Bu Blogda Ara

27 Nisan 2021 Salı

EKONOMİK SİSTEM KAPİTALİZMİN DIŞINDA ARANMALIDIR

Şom ağızlardan düşmeyen bir söz, günün koşulları neyse ona göre yaşayacaksın. Günün koşulları ne ise derken, üzerinde düşünülmüş ve kritiği yapılmış bir sözden bahsedilmiyor. Tamamıyla acziyetin bir ifadesi olduğunu iyi anlamak gerekiyor. Birilerinin kurduğu herkese dayattığı kalıbın adı günün koşulları olarak anlatılıyorsa, bu bir yenilginin ifadesidir.

Yaratıcının bağışladığı ve nasıl yaşanılacağı hususunda ciddi hayat denklemleri ortaya koymasına rağmen, bununla alakalı hiçbir yorum ve gelişme sağlayamamış olanların, efor sarf etmeyi hiç düşünmeden günün koşulları ne ise ona göre yaşayacaksın şeklindeki iyi niyet gibi gözüken yaklaşımları doğrudan yaratıcı ve eleştirel düşünmeyi yok etmenin dolaylı çabaları olduğunu bilmek gerekir. Bu yaklaşımların tümünün temelinde korku, rahatı tercih etme, haram helal gibi bir değerden yoksunluk bulunmaktadır. Eğer bir ortamda mevcut olan yaşam biçimlerine angaje olmak öncelikli tercih olarak kabul görüyorsa, o toplum sömürülmeye ve kendisi için hazırlanmış olan kapanlara zorlama olmadan kendi tercihleriyle girmeyi hak etmiş demektir.

Günün şartları ne ise diye yavan bir ifadeyi yaygın hale getirerek ona meşruiyet zemini oluşturanlar şunu bilsin ki, bu söz bir yaşam biçiminin tercihlerini ve üretkenliklerini imha ederek, bu yaşamları, sürüler için oluşturulmuş sadece tüketime endeksli sömürü yaşam çarkının içine taşımak olur. Eğer bu ifade idari sistemi yöneten ve planlama erginin tavsiye ve dayatmaları sonrasında oluşuyorsa, toplumların ayağa kalkması, kendi yaşam biçimlerini ve kendi ortamlarını dikkate alarak, tüketici olmaktan çok üreten bir toplum haline gelmeleri neredeyse imkansızlaşır. Mevcut kalıpları yaşamın olmazsa olmazları olarak dayatmak kadar insan beynine atılan daha tehlikeli bir atış olamaz. İnsan beynini imha ettiğiniz zaman ona yaşamı boyunca kabulleneceği ve o çemberden çıkmayı hiç düşünmeyeceği kölelik kurallarını da benimsetmiş olursunuz. İşte, kapitalizm ’in ve onun günümüzdeki çağdaş çocuğu liberal kapitalist ekonomi diye bildiğimiz ve tüm yönetimlerin ona ulaşmak için canhıraş savaşı böylesi bir zilletin beyinleri kuşatmasının kanıtıdır. Neden Liberalizm diye sorma şansımız yoktur, insanın özgürlüğü ve ardından özel mülkiyet ve serbest piyasa gibi birkaç sihirli kavramla sizin beyninizi hemen istila ederler. Sizler de kafa sallayarak, önünüzde ürettiğiniz bir değeriniz olmadığı için, onun hegemonyasına girersiniz. Üretici dinamikleri canlı kalan ve sürekli hareketlilik hayatlarının vazgeçilmezi olan toplumlar, hayatlarının devamını kendi dışlarında oluşturulan kalıplara hapsederek devam ettireceklerine inanmazlar.

Ancak eldeki imkanları işlemeyi ve üzerinde değişimler yaparak farklı ürünler elde edecek zahmeti göze alamayanlar, kaynaklarını satarak yaşamlarını devam ettirdikleri için, güdülen sürüler haline gelirler.Sürüler,yaşamlarını belirleyecek ilke ve kuralları kendilerinin belirleyeceğine inanmazlar. Çünkü onlar hep yönetilmeye ve tüketime endekslenerek böyle bir yaşamın getireceği mutluluğu yeğlerler. Bu mutluluk alanlarının dışında daha kalıcı olan mutluluklara ulaşmaları için biraz çaba gayret ve efor harcamaları gerektiğini söylediğiniz zaman, eski köye yeni adet mi gelecek. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yoktur diye sizin de önünüzde en büyük engel olurlar. Oysa bilmezler ki, savunma her zaman yenilginin başlangıcı değil, savaşın kazananlarının verdiklerini özümseme ve geviş getirme dönemidir. Geviş getirmeye alışmış olanlar, sağlıklı ve taze ürünlere ulaşacak imkanlarını da kaybederler.

Bu örneklemelerden sonra anlatmak istediğim savımızın hayatımızdaki karşılığına bakmakta fayda olur umarım. Müslüman toplumlar olumsuzluklar açısından neredeyse yaşamları birbirinin aynısı. İnsanı Allah’ın yarattığına inanırız ve hayatımıza hükmeden ilke ve kurallar koyduğuna da inanırız, ancak bu ilkelerin hayatlarımızdaki yerine baktığımızda utancımızdan elimizi yüzümüze kapamak zorunda kalırız. Bu evreni yaratan ve içinde iradi kararlar verecek olan insanı yarattıktan sonra, onun hükmüne uygun olmayan bir yaşamı oluşturması için insanı hiç bilgilendirmemiş olmasını düşünebiliyor musunuz? Allah’ın sınırları bellidir kim bu sınırları aşarsa işte onlar haddi aşanlardır, haddi aşanlar için elim bir azap vardır. Ülkemiz ekonomisine kapitalizmin babalarının damga vurduğu muhakkaktır. Bunların hayat damarlarına su taşıyan ve ülkenin vergi rekortmeni olan bankalar, paylarının başka alanlara aktığını gördüklerinde, hemen o kanalları tıkamanın yollarını araştırıyorlar. Hatta İdari yönetime dayatmalar yaparak kanuni bağlayıcılıklarla bunların önlerini kapamayı ihmal etmiyorlar. Devletin gelir kalemleri arasında, vergi almak ilk sırada bulunuyorsa, devletin bu kuruluşların isteklerini dikkate almamasını düşünebilir misiniz? Kripto para ve bunlardan kaynaklanan usulsüzlüklerin gündemin ilk sıralarında yer alması, farklı finans kuruluşlarının ev,araba,kredi gibi kapsam alanlarını genişleterek yeni ve farklı açılım yapabilecek düşünce ve eylemler geliştirmeleri ve bunları da kurumsal kimlikle reel yaşamda hayata sokmaları beraberinde ciddi sorunları da başlarına getirdiği muhakkak. Neden mi, insanlar yatırımlarını daha çok bankalar üzerinden yaparken içlerinde duyarlılık açısından az bir kırıntı olanlar, bu yeni kuruluşlarla iş birliği yaparak nakit kaynaklarının adresini buraya yönelttiler. Bu süreç kapitalizmin aracı ve taze kan taşıyan kuruluşları olan bankaları rahatsız etmeye başladı ve idari mekanizmaya karşı lobi baskıları kurmaya çalıştılar ve de başardılar. Çünkü Son dönemdeki, BDDK’nın bu kuruluşlar üzerine yoğun olarak gitmesi ve onları denetlemesi sadece bir denetim olarak görülmemesi gerektiğine inananlardanım. Eğer sadece bir denetim olmuş olsa, neden bir kurum elde ettiği karının %30’unu infak müessesesini geliştirerek kuracağı vakfa aktarmayı tüzüğüne koymasına rağmen, buna müsaade edilmez ve ancak%2’ni aktarabileceği sınırlamasını getirir. Çünkü böylesi bir uygulama İslam’ın Karz-ı Hasen müessesesinin yeniden dirilmesine sebep olabilir. Dolayısıyla yardımlaşma dayanışma ve insanlar arası yeni bir ekonomik model oluşturulup hayata geçirilebilir. Bu korku Bankaların yüreğini hoplatmaya başladığı için, bu müesseselerin lobi grupları, idareyi etkileyerek, bu kurumları daha doğmadan bunaltma yoluna gitmektedir. Yani başlamadan bunaltmak ve yanlışlar yapmaya zorlayarak kanun dışı eylemlere yönelmesi için üstten baskıyı fazlalaştırarak, bu kuruluşların toplum nazarında itibarsızlaştırılarak olağan bir durum olunca üzerine çökerek meşru bir zemin oluşturma eylemi olduğunu düşünüyorum.

Müslüman olduğunu söylediğimiz bir toplumda tefeci faiz kuruluşlarının en çok kar getiren kurumlar olması, hiç mi içimizi acıtmıyor. Eğer insanlar bu faiz müesseselerinin dışında daha karlı ve insanlara zulmetmeyen ve ,insanca yaşayacakları ekonomik kurumları canlandırırsa kapitalizmin yegâne ekonomik sistem olma büyüsü bozulacaktır. Bu büyünün bozulmasını isterler mi, onun için idari yapı bu oluşumların gazıyla, farklı oluşacak kuruluşları potansiyel suç makinesi olarak görmemeli ve bunların canlanması ve hayata yeni kanları aktarması için yardımcı olmalı ve denetlemeyi, zulme dönüştürmemeli diye düşünüyorum.

Bizim gibi toplumların kurtuluşunun en önemli yolu, ekonomik bağımsızlık elde etmeleridir. Ekonomik bağımsızlık, Kapitalizmin piyasasının dışında ticari ilişkilerin kurulacağına inanmaktan geçer. Piyasaya kapitalizmin kurallarının egemen olduğu ortamlar bu kurallara göre ekonomik faaliyetlerini yürütürken ekonomik bağımsızlık beklentileri sadece bir hayal olur. Kapitalizmin oluşturmaya çalıştığı yaşamda, dünya cennettir, onun için ekonomik yaşam en değerli olan yaşamdır. Tüm ilişkiler bunun kazanılması için gereklidir dolayısıyla önemliler ama değerli değiller. Oysa İslam’ı bir yaşamdaki ekonomik ilişiklilerde ekonomi yani ihtiyaçları karşılama ve yaşamı kolaylaştırma faaliyetleri önemlidir ama en değerli olan değildir. Değerli olan bu yaşamın sonrasında karşılaşılacak olan ödüldür. Yani cennet bu hayatın sonunda bir armağandır. Dolayısıyla kapitalizmin dünya cennetine karşılık İslam Ahiret cennetini vaat ediyor ama o cennet için buradaki imaratın çok önemli olduğunu anlatıyor, hayatı rahat kazanabilmek için, buradaki ilişkileri kolaylaştırıyor ve insanlara zulmetmiyor, borç batağında insanları inim inim inletmiyor. Borçlanmayı kolaylaştırıyor ve insanlar arasında güven unsurunu yaygınlaştırıyor ancak güveni sözle anlatmıyor onun bağlayıcı alt yapısının da kurulmasına önem veriyor ve ahitleşerek yazılı sözleşmelerin olmasını şart koşuyor. Yani insanların içinde olumsuzluk olmadığı halde onları olumsuzluğa sevk edecek açık kapıların bırakılmasını asla istemiyor, şartların kötüye gitmesinden dolayı vaatlerini yerine getiremeyenlere baskı kullanılmasından menediyor ve onların genişleyeceği döneme kadar mühlet verilmesini ve bu mühlet içinde sorumluluğunu yerine getiremeyenlere bağışta bulunmanın daha hayırlı olduğunu anlatıyor. İşte İslam Nesneye mala değil, insana ve onun huzuruna değer veriyor. Çünkü toplumsal ifsatın önüne geçebilmek için insanların huzurlu ve mutlu bir hayatı yaşamaları gerekir. Kapitalizm insanların mutluluğunu ve huzurunu alarak onları psikomanyak duruma getirdi. Bu hal üzere yaşayanların dünyalarını cennet yapmaktan uzaklaşıp, ahiret cennetine yönelmeleri mümkün değildir. Kapitalizmin dünyaya pompaladığı bu sistem, tüm insanlığı yok oluşun kıyısına getirdi, dünyanın her yanı zulüm göz yaşı ölüm ve açlıkla boğuşurken, bulunduğumuz dönemin şartlarına uyacağız diyerek şerri hakikat gibi öğütleyerek,hakikatın ne olduğu üzerinde kafa yormayı ve bu hususta gerekli çabayı harcamayanlara yazıklar olsun demek geliyor içimden…

İslam Dünyasının ve mazlum milletlerin kurtuluşunun tek yolu tefecilerin insanlığın kanını emen ekonomik sisteminin büyüsünün bozulmasına bağlıdır. Bu büyünün bozulması da Yaratıcının yarattıklarına bağışladığı sistemi ortaya çıkarıp hayatımızı ne pahasına olursa olsun ona dayandırmaktan geçiyor. Bu sistem yepyeni ve farklı bir ekonomik sistemdir. Bu sistemin temeli, üretime dayanır,ilişklileri helal ve haram sınırlarına göre biçimlendirir.Zulmetmez,herkesin yaşaması için malın âtıl olarak belli ellerde toplanmasını asla istemez. Üretime ve istihdama dönüşmeyen malların bekçiliğini yaparak fesada yol açan malları korumayı istemez. Adalet omurgasıdır. Asgari yaşam diye bir rezaleti insana reva görmez, azami yaşamın ve israfın sınırlarını belirler. İslam’da insani ücret ve insani yaşam vardır. Bunları gerçekleştirecek sorumlu aydın bilim adamlarına ihtiyaç hasıl olmuştur. Bu konuda zihin ve yürek eforu harcamayan ve sistemli bir yaşamı gelecek kuşaklara gelenek olarak bırakma sevdası taşımayanların hesapları çok kabarık olacaktır. Kapitalizmin mezbelesinde yem arayan bir amip olmaktan çıkarak omurgalı duruşla örnek bir yaşamı bizlere armağan etmesi için tüm içtenliğimle rabbime yalvarıyorum ve tüm kardeş ve dostları da bu duanın fili kısmında yer almaya davet ediyorum…Selam saygı ve muhabbet dileklerimle….

Erol KEKEÇ/27.04.2021/00.08


26 Nisan 2021 Pazartesi

SONUMUZU HAYIR EYLE NE DEMEK?

Başında ışık olmayan tünelin sonunda ışık mı olur. Allah sonumuzu hayreylesin diye hep dualar ederiz ya, işte o dualarımızın anlam bulması için başının ortasının hayır olması lazım ki, sonu da hayır olsun…Sonumuzu hayır et demek kadar güzel bir dilek olamaz ancak bu dileklerimizin karşılık bulması için öncemizin de ne kadar önemli olduğunu anlamamız gerek.

Otu çek köküne bak derdi eskiler, biz bunları hep genetik bir benzerlik olarak anladık ve ötesini hiç düşünmedik. Oysa bir otun bitkinin kökü ne ise dallarında çiçek ve meyvelerde ondan başkası olamaz. Bahçesinin her tarafı portakal ekilmiş olan biri, bahçede elma arayıp bulamadığı zaman, neden elma yok her taraf ağaç dolu demesinin anlamı olmayacaktır. Portakal bahçesinde elma aramak ve onu ummak sadece bir bekleyiş olarak kalacaktır. Onun için tüm yaşamı şer odakları, haramlarla iç içe geçmiş tefecilerin kapısında sabahlamış, akşamları onların sobasında ısınacak bir ateş aramış ancak sonumuz hayır olsun diye yalvarmış. Ne kadar ciddiyetten uzak lakayt bir davranış olduğunu bizler de görmemize rağmen bundan nasıl öyle bir sonuç bekleme hakkına sahibiz.

Bu açıklama sonrasında rabbimizin şu ayetinin nasılda bizlerin imdadına hemen ulaştığını idrak etmeliyiz. “İnsana ancak emeğinin karşılığı vardır. Emeksiz kazanım arzularının tümü bir tufanla yerini sükunete bırakır insanların ibret alması için…Rabbim sen sonumuzu hayır eyle demenin anlamını kavramamış ve o konuda gerekli ciddiyetten uzak eylemler, sahibine iade edilmesi gereken temenniler ötesine geçemez. Rabbim sonumuzu hayır eyle demek, bir mücadelenin başlaması için gerekli çaba ve gayretler harcandıktan sonra o mücadeleyle hayatları yoğrulanların sonuç konusunda, sonuca kendi güçleri yetmeyeceği için Rabbim sonumuzu hayır eyle, yani sana teslim olduk gereklerini yerine getirdik biz sorumluluklarımızı eksikte olsa yaptığımıza inandık sonrasını sana havale ettik sen de hayır eyle demektir. Bu algılar zaman içinde anlam kaymasına uğrayarak yeni algı biçimleri ortaya çıkarmıştır. Bu yeni algı biçimleri temelsiz ciddiyetten uzak olduklarının farkında olmadıklarından hep hüsranla sonuçlanan bir süreci beklediklerini de bilmezler.

Öncesi karmaşık olan yaşamların sonumuzu hayır eyle şeklindeki temennileri, anlamsız bir temenni olmanın ötesine geçmeyecektir. Burada aslında emeksiz bir kazanıma göz dikme vardır. Neden böyle bir algı oluşmuş olabilir, dünyada bazı yaşamlar hayatlarını başkalarının masumiyetine kendilerinin de sansar gibi pusu kurup punduna getirmesine borçlu olabilirler. Bu uyanık tavırlar, her zaman bu formülün geçerli olacağı vehmini onlara yaşattığı için, böyle isteklerde bulunmayı hayra ulaşacakları sonucuna onları kavuşturacağı beklentisini oluşturduğundan, böyle söylerler. Yani dünyalıklarını emeksiz kazanımlarla elde edenler, hayatın sonundaki hesap günündeki karşılığın da böyle olmasını istemektedirler. Bu aldanış insanları anlamsız bir hiçi beklemenin ötesine götürmeyecektir. Orada karşılaştıkları beklentileri olmadığı zaman da bu nerden çıktı diyecekler.

Dünya, doğru ile yanlışın ne olduğunu idrak edecek kadar bize bir zamanın verildiği yerin adıdır. Buradaki yaşamın anlamı, hangimizin hakiki bir yaşamı yaşadığımız, hangimizin bize ait olmayanları ele geçirmek için her türlü film fırıldak bir yaşamı benimsediğimizi ortaya koymakla anlaşılacaktır. Emeksiz kazanımlar peşinde koşanlar daima bir tufanla istek ve beklentilerinin savurulma ihtimaline hazırlıklı olmalıdırlar. Son günlerin önemli gündem maddesi olan soygun tufanı sonrasındaki insanların yaşadıkları psikolojik travmalara baktığımız zaman, nasıl da bir son istediklerine hep birlikte şahit olacağız. Beklentileri çok büyüktü bu mağdurların, ancak mücadeleleri hiç yoktu, mesafe çok kısaydı ve hemen zengin olacaklardı. Bu beklentiler doğrultusunda arzu ve isteklerinin de standardını yükseltiler, ancak karşılarına bir hiç ve bir daha kavuşamayacakları imkanları ve kaybettikleri zamanlarına şahit olunca, bu bunalımın vermiş olduğu acılarının etkisini hafifletmek için rabbim sonumuzu hayır eylesin demeye başladılar. Neden ve niçin kaybedilen bir şeyin ardından sonun hayırlı olmasını istiyor insan, oysa kaybedilmeden önce elinde imkanlar olduğunda kazanmalıyım diye yerinde hoplayıp dururken, kaybettiklerinin gelmeyeceğinden emin olunca, herkesin perçemini elinde tutan güce sığınma bir acziyet olsa da temizlenmiş bir yüreğin acziyeti olmadığı sürece sonuç hayırdan hep uzak gidecektir. Hayır bir beklenti olmaktan çıkarılıp, nedenleri yerine getirilmiş olan bir denklemin, sonuçlarını beklemek olmalıdır.

Ondan dolayıdır ki, yaşadığımız sürece kazıktan boşanmış at misali her otlakta otlanmaya çalışıp sonrasında güzel bir merada olmayı arzulamak öyle kolay olmayabilir. “En sevdiklerinizi Allah yolunda harcamadıkça kesinlikle iyilik yoluna hayra kavuşamazsınız…” Yolun sonuna gelindiği zaman tüm yollar tükendiğinde zorunlu seçenek önümüze çıktığı zaman, ona meyletmek bir tercih değil, zorunlu bir süreçtir. Ey insan hangi yoldan gidersen git muhakkak ki sen Rabbine varan bir yolda çabalamaktasın”. Yani insan yaşarken bu yollardan hangisine uyması gerektiğini kendi iradi seçimiyle ortaya koyması gerekir. Bu seçim yapılırsa kişi seçtiği yolun sonunun Allah’a varacağını bilerek yaşar. İyi olanı tercih eder hayatını o yolda tüketir ve hayırda yarışanlardan olursa, gönül huzuru ile rabbim sonumuzu hayır eyle biz sana ve senin indireceğin her hayra muhtacız deme hakkına sahiptir. Bu istek ve duanın karşılığı olacaktır. Ancak yaşamı dünyaya kazıklar çakmak ve yeryüzünde debelenerek insanlara gösteriş ve ifsatla yaşamış olanlar yolun sonuna vardıklarında, hesap görücü olarak Allah olduğunu anladıklarında başka seçenekleri de kalmadığı için rabbim biz sana geldik sonumuzu hayır eyle anladık ki her şey bomboş demeleri ne kadar sahici olabilir ki! Damarlardan kan çekildiğinde, ayaklar vücudu taşımaz olduğunda eller yerinden kalkıp bir şeyi almaktan aciz düştüğünde, baş vücuda yük olduğunda, seçenekler yok olup sadece önümüzde hesap görücü olanın muhteşem vadi gözle görüldüğünde ben de sana geldim Allah’ım beni affet dediğimizde, daha önce imkanların varken koşarken ele avuca sığmazken havada vurup tavada yerken neredeydin derse ne olacak halimiz…Onun içindir ki, rabbimiz sonumuzu hayır eyle demeden önce hayır üzere yaşayalım ki, rabbimiz bizi girdirdiğin hayata ve çıkardığın hayattan hayır ile çıkar ve bizi sonlarını hayır eylediğin kullarından eyle diyebilecek yüzümüz olsun…Yoksa diğerlerinden bahtımıza ne çıkar onu bilemem.

Yol yakın hayat kısa, zamanı boşa harcayarak çıkmayalım yaratanın huzuruna sonra avucumuzu yalamak çıkar bahtımıza…” İnsana ancak emeğinin karşılığı vardır. İsteklerin kölesi olarak yaşamış, o isteklerin emirleri doğrultusunda oradan oraya haydut gibi koşan bir mendebur olup çıkmış olanlar, emeğinin karşılığı olanlara sahip olmadıklarından hem burada hem de gittikleri yerde iflas bayrağını çekerler. Sonrasındaki hayıflanmaları onları kurtarmayacaktır. Yaşarken idrak edenlerden olmamız ümidiyle Rabbim sonumuzu hayır eyle diyebilecek yüzle bizleri huzuruna çıkarsın…Selam ve dualarımla!

Erol KEKEÇ/25.04.2021/19.12


25 Nisan 2021 Pazar

YAŞAM AŞINMADAN AŞANLARA ARMAĞANDIR

Bir çizelge var elimde zamanı gösterir diye almıştım; oysa zamanı kaçırdığımı çizelgeye baktığımda anladım. Zamanı yakalayana aşk olsun, o kadar hızlı gidiyor ki, tetikteki parmağımı nişan alayım diyene kadar kaybettim izini…Zamanla iyileşir, zamanla alışırsın, zamanla geçer derler ya, aslında geçen seninle ilgili olan değil, sadece zaman geçiyor. Bu ifadeler tamamıyla zamanla aramızı ayırmak ve bizi alıştığımız durumdan rahatsızlık duymayacak düzeye getirme masallarının giriş bölümünü oluşturmaktadır.

Hakikaten zamanla geçen bir şey yoktur, sadece zaman geçip gidiyor biz ise arkasından avunmuş bir çocuk gibi hayretle bakıyoruz sadece! Zaman geçiyor, peki zaman geçerken yerinde kalan başka bir şey var mı dersiniz? Değişmeyen tek şey değişmenin kendisidir demişti, E. Mach, ancak bakıyorum da değişmeyen hiçbir şey yoktur yaratılmışlar evreninde, hatta değişme de değişerek giderken zaman onu da kendi başına bırakmıyor öğütüyor her yandan…

Zamanı göstermeyen bir gece ve gündüzü imha etmiş bir ahtapot her koldan kuşatmış bizi. Bu kollar arasında her yanımızdan parçalanırken, birileri çıkmış zamanla alışırsın diyor, acının tanımını yapacak var mı hangi ilaç devadır ona…Acının bir tanımı yoktur acı acıdır rengi kokusu her yerde ve kişide aynıdır. Ondandır kimse başkasının acısından beslenerek ona da alışırsın diye öğütlerde bulunmaya kalkmasın.

Geçen zamanla birlikte acılarınızın şiddeti ve etkileme gücü artarak yayılış gösteriyorsa, kim diyebilir ki zamanla alışırsın diye. Acaba zamanla alışan biz miyiz yoksa törpülenen yanımızla o acıları duymuyor muyuz? Yani her alışkanlık aslında bizlerin duyum eşiklerinde bir farklılaşma oluşturmaktadır. Acıyla yoğrulan bir organizma öyle acılarla boğuşurken, yeni bir acı dalgasıyla karşılaştığında onun duyumu kolayca alınmaz. Çünkü çekilen acılar acı duyma eşiğini yükseltmiştir de ondan duymayız.

Zamanla alışırız ifadesinden oldum olası hiç hoşlanmam. Geçmişte aynı apartmanda oturduğumuz Rahmetli bir komşum vardı. Sohbet ederken benim keskin çıkışlarım için Erol Efendi sen şu an öğrencisin zaman geçecek sen bu söylediklerini ilerde söylemeyeceksin, çünkü böyle ateşli niceleri vardı bir makama geçtiklerinde onların esamisi bile yok ortalıkta, onun için çok keskin olma yarınlar böyle olmaz derdi. Oysa ben hep itiraz eder ve derdim ki Hacı dayı İnşallah bu irade bu akıl ve bu yürek bende olduğu ve inandıklarım da bu değerler olduğu sürece ömrüm yettiğince bu mücadelem devam edecektir. Söylediklerime sadık kalacağıma Rabbim şahittir derdim. Hakikaten bulundukları ortamları değiştirdikten sonra karşılaştıkları her ortama uyum sağlayarak kendilerini yavaş yavaş törpüleyerek tarih sahnesinden kalkan yaşamları gördükçe Rabbime Hamt ediyorum ki, zamanla alışanlar sınıfına bizi sokmadığı için…

Evet, tekrar ediyorum zamanla alışıyoruz demek aslında Allah’ın belirlediği duyum eşiği sınırlarımızın sonradan yeniden biçimlenmesine göz yumuyoruz demektir. Zaman insanı alıştırmıyor, zaman insanı alıp götürüyor ama biz zamanla aramızda bir mukavele yapmış gibi davranarak kendimizi aldatmaktan başka bir iş yapmıyoruz. Zamanın bize verdiği bir söz yoktur, siz benim peşime takılın belli bir süre sonra sizinle her hâlükârda anlaşırız diye…Peki neden tüm karşılaştığımız ve karşılaşacak olduğumuz zorlukları aşmamız gerekirken, kafanı takma zamanla alışırsın gibi doğruyu yamultan nasihatlerle karşılaşırız. Zamanla alışırız ifadesinin içinde öyle patolojik yönler var ki, bunları kelimelerle izahata kalkmak yeterli gelmeyebilir.

Zamanla alışırız ve herkes ilk anda tepkiler gösteriyor ama zamanla onlarda duruma uyum sağlıyor bu da doğal bir süreçtir ifadesi, olumlu değişimin önüne konulan en büyük engeldir. Zorluklarla ve problemlerle karşılaşanlara bu problemleri çözmek için kendisine verilen zihinsel ve akli melekeleri çalıştırarak, bunları aşabilecek iradi kararlar alabilecek bir yön bulunmasına rağmen bunları yok sayarak, insanın devinimini durdurmak insana yapılacak en büyük kötülüklerdendir. Zamanla geçen sadece zamanın kendisidir. Yani sizinle alakalı kısım ise, sizin geçtiğinizdir. Yani bir kavun nasıl ki vakti zamanında koparılmazsa içi geçmiş ve yenilmez hale gelmişse insan da böyle zamanla kendisi geçer ve insani özelliklerini kaybederek değersiz bir nesneye dönüşür.

Yani zamanla geçer ifadesinin arkasında ciddi bir aşındırma ve erozyona götüren bir yan olduğunu görmek ve anlamak gerekir. Zamanla alışırsın anlayışı yerine zamanla aşarsın diyebilseydik çok farklı bir atmosferde kendimizi bulurduk. Zamanla aşarsın demenin içinde, bir gelişme ve olgunlaşmadan söz edilir. Zihinsel bedensel, ahlaki, fiziksel ve bakış açısının genişlemesi ve mukavemet gücünün artmasını anlatır. Oysa zamanla alışmak demek, törpülenmek var olanları kaybederken biraz acı duysan da onları da unutursun yani kendini imha eder gittiğin her ortamın rengine ve şekline bürünürsün anlamı taşır.

O zaman insana nasihatte bulunurken zamanla alışırsın gibi, pısırıklığı ve kabullenmeyi öğütleme anlayışından çıkarak, zamanla aşarsın diyerek onun gelişimine ve kararlılığına katkı sunmak gerekir. Zamanla aşarsın dediklerimizin dünü bugünü ve yarını aynı olmaz. Onlar sürekli bir çaba gayret ve mücadele içinde yaşamlarını sürdürmeleri gerektiğine inanırlar. Çünkü aşabilmek için hayata her gün yeni değerler katılmalı ve bulunulan ortamlardan daha ileriye gidilmeli ki, aşabilecek duruma gelinsin…Aşabilecek olanlar, aşkın insanlardır. Aşkın insanlar toplumsal devrimler yapan tarihi kahramanlardır. İbrahim (as), Musa(as), Muhammed(as) gibi elçiler zamanla alışan insanlar değil, zamanla aşarak aşkın olan insanlardır. Bunların yaşamı hep daha fazlasını kaldırmaya aday olmuştur. Bulundukları kaynak gelişerek daha geniş alanları etkisi altına alabilecek düzeyde bir mesajın ağırlığı altında yorulanlar değil, her gün daha bir bilelenenler olmuşlardır. Ondan dolayıdır ki tarihe yön verenler olarak bunların isimlerini görürsünüz. Ama bulundukları ortamlara alışanlar ise, sadece değerlerini aşındırarak onların tahrifine giden yolları aralamışlardır.

Ülkemiz gerçeği dikkate alındığı zaman, politikaya karşı böyle bir algının yoğun bir hal aldığını görürsünüz. Ne kadar iyi insan olsanız da oraya girdiğinizde sizde oraya zamanla alışıyorsunuz ve eski savunduklarınızdan eser kalmıyor denmesi, hakikatlerin nasıl da tarumar olduğunu göstermektedir. Yani zamanla alışırsınız diye öğütlerde bulunanlar aslında seninde nasıl dejenere olduğuna şahit olacağız fazla kendini germene gerek yoktur, hayatın insanı neyle karşılaştıracağı belli olmaz. Karşılaştığın ortamlara uyum sağlamazsan yaşayamazsın şeklinde seni senden fazla düşünenleri gördükçe aslında nasılda tüm var olanların senin yokluğun ve imha olman üzerine görev üstlendiklerini görüyorsun…

Bu açıklamaları dikkate aldığımız zaman, zamanla alışan insan değil, zamanla aşan gelişen insan olmaya aday olarak yaşayalım ki, bir mücadele ve misyon sahibi olduğumuz anlaşılsın…” İbrahim’i ateşe atacaklarının haberini ona ilettiklerinde, Allah ne güzel vekil ve o ne iyi yardımcıdır demişti. Bunu üzerine Allah” Biz ateşe dedik ki, İbrahim’e karşı serin ve esen ol…” İşte bu hakikat bizlerin zorluklar ve barikatlar karşısında onlara alışan uyum sağlayan insan olmamızı değil, onları aşabilecek ve onların üstesinden gelebilecek iradeyi ortaya koymamız gerektiğini göstermektedir. Böyle bir yaşamın yardımcısı Allah’tır ve ona hemen Nusret’ini gönderir…Diğerleri ise şeytanla dans ettiği halde Allah’tan yardım bekler.

Rabbim bizleri aşınarak alışanlardan değil, mukavemet göstererek gelişen olgunlaşan ve aşan insanlardan eylesin…Onlar aşkın insanlardır. Hakikatler ancak aşkın insanların eliyle yeryüzünde devrimler yapacaktır. “Rabbim bizleri İmandan sonra topuklarımız üzerinde gerisin geriye tekrar döndürme…” Selam ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/24.04.2021/18.56


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!