Bu Blogda Ara

28 Aralık 2024 Cumartesi

Emeklilerin Sessiz Çığlığı Onurlu Yaşama Hakkı

 


Her sabah sokak aralarında ağır adımlarla yürüyen, kimi zaman ellerinde bir çuval, kimi zaman bir bastonla hayata tutunmaya çalışan emeklilerimiz… Bizim toplumsal değerimizin sessiz taşıyıcıları, yılların yorgunluğunu omuzlarında taşıyorlar. Ancak onların bu hak edilmiş dinlenme dönemleri, ne yazık ki pek çokları için onurlu bir yaşam yerine mücadele dolu bir hayatta kalma savaşı haline dönüşmüş durumda.

Bugün 9 milyon emekli, asgari ücretin bile altında bir gelirle yaşamaya çalışıyor. “12.500 TL ile geçinilir mi?” sorusu sadece bir cümle değil, aynı zamanda vicdanlarımızı sorgulatan derin bir yara. Günde bir öğün yeter mi, faturalar nasıl ödenir, ilaçlar alınabilir mi? Bu sorular onlar için günlük hayatın ayrılmaz bir parçası.

Emin olun, çöpleri karıştırarak yaşamını sürdürmeye çalışan 75 yaşında bir birey görmek sadece bir trajedi değil; bu, toplumsal bir yüzleşme gerekliliğinin kanıtıdır. Üstelik biz gençler, hayatın dinamizmi ve sağlıklı bir bedene sahip olmanın ayrıcalığına rağmen, onların yaşam şartlarını düşündükçe kendimizi sorgulamak zorunda kalıyoruz. Eğer bir gün onlar gibi olacaksak, bu günün adaletsizliği geleceğin garantisini nasıl sağlayabilir?

İnsanlık Ölçüsü-Emeklilerin Yaşam Kalitesi

Bir toplumun insanlık ölçüsü, yaşlılarına ve emeklilerine nasıl muamele ettiğinde saklıdır. Yıllarca çalışmış, alın teriyle ülkesine katkıda bulunmuş bireyler, bir kenara atılmamalıdır. Onların bu hayatta sadece hayatta kalma mücadelesi vermemesi, aynı zamanda onurlu bir şekilde yaşaması gerekir.

Bir zamanlar üreten, öğreten, koruyan, var eden insanlar şimdi sessiz ve görünmez kılınmak isteniyor. Çocuklar büyüten, nesiller yetiştiren eller artık kendi ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyorsa, bu toplum olarak nereye yanlış gittiğimizi sorgulamamız gerektiğinin açık bir göstergesidir.

Sadece Ekonomik Değil, Sosyal Bir Mesuliyet

Sorun, sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal bir mesuliyet taşır. Emeklilik maaşlarının yetersizliği kadar, toplumun geri kalanının onlara nasıl baktığı da meselenin bir parçasıdır. Bugün kaçımız apartmandaki yaşlı komşusunun halini merak ediyor? Kaçımız onun yalnız bir yaşam sürdüğünü fark edip yardımcı olmaya çalışıyor?

Yaşlılarımızın ömrü boyunca ürettiği değer, yaşamlarının bu döneminde ödenemeyecek kadar büyük bir borçtur. Onların çöp karıştırmamak, soğukta titrememek ve ilaçlarını alabilmek için sistemle cebelleşmek yerine, dinlenme ve huzur içinde yaşamaya hakları vardır.

Adalet Çağrısı

Toplum ve devlet, her bireyi eşit ölçüde kucaklayabilen bir yapı kurmakla sorumludur. Emeklilerimizin maaşları asgari bir insan onuru seviyesine çıkarılmalı ve tüm sağlık hizmetleri erişilebilir olmalıdır. İlaç almak lüks olmamalı, kalorifer yanacak mı sorusu güncel bir kabus olmaktan çıkmalıdır.

Bunlar, dev bir bütçe meselesinden ziyade bir vicdan, bir öncelik meselesidir. Devletin imkanlarının doğru yönlendirilmesi ve sosyal adaletin sağlanmasıyla milyonlarca emeklimiz daha iyi bir yaşam standardına kavuşabilir.

Sessiz Çığlıkları Duyalım

Bu bir çağrıdır. Emeklilerin haysiyetli bir yaşam sürmesini sağlamak, yalnızca bir ekonomik reform değil; toplumsal bir barış ve güven ortamı inşa etmektir. Çöplerden yiyecek toplayan bir emekliye tanıklık etmek, bir an durup düşünmemizi sağlar: Eğer bugün buna razı geliyorsak, yarın kimlere razı geleceğiz?

Bu hikaye, sadece bir kişinin değil, milyonların ortak kaderidir. Daha gençler için bu, korkutucu bir geleceğin gölgesini hissettirmekte; yaşlılarımız için ise artık bir umut çığlığıdır.

Unutmayalım ki hepimiz bir gün yaşlanacağız. Bugün vicdanlarımızı besler ve emeklilerimize hakkını teslim edersek, yarının daha adil bir dünya olacağına inanabiliriz. Onlar bizden bir şey değil; haklarını istiyorlar. İnsanlık için küçük, fakat adalet için büyük bir adım.

Erol Kekeç/27.12.2024/Namazgah/İST

27 Aralık 2024 Cuma

Stalin'in Tavuğuna Dönen Hayatların Analizi

 


"Kölelere Asla Özgür Olacakları Kadar Ödeme Yapmazlar": Türkiye'de Asgari Ücretle Hayat Mücadelesi

1. Kölelik ve Özgürlük

Charles Bukowski’nin bu sözü, sadece bir ekonomik sistemi eleştirmekle kalmıyor; aynı zamanda bir yaşam felsefesini, insanın özgürlük arayışını ve modern çağın görünmez zincirlerini de gözler önüne seriyor. Kölelik kavramı, geçmişte fiziksel baskıya ve zorlamaya dayanıyordu. Ancak günümüzde bu kavram, ekonomik sömürü ve sistematik bağımlılık üzerinden şekilleniyor. İnsanlar, hayatta kalmak için sadece geçinebilecekleri kadar bir gelirle yaşamaya mahkûm ediliyorlar.

Bu sistemin temelinde yatan mantık açık: İnsanlar hayatta kalacak kadar kazandığında, özgürlüklerini sorgulayacak, kendilerine yeni bir yaşam inşa edecek zamanı ve enerjiyi bulamıyorlar. Peki, Türkiye’de asgari ücretle geçinen bir birey bu sözün neresinde duruyor?

2. Asgari Ücret ve Hayat Pahalılığı-Bir Geçim Savaşı

Türkiye'de asgari ücret, sürekli artan enflasyon ve hayat pahalılığı karşısında bir türlü nefes aldırmıyor. 2024 yılında açıklanan 22.104 TL asgari ücret, yüzeyde bir iyileşme gibi görünse de temel tüketim maddelerinin fiyatlarına bakıldığında gerçekler bambaşka.

Kira: Büyük şehirlerde, özellikle İstanbul gibi metropollerde kira fiyatları ortalama 20.000 TL'ye ulaşmış durumda. Bu, bir asgari ücretlinin maaşının neredeyse tamamına denk geliyor.

Gıda: Market alışverişi artık bir lüks hâline geldi. Temel gıda ürünleri için bir ailenin aylık harcaması 20.000 TL'yi buluyor.

Faturalar ve Ulaşım: Elektrik, su, doğalgaz ve ulaşım masrafları da eklendiğinde, gelir-gider dengesi bir asgari ücretli için imkânsız bir hâle geliyor.

Gerçek Bir Hayattan Örnek

Ahmet Bey, İstanbul’da yaşayan üç çocuklu bir asgari ücretli. Ailesini geçindirebilmek için iki işte birden çalışıyor. Gündüz bir fabrikada montaj işçisi, gece ise bir otelde temizlik görevlisi. Ancak kazandığı para, ne çocuklarının okul masraflarını karşılamaya ne de evin ihtiyaçlarını gidermeye yetiyor.

“Bazen çocuklarıma süt alacak param olmuyor. Kendi boğazımdan kesip onların önüne koyuyorum. Ama yine de yetmiyor. Bir hafta çalışmayı bırakıp hastalansam, borç batağına düşerim,” diyor Ahmet Bey.

Bu durumda Ahmet Bey ve onun gibi milyonlarca insan için çalışmak, bir yaşam mücadelesi olmaktan çıkıp hayatta kalmanın bir zorunluluğu hâline geliyor.

3. Sistemin Döngüsü-Çalışanların Çıkmazı

Sistem, insanları borç ve tüketim döngüsüne mahkûm ediyor. Asgari ücretle geçinen biri, genelde şu döngüyle karşı karşıya kalıyor:

Maaş yatar yatmaz faturalar ve kiralar ödeniyor.

Geriye kalan para gıda ve temel ihtiyaçlar için harcanıyor.

Para yetmediği için kredi kartına yükleniliyor.

Bir sonraki maaş, borçları kapatmak için kullanılıyor.

Bu döngü, sadece ekonomik değil, aynı zamanda psikolojik bir baskı yaratıyor. Geleceğini planlayamayan, ailesine yeterince vakit ayıramayan bireyler, depresyon, kaygı ve tükenmişlik sendromuyla mücadele ediyor.

Bir Başka Gerçek Örnek

Zeynep Hanım, 25 yaşında bir sağlık çalışanı. Maaşı asgari ücretin biraz üzerinde olsa da, ailesine destek olmak için ekstra işler yapıyor. “Kardeşim üniversitede okuyor, babam emekli maaşıyla ancak ilaçlarını alabiliyor. Kendi ihtiyaçlarımı karşılamayı geçtim, ailemin ihtiyaçlarını düşünmeden hareket edemiyorum. Bazen geleceğe dair hayal kurmayı bile lüks buluyorum,” diyor.

4. Toplumsal Adalet ve Eşitsizlik-Çıkış Yolu Var mı?

Türkiye’de gelir dağılımındaki adaletsizlik, bu hikâyeleri sadece bireysel bir trajedi olmaktan çıkarıp toplumsal bir krize dönüştürüyor. En zengin %10’un ülke servetinin yarısından fazlasına sahip olduğu bir ortamda, asgari ücretle geçinen bireyler her geçen gün daha da yoksullaşıyor.

Ancak bu döngüyü kırmak mümkün. İşte bazı öneriler:

1. Eğitim ve İstihdam: Kaliteli ve erişilebilir eğitim, bireylerin daha yüksek gelirli işlere ulaşmasını sağlayabilir.

2. Gelir Adaleti: Vergi sisteminin daha adil bir şekilde düzenlenmesi ve yüksek gelir gruplarından daha fazla vergi alınması gerekiyor.

3. Sosyal Yardımlar: Devlet desteklerinin artırılması ve ihtiyaç sahibi bireylerin yaşam kalitesinin yükseltilmesi şart.

Bir Umut Hikâyesi

Gül Hanım, yıllarca asgari ücretle çalıştıktan sonra, bir kadın kooperatifine katılmış. Burada ürettikleri ürünleri satarak kendi işini kurmuş. Şimdi hem kendi hayatını hem de diğer kadınların hayatını iyileştiren bir girişimci. “Başlarda çok zordu ama artık emeğimin karşılığını alıyorum. Hayatta her şeyin değişebileceğine inanıyorum,” diyor.

Bukowski’nin sözleri, sadece bir ekonomik eleştiri değil, aynı zamanda bir toplumsal gerçekliğin yansımasıdır. Türkiye'de asgari ücretle yaşayan milyonlarca insan, bir kölelik düzenine mahkûm edilmiş gibi görünüyor. Ancak bu karanlık tabloya rağmen, bireylerin dayanışma ve mücadele ile bu zincirleri kırabileceğine dair umut ışığı her zaman var. Özgürlük, sadece ekonomik bağımsızlıkla değil, aynı zamanda toplumsal dayanışma ve adaletle de mümkün olacaktır.

Bahadır Hataylı/25.12.2024/Sancaktepe/İST

Yönetim ve Millet İlişkisi


Urfa'da bir köylü Ağa'nın sürüsüne 100 toklu katıp Sezonluk emanet ediyor.
Aradan bir altı ay geçiyor tabii.
Köylü bir kova yoğurdu hediye etmek için alıp ağanın Ziyaretine varıyor.
Daha selam vermeden;
-Ağam bizim toklular ne alemde diyor.
Ağa;
-Valla uçurumdan atladı Baş toklu peşinden atladı beş toklu.
-Yağmur yağdı şimşek çaktı Doksan toklunun ödü patladı.
-Birini verdik kasaba onu katma hesaba.
-Birini verdik Çoban'a ne sana verir ne bana.
-Birini kurt yedi, birini (kendini gösteriyor) Kürt yedi.
Adam kızıyor tabii, yoğurt kovasını alıp ağanın başından aşağı döküyor.
Ağa elini yüzüne sürüp;
-Yarabbi çok şükür Yüzümüzün akı ile Tokluluların da hesabını verdik demiş.

Bir köylü ile Ağa arasında geçen, basit bir köy anekdotu gibi görünen bu fıkra, aslında toplumdaki iktidar ilişkilerinin derin bir yansımasını sunmaktadır. Yönetimlerin toplumlardan aldıklarını kullanma ve aklama biçimlerine dair bir metafor oluşturan bu hikâye üzerinden, yönetim ve millet arasındaki ilişkiyi tüm toplumsal birimler ve sistemler üzerinden ele alalım...

Fıkranın Özü-Güven, Manipülasyon ve Hesap Verme

Urfa’daki köylü, Ağa’ya sürüsündeki 100 tokluyu emanet eder. Ancak 6 ay sonra köylü, tokluların akıbetini öğrenmeye gittiğinde, Ağa çeşitli gerekçeler ve hikâyelerle sürüdeki kayıpları doğal göstermeye çalışır. Sonunda da yüzüne dökülen yoğurdu bir onur nişanı gibi yorumlar ve “Yüzümüzün akıyla hesabı verdik” diyerek, olan biteni bir başarı gibi sunar.

Bu fıkra, şunları ima eder:

  1. Sorumluluğun Devrinde Güven: Millet, emanet ettiği değerlerin (kaynaklar, haklar, vergiler, emeği) iyi bir şekilde korunacağını varsayar. Ancak Ağa, bu güvenin istismarını temsil eder.

  2. Manipülasyon ve Hikâye Üretimi: Gerçek sorumlulukları yerine getiremeyen yönetimlerin, kayıplarını örtmek veya meşru göstermek için çeşitli bahaneler ve hikâyeler üretmesine benzer.

  3. Hesap Verme Kültürünün Yetersizliği: En sonunda, yüzüne dökülen yoğurt gibi bir durumu dahi avantaja çevirebilme çabası, hesap verme anlayışının eksikliğine işaret eder.

Bu noktaları, modern yönetim anlayışı ve toplumsal yaşamın tüm katmanlarını ele alarak değerlendirelim.

1. Yönetim ve Millet-Toplumsal Güvenin Dinamiği

Yönetim sistemlerinin varlığı, halkın gücünü devredip kendi yerine işler kılması ile anlam kazanır. Burada temel mesele, güven ilişkisinin nasıl kurulduğudur. Ancak tarih boyunca birçok yönetim:

  • Gücü tekelleştirmiş,

  • Kaynakları keyfi şekilde harcamış,

  • Halkın temel ihtiyaçlarını göz ardı ederek savurganlık göstermiştir.

Bu tür davranışlar, halkın refahı için kurulan sistemlerin, yönetimlerin kendi iktidarlarının sürdürülmesi için araçsallaştığını göstermektedir. Ağa’nın sürü üzerindeki tavrı, yöneticilerin toplumdan aldıkları kaynaklara karşı sergiledikleri “Bu benim hakkım” anlayışını temsil eder.

Soru: Bir yönetim sistemi, halktan aldığı vergileri nasıl kullanıyor? Bunun hesabı şeffaf bir şekilde millete verilebiliyor mu, yoksa üstü örtülmeye çalışılan bir hikâye mi yaratılıyor?

2. Savurganlık ve Kaynak Yönetimi

Fıkrada, Ağa 100 toklunun akıbetini anlatırken birbiriyle ilgisiz bahaneler sunar:

  • Doğal afet (şimşek, yağmur),

  • İnsan hataları (çobanın hırsızlığı, kasap için verilenler),

  • Hayvanların doğal ölüm süreçleri (uçurumdan düşme, korkudan ölme),

  • Ve en nihayetinde “kendi çıkarını koruma” (birini Kürt’ün yemesi).

Bu, aslında kaynakların harcanışına yönelik kamuoyunda oluşturulan kafa karışıklığına benzetilebilir:

  • Doğal felaketler, ekonomik krizler bahanesiyle savurganlıkların aklanması,

  • Bürokrasinin hantallığından doğan israf,

  • Bazı bireylerin veya grupların kişisel menfaatlerini toplumun çıkarlarından üstün tutması.

Modern sistemlerde devlet, bireyden çok daha büyük bir sermaye ve kaynak yönetimi gücüne haizdir. Ancak bu gücün suistimali, hem maddi hem de manevi kayıplar yaratır.

Soru: Toplum, yönetimlerin savurganlıklarını nasıl sorgulamalı? Kayıpların hangi kısmı gerçekten kaçınılmaz, hangisi manipülasyonla meşru kılınıyor?

3. Manipülasyon ve Halkın Algı Yönetimi

Fıkranın doruk noktasında, Ağa kendine dökülen yoğurtla yüzünü silerken “Yüzümüzün akıyla hesabı verdik” der. Bu, yöneticilerin, hesap verme gerekliliğini bir başarı gibi göstermesine benzer. Gerçekte yaşananlar, her ne kadar hesap verememeyi kanıtlasa da halkın algısının yönetilmesiyle bu durum bir erdem gibi sunulabilir.

Tarihsel Örnekler:

  1. Krallar ve Mutlakiyet Dönemleri: Kralın “Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi” olduğu inancı, onun hatalarını örtmede etkili bir argüman oldu.

  2. Modern Politik Manipülasyonlar: Demokratik rejimlerde dahi propaganda teknikleri, medya kontrolü ve bilgi asimetrisi yoluyla benzer bir algı yönetimi sürdürülmektedir.

Soru: Halk, algı yönetimini nasıl fark edebilir? Gerçek hesap verme mekanizmaları nasıl oluşturulmalıdır?

4. Toplumsal Yaşamın Bütünsel Birimleri

Bir toplumun bütünsel sağlığı, sadece yönetimlerin değil, bireylerin, toplulukların ve kurumların da adil ve hesap verebilir şekilde davranmasına bağlıdır. Fıkradaki diğer unsurları toplumsal birimler olarak ele alırsak:

  • Toklular: Halkın bir bölümünü temsil eder. Çoğu kez sessiz ve edilgen bir şekilde sürece dahil edilir.

  • Köylü: Hakkını sorgulayan bilinçli bir vatandaşı temsil eder.

  • Çoban: Gücünü kötüye kullanma potansiyeli taşıyan aracı kurum veya bireylerdir.

  • Ağa: İktidarın odağıdır; hem yönlendirici hem de manipülatördür.

Bu birimler arasında sağlıklı bir işleyiş kurulmadığında, toplumun genel işleyişinde aksaklıklar ortaya çıkar.

Soru: Yönetim, kurumlar ve bireyler arasında karşılıklı denetim nasıl sağlanabilir? Tüm tarafların sorumluluklarını yerine getirdiği bir toplumu nasıl inşa edebiliriz?

Yönetim ile Milletin Hesaplaşması

Fıkra, basit gibi görünmekle birlikte, toplumsal yapıya dair önemli sorular sormamızı sağlıyor. Yönetimler:

  • Toplumun emanetini nasıl koruyacak?

  • Kaynakları savurmadan adaletli bir şekilde nasıl kullanacak?

  • Hesap verme mekanizmasını meşru ve şeffaf şekilde nasıl kuracak?

Aynı şekilde halk da sorgulayıcı bir bilinç geliştirmeli; manipülasyonları fark edip gerçek hesap verme kültürünün yerleşmesini sağlamalıdır. Ağa’nın yüzüne yoğurdu döken köylü, belki de bu hesaplaşma sürecinde olması gereken ilk adımdır: Hak aramak, hesabı sormak ve göz boyamalara kanmamak.

Son Söz: İster Ağa olun, ister köylü, herkesin bu dünyadaki sorumluluğu adalet terazisinde sınanacaktır. Yüz akı, yalnızca hakka uygun davrananların sahip olacağı bir erdemdir.

Bahadır Hataylı/27.12.2024/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!