Bu Blogda Ara

25 Ocak 2022 Salı

MUHAFAZAKÂR DEMOKRASİDEN SOSYAL DEMOKRASİYE(!)

İdeolojik kamplaşmaların doğurduğu politik anlayışların toplumsal refah düzeyini yükseltmesi ve toplumsal mutluluğu getirmesi mümkün değildir. İdeolojik pencerelerden toplumsal yaşamı idare edeceğini düşünenler daima toplumsal yaşama dayatılan bir anlayışı egemen kılmak isterler. Kendi ideolojik yaklaşımlarına göre topluma yön vermek isteyenler toplumsal değer sistemlerine pek saygılı olmadıkları gibi onlarla barışık yaşamayı da göze almazlar. Ondan dolayıdır ki düşünceleri içinde doğrular olsa bile, toplumda fazla karşılık bulmazlar. Dolayısıyla toplumsal hayatı dikkate almak ve onların değerleri ile uyum içinde olup onlara saygı göstermek, yönetme amacı olan her ideolojik politikacıların buna dikkat etmesi zorunludur.

Ülkemiz gerçeğini dikkate aldığımız zaman, sağ partiler toplumsal vicdani değerlere ve dini yaşamlara o kadar önem vermemelerine rağmen, halktan daha fanatikmiş gibi tepki gösterirken, sol anlayışlar ise daima o yaşamlarla çatışma halinde olmayı kendilerince ayrıcalık olarak görmekteler. Oysa onların uygulamalarının sağ kesimdekilerin birçoğundan daha gerçekçi ve özgürlükçü olduğunu bildiğimiz halde, değerler gündeme geldiği zaman hep onlarla karşı karşıya gelmeyi tercih eder durumdadır. Bu algıyı çözebilmek ve belli bir yere oturmakta şahsen ben çok zorlanmaktayım…

Sol anlayış olarak politik arenada olanlar, bu özellikleri fazlasıyla ortaya koymaktadırlar. İnsanların kılık kıyafetlerini gündem yapmayanlar, her türlü özgürlüğe kapılarının açık olduğunu söyleyenler, muhafazakâr insanların yaşam tarzlarına ve kendilerince doğru buldukları inanışlarına tahammül gösteremiyorlar… Buna en yakın örnek, CHP grup başkan vekilinin Kuran kurslarından çok, Kuran kurslarında Öğrenim yapan çocukların bu eğitimlerini 1400 yıl önceki ortaçağ anlayışı olarak ifade etmesi, tam da bir fiyaskodur. Toplumun genelinin yaşam algısı bu iken bu değerler onların gözünde kutsallık kazanmışken, siz toplumsal yönetime talip olan bir siyasal anlayış olarak, bu sözleri sarf ediyorsanız hastalıklı bir yapıya sahipsiniz demektir. Hastalıklı zihinler, ortadaki yaşamın kutsal kodlarını dikkate almadıklarından toplumsal yaşamda karşılığı çok zor oluşur.

Onun için, onların inançlarına sahip çıktığını söyleyen insanların sözlü göstermelik ifadelerine dikkat kesilerek, onların değerleriyle ne kadar alay ettiklerini ve onlara zarar verdiğine bakmaksızın onları Baş tacı yapar. Ülkenin sol politik anlayışı bunu beceremediği için, rakipleri tarafından toplumun düşmanı gibi hep yansıtılmıştır. Bu durum geçmişte de böyleydi, şu anda böyle devam etmektedir. Sol politik anlayışa birkaç hatırlatmada bulunmayı ve ona dikkat ettikleri taktirde marjinal adlandırılan bir parti olmaktan çıkacaklarını düşünüyorum…

·       Sol politik anlayış, kendisini yenilemeli ve modern devlet algısına sahip olmalıdır.

·       Yönetmek istediği toplumun değer sistemleriyle çatışmayı değil, onlara sahip çıkmayı öğrenmelidir.

·       Özgürlükçü bir ortam oluşturmayı ve toplumdaki hiçbir anlayışa ayrıcalık tanımayacağını, yönetim olarak tüm vatandaşlara eşit mesafede yakın ve uzak olacağını gösterir mesajları net ve içtenlikli vermeli ve o doğrultuda partiyi yeniden dönüştürmelidir.

·       Parti yönetimini sadakat ekseni üzerine değil, ortak akıl üzerine oluşan bir heyetten kurmalıdır. İnsanların bağlayıcılığı duygusallıktan değil, hukuk olmalıdır.

·       Sağ kesimin ve muhafazakâr demokrat olduğunu söyleyen siyasal oluşumların yaptığı yanlışlardan uzak durmalı ve toplumsal yaşamı geren çıkışlardan kaçınmalıdır.

·       Öfke kin ve nefret üzerine bir oluşum değil, adaleti esas alan bir yaklaşım oluşturmalıdır.

·       Devletin, esas görevinin bilincinde olmalı ve onları yaşamın temeline koymalı, diğer düşünsel tercih ve yaşamlarla ilgili ötekileştirme tutumlarından kaçınmalıdır.

·       Yaşama, Barınma, korunma, güvenlik, eğitim sağlık gibi temel insani sorumlulukları devlet adına en iyi düzeye çıkarmanın mücadelesini vereceğini ve çıkaracağını tüm detaylarıyla insanlarla paylaşmalıdır.

·       Kamusal harcamaların insanların refah düzeyini sarsacak düzeyde olmayacağını, toplumsal yaşamın yönünü etkilemekten uzak bir harcama olacağının garantisini ortaya koymalıdır.

·       Kamu kurumlarında çalışanların ayrıcalıklı bir konumda olmadığı, insanların hizmetini yapmak ve devletin işleyişini sağlamak için o görevlerinden dolayı, insanlardan toplanan vergilerle maaş aldığı bilinci verilerek, halk ile bürokratik hiyerarşi arasındaki güven ve iletişim yeniden sıcak temellere taşınmalıdır.

·       Devlet yönetiminde bulunmanın, bir futbol takımında olmaktan hiç farkının olmadığı, tüm parti taraftarlarına bir parti anlayışı olarak vermesi gerekir. Onun için parti içinde her kesimden ve düşünceden insanların olacağı ve herkesin hukuka uygun hareket etmelerinin gerekliliği ve önemi sıkça vurgulanarak, değişimin ciddiyeti en alt katmanlara kadar indirilmelidir.

·       Sosyolojik anlamda bir yatay nitelikli parti olmaktan çıkacak, dikey içerikli bir parti olacak…

·       Parti gündemi inançlar yaşamlar düşünceler üzerine değil, tamamıyla mutluluk, paylaşım, refah düzeyi, milli gelir, yaşam alanların genişlemesi ve vatandaşlık bilincinin verilmesi üzerine oturmalıdır.

·       Sol anlayışın geçmişiyle bu toplumda bir çatışmanın olduğu bilinmeli ve insanların değişiminin mümkün olduğu, ancak geçmiş öğrendiklerini unutmasının o kadar kolay olmadığı unutulmamalıdır. Bunu bilenler olarak değişimin sürekliliği ve sürdürülebilirliği konusunda ciddi atılımlar ve anlayışlar geliştirilmelidir.

·       Sol anlayış yeni bir Vizyon oluşturmalıdır, israfa dayanan tanıtım ve reklam kampanyalarını ortadan kaldıracak ve tasarrufa gidecek adımlar atmalıdır. Partilerin vatandaşın cebinden çıkan paraları har vurup harman savurarak, görüntü kirliliği oluşturacak düzeyde cadde ve sokak kirlenmesini önleyici çalışmalar yapmalıdır.

·       Hangi düşünceye sahip olursa olsun toplum menfaatine olacak her türlü mal ve hizmet üretimi oluşturmak isteyenlerin, önündeki bürokratik engeller sıfırlanacak düzeye indirilmelidir.

·       Vergi sistemi yeniden düzenlenmeli, tüketimden alınan vergiler düşürülmeli veya yok edilmeli, servet ve kardan alınan vergiler oluşturulmalıdır.

·       Her vatandaştan tükettiği her nesne adına vergi almak insan doğası ve insanlık yaşamı ile bağdaşmaz… Ancak bir vatandaş korunma, barınma ve geleceği garanti altına alan devlete, vergi vermesi gerekir, bu da kendisi adına devlete bu sorumluluğunu verdiğinden devlet bir hizmet karşılığında bunu alır. Ancak bana su getirmiş olan bir satıcı, getirdiği suyun bedelini aldığı gibi, devlet anlayışı benim kullandığım suyun kullanımına ait bir vergi, ayrıca alma garantisinde bulunarak aldığım sudan ayrı bir vergi ve bir de bunlara KDV vergisi diye bir vergi koyarak, insanı yaşamından bıktıracak eylemden uzaklaşmalıdır. Var olanlar bunları daha bir sıkılaştırdı, oysa yeni bir anlayış bunları değiştirmesi ve insanların nefes almasını sağlamalıdır.

·       Verginin gelirden ve ticaretin karından alınması gerektiği bilinmeli ve yeni bir boyut oluşturulmalıdır. Devletteki anlayışların sınırsız harcamalarını kısmamak adına, atılan her adımdan vergi alınırsa, insanlar yaşamlarından bıkar ve herkesin üstüne bir çizgi çekmek zorunda kalırlar.

·       Özel tüketim ve ayrıcalıklı yaşamı anlatan, yatlardan, süs eşyalarından alınmayan özel tüketim vergisi, gariban birinin iletişim sağlamak için kullandığı telefondan alınıyorsa, orada durup düşünmek gerekmez mi?

·       Sahiden sistemin işleyiş kuralları baştan ayağa yeniden gözden geçirilmeli ve insanlığı olumsuz etkileyen her kural yaşamdan uzaklaştırılmalıdır.

·       Bir devletin gelir kalemleri yeniden tanımlanmalıdır. Devlet, harami çetesi gibi pusu kurarak ceza kesip bu cezalardan gelen paralarla gelir kalemi oluşturmaz. Devlet, kurulan pusulardan elde ettiği menfaatlerle gelir kalemi oluşturursa, üretim tesisi açarak neden daha fazla yorulsun ki, Almanya’nın araç üretiminden kazandığı paradan çok daha fazlasını, onlardan alınan araçlardan devletin aldığı vergi ile kazandığı ortadadır. Vergileri çoğaltarak, halkı bunaltarak, toplayıcı düzeyde olan bir devlet; göçebe ve medenileşememiş bir devlettir. Onun içindir ki yeni anlayışlara tavsiyem medenileşmiş bir devlet yapısı oluşturmalarıdır.

·       Ceza ve ödül her yönetim anlayışında olması gerekir, ancak bu bir gelir kalemi olarak gösterilmemelidir, utançtır. Devlet ceza kesen bir harami başı olamaz, devlet insanların hata yapabileceği alanları öğrenir ve insanlar oraya yönelmeden onları önleyici tedbirler alır, bu davranışı devam ettirenlerin yaygınlığını sağlayarak içselleştirmeleri için ödüller vererek teşvikler oluşturur. Bu teşvikleri kendi kasasından vermemek için de, çok aykırı suç eylemleri olursa, onları cezalandırarak onlardan aldığını bu alanda kullanmalıdır. Yani negatifi yok etmek için, pozitifi aktifleştirmesi kaçınılmazdır.

·       Seleflerinin yaptığı gibi ben yaptım oldu geçmiş anlayışını imha edecek, toplum için atacağı her adımı, her anlayıştan olan ama bilimsel yönü güçlü etik değerlere bağlı kurullardan geçirerek uygulamalıdır.

·       Teorik eğitim algısını uygulamalı eğitime dönüştürmeli ve hayatla eğitimi iç içe yapmalıdır. Eski yatılı okulların fonksiyonelliğini yeniden canlandırmalı ve toplumsal farkındalık değişim hareketlerini eğitim kurumlarıyla başlayarak hayata geçirmelidir.

·       Mesleki itibarları koruyacak önleyici tedbirler olmalı ve mesleklerin saygınlığı artırılmalı ve doğal saygınlığa dönüştürülmelidir.

·       Toplumsal yaşamda hiçbir anlayışın başkasına hakaret etme hakkının olmadığı, eleştiri, düşünce özgürlüğü ve hakaretin sınırları hukuki normlarla belirlenmeli ve bunu kimsenin belirlemesine fırsat tanınmamalıdır.

·       Her anlayışın değer verdiğine bir başka anlayışın hakaret ve saldırı hakkının olmadığı, saygı duymasının gerekliliği ancak saygı duyması onu seveceği anlamına gelmediği, bir toplumsal algı olarak yaşanır hale getirilmelidir.

·       Bir yaşamı seviyor olmanız başkasının yaşamını rencide edecek eylemlere sizi sürüklememelidir.

·       Devletin, aslı fonksiyonları yeniden tanımlanmalı ve kimsenin devletin sahibiymiş gibi kendine ayrıcalık tanımasına fırsat verilmemelidir. Devleti birileri kendisine göre tanımladığı zaman, gücü ele geçirdiğinde kendi anlayışında olmayanları rahatlıkla devlet düşmanı diye tanımlayarak, toplumsal yaşamın dışına atma isteğini ortadan kaldırmak zorunludur.

·       Muhalif olan her anlayış iktidar olan anlayışın imkânları ele geçirince diğerlerini vatan haini görmesine fırsat vermek istemiyorsak, vatan hainliğinin ne olduğunun hukuken tanımının yapılması zorunludur.

·       Muhafazakâr demokrat tanımlaması yapanlar bu saydığımız hususları tepeledikleri için o anlayışların bunu yeniden ikamet etmeleri mümkün görülmediği için sosyal demokrat olan anlayışlar bu konulara gerekli önemi vermeleri onların varlık sahnesinde devamlı olmalarının yolunu açacaktır.

·       Her şey Devlet için Makyavellisi anlayış ortadan kalkmalıdır. Çünkü iktidar olan her anlayış kendisini devlet gördüğünden, kendi çıkarlarını korumayı ve sürekli kılmayı devletin varlığını koruduğunu sanarak, insanların yaşam ortamlarını dikkate almadan bir savurganlık yapmaktadır. Oysa yeni anlayış, İnsanı yaşat ki, Devlet yaşasın anlayışını egemen kılmalıdır. İnsanın mutlu olmadığı yerde devletin güçlülüğünden ve varlığından söz edilemez. Beni mutlu etmesi için, vekâletimi kendisine verdiğim devlet, vekâleti benim aleyhime kullanırsa onun elindeki vekâletimi imha etmek ve benim vekilliğimden azil edilmesi kaçınılmaz olur. Onun için insanı yaşatan devlet algısını geliştirmek, hem devleti güçlü kılar hem de vatandaşların ayrıcalıksız devletin sahibi olduğundan, herkes devlete sahip çıkar.

·       Yeni yönetim anlayışı oluşturmak isteyen, özellikle sol cenahın bunlara ağırlık vermesi ve onu devamlılığı olan bir siyasi algıya dönüştürmesi zorunludur.

·       Bu ve buna benzer daha nice yapılması gerekenleri yapmak isteyen sorumluluk sahiplerine, bir imkân olarak bunları sunmayı, ülke ve insan sevdalısı biri olarak açıklamaya hazırız… Çıkarsız uygulamak isteyenlere selam olsun…

Selam saygı muhabbet ve iyilik dileklerimle… Herkese Şafak sökmeden bulutlar dağılmadan doğmak istemeyen Güneşi armağan ediyorum… Aydınlık yarınlar yoldaşınız olsun!

Bahadır Hataylı/24.01.2022/19.30

24 Ocak 2022 Pazartesi

SİYASETİN LİMANI AHLAK GEMİYİ ÇIKARAN KAPTAN

 Siyaset üretmenin sonuna mı yaklaşıyoruz diye bazen sormadan edemiyorum… Ülkemiz gereceğini dikkate aldığımda, iktidardan, muhalefetten, hatta meclis dışı kalan siyasi partilerden, STK’lardan ve Siyaset bilimcilere kadar siyaset ekseninin dışında bir yaşam var gibi görüyorum. Toplumsal yaşamın sorunlarının çözüme kavuşması, geleceğin planlanması, nesillerin gelecek yaşam düzeylerini huzurlu bir toplumda sürdürmelerinin yollarının oluşturulması, kanunların ve Hukukun insan doğasıyla uyum haline gelmesi için çabalayan ortamları göremiyor olmak böylesi düşüncelerin oluşmasına haliyle katkıda bulunmaktadır.

Ülkemizde siyaset nasıl anlaşılmaktadır, doğrusu bunu anlamakta zorlanıyorum. Köyden insanların oyunu alacak diye siyasetle yakından uzaktan alakası olmayan birinin karşınıza siyasetçi olarak çıkmasına çok alışkınız. Üç beş parası olanın ve arkalarına da onlara destek olacak ciddi bir para kaynağına ulaşıldığı zaman hemen bir siyasi parti kurma süreci başlayabiliyor. Aslında bunlar bir siyasi oluşum ve siyasetle doğrudan ilişkisi olan oluşumlar değildir; sadece ülkenin gelir kaynaklarını biraz olsun biz nasıl tüketiriz ve istediğimiz alanlara nasıl yönlendirebiliriz diyenlerin politik kurnazlıkları olarak tanımlanması gerekir.

Politik kurnazlıkların ve politikaya dair ayak oyunlarının siyaset olarak görüldüğü ortamlarda siyaset dışı oluşumlar toplumsal yaşamı dizayn etmeye başlar. Siyasetçi, genelin menfaatlerini gözeterek toplumsal yaşamı daha kaliteli düzeyde yaşatmak için çözümler oluşturmaya çalışır. Yönetim anlayışlarını da daima yeni koşullar karşısında yenileyerek, kaybedeceği menfaatlerin hesabını yapmadan, kazanımları dikkate alarak mücadele verir. Çatışma ve kaos ortamlarının oluşumuna kapı aralamaz, çünkü oluşturacağı her kaos ortamı onların işini daha fazla zorlaştıracağı gibi, hem zaman hem de sermaye kaybına neden olabilir. Siyasetçi bunları dikkate alarak kendi yaşamını ve çabasını zorlaştıracak ortamların oluşmasına fırsat vermez. Siyasetçi, entelektüel, aydın, sosyal yönü güçlü, iletişim becerisi yüksek, merhametli, kuşatıcı ayrım gözetmeyen, tüm yönetiminde olan insanlara aynı oranda uzak ve aynı oranda yakın olmak zorundadır. Günlük, spontane eylem ve düşüncelerden yola çıkarak potansiyel bir tehlike arz eden bir kitle ile sürekli savaşıyormuş gibi gerilim katsayıları yüksek, enerji debisi düşük karanlıklara davetiye yazan pozisyonda olamaz.

Siyasetçi, öncelikle ortak aklı ve realiteyi dikkate almak zorundadır. Muhalif bir güç olduğunda da, sadece devlet imkânlarından istifade eden ve iktidarda olanlara saldırmak ve yapacağı işlere fren olmak zorunda değildir. Muhalefet, bir aracın yürümesi için araca ne kadar katkı sunabiliyorsa onları ortaya koyan olmalıdır. Oysa bizde muhalefet demek, iktidarda olanların bakışıyla bir sorunun çözümüne bakmıyorsa onların önüne nasıl engel olabilirim ve bunu yaptırmam diye düşünmektedir. İktidar da, kendisi bir önerge vermemişse önerge muhalefetten geliyorsa, doğru ve toplumun faydasına da olsa, içeriğine bakmaksızın onu reddetmek üzere formatlandığı için, toplum yararına siyasetçiler oluşmadığını görmekteyiz. Dolayısıyla, farklı ideolojik yaklaşımda olanların ülkenin gelirlerini yönetmek ve kendilerine geniş imkân ve alanlar oluşturmak için ülkenin yönetimine gelmesi, onların çok iyi siyasetçiler olduğu anlamına gelmemektedir. Mesleği siyasetçilerden oluşan ve o alanda ciddi çaba ve emek sarf eden insanlar ülke yönetimine gelmesi gerekir. Ülke yönetimi başlı başına en önemli iş olmasına rağmen, kim olursa olsun gelsin, iyi parmak kaldırıyor ve yöneticilerin sözünden çıkmıyorsa siyasetçi olabilir gözüyle bakılmaktadır. Böylesi ortamlarda Ülke sorunlarını kendisine dert edinen siyasetçiler değil, sadakati karşısında ne kadar karşılık alacağını hesap eden politik ayak oyuncular ülke yönetmek için sahneye çıkar. Bir Hastaneye ziraat mühendisini doktor olarak atayabilir misiniz, oradaki insanlar onun olmasını istese bile, ancak geçmişte bu anlamda fazla mezun veren okulların istihdam edemediği mezunları, okullara öğretmen olarak atandı, eğitimin geldiği noktaya hepimiz şahit olmaktayız.

Tüm mesleklerden oluşan insanlar, siyaset alanında ciddi akademik çalışmadan ve yeterli donanıma sahip olmadan ve o konuda gerekli sertifikaları, işin uzmanı siyasetçilerden almadan bu işin içine sokulmaması gerekir. Kim olursa olsun gelsin ülkeyi birlikte yönetelim demenin böylesi ortamlardaki karşılığı, gelin hep birlikte bize yakın olanlarla birlikte yönetime gelelim ve imkânları istediğimiz şekilde birlikte kullanalım demektir. Toplumda hiç olan, hiçbir karşılığı olmayanların siyaset ortamına girdikten sonra bir karşılığı oluyorsa, bunun anlamı, karşılıksız basılan paranın piyasaya girerek piyasaya ortak olması gibidir. Piyasası olan siyasetçiler ülke yönetimine geldiği zaman toplumda bir karşılığı olacaktır. Toplumda karşılığı olmayan tedavülden kalkacak anlayışlar, siyaset bilimi içinde yer bulabiliyor ve politik oyunlarla toplumsal yaşamı dizayn edebiliyorsa, siyaset dışı yaşamların siyasetin yerine geçmeye başladığı göze çarpar. Bizim toplumda da böyle bir sürece doğru gidiyoruz gibi geliyor bana… Çünkü siyasi olarak konuşulması gerekenler konuşulamıyor, toplumsal sorunlar kişisel sorun haline getirilip, kişiler arası düelloya dönüşüyorsa, toplum yönetimi yavaş yavaş yerini ring gösterisi yapmak için ringe çıkan boksörlerin yaptığı maça dönüşüyor. Bu maçta da duygusal bağlarla boksörler ile taraftarlar arasında bağlar kurulur. Boksörlerden hangisi daha çok taraftar toplayıp tezahürat alııyorsa o desteklenir, diğeri ringden mağlup ayrılır bir sonraki maça gözünü diker… Ülkemiz politik arenasında da siyaset bundan hiç mi hiç farklı olduğunu düşünmüyorum…

Bu örnekler, siyasetin nasıl oyunlar içinde oyun olduğunu görmemiz açısından sanıyorum biraz açıklayıcı olmuştur. Siyaset kişisel bir uğraş alanı olmaktan ziyade toplumsal yaşamın olduğu yerde olmazsa olmaz bir değerdir. Siyaset ilminden ve biliminden yoksun kafalar toplumsal kuşatıcılık içinde toplum düzenini sağlayacak yönetimden uzak olurlar. Bu eksikliği ortadan kaldırmak ve boşlukları doldurmak için yeni yöntemler geliştirmeye başlarlar. Çünkü insanda karmaşık duygular vardır. Bu karmaşık duyguların vermiş olduğu gerilimlere bağlı oluşan eksiklikleri gidererek rahatlamak için, insan kendisine sivrilecek alanlar açmaya çalışır. Açılan bu alanlarda sivrildiği zaman bulunduğu yerdeki eksikliği giderdiğini düşünerek yeniden kendine gelmeye çalışır ve ondan sonra sürecin nasıl bir yol izleyeceğine kendisi bile karar veremez. Farkında olmadan kişi sağlam zemin diye düşündüğü dibini bilmediği bir yere demir atar, bu demirleme çoğu zaman kendi isteği doğrultusunda olmaz, etraftan gelen tezahüratlar onun demir atacağı yeri belirler…

Yani siyasetin gemisini siyasetçi iyi bilmek zorundadır. Siyasetçinin işi geminin dümenine doğru oturmak ve mürettebatı o işle ilgili insanlardan oluşturmaktır. Yolcular gemi kaptanına müdahale diyor ve geminin yanaşacağı limanı onlar gösteriyor, geminin dalgalara karşı nasıl yol alması gerektiğini yolcular belirliyor ve kaptana sadece dümeni çevirmek kalıyorsa, o gemi batmayı çoktan hak etmiş demektir. Siyasetçi Azgın dalgalar arasında gemisini dalgalara rağmen karaya çıkaran bir kaptan olmak zorundadır. Kaptan denizin ve geminin nasıl ki tüm özelliklerini bilmesi gerekiyor, iklim ve meteorolojiyi yakından takip etmesi gerekiyorsa; siyasetçi bu özelliklere sahip olmadan toplum okyanusuna açılma hakkına sahip değildir. Toplumsal okyanusta toplum girdabına yakalananların batması bir geminin batışından çok daha tehlikeli olacağı için siyasetçi siyaset ilminin zirvesinde olmak zorundadır…

Bizim toplumda Siyasetçilerin toplumsal okyanusta iyi kaptan olmadıkları apaçık ortadadır, çünkü toplumda her fert bu geminin batmadan nasıl bir iskeleye yaklaşmasını konuşuyor ve herkes en iyi kaptanın kendisi olduğunu söylüyorsa, demek ki gemi kaptansız ya da gemi dalgalarla baş edecek düzeyde denizin kurallarını iyi okuyamayan bir kaptanla yol almaktadır anlayışı ortaya çıkar. Kendi ortamımızdan yola çıkarak diyorum ki, yeni bir siyaset anlayışı gelişmek zorundayız. Bu siyaset anlayışını, kendi kültür kodlarımızı üzerinde en iyi taşıyan tarihi kişiliklerimizden almak zorundayız. Yusuf Has Hacip, Farabi ve Edibali gibi insanların ortaya koyduğu ilkelerin, toplumsal yaşamı idare edecekler için birer başyapıt olduğu idrak edilmek zorundadır.

Siyaset gemisi karaya vurmuş, buradan çekicilerle yeniden engin denizlere açılma imkânı varken, bulunduğu yerin en iyi yer olduğuna inanıp oradan gemiyi denize açtığımızı sanırsak, şunu bilelim ki bu gemi buradan denize asla açılamaz olsa olsa daha fazla karaya demirler. Siyaset gemisinin karaya demirlemesi demek; Totaliter teokratik yaşamın rüzgârının yağmur getirmeyen bulutlarının semamızı kuşatıyor olduğunun ortaya çıktığı anlar demektir. Çünkü Karaya geminin oturduğunu bilgi olarak izah edemediğiniz zaman, öyle olmadığını söylersiniz aksini düşünenlere de düşündüğünden doğru potansiyel tehlikeli muamelesi yaparsınız, etrafınızdaki insanların da sizin söyleminize inanmasını beklersiniz. Yani totaliter teokratik bir algıya dayanan yaşamı, farkında olmadan insanlığa armağan edersiniz.

Bunu gören her politik oyun kurucu anlayış kendi anlayışını dayatarak bu süreci götürmeye çalışır ki, bunun adı siyaset olmaz; siyasetsizliğin insanları getireceği son nokta olur. Bu duruma gelmeden ya da böylesi ortamların oluşmasına fırsat vermeden siyaseti Siyasetle yapalım… Siyasetin limanı ahlaktır, ahlakı olmayan bir siyasetin gemisinin nerede demirlediğinin hiçbir önemi yoktur. Biz ülkemizi yönetecek siyasetçilerin ahlak limanından denize açılmasını ve tekrar ahlak limanına dönüp demir atmasını bekliyoruz… Bu bakış açısı, bir anlayış kazandırmak ve kafalarda soru işaretleri bırakarak insanların yeni zihinsel kurgu üretebilmelerine faydalı olmak amaçlı kaleme alınmıştır… Faydalı olmasını rabbimden temenni ediyor, ahlaki bir limana demir atmak ümidiyle siyasetçilerimizi kendi menfaatlerinden uzak toplum menfaatlerini sabırlara koruyarak siyaset gemisini ahlak limanına demirlemeye davet ediyorum…

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Bahadır Hataylı/22.01.2022/21.33

23 Ocak 2022 Pazar

DÜNYAYI CEHENNEME ÇEVİRENLER YARINLARI KARANLIĞA GÖMERLER!

 Taraf olanlar bertaraf oldu diye anlatılan bir söz vardı ama kimse taraf olmayanların bertaraf olacağı günlere gelinebileceğinden bahsetmiyordu. Oysa taraf olmakla taraf olmamak arasında gidip gelen insanların her dönemde bozuk para gibi harcanacağı, taraftarlıklarından belli oluyordu. Medeni insan, her zaman bir taraftadır o hakkın adaletin doğrunun yanındadır. Doğruyu doğru olarak seçebilmek, sizin doğrunun yanında olmanızı gerektirir. Omurga taşıyan insan bir duruşa göre yaşar. Duruşu olan insanlar bulundukları her ortamda herhangi bir ideolojinin, grubun, liderin, partinin ya da gücü kontrolünde bulunduran otoritenin tarafında değildir. Onlar hep aydınlık tarafta bulunurlar ve insanları gölgelerinde bırakmak istemezler. Eğer insanlık bir gölgede kalacaksa o gölgenin de ancak doğruluk ve hakikatin gölgesi olmasını isterler. İnsanın olduğu yerde doğrunun ve hakikatin gölgesi nasıl olacak, mutlaka herkes kendi menfaatlerine göre belirleyici ve biçimlendirici olacak diyenlerin olacağını biliyorum. Ancak doğruluk yaşanmayacak ve yeryüzünde bir gelenek olarak devam etmeyecekse, yaratıcı neden doğruluk hakikat diye bir yaşamı var kıldı. Yaşanmayacak bir oluşumu insanlığın hayatının ortasına bomba gibi bırakarak insanlara zulmetmiş olmaz mı?(!) Böyle düşünen bir anlayışa verilecek en güzel karşılık bu olsa gerek…

Descartes’in deyimiyle, “Tanrı kavramı onun var olduğunun kanıtıdır. “olmayan bir şeyin bir kavramla anlatılması da mümkün değildir. Varlık evreninde ontolojik olarak Yaratıcı vardır ve o fani olan varlıkların içinde oluşan sonsuzluk düşüncesinin ta kendisidir. Çünkü sonlu bir varlığın sonsuzluğu arzulaması, ancak o sonsuzluğu onun ruhuna sonsuz bir varlığın koymasıyla mümkündür. Dolayısıyla sonsuz varlık mutlak hakikatlerin, doğruluğun iyiliğin, güzelin kendisidir diyen Platon’da bu evrende bir hakikat yaşamın olmasının mümkün olduğunu anlatmaktadır. Bunları örneklendirmemin sebebi, olmayan bir şeyin varlığını konuşmakta abesle iştigal olacağı için, hakikate uygun bir yaşam bu evrenin varlığının bünyesinde Tevhidi gerçekleştirmesinin yegâne nedenidir.

İnsanlık yaşamı, olumsuzlukları referans göstererek, onlardan daha ilerde olduğunu söyleyerek oluşturulacak bir hayat asla olamaz. İyiliklerin havarisi ve güzelliklerin yeryüzüne taşıyanı olup, adalet sancağını zulmün ortasına dikebilmenin yolu, olumsuzlukların hayatın hiçbir noktasında referans alınmamasından geçer. Bir yolun kendisi doğru ve istikamet üzere olduğu zaman yol üzerinde olumsuzluklar olsa da o olumsuzluklar yolun hakikat olmasını olumsuz etkilemez. Ancak yolun kendisi hakikatten uzak ve zulme dayanan bir yol ise yol üzerinde bazı olumlu sonuçların olması o yolun kendisini istikamet yolu asla yapmayacaktır. Bu durum Pis fosseptik kuyundan gelen kokuları gidermek için, rögardan akan atıklara temiz çeşme sularını akıtarak onları temizleyeceğini söyleyenin zamanı ve elindeki imkânları boşa harcamasından hiç farklı olmayacaktır.

Hakikat denklemi kurulmadan bu yaşamdaki varlık evreninde sorunların çözümü kolay olmayacak ve istenilen sonuca varılmayacaktır. Hangi inanç ve ideolojide olursa olsun yeryüzü yaşamını mutlu etmeyi düşünmeden insanların yaratıcıya gittiği zaman verilecek hesaplar üzerinden insanlara bir yaşam sunmayı düşünenler, asla doğruluk haritasının içinden bir koordinat seçemeyeceklerdir, dolayısıyla bulundukları yer onların hakikatle yüzleşmelerini engelleyecektir.

İnsanların dünyalarını imar edemeyen hiçbir düşünce ve inanç onların ahiretini kurtarmayı vaat etmesin, yalan söylemiş olur. Dünyada mutsuzluk, ıstırap, kahrolmuşluk, zulüm, cinayet, adaletsizlik, liyakatsizlik vicdansızlık egemen olan bir yaşamdan, geleceği aydınlatmasını beklemek sadece insanın kendi aklıyla alay etmesidir. Bundan dolayıdır ki, Ortaçağ Avrupa’sında skolastik anlayışa sahip olan batı insanları kilisenin girdabında boğarak, onlara cennet vaat etmeye devam etmiştir. Yani dünyalarını karanlığa gömenler, insanların sonrasını asla aydınlatamazlar. Allah Resulünün geldiği döneme bakarsanız, Mekke’de tefeciliğin egemen olduğu bir ortamda, insanları onların pençesinden kurtarmaya çalıştı, diri diri toprağa gömülen kızları hayata kavuşturdu, gasp ve haramiliği ortadan kaldırmak için mücadele etti, hatta buna en iyi örneklerden biri o gün Güç ve iktidar sahibi Ebu Cehilden bir yabancının malını alıp teslim etmesi de var… Hayvan muamelesi gören insanların boyunlarına yular takılarak Pazar Pazar satışlarını yok etti ve o zalimleri Hakka boyun eğdirdi. Mekke’den Medine’ye Hicret sonrası Medine’de Ensar ve muhacir kardeşliğini oluşturdu paylaşımcılığı ortaya çıkardı… Bunların birçok örneklerini verebiliriz, tüm bunlar insanlara ahiret vaat ederek değil, dünyalık zulümlerden insanlık kurtarıldığı zaman ahireti konuşma hakkının olacağını bilen bir elçinin uygulamalarıydı.

Allah’ın Resulünden sonraki ilk 50 yıl sonrasında oluşan anlayış, insanların dünyalıklarını cehenneme çevirerek onları ahirette güzel bir hayatın beklediğini söyleyerek oyun kuran zalimlerin elinde insanlık paçavraya döndü. Sonradan gelenler de, dünyalıklarına hizmet ettiği için, bu anlayışı sihirli bir buluş gibi gelenek haline getirdi ve İslam toplumu denen ortamların tüm yöneticileri tarafından bayraklaştırıldı. Geldiğimiz noktada ise tamamıyla dünyası harap olmuş, yaşamları zindandan, dışarıdaki aydınlığa hasret kalmış mahkûmların hayatına döndü. Yani üstü açık mahkûmlar olarak yaşar hale geldiler. Burada insanlığa anlatacağınız manevi değerler anlatılmadan iflas etmiştir, ne kadar şişirirseniz şiriniz patlamış balonun şişme umudu nasıl ki yoksa böylesi yaşamlarda sizin anlatacağınız manevi değerlerin cazibesi de olmayacaktır. Batı ile kıyasladığımız zaman, batı bu karanlık dehlizi aydınlanma ile deldi biz ise onların aydınlandığı dönemlerden başlayarak, hala çıkma ihtimali olmayan karanlık tünellerde, insanları aydınlığa çıkarmanın hayalleri ile insanlığın umudunu tükettik. Umudu tükenmiş insanlarda, sizin savurgan hayalleriniz bir göverme gerçekleştirir mi dersiniz(!)…

Dünyayı imar etmek ve dünyayı aydınlatmak için yaşadığınız ortamdan başlayarak insanların düşünmesinin önündeki tüm engelleri imkânlar ölçüsünde ortadan kaldırmanız gerekir, düşünmenin önünde dağdan yüksek ve insanların umutlarını kıran ve güçlerinin ötesinde barikatlar varsa ve bunlar gün geçtikçe katlanarak yükseliyorsa, düşünsel anlatımların ve manevi iklime insanları taşıyarak onları rahatlatmanın yolları kapanmış demektir. Bizim toplum için bir örnek verecek olursak, asgari bir yaşam standardı ile açlık sınırında yaşayan bir insan sabahtan akşama kadar mesai yaparak haftanın 6 günü aynı işi yaparak ailesini geçindirmek zorunda ise, bu insanın düşünebilmesinin önündeki tüm kapılar kapanmıştır. Olağanüstü bir sürprizle karşılaşması hariç…

Dolayısıyla, taraftarlık veya taraf dışı olarak sorunları görmek istememek, insanlığa hizmet etmek anlamına gelmiyor. Adalet ile adaletsiz sorunları çözmek, insan olmanın gereğidir. Adaletin olduğu toplumlarda az da olsa insanlık yararına bilimsel, felsefi, kültürel ve sanatsal etkinliklerin ortaya çıktığına şahit olursunuz ancak adaletin yerlerde süründüğü ortamlarda ancak insanlığın yerde süründüğüne şahit olursunuz. Doğu toplumlarının Batının geldiği noktanın ötesine geçebilmesinin tek yolu, yeryüzünde her canlının yaşama hakkının olduğu en yüksek düzeyde dillendirilecek ve yeryüzü imkânlarının tüm insanlık için paylaşımının önü açılacak, her varlığın yaşam kalitesi yükselecek, yaşam kalitesi yükselen insanlara ahiretin önemini anlatın, o zaman sözlerin bir anlamı olacak yoksa size tekrar iadesi gerekecek…

Ben bir insan olarak ve ayrıca sorumlu duyarlı bir Müslüman olarak Hakikate şahitlik etmeyenlerin hangi tarafta olurlarsa olsunlar gazabın kapsam alanından çıkamayacaklarını düşünüyorum… Neden 17 bin Tanzanyalının bir yılda tükettiğini bir Amerikalı bir günde tüketsin, bunu sorumlu duyarlı hakikate şahitlik edecek yeryüzünde adaletin sancağını taşıyan insanlar yaşamlarıyla ortaya koymazlar ve karşı oldukları anlayışlardan daha debdebeli hayat yaşayarak hangi kurtuluşa insanlığı götüreceklerdir. Bugün dünyanın ilk 100 zengininin yarıdan fazlası, İslam ülkesi dediğimiz toprakların yöneticileri ise, hangi kurtuluşu anlatacaksınız insanlara…

Acaba neden Göçmenler hep Batıya gider, hiç doğuya gelen bir göçmen görmedim ama sömürmek amaçlı ve turist olarak gelenler çok… Almanya’nın gayrisafi Milli hasılası 57 İslam Ülkesi dediğimiz ülkelerin milli gelirinden fazlaysa o zaman insanların nereye neden göçmen olarak gittiğini sorgulamaya gerek yok sanırım… Bu ülkeler içinde yine ele ayağa dokunan kaşığa gelen biri varsa o da Türkiye, tüm olumsuzluklara rağmen yeryüzü mazlumlarına kol kanat açarak onların yardımına ulaşmayı ihmal etmiyor… Bu istek ve sorumluluk kendi halkı ile barışık yaşam ortamı oluşturmasına engel değildir. Kendi vatandaşının ihtiyaçlarını giderip onlara             insanca yaşayacağı ortamı oluşturamıyorsa dünyanın en ücra uçlarına kadar gitse de onlar her zaman gölgede kalmaya mahkûmdur. Yani diyeceğim o ki, Toplumsal dayanışma kardeşlik toplumsal adalet olmayan bir ortamın tüm ampulleri patlamış demektir. Karanlıkta bir tünelden çıkarken acaba daha kaç tünel kaldı diye karanlık tünellerin hesabını yaparak yaşamak istemiyorsak kendimize gelmek zorundayız.

Toplum olarak taraftarlık uyaranlarıyla harekete geçmeyi bırakalım ve hakikatin tarafı olarak yaşamaya yemin edelim ki, yarınlarımız karanlıklardan kurtulmuş olsun… Bu güne kadar ki yaşamlarımız bir karanlıktan bir başka karanlığa geçerek geldi, bunun temel dinamiği adaletin dışında ne varsa hepsini yaşam alanımıza çekmemiz ve adaleti hayattan uzaklaştırmamız oldu… Onun içindir ki batı dünyasına özenmeyi bırakıp kendi bünyemizdeki omurgayı diriltelim bu omurga sadece ve sadece adalettir diğerleri bunun üzerine oturur… Adaleti inşa edersek o zaman dünyaya yön veren olabiliriz ve diğer tüm imkânlar bizim şemsiyemiz altında toplanır. Adalet yoksa yeryüzünün imkânsızlıklarına da sahip olsanız, yaşam alanlarınız bir cazibe alanı olamaz. Onun içindir ki adaletin ayağa kalkması ve doğrulması yeryüzünün batışını az da olsa geciktirecektir. Bunun dışında kalan tüm yaşamlar dine dayansa ve bu dinin de ilahi olduğunu söylese de yok olmaya mahkumdur.”…Zalimler yakında nasıl bir devrilişle devrileceklerini bileceklerdir….”Şuara:227

Tüm bu açıklamaların üzerine daha fazla söz söylemek istemiyorum sözlerin en güzelini Allah söyler…”Onlar sözü dinler ve onun en güzeline uyarlar ”Rabbim bizleri sözlerin en güzeline uyan ve yeryüzünde adalete şahitlik eden kullarından eylesin… Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

Bahadır Hataylı/23.01.2022/14.00

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!