Bu Blogda Ara

20 Ağustos 2022 Cumartesi

ÖYLE BİR YAŞAM OLMALI Kİ DESTANLAŞSIN

Biz tarım toplumu mu, ticaret toplumu mu, yoksa sanayi toplumu muyuz veyahut ta karmakarışık bir şey mi?

Yaşam tarzımıza ve dışarıya bağımlılığımıza baktığım zaman nerede olduğumuzu şahsen ben kestiremiyorum. Tarım toplumuyuz diyoruz yiyecek ürünlerimizin büyük bir kısmını dışarıdan alıyoruz. Dışarıdan ürün gelmese kendimize yetmiyoruz, hatta toplum öyle hale GELMİŞ Kİ ANINDA ÖLECEKMİŞ GİBİ,yaşıyor.Oysa tarım toplumu olsak biz kendimize yetecek durumun ötesinde bizim nüfusa denk iki farklı ülkeyi de doyuracak duruma gelebiliriz. Ancak bilerek, küresel imkanların sahibi olduklarına inananlar tarafından tarımdaki yaşamız, sonlandırılma düzeyine geldi. Bu durumdan en çok faydalananlar emperyalist güçlerdir. Onlar kendilerine bağımlı toplumlar inşa etmeyi tercih ediyorlar. Çünkü bağımlı toplumların özgürlüğü olmaz. Korkular içinde neleri kaybedeceğinizi düşünerek yaşarken, sizin için çizilen yaşam standartlarına hep uymak zorunda kalırsınız.

Ticari toplumlar olduğumuza da ben inanmıyorum. Çünkü ticaret sürekli yenilenmeyi ve markalaşmayı gerekli kılmaktadır. Günümüzde markalaşmak önemli bir konudur. İnsanlar ürünlerini değil, çoğu zaman markalarını satmaktadırlar. Markalaşamamış toplumlar, ürünlerini bire satarken, markalaşmış toplumlar bunların on katına mallarını satarlar. Dolayısıyla ticari toplum olduğumuzu da söylemek çok zor. Sanayi toplumuyuz da diyemiyoruz, çünkü dışarıya bağlı olmadan sanayi ürünü olarak başkalarına sattığımız herhangi bir ürünümüz olmadı şimdiye kadar. Peki böyle bir yaşam kendi kendine varlığını devam ettirebilir mi,o da mümkün değil.O zaman da kendi kendine yetmeyen toplumlar, kendilerine yeten toplumlara bağımlı olarak yaşayan toplumlar olurlar.

Biz tarih boyunca toplayıcılık ve göçebe yaşamın yeryüzündeki en aktif toplumlarından biri olduğumuz için, hala kendimize yetecek düzeye çıkamadık. Oysa toprağa yerleşik bir yaşama dönmemizin üzerinden onlarca asır geçmiş olmasına rağmen, hala göçebe özellikleri gösteriyoruz. Bu da bizlerin kazanımlarının sonrakilere aktarılmasının önüne geçmektedir. Sonraki nesillere toplumsal yaşama katkı sunan bilimsel teknolojik ve doğa yaşamındaki buluşlarımızı aktaramadığımız için, nesiller arasında ciddi kopukluk yaşanmaktadır. Bu kopukluk, bazen bizlerin kendi eliyle gerçekleştirilmektedir. Cumhuriyetle birlikte bu kopuşun en önemli boyutu yaşandı; hatta geçmişle günümüz anlaşamaz hale geldi, belki dil çok değişmedi ancak yazılı bilgilere ulaşmak zorlaştı. Çünkü yeni Latin alfabesi, geçmiş birikimleri okuyup ondan faydalanmayı ciddi bir uzmanlık alanı haline getirdi. Okullarımızda okuyan her çocuğumuz tarihinin ne olduğunu, öncekilerin nasıl yaşadığını hangi buluşlar gerçekleştirdiğini yazılı kaynaklardan okuyarak ulaşamaz hale geldi. Dolayısıyla kendilerine söylenenin doğru olduğuna inanarak geçmişi kabullenmek zorunda kaldılar. Bu durum başlı başına bir kopuştur.

Burada Latin harflerinin kullanılması çok kötü Arap alfabesinin kullanılması çok iyi ya da diğer türlüsünü savunmuyorum. Sadece kendi geçmişlerini okuyarak anlamayan insanların, başkalarından kendi geçmişini dinleyerek öğrenmesi, onu tarihiyle buluşturmaz. Geçmişin deneyimlerinden bilimsel çalışmalarından, teknolojik araç ve gereçlerinden hakkıyla faydalanmanın yolu onların bu aşamaya geliş yollarını iyi bilmekten geçer. Mesela geçmiş dönemin tarımsal alandaki bir çalışmasından elde ettiğim bir deneyimi, buraya aktarmam sanıyorum olayın izahında faydalı olacaktır. Mevsimler normal şartların dışına çıktığı ve kış bahar mevsimleri çok soğuk olduğu zaman veya çok sıcak geçtiğinde bununla ilgili yapılan eylem, kıştan kalan karları ağaçların dibine taşıyarak, üzerini kapatıp ağacın kökünün soğuk tutulmasıyla ağaç hala kışı yaşadığını sanıp çiçeklenmemesi sağlanır. Böylece ağaçlar, havalar çok sıcak olsa  da kökü çok soğuk ve kıştan çıktığına doğal olarak inanmadığı için, tomurcuklanma ve filiz vermeyi geciktirir. Bu durum, fırtına ve soğuklarda ağaçların çiçeklerini dökerek, veriminin azalmasının önüne geçer. Bu deneyimler geçmiş atalarımız tarafından uygulanan bir yöntem olmasına rağmen, bizim tarımsal alanlarımızda böyle bir bilgiye hiç rastlanmadığı için, havalar biraz ısınınca çiçekler açar ve rüzgardan hepsi dökülür ve o yıl verim çok düşük olur. Bunları geçmişten devralan bir yazı dilimiz olsaydı, bu tecrübeler sonraki nesillere bir ışık olurdu.

İpek ve Baharat yollarının güzergahı olan topraklarda, bu gün yok denecek kadar markalar oluşmamışsa bunun sebeplerini kendi içimizde aramak zorundayız dolayısıyla katkı değeri yüksek ürünler üretemediğimiz için de ticarette önemli bir yer tutmuyoruz. Daha çok tüketen durumuna düşüyoruz. En iyi tacirlerin Anadolu'dan çıktığı söylenir, ancak şu an o tacirler yerini kendilerini iş adamı ünvanlıyla ifade edip, başkalarının mallarını kendi toplumuna fahiş fiyatlarla satan tacirleri doğurmuştur. Böyle bir anlayışla ticaret yapılamaz. Ticaretin en önemli boyutu kendi kazanımlarını satarak ondan gelir sağlamaktır. Ancak bağımlı ve köle olarak yaşamaya alışmış toplumlar kendi ürünlerini değil, başkalarının attığı çöpleri toplayıp kendi insanına satıp, onları aldatma üzerinden para kazandığında kendisini önemli bir iş adamı olarak tanımlayabiliyor. Böylesi anlayışları terk etmediğimiz müddetçe bizler sömürülmeyi hak ederiz.

Herkes Hazarfen Ahmet Çelebinin nasıl uçtuğunu anlatır, âmâ onun bir toplumun uyuyan hücrelerini nasıl diriltmek istediğini anlatmaz. Çünkü o dönemin yaşamı kültürü ve deneyimleri ile nereye varmak istediklerini bilmediğimiz için, sadece bir hikaye olarak dinler ve geçeriz.Peki,böylesi bir duyarsızlık ve kendi geçmişinden uzak toplumlar sizce de hangi kategoriye girer. Onun için diyorum ki, toplumlar kendi kaderlerini  kendileri belirler. Başkalarının üretimlerini tüketerek yaşayan toplumlar, kaderlerini de kendi elleriyle başlarına teslim ederler. Ondan dolayıdır ki, bir toplumun tarihe not düşmesi için, kendi yaşamıyla alakalı gerekli imkan ve kazanımları kendi elde etmesi gerekir. Başkalarının tüketeni olanlar tarih boyunca sadece hikaye olarak anlatılmış, âmâ kendi yaşamlarını kendi ürettikleri ile devam ettirenler, destanlar bırakarak yaşarlar. Biz destanı olan bir toplum olmak zorundayız. Onun için tüm alanlarda kendi kendimize yetecek duruma gelmemiz zorunlu ve gereklidir.

Son olarak diyorum ki, kendimize yeter duruma gelmek, öncelikle ataleti üzerimizden atarak kendimize gelmemizle mümkün olacaktır. Kendi geçmişlerinin yaşamını başkalarından öğrenenler ve kendi yaşamları hakkında söz sahibi olmayanlar her zaman tüketim kölesi olarak yaşamaya mahkumdur. Tüketim köleleri korku ve endişe içinde yaşarlar. Dolayısıyla ahlaki perdeleri param parça olur. Bağımlı oldukları efendileri onları terk ettiği zaman yaşamlarının son bulacağına inandıkları için, yok olmaya  toplum olarak efendiler edinmeye alışmadık kendi göbeğimizi kendimiz kesecek kadar asiliz ve aynı zamanda kararlıyız. O halde kendi geçmişimizi tanıyalım ayağa kalkalım dünyaya insanlık dersi verelim ne dersiniz, çok mu istekte bulunuyoruz?

Bahadır Hataylı/19.08.2022/17.01



18 Ağustos 2022 Perşembe

ORTADOĞU ÜZERİNE BABAMLA HASBİHAL

Ey benim babam sen ne adammışsın! Şimdikiler senin adamlığını görselerdi, adamlıklarından dolayı kaçacak delik ararlardı. Sen hep insanların barış içinde yaşamalarının kaçınılmazlığını anlattığın günlerde ilkokula daha yeni başlamıştım…1980 öncesinde ilçemizdeki olayların hız kazandığı dönemde, ülkücü hareketin önde gelen, bıyıkları sanki kara kalemle çizilmiş olan, o heybetli yürüyüşüyle, Cuma dayı biz Allahsız kitapsız komünistleri kesiyoruz. İnşallah vatanı tüm Allahsızlardan kurtaracağız diyen âşık Memmedi hatırlıyorum da bu günlerden nefret ediyorum.

Hey benim barış eri babam, âşık Memmede oğlum aklınızı başınıza alın, bu gâvur oğlu gâvurlar, sizin gibi gençleri birbirine kırdırtmak için üç öküzü oynuyorlar bunlara aldanmayın, nasıl kardeş kardeşin kanına girer? Siz bunlara nasıl inanıyorsunuz dediği günlerde amcamların evlerinin yan tarafında, bir akşamüzeri siz bunları konuşurken, ben de kulak asılmış sizleri dinliyordum. Gökler yerler ve sırtımı verdiğim ağaç konuşmalara şahitti, en önemlisi de Allah şahitti. O rabbimin şahitliği hala devam ediyor, ben ilkokul 3. Sınıftayken sizin o konuşmalarınız beni derinden yaralamıştı; o ağrı ve sızılar o gündür bu gündür devam ediyor, şu an yaşasaydın belki senin gibi bir mütefekkirden o konuşmaları yine dinlerdim…

Ey benim bilge ve adil babam, senin yanından hiç ayrılmayan ve senin bilgeliğinle yetişen oğlun, şimdi dünyanın karanlıkları arasında aydınlık ve adil yaşamak istediği için, yüreğinin her yanı yangın yeri… Hani senin anlattığın bir Hamido vardı, meşhur derdin, onu bilmeyen yok, ama herkes kötü bilirdi diye anlatırdın. Ben Hamido ismini ilk olarak 9 yaşımda senden duymuştum, o gün bir efsaneyi anlatıyorsun gibi dört kulağımla dinlediğim günü hiç unutamıyorum.

Hamido’yu tanımıyordum ancak senin anlattıklarının doğru olacağından hiç şüphe duymadan dinlemekle ne kadar iyi yaptığımı bugün daha iyi anlıyorum… Ey benim Rahmeti Rahman’a çoktan kavuşmuş, kemikleri şu anda olup olmadığını bilmediğim merhum babam! Senin gibi babalara hasret kaldı bu topraklar… Sen bana analitik düşünmeyi ve Hakkın yanından ayrılmamayı, karanlıkları nasıl okumam gerektiğini çok iyi öğrettin. Ondan olsa gerek, şu an etrafımdaki karanlıkları gördüğümde ve bu karanlıklarda oynanan oyunun kurallarını belirleyenlerin amaçlarını çok iyi bildiğimden, şu an içinde kıvrandığım acının tarifini sana yapmakta zorlanıyorum.

Ey babaların babası benim babam, seninle geçirdiğim, 35 yıl önceki çocukluğuma, tekrar dönseydim ve o masum haykırışları dinleseydim de bu günlerdeki acıları görmeseydim. Ey Hacı Burhan’ın Oğlu Kilisli Cumali, ben senin her şeye maydanoz olan oğlun Erol, hani hatırlar mısın? 8. Sınıftayken bir sınıf öğretmenim vardı Yusuf Kuyucu, karneme kendi görüşlerini ve benim hakkımdaki kanaatlerini yazarken şöyle başlamıştı…”Her karara itiraz eden çok çalışkan bir öğrencimizdir, ancak itirazlı yönü çalışkanlık özelliğini bozuyor diye bitirmişti.” Ben de sana Babacığım bu ne demek şimdi ben her karara itiraz etmiyorum ki, anlamak istiyorum ve hakkın ortaya çıkmasını arzuluyorum, peki bu insanlar bundan neden rahatsızlık duyarlar dediğimde bana yaptığın o veciz açıklamalar hala bu gün beynimde çınlıyor. İşte, onları bugün okuyucularımla paylaşıyorum, belki onlar da biraz ibret alır ne bileyim… İnşallah bir sakıncası olmaz, senin bıraktığın, Hak üzere yaşama mirasını ömrümün son anına kadar taşıyacağıma dair Rabbime söz verdim ve bir şiirimde ki mısralarım da hatta şöyle bitiyordu…”Eledim eledim, kalan senin sevgin, gökle yer öpüşse kesilmez nefesim, senin aşkın olsun son nefesim…

Rabbimin rahmeti ile kuşatmış olduğuna inandığım Adam gibi adam benim Babam. Seninle biraz karşılıklı konuşalım, biliyorum belki beni duymuyorsun dur, ancak ben senin söylediklerini çok dinledim, bugün ben de büyüdüm, şimdi senin Torunun aynı benim gibi her şeye itiraz eden biri, Hatta İsrail’i tek başıma ben yok edeceğim diyerek şimdiden hayallerini kuruyor, sanki senin ayaklarını kaldırdığın yere o basmış gibi, Söyler misin bana biz aile boyu şizofren mi yaşadık ki, tüm dünyaya meydan okumaktan korkmuyoruz, oysa paranoyak yaşamak tedirgin ve ürkek yaşatır, ama sen, ben tek başıma Allah’ın izni ile bu ABD ye karşı durabilirim çünkü ben kendimi Allah’a dayadım Bir kişi Allah’a tevekkül ettiği zaman onun yardımcısı her şeydir, ama biri de Allah’a dayanmazsa onun ne bir yardımcısı olur ne de koruyucusu dediğin günleri hiç unutamıyorum… Ama gel gör ki, bugün tüm babalar çocuklarına ve geride bırakacakları nesillerine, ABD’nin kuvvetli ve güçlü dünyanın tek sahibi, ilah olma marifetlerinin dışında bir şey anlatmıyor, ondan olsa gerek bugün bizim güreşçinin dışarıdan gelecek tehlikelerden sorumlu menajeri diyor ki, Batı bugün Hamidoyu vurmak için ayağa kalkarsa kesinlikle onların yanında yer alacağımızdan kuşkunuz olmasın diye etrafa yaymaya çalışıyor…

Babacığım affını diliyorum, seni yattığın yerde de rahat bırakmayan bir oğlun var, çünkü torunların da beni rahatsız ediyor. Onlara cevap vermekte zorlandığım için seninle biraz dertleşelim diye klavyenin başına geçtim. Yoksa kendi kendimi imha edeceğim, ben nasıl bir babayım ki, babam gibi net konuşamıyorum. Acaba kimleri korumaya çalışıyorum ki, inandırıcılığımı yitiriyorum diye hayıflandığım için seninle bunları paylaşıyorum. Yoksa başka kim anlar beni…

Ey benim babam, daldan dala atlıyorum, çabuk olmak istiyorum, çünkü biliyorum ayrıntıları sevmediğini. Onun için her konudan biraz anlatayım diyorum, senin bunları hemen anlayacağını bildiğim için birçok sorulara cevap almak tüm ıstıraplarım…

Tekrar Şu Hamidoya dönmek istiyorum, hani sen diyordun ya Hamido’nun öldürülmesini istemeyenler en fazla ağalardı diye, ben de neden öyle, ama Hamido ağalara karşı mücadele etmiyor mu dediğimde, ağalara karşı savaşıyor ama Hamido idam mahkûmu olduğu için hep dağlarda kalmasını istediklerinden yakalanmasını istemiyorlar diyordun. Sebebini de ağaların işlediği cinayetlere, bir fail bulmak zor olmadığı için böyle yaptıklarını anlatıyordun… Ama Hamido yakalanırsa bundan sonra cinayetleri işlemekte zorlanacaklarını, çünkü o cinayeti yükleyecekleri birini bulamayacakları için kimse bir yandan da Hamido’nun yakalanmasını ve mahkûm olmasını istemediğini söylüyordun… Ey babacığım sen ne kadar doğru söylüyormuşsun da biz bunları anlamaz zekâ özürlü olduğumuzu şimdi içinde yaşadığımız dünyayı görünce daha iyi anlamaya başladım…

Ey benim dertli ve şefkatli babam, öyle bir dünya da yaşıyoruz ki, tüm ağalar Hamido ’ya karşı savaşıyor görünüyor, ancak hiçbir ağa Hamido’nun zarar görmesini de istemiyor. Hamido zarar gördüğünde ve yakalandığında bundan sonra yeni bir Hamido oluşturuncaya kadar işledikleri cinayetlerinin faili olarak gösterecekleri kimseyi bulamayacakları endişesi, Ortadoğu'yu kan gölüne çevirdi. Her gün yüzlerce cinayetler işleniyor, bunları kesinlikle Hamido yapmış olabilir diyen, cinayet şebekesinin yönetmen ve senaristleri hemen faili buluyorlar. Bizim gibi zavallı analitik düşünceden yoksun, çıkarlarını korumayı hakkı korumak olduğuna inanmış zavallı kalabalıklarda sindirmeden taş yutar gibi yutuyoruz… 

Ey benim Babam, hakikaten senin o mantıklı ve Haktan başka bir konuşmayı yapmaktan ve yaşamaktan uzaklaşarak hakka sığınarak güne başlayan heybetli çehreni o kadar çok özledim ki, hiç anlatamam. Şu anda, ne hak belli ne de batıl, hepsi iç içe, gel de bunların arasından bir doğru çıkar, olmuyor baba olmuyor. Herkes suçlu olarak Hamido’yu gösteriyor, ancak ben ise Hamido’nun bu kadar suçlu olduğunu ve bu olayların yegâne sorumlusu olduğuna bir türlü inanamıyorum. İki yıl önce dünya şampiyonu en iyi güreşçi tüm Nobelleri ve altın kemerleri almış kahraman, birkaç gün içinde Hamido’yu yakalayacağını ve onun işinin biteceğini söylüyordu. Ancak bu sözlerin üzerinden o kadar zaman geçti ki, Nobel ödüllü, Ortadoğu da tek işi yapabilecek olan altın kemerli güreşçinin de, çok kandırıldığını ve panterle timsah güreşine çekildiğini düşünüyorum. Çünkü dünya şampiyonluğu yaşamış bu güreşçi de gözden çıkarılmış gibi geliyor bana, neden diye, sorarsan güreş alanı olarak panteri timsahın alanında güreştirmek istiyorlar… Bu mücadelenin kaderi de zaten belli, timsah kendi alanına gelen en iyi ve güçlü varlıkları bir çırpıda yutabilir. İşte üzüldüğüm nokta da tam bura da başlıyor, Hamido hem korunuyor, hem de ağalar tarafından, tek sorumlu olarak adlandırılıp gizli gizli, Hamido’nun yaşamasının doğum günü partilerini yapıyorlar. Ey babacığım her dönemde sanırım bir Hamido çıkarılıyor. Hamidolar olmasa bu kadar zulmü, ölümü ve kanı kime yıkacaklar… Hamido yaşamalı ki, yönetmenler ve senaristler daha fazla oyun sergileyebilmeli.Hamido’nun varlık gerekçesini ve bu ölümlerin sebebini anlamayan bizim Nobel ödüllü ve tüm kemerlerin sahibi dünya şampiyonu  güreşçimiz bir bilse Hamido’nun yaşama gerekçesinin nedenlerini, ilk icraatı sanırım sahip olduğu kemeri kendinden almak isteyen ve Hamido ‘ya yardım edip her türlü cinayeti işleyen ağalara çevirecek yönünü…

Ey benim babam, işte oğlun bu kadar karmaşık bir yaşamın içinde, bu denklemleri doğru kurarak, Hamido’nun arkasında kimlerin olduğunu bildiği için, destek verip savunduğu güreşçinin içine düşğü acınası zilletten rahatsızlık duymaktadır. Ey baba! İşte seninle paylaşmak istediğim asıl mesele de bu zaten, biz bu güreşçimizi nasıl uyandıracağız. Yoksa kaybettiği bir güreşte hala belindeki altın kemerleri koruyacağını sanarak timsahın güreş alanında mücadele etmek istiyor, kim tarafından kandırıldığını biliyorsan söyle de o sahtekâr, teknik patronu ve danışma heyetini kendi ellerimle boğayım… Bana kızmazsın değil mi?

Bahadır Hataylı/ 18 Ağustos/2013


Babam ve Ben


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!