Bu Blogda Ara

12 Ağustos 2022 Cuma

ANCAK YARATAN ÖZGÜRLÜK BAĞIŞLAR

İnsan, insana özgürlük bağışlama yetkisini kendisinde nasıl bulur. Ne yazık ki yetki güç ve imkanlara sahip olan her anlayış başkaları üzerinde kendisinin sınırsız yetkiye sahip olduğuna inanır. Bu mütekebbirlikler devam ettiği sürece, büyük çoğunluğun karanlıklarda yaşadığına şahit olursunuz. Yani, insan kendi cinslerine karanlık bir yaşamı sunarken, kendisinin mükemmel bir varlık olduğunu ve yeryüzünde  var olan tüm ayrıcalıkların kendisinin hakkı olduğunu düşünür. İnsanın böylesi bir anlayışa sahip olması, farklı bir yaratık olma yolundaki çılgınlıkları ve ihtirasları sonrasında oluşur.

Hep sorgularız neden insanlar bu kadar gaddar olabiliyor, kendisi güllük gülistanlık, bir eli yağda bir eli balda iken, bununla doyamayarak çevresindeki hemcinslerine yaşamı çekilmez kılar diye.İşte,insanın bu yönünü anlamak ve onun o yönünü rehabilite edebilecek değer sistemleri, yaşadığımız dünyada beşerin eliyle bulunabilecek bir anlayış ve yaşam olmadığını anlamamız gerekir. Çünkü beşer sadece kendi  aklı ve dürtüleri ile böyle bir ihtirasın önüne  geçemez. İnsan, kendinde var olan hastalıkların tedavi yollarını kendi oluşturduğu değerlerle çözüme kavuşturamaz. Ancak insan kendindeki sorunların oluşum şekli ve büyüme yollarının ne olduğunu bilen yaratanın yeryüzündeki kanunlarını keşfettiği zaman, bunların üstesinden gelebilecek bilgiye kavuşur. Bunun için de aklı ve yüreği doğru kodlamak gerekmektedir. Aklı ve yüreği yaratanın belirlediği sisteme göre kodlamadığımız zaman, insan kendi mütekebbirlikleri ile hakikati yakalayacağını sansa da asla ona kavuşamayacaktır. Ne kadar çok bilgi akışını ele geçirirse geçirsin, o akış yaratanın yarattığı o güzelim yaratılışın akış kanallarından doğru akmayacaktır.Onun için insan önce kendisini tanıyıp kendisiyle barış yapması gerekmektedir. Kendisiyle barış mukavelesine imza atan her insan, kendi dışındaki yaratılmışlarla uyum içinde yaşar ve onlara tepeden bakarak kendisini ayrıcalıklı konumda görmez. Bu süreci yakalayan ve doğru kodlama sistemini uygulayan her insanın geleceği çok aydınlık olur.

İnsanın yeryüzündeki halifelik makamı,ceberrutluk haline dönüşünce  yaşam zindana dönüşüyor. Ne yazık ki ceberut olanlar mazlum olanların haklarını gasp ederek onları acınacak duruma getirebiliyorlar. Sonrasında da, haklarını gasp ettiklerine yeniden  hak ve özgürlük dağıtıyormuş gibi kendilerini kurtarıcı olarak gösterebiliyorlar. Böyle bir yaşamın insanlığa  hak ekseni üzerinde bir yaşamı getirmesini beklemek, insanlığın yok oluşunun habercisi olur.

O zaman ne yapalım  ki, bu karanlıklardan bütün bir insanlığı aydınlık yarınlara taşıyalım? Karanlık hayatın, sürekli kobayı olmaktan kurtulamamış olanlar olduğu sürece, zulüm ve ezilmişlik insan için kaçınılmaz olur. Oysa insanların özgürlüğünü bahşeden sadece ve sadece yaratıcıdır. Ondan başka hiç kimse insanın özgürlüğünü elinden alamaz. İnsanın özgürlüğünün bütüncül yok olması, ancak ölümle gerçekleşir. İnsan ölmediği sürece  özgürlüğünü elde etmek için başkasından emen dilenemez. Eman dilenerek özgürlüklerin kendisine verilmesini bekleyenler, insani bir yaşamın ne olduğunu anlamaktan uzak idrak yoksunu nesnelerdir ancak. İnsanın kendisine nesnesel bir yaşamı layık görmesi, ancak öznesel isteklerde bulunması onun çatışmalı bir ortamın nişan alınacak hedefi haline geldiğinin göstergesidir. İnsan kendisini herkesin nişan aldığı bir hedef olmaktan çıkarıp, mutlak özgürlük sahibinin merhametine bırakmadıkça bu yaşamın kurbanı olmaktan asla kurtulamayacaktır.

İnsan, yeryüzünün devam eden yaşamını yönlendirecek ve yönünü değiştirecek tek varlık olmasına rağmen, kendine yön bulmaktan aciz duruma gelmişse, bu sorumluluk tamamıyla kendisine aittir. İnsan kendi yönünü kaybettiği anda ona yön çizecek ihtiraslı cinslerinin kurbanı olmayı tercih eder. Bu tercih insan için yıkımın ve yok oluşun sinyallerini verir aslında...Bu kadar iddialı konuşmamın yegane sebebi, kendisi olmayı terk eden bir varlığın, onu farklı kalıplara sokacak olan herkesin hedef alanına girmiş olmasından kaynaklanmaktadır. İnsanlığın büyük çoğunluğu böylesi bir hayatta hiç olmayı tercih ederek kendinden kaçan bir varlığa dönüşmüştür. Çünkü kendisi olmak, ona büyük sorumlulukları ve özgürce yaşayacağı ortamı seçmesini ve bu seçimlerinin karşılık bulması için efor harcamayı beraberinde getirecektir. Ancak bu sorumluluklardan kaçan nesne olmayı göze alıp, bir özne gibi yaşamayı isteyen büyük kalabalıklar, asla arzularına varamayacaklardır. Arzular isteklerden oluşur, oysa irade  ayağa kalmayı sağlayan tercihtir. İnsanlar tercihlerinin kurbanı olur, arzularının hayalleriyle var olurlar. Kurban olduğumuz hayat, bizim seçimlerimizdir. Hayallerimiz ile olmak istediklerimiz ise, başkalarına bağışladığımız hayatımızın ulaşamadığımız imkanlarında buluşma arzusudur. Bu arzularımıza kavuşmak için avazımız çıktığı kadar bağırmakla bunlara ulaşma imkanımız olmayacaktır. Çünkü iradeleriyle kurban olanlar, Arzu ve istekleriyle, motoru olmayan bir hayatı istedikleri amaçlarına ulaştıramazlar. Onun içindir ki, insan kendi cinslerinin kendisi için sınırlarını çizerek oluşturmak istediği bir yaşamın kobayı olmaktan kurtulmak zorundadır. Böyle bir yaşamın kullanılan kobayı olmamanın yolu, yaşadığınız ortamın aktif ve iradesiyle kendi görüşünü ortaya koymuş olduğunuz bir yaşam olması gerekir. Kendi iradeniz yaşadığınız hayatın herhangi bir yerinde aktif katılımcı bir üye değilse, köle olmadığınızı nasıl söyleyebilirsiniz? Köleler ne özgürlük bağışlayabilirler, ne de özgürlüklerinin olmadığına inanırlar. Onların özgürlüğü ancak kazığa bağlanmış bir katırın kazık etrafındaki merada otlanmasından farksızdır. Yani kendi kazıklarını kendileri tercih etmiş olanlar için, kazığının sahibinin kim olduğunun hiçbir önemi yoktur. Dolayısıyla insan Yaratıcının belirlediği Tilkedudullah'ın dışında kalan tüm kazıkların kendisi için çizilmiş dairenin odağı olduğunu bilerek onlardan bağımsızlaşması gerekir. Bu bağımsızlığını kazanamayan insanlarla bu dünyanın ifsata giden yönünü değiştirme imkanı yakalayamazsınız. Onun için önce insanı kendi ifsat alanından çıkarmak zorundayız. Bunun yolu yaratıcının Yeryüzünde bizi neden yarattığını ve verdiği sorumluluğun farkına vararak kendimize gelip, özgürlüğümüzü yok eden hak dışı tüm bağlayıcıları, ayaklarımızın altına almaktan geçer. Böyle bir iradeye sahip olanlarla çıktığınız yollar,staplize bir yolsa başlangıcı, ilerledikçe dört şeritli otobana döner. Böyle bir yolda yürümek isteyenlere naçizane çağrım, insan olduğumuzu bilelim ve niçin var olduğumuzu idrak ederek kendi özgürlük alanımız içinde, tüm yaratılmışların bize bağışladığı ortamların, kölelik bahşişi olduğunu bilerek irkilip kendimize gelelim...

Bize özgürlüğü bağışlayana sırt dönerek, bizimle aynı koşullarda olanlardan özgürlük hak ve eman dilenmek, insan için en zelil bir hayatın istenmesidir. Bize bağışlanan nimetleri, bağışlayanın dışında kimse alma hakkına sahip değildir diyerek, ayağa kalkamazsak, efendilerimizin değiştiğini, ancak bizlere verilen tercihli kölelik kimliğimizin değişmediğini görürsünüz. Zorunlu köleliğin bir yaşam biçimi olarak bize sunulmasından rahatsızlık duyuyorsak zaman özgür ve sorumluluk sahibi yeryüzünün halifesi olmanın vakarıyla bir yaşam ortaya koymamız kaçınılmazdır. Böylesi bir yaşam için kalbi ve beyni ile hazır bekleyen tüm kardeşlerimi aynı düşünce inanç ve azimle bu dünya ölçeğinde bir sorumluluk almaya davet ediyorum...Selam olsun onlara ki, onlar sadece Yaratanın önünde eğilir ve ondan umut ederler...

Hiç kimseden almadığım ve yaradanımın bana bağışladığı bu özgürlüğümü, onun Tilke hududullahı içinde kullanma hakkını bana bağışlamasından dolayı ona sonsuz şükür ve hamd ederek, sizlere selam saygı muhabbet ve dualarımı gönderiyorum kalın sağlıcakla...

Erol KEKEÇ/11.08.2022/20.00 




İSLAM'I OYUN SANANLARA YAZIKLAR OLSUN

"İslami oyunlar etkinliğine hoş geldiniz..."Sahiden bunu anlayan var mı bilmiyorum, ben anlamakta çok zorlandığımı söyleyebilirim(!)Gençlik dönemlerimizde İslami değerlerin belli işyerlerine isim olarak kullanıldığını gördüğüm zaman çok sorgulamalarım olurdu. Hamd şarküteri, Cihat tekel Büfe, Tekbir giyim, Oruç Market, Sahur unlu mamülleri,Huzur giyim, Tevhit yayınları, Şura eğitim vs. gibi kavramların insanların çıkar devşirme aparatı olarak kullanılması içimi çok acıtmıştır. Bunları sorgularken en yakın zamanda, İslami oyunlara hoş geldiniz cümlesini gördüğüm zaman, sahiden küçük dilimi yutmadım, çünkü bunlara aşina olduk ve kullanılacak acaba ne kaldı diye sonrasını sorgular oldum...

Adam kitapçıklar basıyor o kitapçıklara manevi bir anlam yükleyerek, altına da bir söz uydurup,Reulullah böyle dedi diyerek insanların manevi duygularını sömürmeyi din olarak pazarlamaktan hiç içtinap etmiyor. Hatta, hazır ve yanmaz kefenler diyerek koca bir kitleyi büyüleyebiliyor. Bunların her geçen gün artarak ve geniş kitleleri afyonlamak için meşru zeminlere taşınması hiç kimseyi rahatsız etmiyor mu? Bu değer sisteminin bu kadar çukura taşınması o değerleri yukarıya taşımadığı gibi,o değerleri kullananları da bulundukları çukurdan yukarıya asla çıkarmıyor. Peki buna rağmen böyle bir leş ortam niçin kimsenin yüreğini sızlatmaz. Bunları sorgulamayalım mı, Yoksa değerler kimsenin kendi aparatı olmadığını açık yüreklilikle ortaya koyacak  adam gibi adamlar olmaktan utanç mı duyalım...

Allah aşkına inanarak soruyorum, bana bir tane dini değerlerini kullanarak böyle bir etkinlik ismini gösteren farklı dinlerden örnekler verebilir misiniz? Yahudi veya Hristiyan oyunlar etkinliğine  hoş geldiniz,Yahutta Budist oyunları etkinliğimize has geldiniz yazan bir tek cümlelik örnek şu ana kadar duyan gören var mı?

Dikkat ediyor muyuz İslam dışındaki dinler, kendi değerlerini bu kadar ayaklar altına alarak kullanmaktan haya ederken, biz babamızın mirası gibi harca harca bitmez anlayışı ile neden kutsalları ayaklar altına almaktan hiç utanç duymayız. Ben burada ince çizgilerin olduğuna inanıyorum. Bazı atasözlerimiz var herkes bilir, köse torun dedesinin sakalıyla övünür, kağnı gölgesinde yürüyen it zannedermiş ki kağnı kendi gölgesinde yürüyor, aynı zamanda ağaç dibinde büyüyen yosunlar kendilerini ağaç sanırmış. Burada psikolojik savunma mekanizmalarından Özdeşim kurma özdeşleştirme doğrudan karşımıza çıkıyor. Kişi olamadığı ve olmak isteyip te yaşamındaki arzularını yenemediği için ulaşamadığı değerlere sahip çıkarak, ya da onların adını kullanarak kendisinin çok büyük işler yaptığına inanır, böylece manevi bir haz almaya çalışır. Dolayısıyla içindeki gerilimlerin verdiği rahatsızlıklardan böylece kurtulacağını sanır. Bu psikolojik travma kişinin ruhsal yaşamını olumsuz etkileyip onu böylesi bir yaşamda sürekli kıldığı gibi yüce değerleri de bu basit karakterler kendi seviyelerine çekerek değerlerin albenisini ve büyüklüğünü yok ederler. Yani Küçük insanlar büyük makamlara getirildiği zaman nasıl ki, kendileri büyümediği gibi makamları kendi küçüklükleri seviyesine çekiyorlarsa, bu yaşamlarda kutsalları böylece aşağılara çekmiş oluyorlar.

İnsani duruşu olmayanların yaşamında İslam'ın çok iğrenç görüntüler oluşturduğuna şahit olmaktayız. İnsan olanların yaşamında İslam, çok çekici bir mıknatıs olmasına rağmen, böylesi yaşamlarda itici bir güç olarak karşımıza çıkmaktadır. Adam içki satıyor, tekel büfenin adı "Cihat "sahiden böylesi bir çarpıklığı nasıl izah etmek lazım...Bizler böyle İslami değerleri kendi çıkarlarına, çıkar katabilmek için, bu değerlere önem veren insanların yönelimlerini buraya taşıdığımız zaman, onlara İslami bir hizmet mi yapmış oluyoruz, yoksa değerleri kendi pisliğimize mi çekmiş oluyoruz. Bu çarpık basit ve dinin sırtından geçim sağlayarak dine hizmet ettiğimizi sandığımız ahlaksız eylemlerimize ve düşüncelerimize bir son vermediğimiz zaman, sanıyorum Allah'ın gazabını yaklaştırmış oluyoruz. İslami oyunlar ifadesi başlı başına hastalıklı bir yapının ortaya koyduğu tavır olduğuna inanıyorum. İslami oyun ne demek yahu; İslam, insanlığa oyun getirmedi. Allah bir oyun eğlence edinmek isteseydi onu kendi katında şanına uygun şekilde yapardı. O yapamadı da bize mi kaldı bu iş, yazıklar olsun böyle bir anlayışa ve bunu savunacak kadar çukura saplananlara...

İslam'ı oyun başlığı, bende öyle çağrışımlar oluşturdu ki, İslam'ı kullanarak hayatta bu kadar oyun oynandığı yetmedi mi ki, özel bir başlık altında bunun kullanılmasına ihtiyaç duyuldu. Aklıma Muaviye ölüm döşeğinde yatarken oğlu Yezidin söyledikleri geldi. "Baba, sen hastasın olabilir ki ölebilirsin, şu hilafet yüzüğünü İslam'ın geleceği için, ne olur benim parmağıma tak ta, senden sonra Müslümanlar başsız kalmasın dediğinde, Muaviye akıbetini gördüğü için der ki, ah oğlum ah, ben Müslümanların geleceği için diyerek öyle işler yaptım ki,İslamla hiçbir alakası yoktu, bari sen babanı kandırmaya çalışma..."Evet ben de diyorum ki,o kadar oyunlar oynanıyor ki bu değerler üzerine, bari İslam'ı oyunlar ifadesi ile bu kadar açık, oyun oynamayın bizlerle; yeter artık ne zihnimiz ne yüreğimiz bu pisliklerin kokusuna ve görüntüsüne dayanmaz oldu...

Müslüman olduğuna inanan ve Sadece rabbine kul olmaya aday olan sorumluluk sahibi her insana çağrım, İslami değerler üzerine bu kadar açık oyun oynayanlara fırsat vermeyelim...İslam dışı güçler bu değerlere bir saldırı yaptığında nasıl refleksler harekete geçiyorsa, aynı reflekslerimiz bu değerleri kullanarak hayatın dışında bir çöpe dönüştürdüklerinde neden geçmiyor. Şunu özellikle bilmemizde fayda var; Kutsal değerler her dönemde ona saygı duyduğunu söyleyen ancak hayatta karşılığı olmayan bir yaşama çevirenlerden geldiği muhakkaktır. İsmi tevhit diye yıllarca o yayınlardan kitaplar aldığımızı biliyorum bizim gibi müşteriler onların ekmeklerine ekmek kattı ancak değerlerin yok olup gitmesine de bu anlayışlar hep ön ayak oldu. Yazıktır, hakikaten yaşam alanımızda olmayan bir değerin ismini bayraklaştırarak onu anlamlı kıldığımızı sandığımız hastalıklardan kurtulmamız gerekiyor. Yoksa Allah'ın tokadının çok sert olduğunu bilmemizde fayda var....

Ayrıntıya inerek sizleri fazla meşgul etmek istemiyorum ancak bu tür ifadelerin tamamı bir utanç vesikası olduğunu gönül huzuruyla söyleyebilirim. Hiç kimsenin maslahatının korunmasının gerekliliğine inanmıyorum. Benim için maslahat hakkın yaşanması ve hakkın yanında olmaktan geçiyor. Onun dışındaki tüm maslahatlar bizim hayatımızın mat olmasıdır.

Selam saygı muhabbet ve dualarımla rabbim bizleri hakikati hakikat olarak algılayıp öyle yaşayanlardan eylesin ve kutsal değerleri kendi çıkarları için kullanıp onları anlamsızlaştıranlardan da beri kılsın...Rabbim, içimizde sadece zulmedenlere erişecek olmayan o fitneden (gazabından) bizleri koru ve bizleri dosdoğru yaşayan ve sadece sana kul olanlardan eyle....

Erol KEKEÇ/11.08.2022/14.42



9 Ağustos 2022 Salı

NE OLUR KENDİMİZE GELELİM GENÇLERE KUCAK AÇALIM

Bir toplumun kendi genetik ve kültürel kodlarına göre yaşamını sürdürmesinin en önemli görüntüsü, kendi değer sistemleri ile varlığını ortaya koymasından geçer. Kendi değer sistemleriyle  küresel  etkilerin kuşatmasına teslim olmuş toplumlar, kendilerinden çok uzakta yaşarlar. Günümüz yaşam denklemlerine bir bütünlük içinde yaklaştığımız zaman, öyle problemli yaşamlarla karşılaşıyoruz ki, bunların problem olduğunu fark edebilmek bile başlı başına bir başarıdır.

Dünyanın, etkileşimi yüksek ve ikincil ilişkilerin yoğun yaşandığı küresel bir köy haline geldiğini dikkate alırsak, toplumların kendi genetik ve kültürel kodları ile varlığını sürdürüyor olmalarını düşünmek tam bir fiyasko olabiliyor. Çünkü ortak küresel kültür planlaması dijital yaşamla birlikte temel kültür haline geldiği muhakkaktır. Hangi topluma giderseniz gidiniz, kendi kültürel kodlarının ciddi anlamda tahrif edildiğini görüyorsunuz. Hem de en belirgin olarak toplumsal yaşam içindeki ilişkilerde bunları açıkça fark ediyorsunuz. Cemaat  olarak yaşayan ve birincil ilişkilerin çokça olmasını beklediğiniz, ilişkilerin yüz yüze samimi, sözlü ve sıcak iletişimi beklediğiniz yerde çok ceddi yapay ve yüzeysel yaşam biçimleri ile karşılaşıyorsunuz. Bu görüntülerin tamamı, küresel etkinin coğrafya gözetmeksizin her ortamı etkisi altına aldığının göstergesidir.

Toplumsal farklılaşmaların belli bir süreç bir doğrultusunda, planlı ve yaşamın tüm boyutlarında bir evrim halinde gerçekleşmesi, toplumsal değer sistemlerini toplumsal yapıyı yıpratacak ve değiştirecek şekilde etkisi altına aldığına pek rastlamıyorsunuz. Çünkü toplumun değişim ve dönüşüm sürekliliği hep devam ettiği için toplum kendi rotasını koruyabiliyor. Ancak toplumların böyle bir değişim çizgisi yoksa, bu toplumlarda küresel etkiler tam bir ifsat oluşturabiliyor. Bunların en açık örnekleri de üçüncü dünya ülkeleri ve Ortadoğu toplumlarıdır. Bu ülkelerin genetik kodlarıyla oynandığı için kültürel kimlikleri çok çabuk etki altında kalabiliyor. Dışarıdan gelen rüzgarlar bu toplumlarda ciddi bir alçak basınç alanı yakaladıkları için, tüm ifsat selleri ve yağışları bu toplumların üzerine yağıyor.

Bir toplumun kültürel alçak basınç altında kalmaması için, öncelikle kendi kültürel kimliğini canlı olarak yaşaması gerekir. Kendi kültürel ve tarihi bağlarını hiçe sayanlar, her daim küresel etkilerin değiştireceği kapsam içinde yer alırlar. Çocukluğumuzdan bu yana bizim toplumda geriye dönük bir gözlem yaparsak, nasıl endişeli süreçlerden korkak ve ürkek olarak bu günlere geldiğimize şahit oluruz. Her yeni kuşak öncekiler tarafından hep değişimin temel dinamikleri olarak algılanmıştır. Hatta üniversitelerin açıldığı şehirlerde hızlı değişimlerin olduğu, dolayısıyla bu şehirlerimizin gençliğinin yoldan çıktığı anlatılmış, neredeyse orada okuyan gençler kendi toplumuna ait olmayan bireyler gibi algılanmış ve onlara karşı tavırlar geliştirilmek istenmiştir. Yani eski kuşaklar ifsat mekanizmasının alevlendirilmesinde gençliği sakıncalı bulmuşlar ve bu şartlar altında gençleriyle ilişki kurmak istemişlerdir. Bu durum ister istemez kendisini potansiyel tehlike olarak gören gençlerin yeni arayışlara girmesini beraberinde getirmiştir. Gençliğin bu arayışlarını her dönemde küresel rüzgarlar es geçmemiş dikkate almış ve küresel kültürel kodların kuluçkaya yatması için, bu ortamları kendisine mesken edinmiştir. Yani gençlik böyle bir yaşamı tercih etmemiş, önceki kuşakların gençlerle aralarına ördüğü duvar gençleri yeni arayışlara götürmüş ve küresel etkiler de bu açıklığı kapamayı bilmiştir.

Bu sürecin hep böyle gitmesini istemiyorsak, önceden gelen her kuşak yeni kuşakları dışlayan ve onlarla aralarındaki bağları koparır davranışlardan kaçınması zorunludur. Bugünün olgun ve yaşlıları da dünün gençleri ve çocuklarıydılar. Dolayısıyla hep önceki kuşaklar ile sonraki kuşaklar birbirinin dilini anlamadan araya duvarlar örerek bu günlere gelmiştir. Böylesi bir açmazın bizim açımızdan olumsuzlukları çok fazla olmasına rağmen, küresel güç olarak, dünyayı küresel küçük bir köy haline getirmek isteyenlerin iştahını kabartmış ve onlar için yeni hazineler keşfedilmiş olmaktadır. Oysa bu sürecin gedikleri çok kolay kapatılacak olmasına rağmen, gençleriyle aralarındaki bağı koparan toplumlar bu süreç içinde boğulmuşlardır. Şu an bizim gibi toplumsal tarihsel ve kültürel kimlikleri ön planda olan toplumlar bile bu dalgaların dövmesiyle bir bir enkaza dönmüş durumdadır. Bunun önüne hiç geçilemez, geldiğimiz noktadan ancak ne kadar daha az etkileniriz diyerek kendi kabuğumuza çekilmekle bunların üstesinden gelme imkanımız yoktur. Savunma her zaman ve ortamda yenilginin başlangıcıdır. Biz toplum olarak kendi değerlerimizi dominant yaşar hale gelirsek, dışarıdan gelen rüzgarların açacağı tüm gedikleri kapamış oluruz. Gün geçmeye ki toplum olarak çok sakıncalı bulduğumuz davranışlar toplumda legal hale gelmesin...Her geçen gün olumsuzlukların doğal olarak yaşandığı günlere hızla giriyoruz. Bunların önüne hep birlikte geçebiliriz. Bizim dışımızda bize dayatılan yaşamlardan dönme şansımız yok diyerek kendimizi alçaltmayalım. Biz bir nesne değiliz, düşünen anlayan neyin doğru neyin yanlış olduğunu idrak eden süjeleriz. Dolayısıyla kendi küllerimizden yeniden dirilecek közleri küllerin içinden çıkaracağız. Bizi yaşatacak enerji dışarıdan gelmez kendi köklerimizde var, onlara sarılıp onları ortaya çıkarmak zorundayız.

Bir toplum kendi gençlerini kötüleyerek bir yere varamaz. Gençlik bizim aynamız, onlara baktığımızda aslında kendimizi gördüğümüzü bilelim, o zaman kendimizle barışarak sonrasında aynaya bakalım. Bu gençleri biz ithal etmedik dolayısıyla ithal mamullermiş gibi değerlendirme yapmaktan kaçınalım. İdrak eden her insanımızın sorumluluğu var bu değişim rüzgarlarının tufana dönüşmesinde...Tufan diyorum çünkü önüne çıkan her şeyi savuruyor, önünde durana aşk olsun derler ya, duracağız ve onların bizim toplumsal dokumuzu etkilemesine fırsat vermeyeceğiz. Küresel  kasırgaların ülkemizin hiçbir noktasında ve hiçbir tepesinden gedik açmasına fırsat vermeyeceğiz. Bu bizim elimizde, kenetlenmek zorundayız, çıkar menfaat ve kendimizi kanıtlama hastalığından kurtulup, hepimizin birimiz, birimizin hepimiz içinde ancak bir anlamının olduğunu kavrayacağız. Böylesi bir anlayış ve bakışla ayağa kalkan toplumlar kendi kökleri üzerinde gümrah aştıkça albenisi artan bir ağaç gibi canlılara gölgesinde yer açar. Böyle olmazsa çalı çırpı ve dalları kırılmış, bir oduncunun keseceği günü bekleyen, kurumuş ağaca döner...

Yüreklerden yüreklere bir bağ kuralım, gençlerimizi bağrımıza basalım, onları küresel kasırgaların etki alanından çıkaralım...Çıkarlarımızı korumak için ne olur gençlerimizi harcamayalım...Onlar bu gün olmazsa, yarınlarımız çok kararır. Karanlıklara kendilerini hapsetmek istemeyenlere çağrım, gelin hep birlikte el ele, gönül gönüle bir olalım diri olalım kendimize gelelim, toplum olarak ayağa kalkalım daha yapacak çok işimiz var...İşte, yapılacak o işlerin verimli olması için gençlerimize dümende yer verelim, onlar bizim açmadan soldurulmak istenen tomurcuklarımız; tomurcuklarımızı ne olur koparmayalım küstürmeyelim bağrımıza basalım...

Ne mutlu onlara ki, Onlar Milletini kendinden öncelikli görürler, selam olsun onlara...

Selam saygı muhabbet ve içli dualarımla herkese kucak dolusu  şefkat ve merhamet sıcaklığını serpiyorum kalın sağlıcakla...

Erol KEKEÇ/08.08.2022/15.20



"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!