Bu Blogda Ara

4 Temmuz 2025 Cuma

Sustuğunuz Yerde Yanlış Konuşur (Hakkı Tut, Haksızlığa Susma)

 Sessizliğin Yükü

Bugün bir millet susturulmuşsa, bu sessizlikten en çok nasiplenenler yanlışları doğru gibi gösterenlerdir. İhanet, doğrudan gelirse tanınır; ama ihanet, sadakat maskesiyle gelirse, milletin yüreğini parçalar. Hakikatin yanında gibi görünenlerin, aslında onun en büyük düşmanı olduğu zamanlardayız. Bu zamanlarda susmak, zulmün ortağı olmaktır.

İşte böyle bir ortamda, Necmettin Erbakan Hoca’nın şu sözü, karanlıkta çakan bir şimşek gibi zihinleri aydınlatıyor:

"Yanlışın en tehlikelisi, doğruya en yakın olan yanlıştır. Çünkü, doğruyla karıştırılması ve insanların daha kolay aldatılması ihtimali taşımaktadır."

Bu söz, bugün toplum mühendisliğinin, medya manipülasyonlarının, sahte dindarlıkların, çakma milliyetçiliklerin ve uydurma vatanperverliklerin tam merkezine bir kurşun gibi saplanıyor.

Gerçek Vatanseverlik-Bayrağı Sevmek Değil, Onu Kirletmemektir

Vatanı sevmek; sadece bayrak sallamak, nutuk atmak, miting meydanlarında “şehitler ölmez” diye bağırmakla olmaz. Vatanı sevmek; halkı yoksulluğa mahkûm etmemekle olur. Vatanı sevmek; torpili, yolsuzluğu, adaletsizliği önlemekle olur. Vatanı sevmek; bir grup zengini koruyup, milyonları süründürmemekle olur.

Bugün vatan sevgisi adı altında, halkın gözlerinin içine baka baka yanlışlar işleniyor. Kamuda liyakat ayaklar altına alınıyor. Din, ahlâk ve değerler; iktidarların siyasi aparatı haline getiriliyor. Yalanlar, doğruymuş gibi anlatılıyor. Hırsızlık, hizmet; adam kayırma, vizyon; rant, yatırım gibi gösteriliyor.

İşte Erbakan Hoca’nın sözü burada devreye giriyor. Çünkü yanlış olan ama doğruya çok benzeyen bu sahte anlatı, halkı kandırıyor. İnsanlar da "madem din elden gidiyor diyorlar, madem bayrak diyorlar, demek ki doğrudurlar" zannıyla asıl ihaneti alkışlıyor.

Dinle Aldatmanın Bedeli: Sahte Dindarlık ve Gerçek Ahlaksızlık

“Allah’tan korkan bir yönetime ihtiyacımız var” diyenlerin, Allah’tan korkmadığını ne zaman anlayacağız?

Dindarlık, yolsuzlukla beraber yürür mü? Müslüman, fakirin hakkını gasp eden sisteme “helal” der mi? Din, haksız kazancı örtmek için bir perde olarak kullanılır mı?

Bugün en büyük tehlike, dinî kavramların içinin boşaltılarak, siyasi manipülasyon aracı haline getirilmesidir. Cami kürsüleri, partizanlıkla kirletilmiş; iman, sandığa mahkûm edilmiştir.

Her gün “İslam elden gidiyor” diyerek koltukları sağlamlaştıranlar, o İslam’ı en çok ayaklar altına alanlardır. Namaz kılan ama adaletle yönetmeyen; oruç tutan ama fakirin lokmasını çalan; hacca giden ama torpilci olan, bu dini temsil edemez!

Doğru gibi gözüken bu din anlatısı, aslında Hakk’a değil, makama hizmet etmektedir.

Milli Görüş’ün Asıl Ruhu-Ahlak, Adalet, Üretim ve Hakkaniyet

Erbakan Hoca’nın davası neydi? Sadece iktidar olmak mıydı? Hayır!

Milli Görüş, ahlak demekti. Adalet demekti. İsrafla mücadele demekti. Üreten ekonomi, sanayileşme, dışa bağımlılığa son verme demekti. Faize savaş açmak demekti. Fakir fukaranın başını okşamak demekti.

Ama bugün bu adla hareket edenlerin çoğu, bu ruhu sadece logolarda bırakmış, özünü unutmuş, şekli muhafaza ederek içeriği öldürmüştür.

Erbakan Hoca’nın “doğruya en yakın yanlış” sözü tam da bunu anlatır:

Bugün doğruya en yakın yanlış, Milli Görüş’ü temsil ediyoruz diyen ama aslında onun ruhunu çiğneyenlerdir.

Onlar, vitrininde Kur'an, kasasında faiz olan; kürsüsünde İslam, icraatında yolsuzluk olanlardır.

Toplumu Uyuşturan 5 Zehirli Doğruya-Benzeyen Yanlış

  1. “Dış güçler bizi kıskanıyor” yalanı: Her başarısızlığın bahanesi dış güçlerse, siz neden varsınız? 22 yıldır iktidardasınız, hâlâ dış mihrak mı? Bu, suçu başkasına atarak halkı uyutmanın klasik yöntemidir.

  2. “Din elden gidiyor” korkusu: Dini korumak Allah’ın vaadidir; sizin değil. Asıl din, adaleti ve kul hakkını korumaktır. Dini, iktidar için bir kalkan olarak kullanamazsınız.

  3. “Vatan millet Sakarya” nutukları: Eğer vatan buysa, neden milyonlarca genç yurt dışına kaçmak istiyor? Vatanın sahibi olmak, halkı mutlu etmekle mümkündür; sloganla değil.

  4. “Ekonomik kriz küresel” yalanı: Evet dünya zor günler yaşıyor ama biz neden en kötüler arasındayız? Faiz, enflasyon, işsizlik neden en yüksek bizde? Bunun adı beceriksizliktir, ihanetse o ayrı bir meseledir.

  5. “Yerli ve milli olmak” kandırmacası: Gerçek millilik, yerli malı kullanmak değil; ithalatı azaltmak, üretimi artırmak, dışa bağımlılığı bitirmektir. Sizin millilik anlayışınız sadece pankartlarda.

Gerçek Liderlik-Doğruya Sadakat, Yanlışa Tavırdır

Bugün halk, yöneticilerden gerçek liderlik bekliyor. Gerçek liderlik, “ben yaptım oldu” değil, “halkın hakkını gözetmektir.

Bir toplumda bir grup lüks içinde yaşarken diğerleri kuru ekmeğe muhtaçsa; orada sistem iflas etmiştir.

Ve en kötüsü: Bu bozuk sistem, doğru gibi pazarlanıyorsa, o toplumda hakikatle yalan yer değiştirmiştir.

“Doğruya en yakın yanlış” sizi daha çok kandırır. Çünkü onu sorgulamazsınız. Ona güvenirsiniz. O yüzden en çok oradan vurulursunuz.

Halkın Görevi-Sorgulamak, Susmamak, Sahip Çıkmak

Ey halkım!

Artık gözlerinizi açınız. Artık size “din” diye, “vatan” diye, “milli değer” diye satılan yalanlara kanmayınız. Sahte dindarlıklara, gösterişli camilere, lüks araçlı imamlık sistemlerine, dört maaşlı danışmanlara, saltanatla süslenmiş yönetimlere susmayınız!

Gerçek mümin, zalime karşı sesini yükseltendir. Gerçek vatansever, halkın yanında durandır.

  • Sorgulayınız!

  • Savunmayınız, anlamaya çalışınız!

  • Sadakat değil, adalet arayınız!

  • Hakk’ı tutunuz, haksıza destek olmayınız!

 Yeni Bir Başlangıcın Eşiğindeyiz

Bu söz, bir çağrıdır, susturulmuş vicdanlara bir fısıltıdır:

Artık uyanın! Gerçek doğruyla, doğruya benzeyen yanlış arasındaki farkı görün. Doğru; halkı yaşatır. Yanlış; halkı kandırır.

Bugün Türkiye’de olan budur:

  • Yanlışlar doğru gibi gösteriliyor.

  • Yanlış yapanlar, dini söylemlerle meşrulaştırılıyor.

  • Yanlış sistem, “yerli ve milli” adı altında kutsanıyor.

Ama unutmayınız:

Hakikat, gecikir ama asla yenilmez. Ve halk bir kez uyanırsa, artık hiçbir doğruya benzeyen yanlış onu kandıramaz.

Çağrımız Şudur:

  1. Herkes vicdanına dönsün.

  2. Herkes bir gün hesap vereceğini unutmasın.

  3. Herkes, Hakk’ın yanında durmayı şeref bilsin.

Ey halkım!

Bir sözle başlar uyanış:
Ve o söz söylenmiştir:
“Yanlışın en tehlikelisi, doğruya en yakın olan yanlıştır.”

Bugün bu sözü anlayanlar, yarının adil yöneticileri, temiz toplumunun kurucuları olacaktır.

Erol Kekeç/04.07.2025/Sancaktepe/İST

3 Temmuz 2025 Perşembe

Kur'an'ın unutulduğu yerde Müslümanlık mı olur?

“O hâlde sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Gerçekten sen dosdoğru bir yol üzerindesin. Ve şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için bir şereftir. Ama ondan sorumlu tutulacaksınız.”

(Zuhruf/43-44)

1. Hakikatin Terk Edildiği Bir Çağda Yaşıyoruz

Kur'an, müminler için yalnızca bir kitap değil; aynı zamanda bir hayat kılavuzu, bir şahsiyet inşa edicidir. Ancak bugün "Müslümanım" diyen milyonlarca insanın yaşamında Kur'an'ın yalnızca kitaplıkların en üst rafında bir süs, cenazelerin olmazsa olmaz tören nesnesi, Ramazan ayında ölüler için hatim vesilesi ya da Arapça okunduğunda sevap kazanılan "okunur ama anlaşılmaz" bir metin haline gelmesi, bu ayetlerin ihtarına ne kadar muhtaç olduğumuzu göstermektedir.

Ayette Allah Resulüne “sana vahyedilene sımsıkı sarıl” buyruğu gelirken, bu hitabın sadece O’na değil, O’na tabi olduğunu söyleyen bütün ümmete yönelik olduğu çok açıktır. Sarılmak bir sevgi değil, bir bağlılık, bir öncelik, bir ölçü ilanıdır.

Peki bugün kaç kişi hayatında Kur'an'a gerçekten sarılıyor?

2. Kuran’ı Rehber Edinmemiş Bir Dindarlık Sahici Olabilir mi?

Bugün toplumda İslam adına şekilsel ritüeller çokça görünür hâlde. Camiye giden, başörtü takan, oruç tutan, hac ziyaretinde bulunan insan sayısı az değil. Ama sormak gerek:

Peki ya ticaretinde Kur'an var mı?

Evinde adalet, merhamet ve hakkaniyet Kur'an'dan mı öğrenilmiş?

Çocuklarını yetiştirirken öncelik Kur'an'ın ahlakı mı, yoksa dünyevî kariyer mi?

Bir toplumda Kur'an varken neden hâlâ rüşvet, faiz, adam kayırma, zulüm, ahlaksızlık bu kadar yaygın?

Çünkü Kur'an sadece sesli okunan, gözle izlenen, ama kalple taşınmayan bir kitap hâline getirildi. Ve işte tam da bu yüzden bu ümmet; Kitabı'n gölgesinden bile uzaklaştı.

3. Kur'an ile Kurulan Suni Mesafe Duvarlar

Kur'an ile Müslümanlar arasında duvarlar örüldü. Bu duvarlar maddî değil, manevî duvarlardır. Gelin, birlikte bu duvarlara bakalım:

a. Dil Duvarı

Bugün milyonlarca Müslüman, Kur'an'ın ne dediğini bilmiyor. Arapça bilmediği gibi, kendi dilinde mealleri de okumuyor. Oysa Kur'an'ın ilk emri “Oku!” idi. Ama şimdi insanlar süs için okuyor, sevap için okuyor, ama anlamak için okumuyor.

Kur'an'ı anlamadan okumak, onun gölgesine bile ulaşamamak demektir.

b. Mezhepçilik Duvarı

Kur'an'ın önüne “bizim mezhep ne diyor” sorusu kondu. Oysa Allah şöyle buyurur:

“Onlar dinlerini parça parça ettiler, fırkalara ayrıldılar; her fırka kendi yanında olanla sevinmektedir.” (Rum /32)

Bugün Kur’ân’ı doğrudan rehber edinmek yerine, herkes kendi cemaatinin, şeyhinin, mezhebinin açıklamasına daha çok sarılıyor.

c. Gelenek Duvarı

Kur'an bir şey söyler ama insanlar “atalarımızdan böyle gördük” diyerek onu ikinci plana atarlar.

“Biz atalarımızı bir din üzere bulduk, biz de onların izinden gidiyoruz.” (Zuhruf/ 22)

d. Laikleşme Duvarı

Bazı Müslümanlar Kur'an'ı sadece bireysel hayata indirger: “Kalbim temiz olsun yeter!” der. Kur'an'ın ekonomik, sosyal, siyasal rehberliğini dışlar.

Oysa Kur'an, hem bireyi hem toplumu inşa etmeye gelir.

4. Kur'an'ı Bırakmanın Sonucu: Şerefin Kaybı

Zuhruf 44. ayet çok net bir ifade kullanır:

“Ve şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için bir şereftir.”

Kur'an'dan uzaklaştığımız gün, işte o gün izzeti, onuru, saygınlığı kaybettik. Bugün İslam coğrafyası neden bu kadar parçalanmış, hor görülmüş, zulüm altında? Çünkü Kur'an artık bizim hayata yön veren kitabımız değil. Sadece cenazelerde hatırlanan, camilerde yankılanan, ama toplumda yaşanmayan bir metin hâlinde kaldı.

Kur'an bizim elimizde olmasına rağmen, adeta yokmuş gibi davranılıyor. Bu, bir hakikatten değil, bir gafletten kaynaklanıyor.

5. Kur'an'dan Kopuşun Dramatik Örnekleri

a. Adalet Yerine Adamcılık

Kur'an “adaleti gözetin” der, ama toplumda torpil, rüşvet, kayırma kol gezer.

“Bir topluluğa olan kininiz bile sizi adaletsizliğe itmesin.” (Maide/ 8)

Bugün bu ayet yerine, “bizden olan kazansın” mantığı egemen.

b. Faiz ile Savaşan Toplumlar

Kur'an faizi Allah ve Resulüne savaş açmak olarak niteler. (Bakara/ 279)

Ama İslam ülkelerinde ekonomiler faiz düzeniyle döner. Hem de bunu yönetenler "biz Müslümanız" der.

c. Kadın Hakkı Diyenler Ama Evde Zulmedenler

Kur'an kadınları birer rahmet ve sükûnet sebebi olarak tanımlar. Ama kadına şiddetin en çok görüldüğü yerler yine “İslam” adıyla anılan yerlerdir. Çünkü Kur'an sadece sesle okunur ama hayata geçirilmez.

6. Kur'an Gölgesine Giremeyen Müslümanlık Bir Aldanış

Bugün birileri kendini şöyle tanımlar:

“Ben beş vakit namazımı kılarım ama Kur'an okumam.”

“Ben orucumu tutarım ama sosyal adalet konularını Kur'an'a bırakmam.”

“Ben hacdan geldim, ama hâlâ kibirli, hâlâ cimri, hâlâ yalan dolan içindeyim.”

Bütün bunlar bize gösteriyor ki, Kur'an hayatın merkezine alınmadıkça yapılan ibadetler sadece ritüel olur; ruhsuz, niyetsiz ve etkisiz hâle gelir. Kur'an'ın gölgesine giremeyen dindarlık, şekilsel bir maskedir.

7. Oysa Kur'an Hayattır, Hayatın Ta Kendisi

Kur'an şöyle der:

“Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah’a ve Resulüne icabet edin.” (Enfal/ 24)

Kur'an hayat verir, diriltir, şekil değil ruh kazandırır.

8. Ümmete Son Çağrı: Kur'an'a Geri Dön!

Ey kendini Müslüman sayanlar!

Kur’ân elinizde ama gönlünüzde değil.

Evlerinizde ama hükümlerinizde değil.

Mevlitlerde var ama mahkemelerde yok.

Cami duvarında var ama kalbin duvarını aşamıyor.

Allah bu Kitap için hesap soracağını söylüyor:

“...O (Kur’ân), senden ve kavminden sorulacaktır.” (Zuhruf/ 44)

Bu, bir uyarıdır!

Bu, bir çağrıdır!

Bu, bir hesap gününün ilanıdır!

9. Çözüm: Kur'an'a Dayalı Bir Diriliş

Ne yapmalıyız?

Kur'an'ı anlamak için okumalıyız. Her Müslüman, meal okumayı, tefekkür etmeyi ibadet bilmeli.

Hayatın her alanında Kur'an'ı ölçü edinmeliyiz. Ticarette, evlilikte, siyasette, eğitimde...

Kur'an'ı merkeze alan bir eğitim sistemi kurmalıyız.

Kur'an'la hükmetmeyi bir hedef olarak görmeliyiz. Şekilci değil, ahlaklı bir toplum inşa etmeliyiz.

Kur'an'ı içselleştirmeyen hiçbir ibadetin ruhu olmayacağını bilmeli, dindarlığı sadece dış görünüşe indirgememeliyiz.

10. Kur'an'ı Terk Eden Peygamber’in Şikayeti

Resulullah (s.a.v.) şöyle diyecek:

“Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı terk etti.” (Furkan/ 30)

O gün bu şikayet bize yönelirse ne cevap vereceğiz?

“Ben mevlitte okudum ya Rabbi”?

“Ramazan'da hatim indirdim ya Rabbi”?

“Açılışta Kur'an dinledim ya Rabbi”?

Ama hayatımda senin kitabının hükmü yoktu ya Rabbi…

İşte o gün Kur'an'ın gölgesine giremeyen herkes, Allah’ın azabının gölgesinde kalacaktır.

 Unutma Ey İnsan!

KUR’ÂN’DAN UZAKLAŞMAK, ALLAH’TAN UZAKLAŞMAKTIR.

KUR’ÂN’A SARILMAK, HAYATI KUCAKLAMAKTIR.

KUR’ÂN’I ANLAMAK, KENDİNİ BULMAKTIR.

KUR’ÂN’I YAŞAMAK, ŞEREF SAHİBİ OLMANIN TEK YOLUDUR.

İşte bu, bir ültimatomdur.

Bir çağrı değil, bir zorunluluktur.

Bir tercih değil, bir sorumluluktur.

Ya Kur'an ile dirileceğiz…

Ya da Kur'an'ın terk edilenleri olarak mahşerde yıkılacağız.

11. Vahyin Yerine Hezeyanlar-Kur’ân’dan Kopuşun En Tehlikeli Biçimi

Zuhruf Suresi 43. ayette açıkça şöyle buyrulur:

“O hâlde sana vahyedilene sımsıkı sarıl.”

Bu ayet yalnızca Resûlullah’a değil, Resul'e tabi olduğunu iddia eden her Müslümana bir emirdir, bir yol haritasıdır, bir iltizamdır.

Ancak ne acıdır ki bugün Kur’ân’a sarılmak yerine Resûl'ün ağzından uydurulan sözlere sarılmak, Kur’ân'ı gölgeye atarak onu hadis diye rivayet edilenlerin ardına gizlemek, dinin en büyük sapmalarından biri olmuştur. Bu, sadece Kur'an'a ihanet değil, aynı zamanda Resûlullah’a da açık bir iftiradır.

12. Resul Hiçbir Zaman Vahiy Dışında Din Koymadı

Resûlullah bir vahiy taşıyıcısıydı. Görevi Allah’tan aldığı vahyi, eksiksiz, olduğu gibi insanlara tebliğ etmekti.

“O, kendi hevasından konuşmaz. O (söyledikleri), yalnızca kendisine vahyedilen bir vahiydir.” (Necm/ 3-4)

Resul'ün dilinden çıkanın vahiy olduğunu söyleyen Kur'an, yine başka bir yerde şöyle buyurur:

“Eğer (Muhammed) bize karşı bazı sözleri uydurmuş olsaydı, biz onu kudretle yakalardık.” (Hâkka/44-46)

Peki, Kur'an bu kadar açıkken, bugün “Resul böyle dedi”, “şöyle buyurdu” denilerek din adına ortaya atılan ve Kur'an'la çelişen binlerce sözün kaynağı ne?

Bu Resul'e atılmış iftiralardır. Eğer Resul gerçekten din adına vahiy dışında bir şey söylediyse –ki Kur'an bunun asla olmadığını bildiriyor– bu vahim bir durumdur. Ama asıl vahim olan, Resul'e bu iftiraların atılması ve bu uydurma sözlerin Allah’ın kelamıyla eşdeğer, hatta kimi zaman ondan üstün görülmesidir.

13. Kur'an'a Paralel Din Üretmek Şirkin En Sinsi Hâli

Bugün birçok çevre, dini sadece Kur'an'dan öğrenmek isteyen insanlara "mealci", "fitneci", "reformist", "sapık" diyerek saldırıyor. Oysa Kur'an'ı merkeze almayan hiçbir din, İslam olamaz.

Çünkü Allah, dinini sadece Kur'an ile açıklamıştır.

“Bu (Kur'an), insanlara bir beyan, muttakilere bir hidayet, rahmet ve öğüttür.” (Al-i İmrân/138)

Ancak bu açıklığın karşısında  paralel bir din üretildi:

Uydurma hadislerle Allah adına hüküm verildi.

Alimlerin içtihatları dinleşti.

Tarikat şeyhleri dinin kaynağıymış gibi konuştu.

Bazılarına Allah’tan torpilli oldukları, şefaat yetkisi verildiği sanıldı.

Kur'an'da yeri olmayan ibadetler, dualar, ritüeller meşrulaştırıldı.

Kur'an'ın ölçüsüyle çelişen sözler dinin temeli hâline getirildi.

Böyle bir yapı Allah’a şirk koşmaktan başka nedir?

Kur'an'a eş bir kaynak üretmek, Allah’ın indirdiği dine başka bir din eklemektir. Bu ise hakikatin üzerini örtmek, batıla zemin hazırlamak, insanları haktan uzaklaştırmak demektir.

14. Dini Güçle Yönetenler ve Güce Tapınan Dindarlık

Kur'an merkezli bir din, her dönemde iktidarı rahatsız eder. Çünkü Kur'an adalet ister, şeffaflık ister, hesap verirlik ister. Ama güç sahipleri, kendi kurdukları baskı rejimini “din” kılıfıyla meşrulaştırmak için Kur'an'ı değil, güdümledikleri sözde alimleri, şeyhleri, kadroları kullanır.

Bugün Müslümanlar, bazı şeyhlerin sözüne Allah’tan gelen ayetten daha çok inandılar. Hatta bir kısmı şeyhlerini “Allah’ın has kulu”, “kurtarıcı”, “aracı” gibi sıfatlarla öne çıkardı. Bu ise apaçık şirktir:

“Onlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler.” (Tevbe/ 31)

Bilginlerini, şeyhlerini, mollalarını Allah gibi dinin kaynağı gören her anlayış, Kur'an'a sırtını dönmüştür. Bunlar, Allah’ın dinini değil, kendi hezeyanlarını din yapmıştır.

15. “İtiraz Edene Fitneci” Demek, Hakkı Öldürmenin Yeni Yolu

İslam tarihinde hak sözü savunan her kişi, “fitne çıkarıyor” denilerek susturulmaya çalışılmıştır. Bugün de Kur'an'a dönelim diyen, Allah’tan başkasının hükmüne razı olmayan, Resul'e atılan uydurma hadisleri sorgulayan her Müslüman, “fitneci, sapık, ajan, hain” ilan edilmekte.

Bu durum tam da Firavun ’un taktiğidir:

“Musa sizi yerinizden çıkarmak isteyen bir fitneci!” (Şuara/35)

Kur'an'a çağıranlar fitneci, saltanata ve şirke tapanlar ise “ehli sünnet” oldu!

Bu, Kur'an'ın değil, çıkarın dini haline gelmiştir. Ve Allah’ın dini böyle bir sistem olamaz.

16. Gerçek Dine Dönüş Kur'an'ın Tek Kaynak Olduğu Bir İslam

Bu din, ne şeyhlerin, ne mezheplerin, ne uydurulmuş hadislerin dinidir.

Bu din, Allah’ın dinidir.

Ve Allah’ın dini sadece Kur'an'a dayanır.

Din adına söylenen her şey Kur'an'a arz edilmelidir.

Kur'an'a aykırı olan her söz, isterse peygamber adına söylensin, reddedilmelidir.

Resûlullah’ın sünneti, Kur'an'ın yaşanmış hâlidir, ama asla Kur'an'ın yerine geçmez.

Şeyh, hoca, alim, veli… Hepsi Allah’ın kuludur. Dinin kaynağı değil, en fazla yol göstericidir. Ama onlar da vahye tabidir.

17.  Ya Kur'an, Ya Batıl

Ey Müslüman!

Artık karar verme vaktidir:

Ya Kur'an'a sımsıkı sarılacaksın…

Ya da uydurulmuş bir dinin hezeyanlarında boğulacaksın.

Ya Allah’ın dinini hak ettiği gibi anlayıp yaşayacaksın…

Ya da Allah’ın dinini şeyhlerin, hocaların, siyasi liderlerin kurgusuyla tanıyacaksın.

Ya hesap günü Resul'ün yanında olacaksın…

Ya da onun “kavmim bu Kur'an'ı terk etti” şikayetinin konusu olacaksın.

18. Dua Yerine Bir Feryat

Allah’ım,

Bizi Kur'an'ı terk edenlerden eyleme.

Bizi Resul'e iftira atanlardan eyleme.

Bizi Kur'an'ı hayatına indirmeyen gafillerden eyleme.

Bize doğruyu doğru olarak göster, eğriye asla meyletme.

Ve bizi, Kur'an'a sımsıkı sarılmışlardan eyle....Amin

Erol Kekeç/24.07.2024/Sancaktepe/İST

2 Temmuz 2025 Çarşamba

Ses Değil Mesaj-Kur’an’la Dirilişe Çağrı

 


"Kur'an'ı Okumak Değil, Anlamak yaşamak Kurtarır

"Kur’an’ın ne dediğini değil de Arapça harflerin nasıl okunduğunu öğretmeye devam ettiğimiz sürece kimse gelişmiş, erdemli, ahlaklı bir toplum beklemesin" bu sadece bir eleştiri değil; İslam dünyasının entelektüel, ahlaki ve toplumsal çöküşünün özlü bir özetidir. Bu söz, tarihin derinliklerinden bugünün cehalet sarmalına kadar uzanan bir çığlıktır. Çünkü bugün camiler dolu ama kalpler boş. Diller Kur’an okuyor ama zihinler hakikatten bihaber. Kalabalıklar secde ediyor ama secdelerle anlam arasında bir bağ kalmamış.

1. Zilletin Sebebi-Anlamdan Uzak Bir Din Algısı

Bugün İslam coğrafyasında milyarlarca insan Kur’an okuyor. Ama ne için? Düğünlerde, cenazelerde, kandil gecelerinde bir gelenek olarak, anlamı düşünülmeden okunan bir kutsal metin haline getirildi Kur’an. Oysa bu kitap, ölüler için değil; yaşayanlar için, dirilenler içindir.

Kur’an, “Onlar hâlâ Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitler mi var?” (Muhammed/24) diyerek açıkça uyarır. Ama bu uyarı bile duyulmaz. Çünkü Kur’an bir zikir (öğüt) değil; sadece bir ses, bir tılsım, bir fon müziği gibi algılanıyor artık. İslam dünyası Kur’an’ı okumayı öğreniyor, ama anlamayı öğrenmiyor. Ezber var, tecvit var, hat var; ama bilinç yok, direniş yok, dönüşüm yok.

2. Ahlaklı Toplum-Okunan Kur’an Değil, Yaşanan Kur’an İster

Bir toplumun ahlaklı olması için sadece dindar olması yetmez. Dindarlık, ahlaki bilinçle birleşmediğinde sahte bir maske olur. Bugün insanlar hacca gidiyor ama komşusunun hakkını yiyor. Camiden çıkıp yalan söylüyor, iftira atıyor, rüşvet veriyor, kul hakkını çiğniyor. Çünkü ibadetler anlamdan kopuk bir biçimcilik içinde yapılıyor.

Kur’an ahlakı inşa eder, çünkü onun özü adalettir, merhamettir, iffet ve dürüstlüktür. Ama biz o özü değil, sadece lafzı öğretiyoruz çocuklara. Yüzünden okuyanlar artıyor, yüzüyle yüzleşenler azalıyor.

Bir toplumda:

  • Kadınlar örtünüyor ama iffetsizlik artıyorsa,

  • Camiler artıyor ama ahlak düşüyorsa,

  • Hafızlar çoğalıyor ama vicdanlar susuyorsa,

orada Kur’an sadece sesli okunuyordur, hayata indirgenmemiştir. Şeriati tam da bunu söylüyor: Arap harflerini öğreterek değil, Kur’an’ın ruhunu yaşatarak kurtuluruz.

3. Kur’an’a Yabancılaşmanın Tarihsel Arka Planı

Kur’an, indirildiği dönemde bir devrimdi. Cahiliyenin zulmüne karşı, kölelere, yetimlere, kadınlara umuttu. Ama Emevilerle başlayan süreçte Kur’an sarayların duvarına asıldı, halktan uzaklaştırıldı. Abbasiler döneminde tefsir, kelam ve fıkıh ilimleri öyle katı kalıplara sokuldu ki; Kur’an artık sadece âlimlerin alanına ait bir metne dönüştü.

Bu zihinsel kopuş asırlar boyunca devam etti. Mezhepler, tarikatlar, kültürel gelenekler Kur’an’ın önüne geçti. Ve zamanla Kur’an, hayata yön veren bir kitap olmaktan çıkıp, sadece okunmasıyla sevap kazanılan bir nesne haline geldi.

4. Anlamdan Kopan Din, Zalimlere Hizmet Eder

Din, eğer halk tarafından anlamıyla kavranmazsa, zalimlerin elinde bir uyuşturucuya dönüşür. Ve bugün aynen böyle olmuştur. İslam coğrafyasının yöneticileri halkı susturmak için dini kullanıyor. Zulme karşı çıkmak isteyenler, “fitne çıkarma” suçlamasıyla susturuluyor. Çünkü halk, Kur’an’ın “zalimlere boyun eğmeyin” diyen ayetini anlamıyor; sadece “itaat edin” kısmını duyuyor.

Eğer Kur’an’ın adalet vurgusu anlaşılmış olsaydı, bugün yolsuzluklar karşısında bu kadar sessiz kalınmazdı. “Hiçbir nefis başka bir nefis adına yük yüklenmez” ayeti kavranmış olsaydı, bugün mezhep kavgaları bu kadar kanlı olmazdı. Ama Kur’an okunmuyor; sadece seslendiriliyor.

5. Çözüm-Tecvidi Değil, Tefekkürü Öğretmek

İslam dünyasının kurtuluşu, Arap harflerini doğru telaffuz etmekte değil; Kur’an’ın mesajını doğru anlamaktadır. Artık çocuklarımıza elif-be öğretirken aynı zamanda adalet, emek, merhamet, hakikat kavramlarını öğretmeliyiz.

Kur’an tefsiri, hayat tefsiri haline gelmedikçe toplumlar düzelmeyecek. Cami kürsülerinden artık cennet tasvirleri yerine adalet, hak, hukuk, liyakat konuşulmalı. İmamlar sadece dua değil, bilinç aşılamalı. Medreseler sadece hafız değil, ahlaklı bireyler yetiştirmeli.

Kur’an “Sakın zulmedenlere meyletmeyin, yoksa size de ateş dokunur” (Hud/113) diyor. Ama biz bu ayeti ya hiç duymuyoruz ya da anlamıyoruz. Çünkü bu ayet Arapça okunuyor; ama hayatımıza hiç dokunmuyor.

6. Diriliş Çağrısı-Ya Kur’an Hayata inecek, Ya Hayat Tükenmeye Devam Edecek

Kur’an’ın indirildiği dağlar bile titredi. Ama bugün onu okuyan kalpler titremiyor. Çünkü onu anlamıyoruz. Onun çağrısını sadece kulakla değil, akılla, kalple ve vicdanla duymadıkça İslam dünyasında ne ahlak ne de medeniyet yeşerir.

 Kur’an bir hayat kitabıdır. Sadece mezarlıklarda değil, mahkemede de, mecliste de, pazarda da, okulda da yaşanmalıdır. O zaman toplum gelişir, insanlar erdemli olur, ahlak yeniden dirilir.

7.Ya Anlayanlardan Oluruz, Ya Anlamsızlaşırız

Bu yazıyı okuyan herkesin kendine sorması gereken soru şudur: Kur’an’ı gerçekten anlıyor muyum? Yoksa sadece çocukluğumdan beri bana öğretilen şekliyle mi okuyorum?

Eğer cevap "hayırsa", Ali Şeriati’nin sözünü sadece beğenmekle yetinmeyelim. Onu bir uyanış çağrısı olarak görelim. Çünkü bu çağrı bize değil, içimizdeki ölü vicdanlara yapılmıştır.

Kur’an’ı anlamayan bir toplumda:

  • İyiler susar,

  • Kötüler konuşur,

  • Zalimler güçlenir,

  • Mazlumlar unutulur.

Ve en kötüsü de, herkes bunu "kader" sanır. Oysa Kur’an’ın kaderi değiştirmek için indiğini fark edenler, bu zilleti yırtacak olanlardır.

“Kur’an hayattır. Ya onu hayatına alırsın ya da hayattan düşersin.”

Erol Kekeç/02.07.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!