Bu Blogda Ara

16 Şubat 2025 Pazar

Toplumsal Yaşamın Derinliklerine Bir Yolculuk

Çocukluk yıllarımın en parlak anıları, içimizi ferahlatan o pınarın başında yaşadığım tarifsiz mutluluk huzurla iç içe geçti. Köyümüzde, sadece 500 metre uzakta bulunan ve yaşamımızın merkezi olan bir kaynak su vardı. Bu su, evimizde, tarlalarımızda, hatta temizlik işlerinde kullandığımız; hepimizi besleyen, canlandıran ve bizi doğayla bütünleştiren kutsal bir nimetti. Herkes, elindeki kapları alıp oraya gider, o suyun berraklığında kendini yeniden doğmuş gibi hissederdi. İşte bu basit ama derin deneyim, bugün yaşamımızda bilgiye ulaşmanın, hakiki değerlerle beslenmenin ne kadar önemli olduğunu anlatan metafor haline geldi.

Temiz Su ve Çocukluk Anıları

Köy hayatının getirdiği zorlukların arasında, o pınar suyu adeta bir yaşam kaynağıydı. Günlerimiz, suyun ışıltısı, akışının sesi ve her yudumda hissedilen serinlik etrafında şekillenirdi. Ancak yaz ayları geldiğinde doğanın kendisi de değişirdi. Çeltik tarlalarından, derelerden akan pamuk suları, yer yer gübre ve ilaç kalıntılarıyla birlikte, suyun üzerine karışırdı. Bu durum, suyun üst katmanının bulanıklaşmasına ve içme suyunun kirlenmesine neden olurdu. Fakat biz, büyüklerimizden öğrendiğimiz o eski yöntemi uygulayarak, kaplarımızı sallayıp suyu çarparak, üstteki bulanıklığın gitmesini ve dipten gelen berrak, temiz suyun ortaya çıkmasını sağlardık. Bu eylem, sadece fiziksel bir su arayışı değil; aynı zamanda ruhsal ve zihinsel arınmanın, gerçek bilgiye ulaşmanın da sembolüydü.

Bilgi ve Su-Saflığı Ayırmanın Sembolizmi

O günlerde, suyun temizlenmesi için gösterdiğimiz çaba, aslında hayatın içindeki gerçek ve hakiki bilgiyi aramanın da bir temsiliydi. Eğer kaplarımızı sallamadan, suyu ilk gördüğümüz haliyle yetinsek, o an elimizde bulunan her su damlası, tıpkı günümüzün çeltik suları gibi, kirli, yönünü kaybetmiş ve kirli olabilirdi. Ancak o derin, berrak su damlalarını elde etmek için gösterdiğimiz gayret, bizi sadece susuzluktan değil, aynı zamanda bilgisizlik, yüzeysellik ve geçici hazlardan da arındırıyordu.

Bu metafor, modern toplumsal yaşamda bilgiye ulaşmanın önemini gözler önüne serer. Günümüzde, bilgi akışı her geçen gün hız kazansa da, çoğu zaman kalitesi sorgulanır hale geldi. Medya, internet ve eğitim sistemlerinde yer alan pek çok bilgi, tıpkı çeltik sularının karıştığı pınarda üstte kalan bulanık su damlaları gibi, yüzeysel ve çelişkili oluyor. İnsanlar, hangi bilginin kendilerini besleyeceğini, hangisinin ruhlarına zarar vereceğini ayırt edemediklerinde, aslında kendilerini manevi ve zihinsel bir hastalığa doğru sürüklüyorlar.

Toplumsal Yaşamda Bilgi Kirliliği ve Yönsüzlük

Günümüzde, bilgiye ulaşmanın hiç olmadığı kadar kolay olduğu bu çağda, her türlü kaynak akışı neredeyse serbestçe dolaşıyor. Ancak bu durum, her bilginin eşit derecede değerli olduğu anlamına gelmiyor. Tıpkı, suyun altındaki berraklık ile üstteki bulanıklık arasındaki farkı ayırt edebilmek için gösterdiğimiz çaba gibi, biz de toplumsal yaşamda doğru, saf ve derin bilgiyi seçebilmek için eleştirel düşünceye ihtiyaç duyuyoruz.

Eğitim sistemimizde, medyada ve hatta bazı dini söylemlerde, kaynağı belirsiz, geçici ve çıkar odaklı bilgiler hakim olmaya başladı. Genç nesiller, doğru bilgi ile yüzeysel ve çürümüş bilgiyi ayırt etmekte zorlanıyor; bu durum, onların manevi dünyalarını, ahlaki değerlerini ve toplumsal sorumluluklarını derinden zedeliyor. Gün geçtikçe, toplumda dayanışma ve ortak akılın yerini bireysel çıkarların ve yüzeysel düşüncelerin alması kaçınılmaz hale geliyor. Bir zamanlar, herkesin aynı pınardan su alıp, ortak bir yaşam kültürü oluşturduğu yerlerde, bugün farklı, kirli ve yönsüz bilgilerin tüketilmesi, bireyler arasında derin bir kopukluk yaratıyor.

Allah’ın Vahyinde Saklı Olan Hakiki Bilgi

Toplumsal ve kültürel yaşamın tüm bu karmaşası içinde, hakiki bilginin, saf düşüncenin ve gerçek manevi rehberliğin yerini bulması büyük önem taşıyor. Bu noktada, en değerli bilgi kaynağı olarak Allah’ın vahyine, kutsal kitabımıza dönmek gerekiyor. Tıpkı o pınarın derinliklerinden berrak suyu ayırmak için gösterdiğimiz gayret gibi, Allah’ın vahyinde saklı olan bilgi de, insanın hayatını, ruhunu ve kalbini besleyen, ona gerçek yönünü ve anlamı kazandıran bir iksirdir.

Maalesef, günümüzde pek çok insan, dini yalnızca toplumsal bir ritüel veya geçici bir duygusal haz olarak algılayabiliyor. Bu durum, tıpkı pınarın yüzeyinde biriken kirli su damlalarını içmek zorunda kalmak gibi, insanın ruhunu ve zihnini olumsuz etkiliyor. Hakiki dini bilgiye ulaşamayan, gerçek kaynağına yönelmeyen bireyler, geçici hazlar ve yapay öğretiler arasında kaybolup gidiyor; sonuç olarak, toplumda manevi bir boşluk, ruhsal bir hastalık ve toplumsal dayanışmanın erozyona uğraması kaçınılmaz oluyor.

Eleştirel Düşünce ile Gerçek Bilgiye Ulaşmanın Yolları

Hakiki bilgiye ulaşmak, suyun altındaki berraklığı görebilmek kadar zor ve zahmetli olabilir. Ancak bu zorluk, bilgi arayışını daha da değerli kılar. Her bireyin, tıpkı çocukken pınara giderken gösterdiği çaba gibi, bilgiye ulaşmak için sorgulayıcı, eleştirel ve araştırmacı olması gerekir. Bilgiyi doğrudan kabul etmek yerine, onun kaynağını, doğruluğunu ve yararlılığını sorgulamak; işte bu yaklaşım, bizi yüzeysel, kirli ve yanıltıcı bilgilerden korur.

Eğitim sistemlerimizde, medya organlarımızda ve dini söylemlerde, gerçek kaynağın – Allah’ın vahyinin – önemini vurgulamak, genç nesillerin doğru bilgiye ulaşmalarını sağlayacaktır. Bu noktada, öğretmenlerin, eğitimcilerin ve toplumun her kesiminden liderlerin sorumluluğu büyüktür. Onların görevi, bilgiyi yalnızca aktarmak değil, aynı zamanda eleştirel düşünceyi teşvik ederek, her bilginin kaynağını sorgulatmaktır. Böylece, toplumda yalnızca geçici ve yüzeysel hazlar değil, derin ve anlamlı yaşam değerleri yerleşir.

Dini ve Ahlaki Değerlerin Yeniden İnşası

Din, insanın varoluşunun en derin sorularına cevap aradığı, hayatın anlamını sorguladığı ve gerçek kaynağa – Allah’ın vahyine – ulaşmayı hedeflediği kutsal bir rehberdir. Ne yazık ki, modern yaşamın getirdiği yüzeysellik ve bilgi kirliliği, dinin özündeki derin anlamı gölgede bırakmaktadır. Pek çok insan, dini yalnızca sosyal bir norm veya duygusal bir destek olarak yaşarken, onun sunduğu gerçek rehberlikten uzaklaşmaktadır.

İşte bu nedenle, toplumsal yaşamda ahlaki değerlerin, manevi derinliğin ve gerçek dini bilginin yeniden inşa edilmesi gerekmektedir. Bu, yalnızca bireysel bir çaba değil, aynı zamanda toplumun tüm kesimlerinin ortak sorumluluğudur. İnsanların, tıpkı pınardan suyu ayırmak için gösterdikleri çaba gibi, gerçek dini bilgiyi ayırt edebilmek için bilinçlenmeleri ve sorgulayıcı olmaları gerekmektedir. Böylece, dini söylemlerin ve toplumsal ritüellerin ötesine geçip, hakiki maneviyatın, gerçek ahlakın ve derin bilginin yaşanması mümkün hale gelecektir.

Günümüzün Yüzeyselliğine Karşı Direniş

Gözlemlediğimiz modern yaşam örnekleri, bilgiye kolay ulaşımın aslında ne kadar yanıltıcı olabileceğini göstermektedir. Eskiden, köyde yaşayan herkes, o pınarın başında toplandığında yalnızca suyu paylaşmakla kalmaz, aynı zamanda yaşamın, umudun, dayanışmanın ve gerçek mutluluğun kaynağına da ortak olurdu. Bu ortak deneyim, toplumsal birlikteliğin, ahlaki değerlerin ve kültürel mirasın en güzel örneğiydi.

Bugün ise, şehir yaşamının getirdiği bireysellik, hızlı tüketim kültürü ve medya tarafından yönlendirilen yüzeysellik, insanları ayrı ayrı, izole ve yönsüz bir hale getirmektedir. Eğitimde, medya içeriğinde ve hatta sosyal ilişkilerde karşılaşılan bu yüzeysellik, tıpkı kirlenmiş suyun tüketilmesine benzer; kısa vadede tatmin sağlayabilir ancak uzun vadede insanın ruhunu, zekâsını ve toplumsal bütünlüğünü zedeliyor. Genç nesiller, bilgiye ulaşmada karşılaştıkları bu yüzeysellik nedeniyle, hangi bilginin gerçek, hangi bilginin yapay olduğunu ayırt etmekte zorlanıyorlar. Sonuç olarak, toplumsal hafıza, manevi değerler ve dayanışma kültürü giderek zayıflıyor.

Gerçek Bilginin İzinde-Kapsamlı Bir Yeniden Doğuş

Tüm bu karmaşanın, bilgi kirliliğinin ve yönsüzlüklerin arasında, her bireyin içinde var olan gerçek bilgi arayışı, tıpkı o pınarın derinliklerinden temiz suyu elde etmek için gösterilen gayret gibidir. İçimizdeki susuzluğu, yalnızca geçici ve yapay hazlarla dindirmeye çalışmak yerine, hakiki bilgiye ulaşma yolunu seçmeliyiz. Allah’ın vahyinde saklı olan bilgi, insana yalnızca dünyevi bir rehberlik sunmakla kalmaz; aynı zamanda ruhunu, kalbini ve zihnini besleyen, yaşamın gerçek özünü kavratan bir iksirdir.

Bu noktada, her bireyin kendi iç dünyasında, eleştirel düşünce ile sorgulama yapması, geçici ve yüzeysel bilgileri bir kenara bırakıp, gerçek kaynağa yönelmesi gerekmektedir. Bilginin kaynağına ulaştığınızda, tıpkı çocukken pınarın başında hissettiğiniz o tarifsiz sevinç, ferahlık ve umut yeniden canlanacaktır. İnsan, bu bilgiyle beslenerek, yaşamın getirdiği tüm zorlukların üstesinden gelebilecek, toplumsal dayanışma ve manevi bütünlük içinde var olabilecektir.

Kaynağa Dönüşün Önemi

Hayatın her anı, ancak gerçek bilgiyle, hakiki hikmetle beslenebilir. Eskiden, pınarın başında buluşup temiz suyun tadını çıkaran insanlar, aslında hem fiziksel hem de ruhsal olarak kendilerini yenilemiş, arınmış hissederdi. Günümüzde ise, bilgi kirliliği ve yüzeyselliğin hüküm sürdüğü bir ortamda, gerçek kaynağa – Allah’ın vahyine – yönelmek, toplumun ve bireyin yeniden dirilişi için en hayati adım olacaktır.

Toplumsal yaşamda, eğitim sistemlerinde, medyada ve dini söylemlerde, geçici ve yapay bilgilerin yerine, eleştirel düşünceyle sorgulanmış, derin ve anlamlı bilgiye yer verilmesi gerekmektedir. Bu çaba, yalnızca bireysel bir arayış değil; aynı zamanda toplumsal bilincin, manevi değerlerin ve kültürel mirasın yeniden canlandırılması anlamına gelir. İnsanlar, hakiki bilgiyi ayırt edebilme yeteneğini kazandığında, yaşamları daha anlamlı, toplumsal ilişkileri daha sağlam ve manevi dünyaları daha derin bir hale gelecektir.

Benim çocukluk anılarımda o pınarın berrak suları, bugün hepimize ilham vermeli; tıpkı suyun derinliklerinden temiz olanı ayırmak için gösterdiğimiz gayret gibi, hayatın içindeki gerçek bilgiyi ayırt etmek, sorgulamak ve özümsemek gerekmektedir. Bu süreç, kişisel bir gelişimin yanı sıra toplumsal dönüşümün de temelini oluşturur.

Nihai Davet

Sizleri, kendi iç dünyanızda derin bir sorgulama yapmaya, yüzeyde sunulan geçici hazlardan sıyrılarak, hakiki bilgiye ulaşmaya davet ediyorum. İnandığınız değerlerden, aldığınız bilgilerden her zaman emin olmak yerine, onların kaynağını, doğruluğunu ve kalıcılığını sorgulayın. Çünkü ancak gerçek olanı seçtiğinizde, ruhunuz, kalbiniz ve zihniniz, tıpkı o pınarın derinliklerinden gelen temiz suyun verdiği canlılıkla dolup taşacaktır.

Gelin, her damlanın ne kadar kıymetli olduğunu bilerek, toplumsal yaşamın tüm alanlarında, eğitimden medyaya, sosyal ilişkilerden dini yaşama kadar, yüzeysellik ve geçici hazların yerine hakiki değerleri yerleştirelim. Bu süreçte, Allah’ın vahyinde saklı olan saf bilgiyi, yalnızca bir rehber değil, yaşamın özünü besleyen en değerli kaynak olarak benimseyelim. Unutmayın ki, hiçbir yüzeysel bilgi, hiçbir geçici haz, o derin, kutsal bilginin yerini tutamaz.

Çocukluk anılarımızdaki pınar suyu, sadece bedeni serinleten bir içecek değil; aynı zamanda ruhun, kalbin ve zihnin gerçek besin kaynağıydı. Günümüzde, bilgi kirliliği ve yapay hazlarla çevrili bir dünyada, her bireyin, tıpkı o pınardan temiz suyu ayırmak için gösterdiği çaba gibi, hakiki bilgiye ulaşması büyük önem taşır. Eleştirel düşünce, sorgulama ve manevi arınma yoluyla, gerçek kaynağa – Allah’ın vahyine – yönelmek, hem bireysel hem de toplumsal dirilişin temelidir. Bu bilinçle, sizleri, yüzeyselliğin ötesinde, derin ve anlamlı yaşam değerlerini benimsemeye, gerçek kaynağın sularını içmeye davet ediyorum.

İşte o zaman, hem birey olarak yaşamınızda, hem de toplumsal yaşamda; dayanışma, ahlak ve kültürel zenginlik yeniden canlanacak, her damla, ruhunuza işleyen gerçek bilgiyle yaşam bulacaktır.


Erol Kekeç/10.01.2025/Sancaktepe/İST

15 Şubat 2025 Cumartesi

Geleceği Çalınanlar-Umutsuzluğun Gölgesinde Gençlik


Bu gün ülkemizin gençleri arasında giderek yaygınlaşan umutsuzluk, mutsuzluk ve gelecek kaygısını anlamak için güçlü bir analiz yapmak gerekiyor. Geleceğin çalındığını düşünen bir gençlik, köklerinden koparak başka diyarlarda umut aramaya yöneliyor. Bu yazıda, gençlerin bu ruh haline sürüklenmesinde etkili olan ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi etkenleri geniş kapsamlı bir şekilde ele alarak, durumu daha iyi anlamaya çalışacağız.

Gelecek Kaygısının Kökenleri

Gelecek kaygısı, ekonomik belirsizliklerle doğrudan bağlantılıdır. İşsizlik oranlarının yüksekliği, mezun olduktan sonra iş bulamama korkusu, bulunan işlerin ise düşük ücretler ve kötü çalışma koşulları sunması, gençleri umutsuzluğa sürüklüyor. Üniversite mezunlarının bile asgari ücretle çalışmak zorunda kalması, eğitim sistemine olan güveni sarsıyor ve “Okuyorum ama ne için?” sorusunu sorduruyor. Bu durum, sadece ekonomik değil, aynı zamanda psikolojik olarak da gençleri etkiliyor.

Eğitim ve İş Hayatı Arasındaki Kopukluk

Eğitim sistemi ile iş hayatı arasındaki uyumsuzluk, gençlerin gelecek kaygısını artıran en önemli faktörlerden biridir. Gençler, aldıkları eğitimin iş dünyasında yeterli görülmemesi nedeniyle işsizlik ve düşük ücretlerle karşılaşıyorlar. Teorik bilgiyle donatılan gençler, iş dünyasının talep ettiği pratik becerilerden yoksun oldukları için işverenler tarafından tercih edilmiyor. Bu uyumsuzluk, gençleri vasıfsız işlerde çalışmaya mecbur bırakıyor ve kariyer hedeflerini gerçekleştirme umudunu zayıflatıyor. Özellikle nitelikli iş gücünün değerlendirilmemesi, beyin göçünü tetikleyen önemli etkenlerden biri olarak karşımıza çıkıyor.

Beyin Göçünün Sebepleri ve Sonuçları

Beyin göçü, geleceğini kendi ülkesinde göremeyen gençlerin daha iyi iş fırsatları, daha yüksek yaşam standartları ve özgürlük arayışıyla başka ülkelere göç etmesiyle ortaya çıkıyor. Özellikle mühendislik, yazılım, tıp gibi yüksek nitelikli meslek gruplarında eğitim alan gençler, yurtdışında daha fazla değer gördüklerini ve kariyerlerini daha iyi şekillendirebileceklerini düşünüyorlar.

Beyin göçü, ülkenin geleceği için büyük bir kayıp anlamına geliyor. Genç, dinamik ve eğitimli nüfusun ülkeyi terk etmesi, uzun vadede ekonomik durgunluğa, inovasyon eksikliğine ve toplumsal çöküşe yol açıyor. Ayrıca, geri kalan gençler üzerinde de olumsuz bir psikolojik etki yaratıyor. “Burada kalıp mücadele etmenin anlamı var mı?” düşüncesi yaygınlaşıyor.

Sosyal ve Kültürel Etkenler

Gençlerin umutsuzluğunun sadece ekonomik nedenlerle sınırlı olmadığını görmek önemli. Sosyal adaletin sağlanamaması, liyakatsizliğin ödüllendirilmesi ve torpil mekanizmasının hâkim olması gençlerde adalet duygusunu zedeliyor. Emek vererek başarılı olamayacaklarını düşünen gençler, sistemin değişmeyeceğine inanarak umutsuzluğa kapılıyorlar.

Kültürel baskılar ve toplumsal beklentiler de gençlerin üzerinde büyük bir yük oluşturuyor. Özellikle geleneksel toplum yapısında gençler, ailelerinin ve çevrelerinin beklentilerini karşılamak zorunda hissediyorlar. Bu durum, gençlerin kendi hayallerini gerçekleştirmelerini zorlaştırıyor ve onları yabancı ülkelerde daha özgür hissedebilecekleri düşüncesine yönlendiriyor.

Siyasi İstikrarsızlık ve Gelecek Belirsizliği

Siyasi belirsizlik ve sürekli değişen politikalar, gençlerin geleceğe dair umutlarını zayıflatıyor. Hükümetlerin gençlere yönelik net ve sürdürülebilir politikalar geliştirememesi, eğitim ve iş olanaklarının sürekli değişkenlik göstermesi, gençlerin kendilerini güvende hissetmemelerine yol açıyor. Demokrasiye olan inancın azalması, ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve farklı düşüncelere tahammülsüzlük, gençleri kendi ülkesinde yabancı hissetmeye itiyor.

Umutsuzluğun Psikolojik Etkileri

Bu umutsuzluk ve mutsuzluk hali, gençlerin psikolojisi üzerinde derin izler bırakıyor. Anksiyete, depresyon, yalnızlık ve intihar düşünceleri giderek yaygınlaşıyor. Gençler, kendi ülkelerinde bir gelecek görememenin verdiği ağır duygusal yükü taşımakta zorlanıyorlar. Sosyal medya ise bu umutsuzluğu daha da körüklüyor; yurtdışında yaşayan yaşıtlarının daha iyi şartlarda yaşadığını gören gençler, kendilerini yetersiz ve başarısız hissediyorlar.

Çıkış Arayışı-Göç ve Gurbet Hayatı

Tüm bu etkenler, gençleri ülkeyi terk ederek yurtdışında kendilerine bir çıkış yolu aramaya yönlendiriyor. Ancak, gurbet hayatı da sanıldığı kadar kolay değil. Dil bariyerleri, kültürel uyumsuzluklar, yabancılaşma ve yalnızlık gibi sorunlarla karşı karşıya kalan gençler, kendi ülkelerinde bulamadıkları huzuru gurbet ellerde de bulamayabiliyorlar. Ancak yine de, gelecek kaygısından ve belirsizlikten uzak olma umudu, bu zorlukları göze almalarına neden oluyor.

Çözüm Önerileri ve Umut Işığı

Bu umutsuzluk tablosundan çıkışın mümkün olduğu inancını korumak gerekiyor. İlk olarak, gençlere umut aşılayacak politikaların hayata geçirilmesi şart. Eğitim sistemi, iş dünyasının ihtiyaçlarına uygun olarak yeniden yapılandırılmalı ve gençlerin niteliklerine uygun iş imkanları sunulmalı. Liyakat esaslı bir sistem oluşturularak gençlerin emeklerinin karşılığını alabileceklerine dair inançları güçlendirilmeli.

Ayrıca, sosyal adaletin sağlanması ve torpil mekanizmasının sona erdirilmesi, gençlerde adalet duygusunu yeniden inşa edecektir. Gençlerin kendi hayallerini gerçekleştirebilecekleri özgür ve demokratik bir ortam yaratmak, onların ülkelerine olan bağlılıklarını artıracaktır.

Psikolojik destek mekanizmalarının güçlendirilmesi ve gençlere yönelik sosyal projelerin artırılması da umutsuzluk ve mutsuzluğun azaltılmasında etkili olabilir. Gençlerin kendilerini ifade edebilecekleri, sosyal çevreler edinebilecekleri ve kendilerini geliştirebilecekleri ortamlar sağlanmalıdır.

“En büyük hırsız, insanların geleceğini çalandır. En kötü insansa bunlara seyirci kalandır.” Bu ifademiz, gençlerin geleceğini çalan ekonomik, sosyal ve siyasi etkenleri gözler önüne seriyor. Bu olumsuz tabloya seyirci kalmak yerine, gençlerin umutlarını yeniden canlandırmak ve onları ülkesine bağlı, mutlu ve üretken bireyler olarak topluma kazandırmak için harekete geçmek gerekiyor.

Gelecek, gençlerin ellerinde şekillenecek ve onları doğru yönlendirecek, destekleyecek bir toplum inşa etmek, ülkenin kaderini değiştirecek güce sahiptir.

Erol Kekeç/14.2.2025/Namazgah/İST

14 Şubat 2025 Cuma

Efendilerinin Bevlini Şifa Niyetiyle İçenler


Efendilerinin bevlini şifa niyetiyle içip huzura kavuşacağını sanırlar... Ne büyük bir yanılgıdır bu! Kendi ayakları üzerinde duramayıp başkalarının gölgesinde serinleyenler, kendi aklını kullanmak yerine başkalarının aklına bel bağlayanlar, kendi iradesini bir başkasına teslim edenler... Böyleleri, zayıflıklarını güç zanneder, köleliklerini özgürlük sanırlar. Onlar, içtikleri bu zehrin kendilerini kurtaracağını sanır, fakat aslında sadece yok oluşa kanat açarlar.

Bu söz, toplumların en büyük hastalığını işaret eder: Körü körüne biat etmek. Akıllarını kiraya veren, sorgulamayı unutmuş, düşünme tembelliğine kapılmış kitlelerin dramını anlatır. Öyle ki, bu kitleler efendilerine o kadar bağlıdır ki onların sözünden çıkmayı günah, itaat etmeyi ibadet sayar. Oysa hakikat, onların düşündüğünden çok daha acıdır. Çünkü bu teslimiyet, onları kurtuluşa değil, yavaş yavaş yok oluşa götürür.

Efendilerin Gölgesinde Yaşamak

Efendilerinin gölgesinde yaşamayı alışkanlık haline getirenler, asla kendi gölgelerini göremezler. Onlar, varlıklarını efendilerinin varlığına bağlar, onların kudretiyle ayakta kalır, onların sözleriyle düşünürler. Kendi fikirlerini üretmekten aciz oldukları için başkalarının fikirlerini benimser, kendi iradeleriyle hareket edemedikleri için başkalarının iradelerine teslim olurlar.

Bu durumun en tehlikeli yanı, bu zavallıların bunu bir erdem sanmasıdır. Kendi düşünceleri yoktur, çünkü düşünmek zahmetlidir. Sorgulamazlar, çünkü sorgulamak cesaret ister. Kolay olanı seçerler: İtaat etmek, biat etmek, sadakat göstermek... Bu kolaylığı huzur zannederler, oysa bu sadece köleliğin rahatlığıdır.

Bu kimseler, efendilerinin gücünü kutsallaştırır, onların sözlerini mutlak hakikat olarak kabul ederler. Her dediğini doğru, her yaptığını mükemmel görürler. Ne kadar yanıldıklarını fark edemezler çünkü gözleri kör, kulakları sağırdır. Sadece efendilerinin söylediklerini duyar, onların gösterdiklerini görürler. Gerçekleri görmektense, yalanların sıcak kucağında uyumayı tercih ederler.

İçilen Zehir ve Huzurun Aldatıcı Gölgesi

Efendilerinin bevlini şifa niyetiyle içmek... Ne tuhaf bir benzetme! Ama o kadar da anlamlı ki... Çünkü bu kimseler, efendilerinden gelen her şeyi şifa niyetiyle içerler: Sözlerini, emirlerini, yalanlarını, vaatlerini... Hepsini sorgusuz sualsiz kabul ederler. Onların düşünceleriyle beslenir, onların arzularıyla yönlenirler.

Bu besleniş, aslında bir zehirleniştir. Çünkü bu düşünceler onlara ait değildir, bu arzular onların değildir. Başkalarının aklıyla düşünenler, başkalarının iradesiyle hareket edenler nasıl huzur bulabilir ki? Başkalarının hayalleriyle avunanlar, kendi kâbuslarını yaşamaya mahkûmdur.

Bu kimseler, efendilerinin huzur vaatlerine inanır, onların gösterdiği sahte cennetlere kanar. Halbuki bu cennetler, sadece birer illüzyondur. Zehirlenmiş bir zihinle huzur bulunmaz. Çünkü bu zihinler, özgürlüğünü kaybetmiş, iradesini teslim etmiş, benliğini yitirmiştir.

Yok Oluşa Kanat Açmak

Efendilerine teslim olanlar, kendi varlıklarını inkâr edenlerdir. Onlar, yok oluşa kanat açar çünkü kendi benliklerinden vazgeçmişlerdir. Başkalarının düşünceleriyle var olmayı seçenler, kendi düşüncelerini öldürmüşlerdir. Kendi düşüncesi olmayanın da kendi varlığı olamaz. Onlar, yaşayan ölülerdir.

Bu yok oluş, sadece bireysel değildir; toplumsaldır da. Çünkü bu kimseler, sadece kendi benliklerini kaybetmekle kalmaz, toplumun da aklını köreltir, iradesini felç eder. Toplumlar, bireylerin toplamıdır. Bireyler düşünmüyorsa, toplum da düşünemez. Bireyler sorgulamıyorsa, toplum da sorgulamaz. Bireyler özgür değilse, toplum da özgür olamaz.

Efendiler ve Köleler-İki Taraflı Dram

Bu hikâyenin bir de diğer yüzü vardır: Efendiler. Onlar, güçlerini bu körü körüne biat edenlerden alır. Onların varlığı, bu itaat edenlerin varlığına bağlıdır. Eğer kimse onlara tapmazsa, güçlerini kaybederler. İşte bu yüzden, efendiler kölelerine muhtaçtır.

Onlar, kölelerini kandırmak için türlü yalanlar söyler, sahte vaatler verir. Onlara sahte cennetler gösterir, sahte düşmanlar yaratır. Çünkü korku olmadan itaat olmaz. Böylece köleler, hayali düşmanlardan korkarak efendilerine sığınır, onların korumasına ihtiyaç duyarlar. Halbuki asıl tehlike, bu efendilerin ta kendisidir.

Özgürlüğe Giden Yol

Peki, bu döngüyü kırmak mümkün müdür? Elbette mümkündür, fakat zordur. Çünkü bu zehri içenler, onun zehir olduğunu kabul etmez. Onlar, bunu şifa niyetiyle içmiş ve iyileşeceklerini sanmışlardır. Bu yanılgıyı yıkmak için önce hakikati görmeleri gerekir.

Hakikati görmek ise cesaret ister. Kendini kandırmanın rahatlığını terk etmek gerekir. Yalanların sıcak kucağından kalkıp, gerçeklerin soğuk yüzüne bakmak gerekir. Korkmadan, kaçmadan, saklanmadan... Çünkü özgürlük, ancak hakikati görebilenlerin hakkıdır.

Kendi Aklınla Düşün, Kendi İradenle Yaşa

Efendilerinin bevlini şifa niyetiyle içip huzura kavuşacağını sananlar, yok oluşa kanat açarlar. Çünkü bu teslimiyet, kendi benliğini yok saymaktır. Bu itaat, kendi iradeni öldürmektir. Kendi aklını kullanmayan, başkalarının kölesi olur.

O halde, kendi aklınla düşün! Kendi iradenle yaşa! Başkalarının gölgesinde serinlemek yerine, kendi ışığınla aydınlan. Çünkü özgürlük, ancak kendi gölgesinden korkmayanların hakkıdır.

Unutma: “Efendilerinin bevlini şifa niyetiyle içenler, ancak yok oluşa kanat açarlar.”

Sen, yok oluşa değil; hakikate kanat aç!

Erol Kekeç/13.02.2025/Sancaktepe/İST


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!