Bu Blogda Ara

30 Haziran 2022 Perşembe

TANRI YARATANLAR ALLAH'TAN UZAK KALIRLAR

İnsan öyle bir varlık ki, gözle görülen bir yaratıcı tahayyül eder, ancak metafizik bir yaratıcıya inandığını söyler... Allah tarafından gelen elçilere verilen tepkilerin başında da hep bu yön ön planda olmuştur. Senin Rabbin şunları şunları gönderseydi ya da şöyle şöyle olması gerekmez miydi, şayet doğru ise neden bunlar yok diyerek itirazlarını yinelemişlerdir. Hatta Firavun Haman'a Ey Haman bana bir Kule yap ki, Musa'nın rabbi ile görüşeyim derken de, kendi kafasında tanımladığı bir Tanrı ile karşılaşacağını ummaktadır.

Musa (as) İsrail oğullarını Kızıldeniz’den geçirdikten sonra, kısa süreliğine Rabbi ile buluşmak için ayrıldığı zaman, Samiri’nin onlara size bir Tanrı yapayım diyerek Buzağı heykeli yapması, insanların içindeki gözle görülen bir Tanrı inancını pekiştirmektedir. Oysa onlar İman etmelerine rağmen, hemen gaflete dalarak Tanrıyı görmek istemeleri ve o inanışlarını pekiştirmek için böyle bir ilaha yönelmeleri, bu hususu doğrudan desteklemektedir. Onun içindir ki, gayba ait olan ve insan tasavvurundan uzak kendi varlığı kendisine ait olan ve tüm tanımlamalar ve belirlemelerden uzak bir güç olmasına rağmen, insan Tanrıyı kendi oluşturduğu şekle göre anlamak istemektedir. Böyle olunca insanların yöneldiği Tanrı Tek Tanrı olmaktan çıkıyor, birden fazla Tanrıya dönüşebiliyor.

İnsan zaafını gidermek için her dönemde kendisinin ötesinde ancak kendi tahayyül ettiği Tanrıları oluşturmaktan geri kalmamıştır. Tüm inanç biçimlerinde böylesi inanışları görmek mümkündür. Ancak Tek Tanrılı dinlere mensup olduğunu söyleyen kitleler için de aynı şeyleri söylemek mümkündür. Hristiyanlar, akla uygun olmamasına rağmen, Baba oğul ruhulkudüs üçü birlikte bir eder diyerek aslında zihinlerinde oluşturdukları Tanrıyı böyle tanımlamak isterken, ruh ve beden olarak İsa varlık evreninde görülen bir yaşama sahip olduğu için, onunla Tanrıyı özdeşleştirerek birlemeye çalıştıklarını iddia etmekteler. Oysa birbirinden farklı üç varlığı bir bütün olarak ele alıp onları birlikte değerlendirmek, doğrudan insan zihnine yapılan saldırı ve imha planıdır. Yahudilerdeki Mehdi inancı da doğrudan Tanrı gücünde bir varlığı yeryüzünde somut olarak yaratmak istemelerinin bir kanıtıdır.  Aslında Mehdiyi beklemeleri demek Tanrıyı tahayyül ettikleri gibi görmek isteme arzularından başka bir şey değildir. Her iki inanış şekli de aslından uzaklaştıktan sonra kendi Tanrılarını kendi görmek istedikleri şekilde yaratmak istemişlerdir.

İslam olarak kabul ettiğimiz inanışta ise, Tanrı doğrudan hiçbir zaman varlığını ifşa etmiyor, ancak insan kendi yaşamındaki denge ve düzenden, bu varlığın var olduğunu ve her şeyin sahibi olduğunu anlayabiliyor. Buna rağmen İslam olduğunu söyleyen şahıslarda çoğu zaman somut tanrı anlayışı oluşturma düşünceleri ortaya çıkmıştır. Allah dostları diyerek belli ayrıcalıklı zümrelerin oluşması, Gayb olan yaratıcının bu âleme ait söyleyeceği sözü onlara bıraktığı ancak onların eliyle kendisini bu âlemde var edeceği anlayışı doğmuştur. Hatta bazı Tarikatlarda bunlar alenen ifade edilmiştir. “Allah ete kemiğe büründü Mahmut diye göründü" ifadesi tam tamına Samiri’nin icat ettiği buzağı putunun kendisidir. Fâni olduğu söylenilse bile bu ayrıcalıklı Allah dostu diye tanımlananlar, yeryüzünde ilahlıkları kabul görmüş canlı ilahlar zümresine girerler.

Bu zihni ve anlayış bozukluklarından insanlar arınmadığı sürece asla ve asla İslam’la tanışamazlar. Ondan dolayıdır ki, İslam’ın ilk çağrı mesajı "La ilahe İllallah'tır."Bu çağrının mahiyetini ve anlamını kavramamış insanlar İslam’la tanışma imkânını elde edemezler. İslam’ın bilgi olarak okunuyor ve konuşuluyor olması ortamların İslam’la tanışması ve yüreklerini Allah'ın kuşattığı anlamını ortaya çıkarmaz. Yüreklerde, Allah'ın kendisini tanımlama ve anlatma açıklığıyla bir anlayış oluşmuyorsa, o ortamların her yanı şirki yaşamların kol gezdiği yaşamlar olur.

"Allah tek ilah olarak anıldığı zaman Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyenlerin korkup üzüldüklerini tedirgin olduklarını görürsün ancak Allah onların diğer ilahları ile anıldığı zaman güldüklerini eğlendiklerini ve rahatladıklarını görürsünüz" uyarısı böylesi ortamların ne kadar da şirkle iç içe olduğunun kanıtıdır. Allah, insanların yaşam alanlarında görmek ve oluşturmak istediği tanımlamaların hepsinden uzak ve münezzehtir. O doğmamış doğrulmamış bir ve tek onun eşi benzeri ve dengi asla yoktur. O halde bunda Allah'ın şu vasıfları var, Hatta Allah'ın tüm vasıflarını üzerinde toplamış gibi hakikatten uzak şirk sözcüklerinin Müslüman olduğunu iddia edenlerin yaşamlarında çokça kullanıldığı ortamlara hep şahit olmaktayız. Peki, Allah böylesi beşeri ve yaratılmış olanların fani vücutlarında zuhur ediyorsa, o zaman öyle bir ilah nasıl olur da, Göklerin ve yerin yaratanı olabilir (haşa).Allah insanların ve cinlerin tüm benzetmelerinden uzak sadece kendisinin tanımladığı yüce bir varlıktır. Onun için Yaratıcı gözle görülebilen pozitif alanda tanımlanamaz. Bu tanımlamaları yaparak Allah'a bir yer ve konum belirlemeye çalışan anlayışların tamamı, adına İslam dese bile şirk dinidir. Şirk dinine mensubiyet oluşturanlar Kur'an'ın dini ile tanışmadıkları ve Allah'ı yegâne eşsiz ve dengi olmayan bir Rab olarak görüp öyle yaşamadıkları sürece Allah'tan yardım bekleyerek insanları kandırmalarını alkışlamak ve onlara yaşam alanları oluşturarak onların meşru zeminlere yayılmasına yardım eden destek veren ve övgüyle bahsedenler de, Allah’a şirk koşarlar.

Hayatımızı gayp yönlendirmiyorsa, orada bir sakatlık var demektir. Gayp, Allah, hesap, ahiret cennet cehennem ve meleklerdir. Bu değerleri, hiçbir insan kendi yaşam alanındaki nesnelere yüklenilen anlam ve şekiller gibi tanımlayarak yaşamını onlara göre yaşayıp, Allah’a giden bir yolda çaba harcadığını sanmasın. Allah, bize kendi istediği şekilde iman edip o şekilde yaşamamızı istiyorken, bizler, onun o istekleri her ne kadar olsa da, gördüklerimiz ve bize anlatılanlar gibi onun emirlerini yaşamak istiyorsak, burada hangi Tanrı'nın hükmüne göre yaşadığımızı kendimiz rahat anlayabiliriz. Hz. İbrahim'e Nemrut ve adamlarının ateş hazırladığı ve onu oraya atacaklarının haberi ulaştırıldığında, İbrahim (as)onlara karşı kendi Tanrısı nasıl ona yardım edecek, göremiyor ve herhangi bir uyaran da yok, o halde ben mahvoldum şimdi ne yaparım diye düşünmüyor. Çünkü o biliyor ki yaratılmışların tahayyül edemeyeceği yücelikte bir Allah var, ondan dolayı da "Allah ne güzel vekil ve o ne iyi yardımcıdır..." diyerek yoluna devam ediyor. İşte burada doğrudan seksiz şüphesiz acaba olur mu vs. gibi bir duygu olmadan, doğrudan Allah'a yöneldiği için Allah onu yalnız bırakmadı. "Biz de ateşe dedik ki, Ey ateş İbrahim’e karşı serin ve esen ol..."Biz yeryüzün de yaşarken Allah'a böyle katıksız bir inançla bağlanıp sonucu ona havale edip, nedenleri en iyi şekilde yerine getirirsek inanıyorum ki, Allah kendisine bağlanan kulları asla zalimlere yem etmez. Yem oluyorsak bizdeki sorunları anlayıp, ortaya çıkarıp tedavi etmemiz gerekir. Yoksa sonuç bizler için hüsran olur.

Melekler Lut (as)'un yanına geldiklerinde, azgın kavim onun evine hücum etti ve gelen misafirleri ondan istedi, ancak misafirler Lut'a dedi ki, onları acı bir azap yakalayacak, buna rağmen insanın içindeki zayıflık, Lut (as)'ın içinden keşke size yetecek gücüm olsaydı diye bir yakınma geçirdi. Yani insan aynı zamanda zayıf bir varlıktır. Bu yönünü ihmal edenler değiliz. Ancak yanlışlarımızı savunarak onları din adına yaşayıp, Allah’tan medet umduğumuz zaman karşılığını alamayacağımız muhakkak. Allah’ın elçisi olsa bile insani zayıflığımız bizden alınmadı, ancak biz bu yaratılış fıtratımızdan gelen zayıflığımızı, kendi irademizle tercih ederek yaşadığımız yanlışlar için bahane oluşturma hakkına sahip değiliz. Tercihler fıtrattan gelen zayıflıkla karıştırılmamalı, yoksa tüm hatlar birbirine girer ve hakikati anlama basiretimizi kaybederiz.

Diyeceğim odur ki, bizler yaşamlarımızda yeryüzünden ilahlar edinip, onlara taparken Allah'a tapıyor gibi bir gaflette yaşamayalım, yoksa sonuç bizlerin helakine neden olur. Allah bizim benzetmelerimizin hepsinden uzak ve münezzehtir. O sübhandır. İsimler farklı olsa da yeryüzündeki dinler, şirkle olan yakınlıkları açısından hepsi birbiriyle iç içe girmiş durumdadır. Rabbim bizleri, tevhidi duruşla yaşayan ve ona hiçbir şeyi şirk koşmadan huzuruna varanlardan eylesin...

Selam muhabbet ve iyilik dileklerimle, rabbimden güzel bir gün herkese armağan olsun...

Erol KEKEÇ/29.06.2022/13.45


                

26 Haziran 2022 Pazar

BAŞKASININ YANLIŞLARI BİZİM YANLIŞLARI MEŞRULAŞTIRAMAZ

" Siz ey imana ermiş olanlar! Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun; herkes yarın için ne hazırladığına baksın! Ve (bir kez daha) Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun, çünkü Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır;"Haşr:18

"Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayınız! Onlar yoldan çıkanlardır."Haşr:19

Bu açıklamalar o kadar açık ki, Nasrettin Hoca'nın suya göndereceği çocuğu, suya göndermeden önce dövüp ondan sonra oğlum aman dikkat et testiyi kırmayasın tavsiyesini aklıma getirdi. İman ettiğimizi söylemek ve kendimizi bir değere dâhil etmek kolay, ancak dâhil olduğumuz o değerle ne kadar barışık ve ona uyumlu yaşadığımız baştan sona sorgulama konusu... Allah’a karşı sorumluluğumuzun bilincinde yaşadığımız bir ortamımız olsa, sahiden bu kadar olumsuzlukların üzerimizde bulut gibi bizleri kuşatması mümkün olur mu? Elbette olamaz. Ancak biz dine dâhil olduğumuzu söyleyerek hemen kurtulanlar için hazırlanmış olan bir listeye ismimizin kaydedildiğini sanıyoruz. Oysa insan, Mümin sabahlayıp kâfir yaşayıp mümin akşamlayıp, kâfir sabahlayabilir. Yani sürekli ruh hallerimizin ve yaşam alanınızdaki dinamiklerin değişimiyle iç içe olduğumuz bir hayatı yaşamaktayız.

Böylesi değişken bir dünyada kendimizi sabitlediğimizi sanarak, bir değeri benimsediğimizde onun bize sarılıp ayrılmayacağını sanıyoruz. Böyle ruh hali, canlı olan her insan için geçerli ve olması muhtemel bir hal olduğundan, Rabbimiz kullarına acıyarak yine uyarılarda bulunmaktadır. İşte, yukarıdaki ayetler bize bu alanda çok ciddi sorumluluklar yüklemektedir.

Sorumluluğun bilincinde olduğumuzu düşünmek, nelerle hesaba çekileceğimizi öğrenmek ve onları konuşarak kurtulacağımızı sanmak ise, olumsuz bir hayat tarafından kuşatıldığımızın göstergesidir.. Son dönem Müslümanım diyen bizler sorumluluğu, konuşmak ve sürekli tenkitler yaparak bir ağırlığın altına girmemek olarak algıladık sanırım. Çünkü herkese her şey hatırlatan çok fazla, ancak o ağırlıkların altına girip onu taşıyacaklar neredeyse yok... Peki, insan bunu hiç merak etmez mi? Sorumluluk eylemle alakalı bir durumu özetler. Eylemi olmayan söz ve düşüncelerin sorumluluk taşıdığı söylenemez. Eylemden uzak, her yerde seminer ve konferans verilmekte, ayrıca sohbet ortamlarda her şey konuşulmakta ancak gerçek yaşamda kimse kimsenin umurunda değilse bu nasıl bir sorumluluk bilinci...

Sorumluluk bilinci, kendi dışınızdaki yaşamlara dokunmak, onların yükünü hafifletmek ve onların varlık gayesine uygun yaşaması için gerekli ortamları hazırlamaya maddi ve manevi katkı oluşturmaktır. Bu katkılar yarınlarımız için bizden önce menzile varırlar ve bizi orada beklerler. Onun içindir ki, herkes yarın için ne hazırlayıp gönderdiğine baksın uyarısıyla karşılaşmaktayız. Sorumluluk, özgür irademizle yaptığımız eylemlerimizin sonucuna katlanmak olduğunu sanıyorum herkes bilir. Peki, yarınlarda bunlar karşımıza çıkacaksa, burada eylemlerimizi bilinçli yapmak zorunda değil miyiz? Bu bilinç yoksunluğumuzu yine rabbimiz bize hatırlatarak belli bir hedef doğrultusunda yaşamamızın gerekliliğini gündeme getirmektedir. Çünkü insanın bahanesi çok, yaşadığın zamana uyacaksın, ortamda ne varsa, sen de onlar gibi yaşamalısın, yoksa hayat durur diyerek hakkı öğütler gibi batılı öğütleyenlerle karşılaşmamak neredeyse imkânsız gibi... Bu algının ne kadar tutarsız ve insanı öz benliğinden uzaklaştırıp sorumluluk bilincini imha ettiğini Rabbimiz beyan etmektedir.

"Allah'ı hesaba katmayan sadece gördükleriyle avunan ve onun içinde boğulup Allah'ı unutan ve böylece Allah'ın ona kendisini unutturduğu kimseler gibi olmayın uyarısıyla bilinçli yaşama çağrı yapılmaktadır. Bu dünya böyle gelmiş böyle gider diye savunma yapmak için, bahane üretmek kadar basit bir yaşam olabilir mi? Bu dünyanın içinde herkes amacını unutmuş ve tek bir fert sorumluluğunun farkındaysa, bahane üretme hakkına sahip değildir. Bu dünyada şu ana kadar herkes kendinden habersiz yaşıyor diye, biz kendimizi unutarak sorumluluk bilincinden uzaklaşma hakkına sahip değiliz. “Müslüman, bulunduğu her ortamda Müslümanların ilki olmak zorunda ve Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmadan ona kullukla görevlidir. “Bu anlayışa sahip olmak, sorumluluk bilinciyle yaşamaktır.

Kitabın buyruklarına göre yaşamak için kitaptan haberdar olmamız gerekir. Kitap ile aramıza o kadar çok söz ve yaşamlar girmiş ki, onlarla meşguliyetimizden, sorumluluğumuzu bize hatırlatan kitaptan haberdar değiliz. Onun sözlerini müziksel bir uyum içinde kulağa hoş gelecek şekilde dinleyip transa geçmeyi kitaba göre yaşamak olarak algıladığımız sürece, biz kitaba uygun yaşayamayız. Kitap Allah'ın buyrukları olmasına rağmen, o buyrukların ne olduğunu merak edip yaşamak yerine, onunla transa geçip uyku modunu tercih eden, sorumluluktan kaçan bir yapımız var... Peki, böyle ruh halleri ile ne kadar hayatın içinde belirleyici olmayı bekleyebiliriz. Hayat bize çok yabancı biz hayatın dışında folklorik din öğretileri eşliğinde sükûn buluyorsak, bu kitap bizim için belirleyici bir manifesto olma özelliğini kazanamaz. Kitabın belirleyici olmadığı bir yerde, İnsanlar doğal olarak Allah'ı unutarak yaşamanın önüne geçemezler.

Kendinden ücra köşelerde yaşayanların, kendilerini yaratanın isteklerini anlayarak ve ona uyumlu yaşamalarını ne kadar bekleyebiliriz. Onun için, gelecek olan gelmeden önce kendimize dönmemiz gerekir. Kendine dönen Allah'a döner. Kendini bilmeyen, öz bilincinin farkına varmayanın, rabbini unutmadan yaşaması; nasıl mümkün olabilir ki?

Tüm yaptıklarımızı, yapacaklarımızı, zihninizde düşündüklerimizi, düşünmeyip içimizden geçenleri her yönüyle bilen yegâne güç sahibinin diyarında yaşadığımız halde, bunun bile farkında olmadan at koşturmaya devam ediyoruz. Siz ey imana ermiş olanlar! Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun; herkes yarın için ne hazırladığına baksın! Ve (bir kez daha) Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun, çünkü Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır;"Haşr:18

Başta söylediğim gibi sorumluluk, konuşmak ve yazmakla sonuca ulaşan bir durum değil, tamamıyla eylemsel yönü olan bir farkındalıktır. Okullarda şunlar şunlar anlatıldı, neden hala insanlarımız bu halde diye yakınarak, kendimizi kandırmamızın anlamı yoktur. Sorumluluk, okulda konuşmak yapmak değildir. Yaşam alanı içinde karşılıklı ilişki iletişim kurmak ve haberdar olarak yük almak, ya da ağırlık yüklemekle kendini açığa çıkarır. Bir pazarda satıcı müşterisine doğru davranmıyor, bir kilo diye verdiği ürün yarım kilo ise, ya da verilen parayı eksik verdin diyerek ek sıradan para istiyorsa, bu insan, okulunda sorumluluk bilinci kazanamadığı gibi kendisini de tanımadığı için, yanlışlar hayatta çok olduğundan, onlardan biri olmaya aday olabiliyor. Ondan dolayı, toplum içinde ilişkilerdeki değişimler olumlu yönde gözle görülecek düzeyde çoğalarak devam ediyor ve daha geniş kitlelerin hayatına mührünü vuruyorsa, işte o zaman sorumluluk bilincine göre yaşanılan bir hayattan söz edebiliriz.

Yarınlar süratle yaklaşırken, “yeni bir vahiyle karşılaşıyormuş gibi heyecanımız ve mücadele ruhumuz, Ey iman edenler Allah’a karşı sorumluluk bilincinizin farkında olun uyarısıyla "tutuşmuyorsa, kendimizle hesaplaşma zamanı geçiyor demektir. İman ettiğini iddia eden her fert, bu yüzleşmeyi acilen yapmak zorundadır. Dünya ve içindekilere sahip olup dünyalık zevklerimizi ve rahat yaşama isteklerimizi doyurup, kendimizi yarınlara hizmet eden bir serdengeçti olarak lanse etmemizin anlamı yoktur. Her insan kendi hesabının ne olduğunu çok iyi bilir, kendi yorumunu başkalarına bırakmayacak kadar da onurlu olduğuna inanıyorum. Bu anlayışa sahip olan ve ben Müslümanım diyen her fert, yaşadığı ortama neler kazandırdığına ve nelerin yok olmasına katkıda bulunduğuna vicdanını rahatlatacak şekilde iyi bakması gerekir. Bu sorgulamayı yapan her fert, yarını için, dünyada sadece Müslüman olarak kendisi varmış gibi hayata yeniden başlamalıdır. Çünkü bizlerin değerler açısından yaşadığımız ortama kazandırdıklarımız, kaybettirdiklerimizin yanında devede kulak kadar olmadığına inanıyorum. Bireysel ibadetlerin çoğalması camilerin dolması, oruç tutanların artması, haca gidenlerin yer bulamaması, değerlerin çok iyi karşılık bulduğu anlamına gelmemelidir. Müslüman denildiği zaman, eminlik, güvenirlilik, sadakat doğruluk adalet, örnek alınacak bir yaşam, tüketim kölesi olmamak, herkesin insanca yaşayacağı ortamların oluşması için mücadele eden, her ortamda hakem olarak özel çağrılan biri olamamışsak; ibadetlerin sabahlara kadar devam etmesinin hiçbir anlamı olmayacaktır. Çünkü onlar tamamıyla bireysel sorumluluklar içindedir. Oysa Rabbimiz kendisine karşı sorumluluğumuzun bilincinde olarak yaşamamızı istiyor. Bunun yolu toplumsal yaşamda, hayatı hafifletmek ve ağırlığı fazla olanların üzerindeki yükleri azaltabilmektir. Bunları yapmıyorsak, yarınlar için önden bir şey taktim edememişiz demektir.

Yaşadığımız ortamın olumsuzluklarını referans gösterip, kendi olumsuzluklarımızı meşrulaştırmaya çalışmaktan vazgeçmediğimiz müddetçe, Allah bizi aydınlığa çıkarmayacaktır. Müslüman olduğunu söyleyenlerin yaşamında şu söz gerçekten hakikatin yerini alan bir referans olduğu için, tüm duyarlılıklarımızı kaybettik. Öncekileri görmüyor musunuz, onlar neler yapıyordu, sadece kafayı bize takmışlar vs. gibi savunmalar insanın feraset ve basiret yönünü imha etmektedir. Çünkü batıl, Müslümanım diyenlerin dini gerekçeler oluşturarak batıla hayat vermesi, onun meşrulaşmasına neden olmuştur. “Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayınız! Onlar yoldan çıkanlardır."Haşr:19 Yoldan çıkmış olanların olumsuzluklarını örnek göstererek, kendilerinin doğru yolda olduğunu savunmaya geçenlerin tümü yoldan çıkmış olanlardır. Onun içindir ki Rabbimiz diyor ki, Allah’ı unuttuklarından dolayı kendilerini kendilerine unutturduklarımız gibi olmayın..."

Ey Müslümanım diyen ve öyle kalmak isteyen tüm kardeşlerim, gelecek yaklaşarak gelmektedir, yarınlar için önden ne taktim ettiğimize iyi bakalım ve vicdanen rahat olup olmadığımızı kontrol edelim, yoksa kötülüklerin din adına yaygınlaştıranları olarak, tarihe kaydedilecek toplumlar arasındaki yerimizi almaya az zaman kaldı...

Dünyada imkânları ele geçirerek insanlar nazarında kazandığımızı sandığımız itibarların hepsi bir gün yok olacak ancak Rabbimizin bize taktim edeceği itibarı kimse alamayacak..."İzzet Allah'ın Resulünün ve Müminlerindir. “Yoksa Allah'ın belirlediği izzet, şeref ve itibar dışında başka yerlerde itibar mı aramaktayız... O zaman vay bizim başımıza geleceklere..."Bu anlatılanlar birer haberdir ancak her haberin mutlaka bir gerçekleşme zamanı vardır..."Rabbimin bu uyarısından sonra yazacaklarımı burada noktalayarak rabbimden istikamet üzere dosdoğru bizleri yaşatmasını en içten kalbi dileklerimle talepte bulunuyorum...

Selam muhabbet ve dualarımla, selam Kâinatın üzerine olsun...

Erol KEKEÇ/25.06.2022/14.34


25 Haziran 2022 Cumartesi

ÖLÜMLERDEN ÖLÜM BEĞEN DEMOKRASİYLE EĞLEN(!)

Çağdaş demokrasi algısı ciddi bir köleleştirme sistemi desem sanırım abartmamış olurum. Demokrasiler Halkların oluşturduğu ve tercihlerini kendisinin yaptığı bir sistem değildir. İçerik ve sunum halkların dışında kurgulanıp halkın zorunlu beğenisine sunulan bir gerçekliktir. Bu gerçekliğin yapısal ve içerik oluşumunda halkların zerre katkısı olmamasına rağmen sanki bu halkların kendi sistemiymiş gibi onlara dayatılması da apayrı bir garipliktir.

Dört ya da beş yılda bir insanların önüne sandık koyarak o insanların özgür bir seçim yaptığını düşünmek, seçim yapan insanların düşünme melekelerini imha etmekten başka bir şey değildir. Bir toplum kendisini yönetecek sistemin oluşumuna hiç katkısı olmayacak, ancak bu sistemin kurucuları tarafından önüne konulan seçenekleri onayarak seçim yapmış olacak, doğrusu böylesi bir seçme durumu insan beyninin ırzına geçmek değil midir? Çağdaş demokratik yönetimler diye insanlığa pompalanan bu anlayış doğrudan insanların zihinlerine tecavüz etmesine rağmen, tüm halklar kendi tecavüzcüsünü alkışlayarak onunla zorunlu bir evliliğe mahkûm bırakılmaktadır.

Bizim toplumda çokça kullanılan ve herkesin ağzında sakız gibi çiğnenen şu söz aslında insanların uğradığı tecavüzden nasıl da memnun olduklarını da ortaya koymaktadır. “Ehveni şer “yani şerrin içinden de hafif olanı seçeceksin gibi giydirmelerle zihinler doğrudan imha edilmekte ve farklı algı ve anlayışların oluşturulmasının önüne geçilmek istenmektedir. Ehveni şer ne demek, sorgulayan yok, ancak şerrin hafif olanını tercih edelim gibi bahane üretmekte kimse bu algıların önüne geçemez. İnsanın ruhsal dengesini olumsuz etkileyen ve akıl hastalıklarının oluşmasına giden yolda çatışmalar önemli görev üstlenir. Psikologlar bu çatışmaların en tehlikelisini ruh sağlığı açısında birden fazla istenen güdünün etkisinde kalınan çatışmalar olarak izah etseler de, en azından insanların istediği arasından seçmek zorunda kalması, belli bir zaman sonra olumlu sürece girebiliyor. Ancak olumsuzluklar arasından seçmek zorunda bırakılan uyarıcılar, tamamıyla insanı aldatmaya ve imhaya dönük çatışma örneğidir.

Mahkeme de bir insana ölüm kararı verilmiş, ancak nasıl öldürülmek istendiğinin mahkûma sorulmasının sizce hayata nasıl bir katkısı olur. “Ölümlerden ölüm beğen demek “Eninde sonunda senin için ölüm var, ancak bunlardan birini beğenebilirsin demek kadar, insan onuruyla dalga geçilen başka bir ifade olamaz. Ehveni şer denilen hadise de böyledir. Hiçbir şerri istemiyorsunuz hepsinden kaçmaya çalışırken, birinin daha merhametli ve faydalı yanlarının olduğunu ballandırarak anlatıp, insanların tercihlerini yönlendirmek ciddi bir manipülasyondur. Bu algı yönetimiyle doğruyu açıklamaktan uzaklaştığınız müddetçe, insanlığı hep karanlıklarda yaşamaya mahkûm edersiniz.

Demokrasilerde iktidar ve muhalefet diye iki uç vardır. Sistem bunun üzerine kurgulanmış ve böyle oluşturulmuştur. Yani İktidara gelecek olanı da muhalefette kalacak olanı da sistemin kendisi oluşturuyor. Ancak hangisinin iktidar hangisinin muhalefette kalması gerekir, bu konuda sizlerin görüşüne başvuruyor, bu görüşe başvururken doğrudan sizin seçmenizi de istemiyor, sizin yönelimlerinizi ve tercihlerinizi de kendisi yönetiyor, sonrasında siz bunu seçtiniz diye, seçileni de seçenlere sahiplendiriyor. Siz onu seçtiğinize inanıp onu sahiplendikten sonra, size aitmiş gibi uğruna ölümlere gidecek bir akıl tutulmasını yaşar oluyorsunuz. Zaten oluşturulmak istenen bu, bu amaca ulaştıktan sonra kimin iktidarda kimin muhalefette kalmasının ne önemi kalıyor. Nihayetinde her iki durumda sizin için çıkmaz sokak var. Yani ölümlerden ölüm beğen dayatmasıyla size birini tercih yapmanızı istiyorlar. Siz de ehveni şer diyerek kendinizi pasif bir nesne durumuna sokarak tercihleri sizin yaptığınızı sanıp, sıradan bir objeye dönüşüyorsunuz. İşte tam da demokrasi kazığı budur.

İnsan, düşünme melekelerini imha ederek verilen tüm gıdaları almanın faydalı olduğuna inanır, anlatılan tüm masalları kendi geleceğimizi düşünenlerin (!)bize sundukları hakikatler gibi kabullendiğimiz sürece bizim gibi toplumların bu karanlıklardan kurtulup, aydınlığa ulaşma imkânı olmayacaktır. Çobanın mı oyu, yoksa şehirlinin mi oyu diye, siz tartışadururken birileri ikinizin de bir anlamının olmadığını gözünüze baka baka deklare ederek sizi sömürmeye devam eder.

Bir toplum kendi içinden kendi acılarını bilen, toplumun dilinden anlayan, lisanı hal ile toplumla iç içe yaşayarak toplumun nasıl kurtuluşa ulaşacağını kendisine dert edinmiş insanların mücadelesiyle ancak bu kölelik zincirlerini kırarak özgürlüğüne kavuşur. Özgürlüğüne kavuşmamış insanların seçim yapma ve tercih belirtme gibi komik bir oyundan uzaklaşması gerekir. İyi kötü, doğru yanlış, güzel çirkin, adalet zulüm vs. gibi toplumsal değer algılarının ne olduğunu anlamaktan ve tanımaktan uzak insanlar, nasıl ve hangi tercihi yaptıklarında sağlıklı bir yön çizmiş olabilirler ki!

Ey aydınlar, entelektüeller, akademisyenler, sorumluluk duyan herkes, insanları doğru bilgilendirmezseniz onlardan daha çok siz bunlardan sorumlu olacağınızı bilesiniz. Demokrasi yeryüzündeki kurtarıcı sistemin adı değil, kurtulmak isteyenlerin boynuna yuları geçirenlerin, bu yularla bağlananların hallerinden memnun olduğunun onayını, kendilerine onaylattırdığı sistemin adıdır. Zorla baskıyla emperyalist anlayışlarla sömürülmesi zorlaşan toplumları farklı yollarla sömürmek için daha yumuşak bir geçişle sömürmeyi sürekli kılmanın adı demokrasidir. İşi ehlinden alarak işin özüyle alakası olmayanlara verilen o işler insanlığa zulüm gözyaşı ve ölümden başka bir şey getirmemiştir. Nasıl bir yönetim ki kendini kabullendirmek için gözünü kırpmadan milyonlarca insanı katledebiliyor. Hakka dayanan ve Hak için olan bir sistem kendisini zorla kabullendirmez ve kabul etmeyenlere de zorla baskı kurmaz. "Dinde zorlama yoktur, doğruluk sapıklıktan ayrılmıştır, kim tağutu yalanlar Allah'a yönelirse o kopması imkânsız bir bağla Allah'a bağlanmıştır..."Bu ayet aslında bir yönetim sisteminin tüm koordinatlarını ortaya koymaktadır. Din bir yaşam biçimi, bir yaşam ve yönetim biçimini benimsemeleri için, insanları zorlamak ve onlara sistemi dayatmak yoktur. Ancak o sistemin tanıtımı ve anlaşılması vardır. Tağutların zalimlerin sömürücülerin bağımlığından kurtulanlar zaten o sistemin hak olduğunu bilir ona yönelirler. Ancak bir sistem kendisini benimsetmek için kan gözyaşı ve ölümleri reva görüyorsa o sistem meşrulaşamamış gayri meşru bir sistemdir. İşte, demokrasilerin tümü, yaldızlı ifadelerle anlatılmış olsa bile, insanlık yaşamını aslından uzaklaştırmak için fıtri yaşamın koordinatları ile oynayarak insanlığı imha çabasıdır.

Denize açılan bir geminin, dalgalarla nasıl boğuşacağını en iyi bilen kişi, onun ilmine sahip olan gemi kaptanı olmasına rağmen, gemideki yolcular biz bir seçim yapalım kim oyu çok alırsa o kaptan olsun derse, o geminin batması farz olur. Ancak ehli olan ilmiyle olaylara vakıf kişiye o ehliyet verilirse gemi karaya çıkar. Ne yazık ki demokrasi, böyle bir tercihe insanları zorlayan sistemdir. Dolayısıyla demokrasi diye bizlerin hafızlarına kazınan o sistemle insanların mutlu huzurlu adil bir yaşam ortamına kavuşmaları mümkün olmayacaktır. Onun içindir ki bize dayatılan tüm sistemleri sorgulayarak hakikate çıkacak aydınlatma fişeğini Rabbimiz bize vermesine rağmen biz hala kör karanlığa kurşun atmaya devam etmeye kararlı görünüyoruz. Dolayısıyla tüm atışların boşa gideceğinden şüpheniz olsa da arada bir isabet olursa onu da bahtınıza çıkan bir bir ikramiye olarak görün...

Ey insan, “Senin için ölümlerden ölüm beğen tercihini sana dayatanların, seni düşündüğünü söyledikleri tüm sözlerini ayaklarının altına al ve seni yaratıp rızık verenin nasıl bir yaşam ortaya koyman gerektiğini idrak et ve kendine gel... Yoksa bu sömürülme ölümle noktalanacak bir sonuç olmayacak, ölüm sonrasındaki hayatta da başımız beladan çıkmayacak çünkü buradaki kazanımlarımız önümüze konduğunda orada ölümlerden ölüm beğenme hakkımızı da kaybetmiş olacağız. Onun için diyorum ki, yaşamakla ölmek arasında bir tercih yap, yaşamak istiyorsan seni sen yapan ve insan olmaya yakın kılan değerlerini anla ve onlara göre yaşa ki, bir defa ölelim ve ölümümüz bir kurtuluş olsun yoksa ölüm bize zindan olabilir.

Ehveni şer, kati şer adı ne olursa olsun şerrin hepsi şerdir, Hak’ta haktır. “Haktan sonra dalaletten başka ne var ki..."Buyruğu hayatımıza bir umut olması dileğiyle siz dostlarımızın zihinlerini biraz yormaya çabaladım inşallah yormayı değmiştir...

"Hak gelince batıl yok olmaya mahkûmdur, Hak batılın beynini parçalar…"Bunlar bizim ellerimizle olmazsa Allah bizi giderir, yerimize başka bir toplum getirir onların eliyle de olsa bunu gerçekleştirir... Hiç olmazsa bizler bu yolda can vermeye aday olalım ne dersiniz?

Erol KEKEÇ/23.06.2022/13.57


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!