi kullanma arzusundalar. Onların bakıcılığına bırakılan hazinenin içi boşaltılıp yerine de hiç işe yaramayan moloz yığınları doldurulabilir. Bu fırsat gizli güç odaklarına bırakıldığı ve onların kontrolünden alınmadığı sürece, onların birer piyadesi olarak daha çok enerji tüketeceğiz…
Bu gün gelinen nokta eskilerin düşüncelerinin altına bir açıklama yazmaktan öteye gitmemektedir. Antikçağ Yunan toplumu ve Ortaçağ İslam âlemine baktığımızda, o günkü başarıların kalite olarak günümüzü kat kat solladığını görebiliriz. O günkü başarıların arkasındaki en önemli güç, kesinlikle aklın doğru kullanılmasıdır. Akıl yapılmış eylemleri, onaylama merkezi olsa idi, böyle başarıların gerçekleşmesi imkânsızdı. Demek akıl, aktif yapısını koruyarak bilgi üreten bir mekanizma gibi çalışmış ki, bu gün insanlar onların düşüncelerine ancak bir dipnot düşecek kadar cılız ve acizler.
Yunan toplumunda tartışılmayan çok az şey vardır. Tartışmalarda akıl aktif olarak, fikir gemisinin dümeninde oturmaktadır. Dümeni elinde bulunduran akıl, her oluşumu kendi çekim alanında tutarak onun varlığına müsaade etmiştir. Şayet öyle olmamış olsaydı, bu gün düşünce olarak, Epikdetos, Sokrat, Platon ve Aristo gibi düşünürleri yaşadıkları dönemde bırakıp, akıl kaynağının sularını kendi avuçlarımızla içmiş olacaktık. Böyle bir durum olmadığına göre o güne karanlık demek aydınlığın ne olduğunu hiç bilmediğimizi gösterir. Ortaçağ karanlık çağ olarak takdim edilip geldi. Oysa Ortaçağda Farabi, İbn-i Sina, İbn_i Rüşt ve Gazali gibi aklı ve ilahi gerçekliği birleştirmeyi amaçlayan birçok büyük üstatlar o dönemi aydınlattı. O dönemde aydınlatılmış olan insanlık kültürü azala azala gelsede günümüze hala ortalığı aydınlatacak ışığa sahip. Tarihsel gerçeklik iyi değerlendirilirse, o günün taşınacak çok şeyi var günümüze. Aklı taca atan bir dünyada yoksa geçmişin başarılarını ulaşılması imkânsız efsaneler gibi sunmak kalır bizlere…
Ne der Farabi,’Din ile akıl aynı şeydir, Peygamber ve filozofunda birbirinden farkı yoktur. Çünkü din ilahi bir istemle insanları hakikate çağırmakta, felsefe ise aklı kullanarak insanları doğruya götürmektedir. Peygaber ve filozoflar farklı yöntemlerle aynı noktayı amaçlamaktadırlar.’Büyük düşünür, bu açıklamasıyla aklın ne kadar önemli olduğunu vurgular. Hatta şunuda söyler; dinde yaratıcıya ait aklı yaratan da O,o halde hakkı bulmada yaratıcının bu iki değeri kesinlikle bibirine ters olamaz. O insanlar akla bu kadar önem vermelerine rağmen, bizler aklı hayatın hep defansında oynattık ya da taca atmayı tercih ettik…
Yıl:27.03.2004
Saat:09.12—10.45
Kadıköy(F.B.Merkezi)
(E.KEKEÇ)İST.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder