Bu Blogda Ara

9 Haziran 2025 Pazartesi

İbret Alın Ey Basiret Sahipleri!

Haşr Suresi 2. Ayet Işığında Zalimlere, Kalelere ve Suskunlara Bir Sesleniş

Ey insan!

Gözünü dört aç, kulaklarını aç, kalbini aç. Zira bugün seni sarsmak için, seni uyandırmak için, seni silkelenmeye çağırmak için konuşuyor bu ayet. Haşr Suresi 2. ayeti, bir tarihten bahsediyor gibi görünür sana. Ama hayır, bu ayet bir bugünü konuşuyor. Hem de ta kalbinin ortasına saplanacak kadar canlı bir hakikatle…

“Ehl-i Kitap’tan kâfir olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O’dur. Siz, onların çıkacağını düşünmemiştiniz. Onlar da kalelerinin kendilerini Allah’a karşı koruyacağını sanmıştı. Allah onlara, hiç beklemedikleri yerden geldi ve kalplerine şiddetli bir korku saldı. Evlerini kendi elleriyle ve müminlerin eliyle harap ediyorlardı. İbret alın ey basiret sahipleri!”Haşr/2

Sen zannediyorsun ki bu ayet sadece Medine’deki Yahudi kabilesi olan Benî Nadîr’e indi. Sen sanıyorsun ki Allah o zamanlarda konuştu, bugün sessiz. Sen diyorsun ki bu ayetler tarihe aitti, bugünün taş duvarlarına sökmez. Ama işte sen yanılıyorsun. Bu ayet, tam da bugünün göbeğine inmiştir.

Evet, bugünün siyonist İsrail’ine, onların güvendiği demir kubbelerine, istihbaratlarına, tanklarına, uçaklarına, destekçisi emperyalist kalelere… Hepsine bir çağrı, bir ihtar, bir uyarı bu ayet.

Kalelerine Güvenenler

İsrail bugün neye güveniyor? Demir kubbesine mi? Mossad’ına mı? Arkasında saf tutmuş Amerika’sına mı? Avrupa’nın ikiyüzlü sessizliğine mi?

Tıpkı Benî Nadîr’in yaptığı gibi. Onlar da kalelerine güvenmişlerdi. “Bu duvarlar bizi korur” demişlerdi. “Muhammed’in (s.a.v.) ordusu bize yaklaşamaz” demişlerdi. Ama Allah hiç beklemedikleri bir yerden geldi.

Bugün de aynı kibirle kalelerini inşa edenler var. Kendilerini korunaklı sananlar. Betondan yapılmış apartmanları, güvenceli bankaları, diplomasileri, medya destekleri, dijital kalkanları… Zannediyorlar ki bu kaleler onları korur. Ama ayet haykırıyor:

“Onlar da kalelerinin kendilerini Allah’a karşı koruyacağını sanmıştı.”

Allah’a karşı. Bak! Düşmanın mahiyeti bu. Allah’a karşı güvenlik inşa etmeye çalışanlar. Bu nasıl bir delilik?

Ve sonra ne oldu? Kalplerine korku düştü. Allah korku saldı onlara. Öyle bir korku ki, duvarlardan değil, içeriden yıktı onları.

Korku Kalpleri İçerden Yıkar

Sen sanıyor musun ki bir halk sadece dışarıdan yıkılır? Hayır! Bir toplum önce içten yıkılır. Kalbine korku düşerse, imanını yitirirse, zulme göz yumarsa, susarsa, razı olursa yıkılır.

İşte İsrail… Sözde “en güçlü orduya sahip ülke”. Ama korkak. Çünkü mazluma zulmeden her zalimin kaderi korkudur. Öyle bir korku ki, bugün onlar Gazze’deki çocuk cesetlerinden, yer altındaki tünellerden, bir taş atan çocuktan korkar hale geldiler.

Neden? Çünkü kalplerine Allah korku saldı.

Ve işte tarih tekrar ediyor: “Evlerini kendi elleriyle ve müminlerin eliyle harap ediyorlardı.” Bugün de aynısı olacak. Onlar yıkılacaklar. Ama sadece dışardan değil. İçerden. Korkularıyla. Zulümlerinin bedeliyle. Dualarla. Mazlumların gözyaşıyla.

Ama Ya Susanlar?

Bir de siz varsınız. Evet siz! Ey bu zulmü gören ama susanlar! Ey bu kıyımı seyredenler! Ey medyaya bakıp geçip gidenler! Ey ‘bu işler karışık’ deyip sırt çevirenler!

Siz de ibret alın ey basiret sahipleri!

Bu ayet sadece zalime değil, susana da iner. Çünkü bu ayetin hitabı “ibret alın ey basiret sahipleri” diyedir. Basiret, olayları yalnızca görmek değil, hakikati sezmek, sonucu kestirmek, Allah’ın muradını anlamaktır.

Sen bir çocuğun taşla tankın karşısına çıkışına bakarken ne hissediyorsun? “Yazık” mı diyorsun sadece? Yoksa “Allah bir nesli yeniden diriltiyor” mu diyorsun?

Sen zulmü sadece “politik” bir mesele mi sanıyorsun? Yoksa Allah’ın yeryüzünde bir hesabı olduğunu, her zalime bir vakit biçtiğini biliyor musun?

Yurtlarından Sürülmekle Övünenler

Bu ayet bir sürgünü anlatır. Allah’ın, inkârcı Ehl-i Kitap’tan olan bir topluluğu topraklarından çıkarmasını. Onlar bunu asla beklememişlerdi. Kendilerini ebedî zannetmişlerdi.

Bugün de İsrail halkı kendisini kutsanmış bir ırk, “vaadedilmiş topraklar”ın sahibi sanıyor. Oysa tarihten ibret almayanlar, tarih olur.

Onlar bir gün gelecek, o topraklardan sürülecekler. Allah dilerse, bir gecede olur bu. Çünkü Allah bu ayette gösterdi ki, düşman güçlü görünse bile, Allah bir korkuyla onu darmadağın eder.

Ama asıl ibretlik olan neydi biliyor musun? Onlar evlerini kendi elleriyle harap ettiler!

Bugün de İsrail, insanlık vicdanında kendi varlığını yıkıyor. Dünyanın dört bir yanında insanların gözünde çöküyorlar. İsrail’in attığı her bomba, kendi mezarını kazıyor.

Ey Ümmet! Sen Ne Yapıyorsun?

Sen ne yapıyorsun ey ümmet? Hani sen bu ayetle yaşardın? Hani sen bir mazlumun gözyaşı aktığında sarsılırdın? Hani sen, ‘bir yerde zulüm varsa ben oradayım’ derdin?

Ne zaman sustun? Ne zaman rahatına teslim oldun? Ne zaman ekranlardan izleyen, tweet atan ama adım atmayan biri oldun?

Bu ayet sana diyor ki: “İbret al!”
Bu ayet sana diyor ki: “Zalim güvendiği kaleleriyle ayakta duramaz!”
Bu ayet sana diyor ki: “Allah kalplere korku salar; sen yeter ki hakta ol!”

Bugünün Mesajı

Bu ayet, bize bugün ne söylüyor biliyor musun?

  1. Zulüm asla ebedî değildir. Kalelere, destekçilere, silahlara güvenenler sonunda yıkılırlar.

  2. Zulme susan da zalimleşir. Vicdanı mühürlenenin kalbi taş olur. Allah, kalbi taşlaşmış olanları sevmez.

  3. Mazlumların duası, zalimlerin kibrinden büyüktür.

  4. Zulümle inşa edilen evler, bir gün sahiplerinin elleriyle yıkılır. İsrail de kendi varlığını çökertmektedir.

  5. Allah her zulme bir son hazırlar. Ama o sonu görebilmek için basiret gerekir. Dirayet gerekir. İman gerekir.

Basiret Sahiplerine Son çağrı

Ey basiret sahipleri!
Ey hâlâ gözyaşlarını içe akıtanlar!
Ey geceleri Gazze için dua edenler!
Ey hâlâ yüreği sızlayanlar!

Bu ayet size inmiştir. Sizi ayağa kaldırmak için. Sizi silkelerken diyor ki:

“İbret alın ey basiret sahipleri!”

İbret alın!
Zalimlerin sonunu görün.
Suskunluğun neye mal olduğunu görün.
Kalplerdeki korkunun nasıl ilahi bir ceza olduğunu görün.
Bugün Gazze, Kudüs, Yemen, Doğu Türkistan hep bu ayetin gölgesinde inliyor.

Ama bilin:
Allah hiçbir zalimi ebedî kılmaz.
Ve hiçbir mazlumun duasını cevapsız bırakmaz.

Ey insanlık, uyan!
Ey ümmet, silkin!
Ey vicdan, konuş!

Ve unutma: Bu ayet hâlâ canlıdır.
Çünkü Allah'ın kelamı ölü kelam değildir.

İbret alın ey basiret sahipleri!

Erol Kekeç/04.06.2025/Sancaktepe/İST

8 Haziran 2025 Pazar

Bozulan Kodlar-İlahi Güncelleme-Vahyin Kurtarıcı Çağrısı

 


1. Eşyanın Bilgisi ve Ademin Donanımı 

Adem’e öğretilen "isimler", sadece dilsel etiketler değildir; bunlar, varlıkların özünü tanımlayan, ilişkiler ağına yerleştiren, hakikatle temas kurduran varoluşsal koordinatlardır. Bu bilgi, bir tür ontolojik yazılımdır: Varlığı sadece görmekle kalmaz, onun ne olduğunu anlar, nerede durduğunu kavrar ve neye hizmet ettiğini bilir.

Allah’ın öğrettiği bu “isimler”; ahlakın, bilginin, estetiğin ve varoluşsal farkındalığın temel kodlarıdır. Bu kodlar sayesinde insan sadece bilen değil, anlamlandıran ve sorumluluk üstlenen bir özneye dönüşür.

2. Yazılım ve donanım-Fiziksel bedene metafizik akıl 

İnsan bedeni bir makine değil; fıtratıyla birlikte yaratılmış biyolojik bir tapınak, metafizik bir laboratuvardır. İçinde çalışan yazılım, sadece algoritmalarla değil; vicdanın titreşimi, sezginin fısıltısı ve iradenin itirazıyla işler.

Bu yazılım sadece bilgi işleyicisi değil, aynı zamanda bir hakikat algılayıcısıdır. Beden, bu yazılımın barınağıdır. Ruhu yücelten ya da kirleten, fıtratın nasıl kullanıldığıdır. Donanım, yani beden; hem sınırdır, hem imkândır. Yazılım (fıtrat), o bedeni ilahi bir amaca yönlendirir.

3. Fıtrat ve vahiy-parazitleşme ve kurtuluş 

Zamanla insan; çevresindeki bozulmuş örneklerden, çıkar sistemlerinden, algı mühendisliğinden, medya kodlamasından, şeytani dürtülerden etkilenerek yazılımını kirletir. Bu kirlenme, önce düşüncede başlar: Hakkı batıl zanneder, güzeli çirkin sanır, adaleti zulüm gibi görür.

İşte vahiy, fıtratın format atma talimatıdır. Her peygamber, kendi toplumunun virüslerine karşı gönderilen bir antivirüstür. Ancak bu antivirüs ancak manuel çalıştırılır: Yani insanın iradesiyle… “İman”, bu çalıştırma onayıdır.

4. Teknolojik bir Analoji-İnsan bir sistemdir 

İnsan, kendisini anlamadıkça kullandığı sistemleri de anlayamaz. Her insan kendi içindeki yazılımı tanımadan dış dünyadaki karmaşayı çözemez.

Bugün insanlığın yaşadığı en büyük kriz, işletim sisteminin çöküşüdür: Aklı kullanmayan, vicdanı susturan, kalbi mühürlenen bir toplum; en gelişmiş teknolojiyi bile kötülüğe alet eder.

Vahiy, bu çökmüş işletim sistemini “güvenli modda” çalıştırma çağrısıdır. İç sesle gelen güncelleme uyarısını dikkate almak gerekir: Herkesin ekranında aynı mesaj yanar:
"Sisteminiz Tanrı’yla olan bağlantıyı kaybetti. Geri yükleme yapılsın mı?"

5. Ahlak ve estetik-Fıtrattaki yargıların aydınlığı 

Ahlak, dış otoriteler tarafından dikte edilen kurallar bütünü değil; insanın içinde doğuştan var olan evrensel doğruluk sezgisidir. Estetik, sadece göze hitap eden form değil; varlıktaki ahengin ruhla kurduğu rezonanstır.

Bu nedenle bir çocuk; şefkati tanır, adaleti hisseder, güzelliğe yönelir. Henüz konuşmadan bunları yapar çünkü bunlar indirilen kodlardır. Ahlak ve estetik, insanın içinden doğan hakikat ışıklarıdır.

6. Toplumsal dönüşüm ve fıtrat dejenerasyonu 

Modern toplum, fıtratı yavaş yavaş çürüten bir makinedir. Sistemler, insanın yazılımına aykırı taleplerde bulunur: Tüketmesini, susmasını, biat etmesini, haz peşinde koşmasını ister.

İnsan bu sistemlere uzun süre maruz kalınca, kendi yazılımından şüphe duymaya başlar. Vicdanının fısıltısını bastırır, estetik sezgilerini boğar, aklını kiraya verir. Bu aşamada artık insan, sistemin bir aracı, bir ürünü, bir dijital kölesi olur.

Fıtrat virüs kapınca, zalim adil olur, yalan sıradanlaşır, çirkin sanat diye sunulur. İşte bu, ontolojik kopuşun başladığı yerdir.

7. Epistemolojik bir yaklaşım-Bilginin kaynağı ne?

Bilgi sadece duyularla algılanmaz; akılla işlenir, sezgiyle derinleşir ve ancak vahiy ile tamamlanır. Vahiy, bilginin yönünü tayin eden pusuladır. Onsuz bilgi, sadece yığılı veri olur; amaçsız, etiketsiz ve sorumsuz.

Fıtrat yazılımı, bu bilgi kaynaklarını sentezleyebilen tekil yapıdır. Ne sadece duyuya bağlıdır, ne sadece akla. Hepsini bir arada tartar ve hakikati hisseder. Bu his, ilahi yönlendirme ile birleşince hakikatin bilgisine dönüşür.

8. Teknolojik bir yorum-İnsan Tanrı ilişkisinin temeli 

İnsan Tanrı’ya “kul” olmakla yücelir. Bu, kölelik değil; varlığın kaynağıyla irtibat kurma şerefidir. Yazılımını Yaratan ile uyumlu çalışan insan, gerçek özgürlüğe ulaşır.

Vahiy, bu ilişkinin kodlarını içerir:

  • Ne yapmalı?

  • Neden yapmalı?

  • Kime karşı sorumluyuz?

Tanrı, insana hem irade verir hem yol gösterir. Seçme hakkı vardır ama seçtiğinin sonucunu yaşama mecburiyeti de. İşte bu nedenle cehennem, bir yazılım hatasının zorunlu çıktısıdır. Cennet ise sistemin doğru çalışmasının doğal sonucudur.

9. Çağrımız Fıtrata dön aslına uyan 

Modern insan, dışarıda mutluluk ararken içerideki cenneti kaybetti. Kendi iç sesini bastırarak topluma uyan, kendine ihanet etti.

Ey insan!

  • Kodlarını bozan sistemlere değil, seni kodlayana güven!

  • Algoritmaların değil, vicdanının sesini dinle!

  • Sana dayatılan değil, sana yüklenen yaşam biçimini yaşa!

Gerçek devrim; içindeki fıtratı yeniden ayağa kaldırmaktır. İşte bu, varoluşsal cihaddır: Kendine karşı başlatacağın isyan, seni Rab ’bine götürür.

10. Yeni bir bilinç yeni bir insan 

Bu çağrı; teknolojik çağın siber çölünde ilahi bir pusula sunar. İnsanlık, algoritmalarla yönetildiği bu dönemde ancak vahyin rehberliğiyle yeniden insaniyet kazanabilir.

Fıtrata dönüş; sadece bireysel bir arınma değil, toplumsal bir diriliştir. Yeni bir bilinç doğacaksa, bu modernliğin enkazından değil, fıtratın küllerinden yükselecektir.

"Yüzünü dosdoğru bir şekilde dine, Allah’ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtrata çevir!" (Rum 30/30)

Erol Kekeç/25.12.2024/Sancaktepe/İST 

Tanrı tasavvurunun kör düğümü-Kendi Tanrılarını yaratanların karanlığı

İnsanlık, varlık sahnesine çıktığı andan itibaren hem kendini hem de kendini aşan bir kudreti anlamlandırma çabasıyla yüzleşmiştir. Bu çaba, tarihin en derin tartışmalarından birine, Tanrı tasavvuru meselesine dönüşmüştür. Fakat bu mesele, sadece bir inanç konusu olmanın ötesinde, bireylerin ve toplumların zihinsel dünyalarının, kültürel kodlarının ve varoluşla kurdukları ilişkinin aynasıdır. Bu yüzden şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki: İnsanların Tanrı inancı kendi dünyası kadardır.

Kendi Tanrılarını yaratanların dünyası

Her birey, yaşadığı çevrenin etkisinde, toplumsal kabullerin gölgesinde ve kişisel çıkarların izdüşümünde bir Tanrı inşa eder. Bu Tanrı, kimi zaman adaletin, kimi zaman korkunun, kimi zaman da mutlak kudretin simgesidir; ama çoğu zaman hakikatin değil, bireyin kendi gerçekliğinin yansımasıdır. İnsanlar, iç dünyalarında kurdukları dünya kadar bir Tanrı'ya inanır. Bu Tanrı, kimi için affedicidir, kimi için cezalandırıcı. Kimi onu sadece ölüm korkusuyla hatırlar, kimi onu adaletsiz düzenin sopası yapar. Bu durum, Tanrı’nın hakiki mahiyetine dair idraksizliğimizin en açık göstergesidir.

Tanrıların savaşı- zihinsel kodların çatışması 

Tanrı tasavvurlarının bireysel ve kültürel farklılıklar üzerinden şekillenmesi, zamanla insanların kendi Tanrılarını birbirine düşürmelerine yol açmıştır. Oysa Tanrı bir ve tektir. Fakat insanlar, kendi zihinsel kalıplarına göre bir Tanrı anlayışı geliştirdiklerinde, bu anlayış evrensel bir ölçü gibi sunulmuş; bu da toplumlar arasında, hatta bireylerin arasında bile "Tanrı adına" çatışmalara neden olmuştur.

Bugün dünyada yaşanan pek çok savaş, mezhep çatışması, fikir ayrılığı ve ideolojik gerginlik; insanların kendi Tanrı tasavvurlarını mutlaklaştırmaları, diğer tüm yaklaşımları şeytanlaştırmaları yüzündendir. Herkes kendi doğrularını Tanrı’nın buyruğu gibi sunarken, hakikat adına değil, ego adına savaşlar yürütülür. Neticede hakikat susturulur, zulüm kutsanır, insanlar Tanrı adına insan öldürür hâle gelir.

Yaratılanın yaratıcı rolüne soyunması 

En büyük kırılma noktası ise şudur: Yaratılanlar, yaşama Tanrı yerinden bakmaya devam etmektedir. Bu, en temel anlamıyla varlık sınırlarının ihlalidir. İnsan, yaratılmış olmanın acziyetini unutup, Tanrı adına hüküm vermeye başladığında, tüm ahlakî zemin sarsılır. Zira yaratılmış bir varlık, kendi algısal sınırlarının ötesine geçemediği hâlde, yaratıcı bir bakışla yaşamı yargılamaya kalkar. Bu kibirli tutum, en başta kendini ilahlaştırmadır.

İşte bu yüzden, her grup, her klik, her ideoloji kendi Tanrısı adına konuşur. Kendi söylemlerini Tanrı kelamı yerine koyar. Kendisine muhalif olanları, Tanrı’nın düşmanı ilan eder. Bu durum, insanın hakikate değil, güce tapar hâle gelmesinin açık göstergesidir. Hakikatin ölçüsünü kendi çıkarları, kültürü ya da tarihsel birikimi üzerinden belirleyen insanlar, böylece Allah adına hüküm vererek aslında Allah’tan uzaklaşırlar.

Cihat ayeti  ve donkişotluk 

Kur’an’da yer alan cihat ayetleri, ne yazık ki bu bağlamda en çok istismar edilen metinler arasında yer almıştır. İnsanlar, bu ayetleri kendi Don Kişotluklarının dayanağı yapmış; Allah adına savaş açtıkları her durumun meşruiyetini bu ayetler üzerinden üretmeye çalışmıştır. Oysa Kur’an’ın cihad anlayışı; zulme karşı durmayı, hakikati savunmayı, nefsiyle mücadele etmeyi ve adaleti tesis etmeyi esas alır. Ne var ki bu incelik, bireysel tanrı tasavvurlarının mutlaklaştırıldığı bir dünyada kolayca göz ardı edilir.

Bu noktada bir başka tehlike baş gösterir: Cihat, bireyin hezeyanlarına alet edilir. Kendi öfkesini, kinini, intikam arzusunu Tanrı adına yürütülen bir savaş gibi sunanlar; aslında Tanrı’ya değil, kendi tanrılarına ibadet etmektedir. Tanrı, bu durumda sadece bir meşruiyet aracıdır. Bu da insanı, Allah’a değil, kendi egosuna kul eder.

“Sizler hakkı ile tanımadınız "

Kur’an, bu hakikati şöyle haykırır: “Onlar, Allah’ı hakkıyla takdir edemediler...” (Zümer/67). Bu ayet, sadece bir uyarı değil, aynı zamanda insanlığın Tanrı tasavvurundaki kırılmanın en veciz ifadesidir. Allah’ın kudreti, ilmi, merhameti, adaleti ve mutlaklığı; insanların dar bakışlarında eriyip gitmiştir. İnsanlık, O'nu anlamak yerine, O’nu kendine benzetmiş, O'nu anlamak yerine kendi anlayışlarını O'na mal etmiştir.

Eğer insanlar, Allah’ı Allah’ın istediği şekilde tanımaya, O’nu kendi zihin dünyalarıyla değil, O’nun vahyiyle kavramaya yönelseydi; bugünkü kadar büyük bir sapkınlık, karanlık ve çıkmazla boğuşmak zorunda kalmazdı. Allah’ı kendi gözlüğümüzle değil, Allah’ın gösterdiği yerden görmeliydik.

Varlık Metafizik ve Dine Felsefi bir Yaklaşım 

Felsefi açıdan meseleye yaklaştığımızda, Tanrı tasavvuru hem ontolojik (varlıkla ilgili), hem epistemolojik (bilgiyle ilgili), hem de aksiyolojik (değerlerle ilgili) boyutlarda değerlendirilebilir. Din felsefesi, Tanrı inancını sadece bir 'inanç meselesi' olarak değil, aynı zamanda bir ahlaki sorumluluk ve ontolojik bağlılık olarak görür.

Tanrı’nın varlığına inanmak, sadece bir Tanrı’nın olduğuna inanmaktan ibaret değildir. Bu inanç, varoluşun merkezine bir aşkın gücü yerleştirmek; bu güce karşı sorumluluk duymak ve bu sorumluluğun hayatın tüm alanlarına yansımasını istemektir. Ancak insan, bu aşkın gücü kendi sınırlı dünyasına hapsederse, o zaman Tanrı değil, bir put inşa etmiş olur. Bu put, görünürde Allah’ın adıyla anılır; ama aslında sahibinin çıkarlarını, korkularını ve hezeyanlarını temsil eder.

İnsan, Tanrı’yı kendi şekline soktuğunda; artık Tanrı’yı değil, kendini tapınır hâle gelir. Metafizik düzlemde bu, mutlak ile görece olanın yer değiştirmesidir. Varlık düzeninde bu, Yaratıcının yerine yaratılmışı koymaktır. Ahlaki zeminde bu, sorumluluğu Tanrı’ya atmak, kendi kirli eylemlerini ilahi iradeye mal etmektir. İşte modern insanın en büyük metafizik krizi budur.

Çıkış yolu Tevhit ve Teslimiyet 

Bu kördüğümden kurtulmanın tek yolu vardır: Tevhid bilinci. Tevhid, sadece Allah’ın birliğini kabul etmek değil, aynı zamanda O’nun dışındaki her şeyi O’na boyun eğdirmek, kendi egosunu, arzularını ve kibrini Allah’a teslim etmektir. Tanrı tasavvuru, ancak bu teslimiyetle hakiki hâline kavuşur. Tevhid, Allah’ı hak ettiği şekilde tanımak ve O’na göre yaşamaktır.

İnsanlık, Tanrı’ya değil, kendi tanrılarına tapmaktan vazgeçmedikçe; bu dünyada adalet, merhamet, barış ve hakikat tecelli etmeyecektir. Çünkü insanların tanrıları; kendi korkularının, öfkelerinin, çıkarlarının ve menfaatlerinin şekil bulmuş hâlidir. Gerçek Tanrı ise bütün bu sınırlamaların ötesindedir.

Ey insanlık! Tanrı adına birbirinizi boğazlamayın. Tanrı’yı kendi çıkarlarınıza meze etmeyin. O’nun adını kendi karanlık emellerinize perde yapmayın. Allah birdir, tektir ve yücedir. O’nu anlamak, O’na göre yaşamak ve O’na göre düşünmek, sadece dille değil; kalple, akılla ve bilinçle mümkündür.

Kendi tanrılarınızı yaratmaktan vazgeçin. Kendi inşa ettiğiniz tanrılara tapmaktan kurtulun. Gerçek Tanrı, sizin korkularınızın, geleneklerinizin, coğrafyanızın ya da siyasî söylemlerinizin sınırlarına sığmaz.

Allah’a dönün. O’nu O’nun vahyiyle tanıyın. Tevhid ilkesine sarılın. Aklınızı, kalbinizi ve vicdanınızı kirleten her türlü putu kırın. Çünkü ancak o zaman kurtuluş mümkün olacaktır.

Hakikati değil, kendi tasavvurunu mutlaklaştıran herkes için bu bir çağrıdır: Tanrı adına değil, Tanrı için yaşayın.

Erol Kekeç/27.12.2024/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!