Bu Blogda Ara

15 Temmuz 2023 Cumartesi

ZULMÜN TAŞIYICILARI DEĞİŞMİYOR!


Zulüm her dönemde, ideolojik saplantı ve dini bağnazlıkların katkılarıyla devam etmiştir. Bu sömürü yolu tercihlere göre değiştirilmiş ya da aynen ilerlemiştir
. Geçmiş yıllarda Üniversitede okurken, Stalin’in 40 milyon insanı katlettiğini ve insanlık için büyük bir zalim ve despot olduğunu söylediğimizde, sol cenahtan arkadaşların itirazları ve savunma refleksleri hemen harekete geçerdi. Oysa şunu söyleyebilirlerdi, bu zalimliği kim yapmışsa biz bu zalimleri ve ortaya koydukları acıları silerek insanlara aydınlık yarınlar bırakmalıyız. Ancak bunu diyemediler hemen Stalin’in 40 milyon değil 25 milyon insanı katlettiğini ve kendi ideolojisini egemen kılmak için onların da gerekli olduğunu anlatmaya kalkarlardı. Ben bu arkadaşlara çok üzülürdüm, nasıl olur da özgürlük, insan, ahlak, yaşama hakkı ve toplumların kendi kaderini tayin etme gibi yüce değerlerden bahsedip böylesi bir karanlıkta dolaşmalarını anlayamazdım. Ama ne yazık ki ideolojik körlük insanı hem kör hem sağır ediyormuş bunu öğrenmiştim.

Dini bağnazlıklar da bu ideolojilerden farlı değil, hatta şiddete meyil etme açısından ideolojilerden daha etkilidir. İdeolojiler kahramanlık destanları ile taraftarını büyülerken dinler şehitlik ve öbür tarafta daha güzel bir hayat onları beklediğini söyleyerek bir an evvel insanların ölüme yelken açmalarını sağlarlar. Yine aynı dönemde Üniversitede doğudan bazı arkadaşlar vardı, Hizbullah denen gruba yakınlardı, grupsal aidiyet kimlikleri, bireysel özgür ifade ortaya koymasından daha öncelikli gelirdi. Özellikle Diyarbakır ve Batman gibi ilerimizde ölümlü vakalar yaşanıyordu, hatta aynı inanca sahip olanlar egemenlik kurmak için birbirlerini öldürebiliyorlardı. Böylesi acıların yaşandığı ortamda, eğer bu insanlar Müslüman ise neden Müslüman olduğunu söyleyen birini öldürür…Haksız yere bir insanı öldürmek Allah’ın ve meleklerin lanetine uğramaktır. Bunun hiçbir meşru gerekçesi olamaz, bir canı öldürmek için gelmedi din, ölüme mahkûm edilenleri hayata kavuşturmak için geldi…Diri diri toprağa gömülen kız çocuklarını ölümden kurtarması da bunun açık göstergesidir dediğimde, hayır sen yanlış biliyorsun din öyle değil, ululemre itaat farzdır. O bölgede bir cihat hareketi başlamıştır, bu kararı veren lider vardır, bu lidere biat etmeyen etrafta konuşan kim olursa fitnecidir ve katli vaciptir. Hatta bunları öldürdüğünde sevap kazanırsın, fitnenin ortadan kalması için çalışıyorsun diye cevaplar almıştım. İnanın bu söylenenler karşısında küçük dilimi yutmuştum.

Bu zavallı beyinlere böylesi bir anlayış din ve Allah’a yakın olmak adına yerleştirilmişti. Bunları sömürmek ve kendine bağımlı kılarak Stalin’in tavuğu yapmak için, efendiler tebasını böyle kuşatmıştı…Onların anlama yorumlama muhakeme idrak mekanizmalarını işgal ederseniz, o kafalar sadece geleni olduğu gibi alıp sorgulamadan nasıl uygularız diye bir canavara dönüşüyorlar. Din, Vahyi bilmeyen akledemeyen idrak yoksunu bilinç karanlığı ve akıl tutulması yaşayanların hayatına egemen olmak için gelirse, bunlar dine egemen olur ve dini, canavarlıklarını meşrulaştırmak için bir tatmin aracı haline getirirler.

Ne yazık ki tarihin her döneminde dinler böylesi bir zulüm aracı olarak hep kullanılmıştır. Orta çağ Avrupa’sında, Katolik algı bunu aynen yapmış, hatta Marks’ın deyimiyle üretim araçlarına sahip olan burjuvanın sömürdüğü ve köle olarak kullandığı proleter insanların bu acılarını unutturmak için hahamlardan papazlardan yardım alarak halkı uyuttuğu bir gerçektir. Çünkü halk kendilerine acı veren baskı zulüm ve sindirme operasyonlarının altında inim inim inlerken, kiliselerde onlara anlatılan vaizlerle, öbür dünyada rahat edecekleri oranın buradan daha iyi olduğu anlatıldı ve o insanlar acılarını dinsel uyuşturucularla kısmen hafiflettiler bu acıları sinelerine atarak rahatladıklarını sananlar, dinsel otoritelerin bir kullanım ve etkileme aracı haline geldiler. Burjuvayı eleştiren ve onların sömürü çarklarını yok etmek isteyenlerin karşısına dikilerek, işleyen bir sistem var buna karşı olursanız devlete karşı gelirsiniz, devleti karşınıza aldığınızda Tanrı size kızar, tanrının kızdığı insanlar gazabı hak ederler burada cezalandırılır, öldükten sonra da cehennemde yanarlar şeklinde aforoz teknikleriyle, itiraz edenleri yok etme operasyonları başlattılar. Burada devlet mekanizmasının korumaya aldığı burjuvanın zulmü devlet adına kilise tarafından meşrulaştırılarak, itiraz edenlerin canlarının ve mallarının talan edilmesinin helal olduğu fetvaları yayıldı. Yani anlayacağınız zulüm, din burjuva ve devlet üçlüsü eliyle tarihin her döneminde kendisini korumayı başarmış ve kendine kayıtsız şartsız uyacak tebasını yaratmıştır.

Zulmün en tehlikelisi, yaptığı zulmü dini bir kılıfa büründürme gerekçesi oluşturanıdır. Din ve mezhep savaşlarında akan kan, hiçbir dönemde akmamıştır. Abdullah bin Zübeyir’in Mekke’de halifeliğini ilan etmesiyle, Emevilerin tehlikeye girdiği bir dönemde, Haccac’ın hangi gerekçe ile Mekke’yi istila ederek orada yaşayan insanların namusları ve canlarını talan edilmesi dini bir gerekçe uydurularak yapılmıştır. Zulmünüzü dinle ifade edip buna sahip çıkan bir kitle oluşturduğunuz zaman, bu zulümlerin devamının tescili, zulme uğrayan halka yaptırılır. Üstelik kendilerinin kurtuluşunun ancak bu ellerle gerçekleşeceği anlatılarak.

Özellikle İslam dünyası diye bilinen topraklardaki zulümlerin hepsi, dini bir kabuğa bürünmüştür. O kabuk olmasa zulmün çatırdadığına şahit olursunuz ancak o kabuk sürekli olarak kalınlaştırılmaktadır. Bu kabukların kırılması ve onu insanların anlaması da o kadar zorlaşmaktadır.

Müslüman olmak demek, bir gruba ait olup ona aidiyet kimliği ile göbekten bağlanıp göbekten beslenmek değildir. Çünkü İslam, bir tercihtir. Bilinçli ve özgür irade ile yapılan bir seçimdir. Oysa zulümlerini devam ettirecek olanların zulümlerine giydirdikleri dini kimlik ait olmaya dayanan bir kimliktir. Ondan dolayı da bu kimlikle anılan Müslümanım diyenlerin tamamı, İslam’ı ortadan kaldırma ve zalimlerin zulmünü devam ettirme aparatı olarak vardırlar. Müslüman bir duruş sahibi olmak zorundadır, bu duruş Tevhidi bir duruştur. Tevhidi duruşta Allah’tan başkasının kullandığı güç hiçbir zaman eleştirilemez değildir. Yanlış olduğu anda duman edilir. Dolayısıyla Müslümanın bir gruba düşünceye katılımı ile, duruşu olmayan aidiyetleri ile var olanların katlanması aynı şey değildir. Bugün Müslümanım diyenler de artık katlanma serüveninin ortağı olmaya kararlı görünüyorlar. Ondan dolayı da zulüm katlanarak devam ediyor. Hakkın ve adaletin şahidi olmayı beceremeyen ve öyle bir derdi ve endişesi olmayanların, zulmün bir aparatı haline gelerek, tevhidi duruş ortaya koyanları ikna çabası başlamışsa, orada zulüm toplumsal genleri kuşatmış demektir. Toplumsal genlerin ve dokunun zulme din adına katlandığı toplumlarda, halk kendi sömürüsünün tescilini kendisi yapar ancak bunun farkına varması öyle kolay olmaz.

Din adına sömürenlerine doğum günü partileri yapanlar ve onlara iyilik temennilerinde bulunanlar, sömürünün kaynağından daha tehlikelidirler. Çünkü bir zulüm, sömürü, onu alkışlayanların ve ne pahasına olursa olsun buna katlanmak zorundayız diyenlerin bu eylemleri ve düşüncesi sayesinde ömür sürer. Sömürü çarkının işlemesine katkı sunan din ve o dine inananların yapacağı her eylem ve davranış piyasa da sömürüye kar elde ettirirken, özgür kulların varlığını ortadan kaldırmaya bir adaydır.

Hakikaten dindar ve bir fikir sahibi olup idealleri olan herkese çağrım, sömürenlerin sömürülerine alet olmayın ve sizi bir manivela gibi kullanıp işine yaradığınız oranda size bir kıymet verdiklerini bilerek hareket edin. Böyle bir anlayışın ve sömürünün son bulması ve zulmün kendi kendisini imha etmesinin yolu, sömürülenlerin sömürenlerin isteklerini onaylamamaları ve sömürü mukavelesine imza atmamalarıdır. Bunu gerçekleştirecek yürekler var olduğu zaman, hayat anlam bulur ve yaşam yeniden başlar; öyle olmadığı zaman da inleyerek stres ve acılarla öleceğimiz günü beklemek zorunda kalırız.

Her şeye rağmen yaşamak güzeldir diyerek ayağa kalkan ve inandığı idealler uğruna mücadeleden kaçınmayanlara selam olsun…Selam saygı muhabbet ve iyilik dileklerimle kalın sağlıcakla…

Erol KEKEÇ/14.07.2023/15.07/Namazgah-İST

11 Temmuz 2023 Salı

ACILARLA BÜYÜDÜM ÇELİKTEN SERTTİR SÖZLERİM!

Kemale ermeden kelam etmeyi zilletten sayan bir kardeşiniz olarak, elimdeki kalemi kullanmaya titizlikle özen gösteren biriyim…Kaleme ve yazıklarına yemin olsun ki diye Rahmanın üzerine yemin ettiği kalem olabilmem için her zaman adaletin sütunu olmaktır amacım…

Tekrarlanan yanlışları hata olarak görmeyen, onları bir tercih olarak algılayan yürek ikliminde oksijen alarak yaşamımı sürdürmekteyim.

İnsanları aldatan ve onların huzursuzluklarından mutlu olmayan, insanlığını çıkarlarına satacak kadar çukura düşmeyecek erdemli bir insanım…İnsanım diyorum, yaratık olmadığımı herkese deklare ediyorum.

Hayatım para kazanmakla geçmedi, ben bir ışık olarak karanlık bir dünya da her ortama bir kıvılcım olma sevdası ve aşkıyla yaşayan biriyim…

Gök kubbe altında Yaratandan başka kimsenin beklentilerini karşılamayacak bir vakar taşımaya çabalıyorum, günahkâr bir kul olabilirim fert olarak, ancak kendi günahlarımın kurbanı olarak kimseyi görmek istemeyecek kadar da onurlu ve merhametli yaşamaktır çabalarım…

İnsanların zaaflarından duygusallıklarından kendime dünyada fildişi kule kurmak olmadı hedefim ve asla olmayacakta bunu bana idrak ettiren Rabbime hamdederek yaşamak en büyük idealim…

Aşırılıkların tanımını doğru yapmaya çalışırken, kolu kırıp çaktırmadan yen içinde acı çektiren bir vicdani yaklaşıma asla sahip olmadım ve olamam…Necis neredeyse kendi nefsimden başlayarak temizlenmesi en büyük şiarım…

Yalan dolan kandırma ve yamukluk, kıyıma kenarıma uğramasın diye hep öğüt adı altında şeytani denklemlerle mücadele ederken beni düşündüğünü söyleyenlerin bu söylemlerinden en az şeytan kadar nefret ettim…Beni düşündüğünü söyleyen her kim varsa, onların en acılı voyvoda kazıklarının sineme açtığı yaraları sarmakla geçti ömrüm…

Gecenin sesiz sakinliğinde benden çok benim dışımdaki canlıların huzuru ve mutluluğu için zihnimi kalbimi ve bedenimi yorduğumda bunların vermiş olduğu hazzı, hiçbir şeyden almadım…

Masa başında oturarak birilerine laf yetiştirme derdinde olan, sosyal medya manyağı değilim, söyleyeceklerimi ve yapacaklarımı yapmadan rabbim canımı alırsa sorumluluklarımın hesabını vermeme endişesiyle her anımı yolda sokakta yatakta, otobüste hep bir sorumluluk aşkıyla yaşayan korkusuz bir faniyim…Dün yoktum yarın yine olmayacağım ancak beni var edenin var etme gerekçesine uygun yaşarsam var olacağıma canı gönülden inanan biriyim; ondan tüm çırpınışlarım…

Var olmak istiyorum, burada asli şahitliğimi yaptığımda bir anlamım olacağını biliyorum, ondandır işte tüm anlamsızlıklarla savaşım…Aldatılmayı ve aldatanlara fırsat tanıyıp yakınmayı değil, önlem almak ve aldatanların zihninde bu cinliklerin oluşmaması için çabalarım ki, onların da doğru olana yönelmesi isteğim…

Rahmandan başka memnun edeceğim olmadığını biliyorum; onun memnun olduğunu Allah yarattıklarına bırakmayacağından o kadar emin ve mutmainim ki, bu huzuru dünyayı bana bağışlayanların veremeyeceğini, en içten kalbi duygularımla anlatayım…Ondan dolayı; adaletsizliklere, çirkefliklere, fuhşiyyata, yamukluğa, aldatmaya aldatılmaya, ikiyüzlülüğe,manipülasyonlara,değerler kullanılarak aldatılmaya tahammülüm olmadığından verilen ömrümü anlamlı yaşayarak buradan gitme derdindeyim…

Yeryüzünde Halife olarak yaratıldıysam bu görevimin itibarını koruyarak asil bir duruşla yaşamaktır derdim…İdeolojik boşlukların kurbanı olanlar, mitolojik dini masallarla büyüyenler, taraftarlık hayatlarının vazgeçilmezi olanlar benim derdimden bir şey anlamazlar…Ondandır anlayacak ve anlayacağım insanlarla karşılaşmaktır dualarım…

Uyutan bir dinin hiçbir yerinde ismim adresim  yok benim…”Ey nebi kalk ve uyar sen yüce bir ahlak üzerindesin” diyen Rabbin kuluyum ve o kararlılığı yerine getiren bir elçinin takipçisiyim…Onun nasıl yaşadığını bilen ve o acıların verdiği ağrıları bir rahmet gibi yaşayan  elçinin takipçisi olarak, gideni az olan ve kimsenin gitmek istemediği bir yolda yürüdüğümün farkındayım…Rahmet dilediğim  babam derdi ki,oğlum,Allah’ın vahyi şu an bir kor ateş gibi ona yaklaşanları yakıyor, uzaklaşanlar karanlık yola sapıyor, ne mutlu o koru her şeye rağmen alıp yol gidenlere, sana tavsiyem öyle bir yolun olsun… Öyle gittiğin sürece  tüm haklarım sana helal olsun ve hayatta kimseye dayanmadan, sadece Allah’a  dayanarak yürümeni vasiyet ediyorum…Küçük kardeşlerin var onları koru sen çok merhametlisin ve içinde hiç kindarlık yok, sen hakikat aşığısın öyle kal oğlum, belki bir daha görüşemeyebiliriz, Allah yolunu açık etsin dediği yıllarda, henüz bir kitap yayınlamamış  ama makaleler yazıyordum. Yıl 1994 Nisan ayının 6sı…5 nisan kararları olmuş ve benim heyecanım bugünkünden çok daha fazlaydı, yerimde duramıyordum…O gün Mardin, Diyarbakır, Gaziantep ve ardından Kilis’i gezerek oradan Hatay’a ve köyümüze gelmiştim…İki gün onlarla geçirdiğim günün ardından ayrılmak zorundaydım, bizim hayatımız mücadele ile geçti,o gün yetiştirdiğim ve doğrudan ilgilendiğim kardeşlerim şu an devletin en üst kademelerine kadar var rahatlıkla ülkenin her noktasından haberi 2 saat içinde çok şükür alabilecek durumdayım; ondan dolayıdır ki konuşmalarımın ve söylemlerimin hepsi temellendirilmiş bir çabanın ürünüdür…Kimsenin kişiliği ve şahsiyeti ile değil sorunum…Davranışlar ve eylemler üzerinde yoğunluğum…Fikirler ufkunda, insanımızı, sorumluluk bilinciyle bir yolculuğa çıkarmaya çalışıyorum…

Babamla en son canlı olarak bir daha karşılaşmadım, ancak sabahın 6’ında telefonum çaldı oğlum sana bir haberim var, hemen memlekete gel ve kardeşine haber vermeyi unutma; ne oldu anam bir şey mi var dediğimde baban şu an hastanede dedi ve gerisini getiremedi anladım ki çekilmiş perde, gökteki yıldızlar döküldü üstüme pençe pençe, çat telefon kapandı yüzüme…Hemen kalktım otobüs aradım üç saat sonra bir araba buldum, Adana’dan doğuya gazete getiren bir arabanın boş olduğunu, onunla 6 saatlik bir yolculuk sonrası Hatay’a geldiğimde tam saat 18.10 du,hemen abimlere doğru yola çıktım ve karşıma çıkan abim babam dedi gerisini getiremedi, bilge hikmet sahibi, evladına hayırdan başka bir öğütte bulunmayan adamın ruhu uçmuştu Rabbine…Abimin gözlerinden yaşlar akmaya başladı ve hemen yere çömeldi,25 yaşımdaydım. Onu hemen tutup kaldırdım ve ona dedim ki, biz rabbimizden geldik ve ona gidiyoruz. Ne kadar şükretsek azdır, çünkü biz böyle bir babanın evladıyız ona rahmet dilemekten başka işimiz olamaz…Benden küçük 7 kardeşim vardı hepsi küçük ve okuyorlardı kolumuz kanadımız kırıldı ama o acı ve ayrılıkla hayatta kalmayı başarmış bir yaşamımız var, açlık tokluk değil bizim işimiz, biz adaletten haktan hukuktan insanlıktan bahsediyoruz, ancak bu sıkleti çekemeyecek beyinlerle uğraşmak ne acı veriyor insana…

Ben o adama doyamadım ama ben çocuklarıma öyle bir baba olamamanın acısıyla yanıp kavrulan bir babayım…Nedeni ise hep başka yerlerde ve farklı zamanlarda hep ideallerimiz için koştuğumuzdan başkalarını gördüğüm kadar onları görmediğimden kendimle hesaplaşamıyorum…Biz o mücadeleleri böyle bir karanlığı yaşayalım diye yapmadık…Bugün bizi gençlerimizi bu karanlıklarda dağılan kum tanecikleri gibi savuran bir sistemi tahammül gücüm kalmadığından haykırışlarımın önüne geçemiyorum…

Sabah olup Antakya devlet hastanesinden cenazesini almaya gittiğimizde morktan çıkardım yüzünü açtım ve dedim ki esselamu aleyküm ey babacığım ben sana doymadım ama rabbim seni katına aldı sana rahmet diliyorum, şunu bil ki doğruluk hayatımın temel ilkesi olmazsa o yaşamı yaşamak istemem, seni götürüp ebedi mekanına uğurlayacağız…Bir daha görmeyeceğim yüzünü, ama bu yüzü hiç unutmayacağım seninle geçen muhabbetimizi, Yakup (as)’in, Yusuf’un başına gelenleri okuduğumda, ağlayarak bana sarılmanı hiç unutmayacağım sen bir baba değildin candın…İşte bu acıları görünce benim canımdan çok içimdeki can acıyor ve dayanamıyorum…

Ben böyle bir babanın elinde eğitim aldım ne okullar ne üniversiteler ne cemaatler ne konferanslar onun bana verdiği bir zerreyi veremedi…O bana insanlığımı öğretti ben ona hayatın anlamını anlattım…İnsan olarak anlamlı bir hayat yaşamak hakkımız değil mi, biz sadece insan olarak anlamlı bir yaşamın derdindeyiz, tüm dünyalıklar, sahiplenmek isteyenlerin olsun bize insanlığımızı bırakın…

Biz imkansızlıklar içinde küçük 7 kardeşimin hayatta kalmayı başardığı ve acıları yudum yudum birlikte yudumlayarak var olduğumuz topraklardan gelen bir ruha sahibiz…Yokluk nedir çok iyi biliriz ve katlanmak gerekiyorsa katlanmayı herkesten çok baş tacı yaparız ama asla zalimliğe ve adaletsizliğe rıza göstermeyiz ben babamın oğluyum…Ben tek başıma, oğlum Amerika şeytanıyla baş ederim diyen bir babanın şizofren(!) oğluyum…

Bu yolculuk burada bitmez son nefesimize kadar ayakta dosdoğru yaşayarak ölmek hedefimiz…Sağlıcakla kalın, Acılarımın bir fotoğrafını nenemin çıkınından çıkardım ki, bu hayatı nasıl yaşadığımızı bilmeyenler bilsin istedim…

20.Temmuz 1994 saat:18.10 Can Babamın vefat anı ona rahmet diliyorum beni rahatlatan tek varlıktı yeryüzünde, ruhunu hatırlamak bile içimi boşaltı en iyi terapi oldu bana…Sana rahmet diliyorum…O sevdiğin yer yok artık görmemiş olmana çok sevindim çünkü sen bu acıları kaldıramazdın…Senin canın içimde sanıyorum, ben de dayanamıyorum yoksa ben bu kadar duygusal olamam) 😊

Erol Kekeç/10.temmuz 2023/13.53/Namazgah/İST


24 Haziran 2023 Cumartesi

İNSANLIKTIR KURTULUŞU İNSANLARIN!

İnsanın kurtuluşu ancak insanlıkla olur. İnsanlık dışında insana dayatılan kurtarıcı anlayışların hepsi insanı kendi zindanına taşır. Batıdaki Hümanizman anlayıştaki insanlık yaklaşımı her ne kadar insanlığın içinde küçük bir zerre olsa da insanın kurtuluşu böylesi sloganik, felsefik ve ideolojik yaklaşımların içinden çıkacağı bir problem değildir. Dolayısıyla insanı, ancak insanlık kurtarır dediğimde, insanın yaratılış kodlarındaki insanlık tanımlamasının doğru ve o kodlara yüklendiği şekliyle anlaşılması ve yaşamda karşılık bulmasıyla gerçekleşecektir.

İnsan, kurtuluşunu, kendi türünün ifsat unsurlarının yeryüzü cennetini inşa etmek istediği bozgunculuk iklimi içinde ararsa, hepten tufana uğrayacağını anlamalıdır. Şeytanın karargahında eğitim alan ve onun adına insanları kurtaracağını iddia ederek, insanlığın tüm gen haritasını yerle yeksan eden yeryüzü ifsat çetesinin insanlığa sunacağı iyi hiçbir şey asla olamaz. Onların tek amacı var, insanı yaratılış kodlarından uzaklaştırarak mutlak gücün dışında bir hayat yaşayabileceklerini ikna etmeye çalışmasıdır. Bu konuda belli bir yere kadar mesafe aldığını söyleyebiliriz, ancak bu yol anlık kopabilecek özelliktedir. Allah’a rağmen Allah’tan bağımsız bir yaşamın kurbanları olarak kullanacağınız insan, yaratan ile arasına bir duvar örüldüğü zaman, insana ait olan enerjisini kaybeder ve sonrasında (enerji)dinamizmden yoksun sadece kullanılan bir nesneye dönüşmüş olur. Bu durum, insanı her ne kadar kurtaracağını ve dünya da cenneti vaat eden şeytani bir yaklaşımın anlayışı olsa da insanı psikolojik ve ruhsal bunalıma sokacağı için ondan istediği faydayı alamayacağı gibi, onun pasif bir nesneye dönmesiyle yeni kurbanları bunlar eliyle yakalayamayacağını anlayınca, şeytanın askerlerinin işi de zorlaşıyor.

İnsanı kullanacak şeytani güçlerin planları, insanın genetik kodlarıyla savaşarak, insana iyilik vaadinde bulunarak ona yaklaşmasıdır. Bu tarz yaklaşım insanın kendi iç yapısındaki kodlarla açıkça savaştığı için, istenilen verim alınamıyor. Ama, şeytani güçlerin programcıları, insanın insanlığı barındıran genetik kodlarıyla çatışmadan, yanlışları hedefleyerek doğruları anlatarak hedeflerine varabilirlerdi. İşte, burada yaratan devreye girerek onların planlarını uygulayacakları yöntemi onlara vermiyor ve onları açıkça ortaya çıkarıp, insanlara, insanlığı yeniden inşa etmek için bunlardan kurtulmasının yolunu gösteriyor.

Yaratıcının, yaratılış kodlarına insanlığın değer haritasını koymadığını ve herkesin kendi tecrübelerinden elde edeceği bulgulara göre yaşayacağını sanıyorsak bu büyük bir yanılgıdır. Allah’ın yaratmasında mükemmellik ve bir düzen vardır. Onun eksik yaratması imkansızıdır. Allah yarattığı her şeyi mükemmel yarattığı için his olarak gelip geçen şeytani üfürmeler bir hava gibi kodların üzerinden geçebiliyor, ama, o kodların özüne girecek güç ve kuvvete sahip olmadığı için, sadece çırpınıyor. İnsanın yaratılış kodlarındaki sistem ile, fabrikada üretilmiş içi dolu sert bir demire rüzgârın etkisi ne kadar ise, şeytan ve askerlerinin insanın fıtrat kodları üzerindeki etkisi de ancak o kadardır. Sadece sürekli esen ve meşgul eden bir üfürme yaptığı için şeytanın, insanın tüm fıtrat haritasındaki kodlarına nüfuz ettiği sanılır. Oysa onun öyle bir gücü yoktur. O sadece aldatmak için çevrede dolaşır, âmâ insan kendi özündeki o kodları fark eder ona göre bir yaşam düşlerse, yeryüzü şeytanlarının hepsi avucunu yalamak zorunda kalır. Onun içindir ki insanın kurtuluşu insanlığın fark edilip yaşamda karşılığının olmasına bağlıdır. İnsanlığın, atmosferimizde her yere yayılan bir hava gibi dağılmasını yayılmasını ve onun etkisine göre biçim almasını sağlayamazsak insanı kaybetmiş olacağız. İnsan ancak insanlık haritasında sağlıklı ve özgürce yaşayabilir. İnsanlığın olmadığı ve her an hayattan kovulmak istendiği bir ortamda, insan çılgınlık peşinde koşan bir maymuna döner. Ne yazık ki, geldiğimiz nokta da oradan oraya her an farklı şekil ve kalıplara giren, görüntüde insanı andıran maymuna dönen yaşamın tam ortasında bulunmaktayız. Bu yaşamın zamanla her tarafta legal hale gelmesi, insanlığın illegal bir yapı olarak görülmesine neden olur. Hatta maymuna dönen yaşamlar, maymunlaşmış yaşamlara aykırı olan ve insanca yaşamak isteyenleri izole ederek toplumdan uzaklaştırmaya çalışırlar. O kadar ileri giderler ki, onları bulaşıcı hastalık taşıyan bir virüs olarak anlatırlar. Bu değişimin yaşanmasının temelinde insanın fıtrat haritasındaki kodlardan uzaklaşması ve şeytanın karargahından gelen nefeslerle yaşamını sürdüreceğini sanması vardır.

Yeryüzü şeytani güçleri, her ne kadar şeytan olarak görülmüyor olsalar da onlar tüm çabalarıyla şeytan ve askerlerine hizmet eden ins topluluğu olduğu için, insanları bu kadar kolay aldatabiliyorlar. İnsanı ancak insanla aldatabilirsiniz. İnsanın dışında farklı bir varlığın insan üzerinde böyle yıkıcı bir etki bırakmasını tasavvur edemezsiniz. Bizi bizden olanlar ancak yıkar ve düşmanın galip gelmesini sağlar. Şeytan Ademoğlunu aldatmak için verdiği sözün arkasında duruyor tüm atlı yaya askerleriyle, insanı kendinden koparmaya çalışıyor. Bu çabayı devamlı kılanlar ise kendine asker edindiği yeryüzü ifsat güçlerinden oluşan insanlardır. İnsan şeytana asker olduğu zaman, Allah ile doğrudan savaşa giriyor ve diyor ki, senin gelecekte vadettiğin cenneti gören yok gidip gelene zaten rastlamadık. Ama bizim anlattığımız cennet herkesin gözü önünde dünyada olduğu için, insanlar onun tüm imkanlarına sahip oluyorlar. O zaman senin ahiretteki cennetin mi yoksa bizim dünyadaki cennetimiz mi daha çok misafir ağırlayacak göreceksiniz diye meydan okuyorlar. İnsanlardan oluşan şeytanın ifsat gücü mutlak galip gelemeyeceğini anladığı için kendi ilahlığına da toz kondurmuyor, sürekli dünyayı kasıp kavurma derdinde. Böylesi bir yaşamda karşılaştığımız kimlik bunalımı biyolojik kimlik bunalımı değil, insanlık kimliğine dayanan bunalımdır. Dolayısıyla bizler insan olduğumuzu anlar ve kendi iradi kararlarımızla, insanlık kimliğini yeniden elimize alırsak, dünyada Yaratılışımıza savaş açan hiçbir güç bırakmayız. Yaratılışımızı kabul etmeyenler elbet olur. Ancak onu değiştirmek ve onunla savaşarak onları kendisine köle yapmak isteyenler olmayacaktır.

İnsanlık, yeryüzündeki en kuşatıcı ve evrensel değerdir. Diğerlerinin hepsi insanlığın içine serpilmiş olan parçalardır. İnsanlık, yaratılırken ruhlar aleminde fıtrat kodlarına yüklenmiş olan ademe öğretilen bilginin tam kendisidir. Meleklerin ve başka varlıkların haberdar olmadığı o bilgi insanın kodlarına yüklenmiştir. Âdem, eşyanın tümünün bilgisini anlatmasına rağmen diğerleri Adem’in anlattıklarının ne olduğunu bilmiyorlardı. İşte, Ademin anlattığı bilgi insanlığın tanımı ve içeriğidir. Bu içerik yeryüzünde kapsayıcı ve kuşatıcı evrensel bir değer olduğu zaman, nasıl ki varlık, altında sıralanan tüm diğer kavramları içlem kaplam açısından kapsamına alıyorsa, insanlıkta diğerlerinin tümünü kapsamına alır. Böyle bir bakış açısı ve yaklaşımla yeryüzünü yeniden inşa etmek istediğimizde sanıyorum bu değerlere karşı çıkacak şeytanın doğrudan askerleri dışında kimse olmayacaktır.

İnsanlığın dirilmesi için, tekrar ediyorum fıtrat kodlarının sistemli olarak yerleştirildiği insanlık haritasını ortaya çıkaralım, üzerindeki kiri pası temizleyelim öncelikle insan olarak yerimizin neresi olduğunu tespit edelim, sonrasında insanlığı konuşalım…İşte, o zaman dünyanın çehresinin kısa sürede nasıl değiştiğine ve çekici hale geldiğine şahit oluruz. Böyle değil de herkes kendi ideolojik saplantılarını ve öğrendiği dinsel inanışları insanlığı kurtaracak bir araç olarak dayatır ve onlara göre bir kurtuluş reçetesi sunmaya çalışırsa, şunu biliniz ki hiç kurtulamayacağınız kapıdan zindana girmiş olursunuz. “Ey insan Kerim olan Rabbine karşı seni aldatan nedir diyor Rabbimiz, âmâ ey Müslüman diye başlamıyor. Demek ki İnsan olduğumuz zaman zaten İslam olmuş olacağız. Onun için benim naçizane fikrim önce insan ve insanlık hayatı ortaya çıkmalı ki, bunlar göverdiği büyüdüğü zaman özel yaşam alanları insanların inançları ve ideolojileri olur. Dolayısıyla her ferdin kendi yaşamıyla ilgili olan özel değerlerini herkese dayatması insanlığın imha edilmesi olur. Allah, İslam olarak tek din gönderdi, İlk vahiyden son vahye kadar. Hepsi Tevhitti. Allah’ın gönderdiği Tevhit dini Fıtrattır. Fıtrattan uzaklaşıp insanlıklarını unutanlar için gönderilen tek dinin adı İslam’dır. Yani İslam Fıtratın dışında olan bir şey değildir. Dolayısıyla İnsanlıktan uzaklaşıldığında bir rehabilite ve yeniden düzenlemek için gelen değerler, İnsanlık bütünü içinde olduğu için, onları bayraklaştırarak insanlık sanki Allah’ın istemediği ve fıtrata yerleştirmediği, sonradan ortaya çıkan bir yaklaşımmış gibi düşünülüp öcü muamelesi görmesi, insanların cehaletinden başka bir şey değildir. Dolayısıyla Tüm İnsanları İnsanlık değerleri altında fıtrat kodlarının yayıldığı haritada yaşamaya davet ediyorum…Bizim tek kurtuluşumuz o haritadaki yerimizi gecikmeden almak ve haritayı canlı hale getirmektir.

Sorgulayan anlayan algılayan ve gerekli tavrı koyarak bir an evvel insanlık çizgisi üzerinde dosdoğru mücadeleye başlayan ve başlamak için diz çöküp bekleyen tüm kardeşlerime selam muhabbet ve iyilik dileklerimi yolluyorum…

Kalın sağlıcakla….

Erol KEKEÇ/23.06.2023/13.08/Namazgah/İST



"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!