Bu Blogda Ara

24 Nisan 2021 Cumartesi

HAYAT BOŞLUK KALDIRMAZ

 Eğer bir ülkenin kanunları suç ve suçluyu önlemeye yönelik önleyici tedbirler oluşturmuyor, sadece suç sonrası müdahale etmeye dönükse, orada suçlulara uygulanacak yaptırımların pek bir etkisi olmaz. Suçlular üzerinde caydırıcı etkiye sahip olmayan kanunlar, farklı suç örgütlerinin ve suç çeşitliliğinin artmasına sebep olur. Neden böyle bir iddia da bulunuyor olabiliriz. Kuralların önleyici etkisinin ve caydırıcı müeyyidesinin olmamasından dolayıdır ki, suç örgütlerinin biri, izini kaybettirip başka bir suçla ortaya çıkıyor ve bu durum devamlılık oluşturuyorsa, orada çok ciddi ve travmatolojik düzeyde kanuni boşluklar var demektir.

Henüz etkisi geçmemiş ve unutulmamış olan bir tosun vakası vardı ki, onun zedeleri kendilerine gelmemişken yeni ve farklı zedeler ortaya çıktı. Peki, burada sorumlu ve suçlu olanlar hep bu işten kar ederek insanları dolandıranlar olabilir mi? Bunlar elbet fiilin oluşmasında önemli bir yere sahipler, ancak bu fiilin oluşması için onun önüne su taşıyanlar ve bu suların o kanaldan akması için o kanalın yapılmasına ve legalleşmesine göz yumarak gerekli önlemi almayan ve kontrol mekanizmasını çalıştırmayan sistem de o kadar suçlu ve sorumludur. Bir toplumda insanların büyük bir çoğunluğu, mesafesi kısa ama ödülü büyük olan kulvarlarda dolaşmayı ve oradan otlanmayı düşünüyorlarsa, böylesi kapanlara düşmesi kadar doğal bir durum olamaz. Bu yaşamların reklam edilircesine bir toplumun gündemine girmesi ve herkes tarafından konuşuluyor olması, emeksiz kazanma yollarının da rağbet gören bir alan haline gelmesine neden olmaktadır. Emeksiz kazanç elde edenlerin kahramanlaştığı, günlük yaşamlarında olağanüstü sınıf atlamaların gözle görülür değişimler olduğu ortamlar, her türlü olumsuzlukların yaşanması için uygun bir zemine dönüşmüş demektir.

Soruyorum şimdi, bu zeminin oluşasında toplumsal yaşam mı etkili olmaktadır, yoksa siyasi sistemin ve idari mekanizmanın istikrarlı ve bağlayıcı ciddi bir hukuki yapılanmadan yoksun olması mı bunlara fırsat vermektedir. Burada öncelikli olan İdari ve siyasi mekanizmanın, emek ve sorumluluk ölçeğinde elde edilecek imkanlarla bir yaşam sürmenin insani ve toplumsal bir sorumluluk olma bilincini topluma kazandırmamış olması, çok ciddi emeksiz yaşam alanlarının oluşmasına katkı sunmaktadır. Bu ortamlar tamamıyla kuralsız ve kendi içinde illegal bir yapılanmayla toplumun kanını emecek duruma gelerek farklı bir dünya oluşturup o dünyanın albenisi, diğer insanların rüyalarını büyülemeye başladığı zaman çatışmalar ve karşılıklı ötekileştirmeler sonrasında ancak anlaşılabilmektedir. İşte o anlaşılma döneminin meyveleri de bugün ortaya çıkan koin dolandırıcılığı gibi olmaktadır. Koin Koine yatmak isteyenler sağılarak yataklarından uyanırlar.

Toplumsal hastalıkların oluşumuna, toplumsal kökenli olmaktan çok, siyasi ve hukuki sorunların yarattığı boşluklar ve olumsuzluklar neden olmaktadır. Toplumsal yaşamda ahlaki problemlerin oluşumunda genetik kodlarda ve kültür dokusunda bu eylemlerin övünülecek ve desteklenecek bir yaşam olarak destek bulması mümkün değilse, toplumsal yaşamla ilişkili olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak bireysel ve lokal düzeyde problemli yaşamlar oluşmaya başladığında bunlar sistemin yetkili birimleri tarafından denetlenmediği zaman genişleyerek legal bir ortam elde edebilir. Sonrasında da bu legalleşme süreci resmi kurumsal işletmelere dönüşebiliyor. Buradaki legaldik kurallara uygunluk anlamında değil, daha çok toplumsal ortamda yaşayabilecek düzeyde bir meşruiyet zemini oluşturmasıdır.

Bugün herkes ister istemez kendilerine zarar verenin, verdiği acıya bakarak, acıyı veren faile gözlerini çevirmişler. Yani bir yerden taş yiyorsanız taşı atanların o taş atmasına fırsat veren ve onları cezalandırması gerekenlerin bunları hiç dikkate almadan, toplumsal bunalım ve ekonomik problemlerin çoğaldığı bir zamanda, bunları ekonomiye katkı sunan ve insanları meşgul eden yapılar olarak görüp, onlara göz yumulursa geleceği nokta sanıyorum farklı bir yer olmayacaktır. Olumsuz her ortamın arkasında mutlaka bir göz yumma ve günü kurtarma çırpınışlarından dolayı denetimsizliğin yaygınlaşmasının olduğunu görürsünüz. Denetim, toplumsal yaşamda şarttır. Devlet kendisine ait olan görevleri değil de kendisini ilgilendirmeyen sularda kürek çekerse hep boşa kürek çekecektir. Devlet, denetim, akış ve kurumlar arasındaki eşgüdümü sağlayarak çok hızlı bir hizmet ağı oluşturmalı, hizmet ve mallarının kaliteli ve güvenli bir yolla tüketiciye sunumunu özel yapılara bırakmalıdır. Ancak günümüzde özellikle de bizim toplumda devlet, sanki denetimi farklı kurumlar yapacak gibi gayet gevşek davranmakta, âmâ patates çuvalını sırtlanıp vatandaşa dağıtmak için vali, kaymakam, müdürler sıraya giriyor ve boy boy fotoğraf paylaşımı yapıyor, bir fabrika açılışı yapar gibi…Oysa Devletin bu duruma düşmesi bir övünç kaynağı olamaz. Ancak bazı yorumcuların açıklamalarına bakılırsa devlet, vatandaşın evine patates bile götürüyor, malı satılamayan çiftçinin malını alıyor hem onlara yardım ediyor hem de aç vatandaş bırakmıyor ne ala memleket…(!)

Bir de diğer taraftan baktığımızda, Acaba devlet, sistemin işleyişinde nasıl bir tıkanma yaşadı ve insanların mallarının ellerinde kalmasına neden oldu diye düşünmek gerekmez mi? Bir ülkede insanlar patates çuvalına muhtaç duruma geldiyse bunun sorumlusu acaba kim ve bu insanlar bulundukları bu ortamdan nasıl kurtarılmalıdır diye düşünmesi gerekmez mi? Tüm bunlara baktığımız zaman Planlama, dağıtım, denetim ve eşgüdüm sorumluluğunu yerine getirmemiş bir sistemin, sosyal adaletsizliğin yaşanmasına giden yolda önemli payının olduğunun bilinmesi gerekmez mi?

Yani devletin asıl sorumluluk alanlarından kaynaklanan problemlerle ilgili yüzeysel bir vitrin değişimi yaptığını gördüğünüz zaman gevşeyerek kendinizden geçiyorsunuz. Oysa bunlar ihmal edilmiş sorumlulukların az da olsa anlaşılmış olunması olarak görülse belki biraz farklı bakılacak ama savunulacak bir eylemmiş gibi deklare edildiği zaman, kritik yapılması zorunlu hale geliyor…

Bunları, neden mi anlatma ve örneklendirme gereği duydum. Sorunların oluşuna neden olan asıl kaynak doğru tespit edilmezse sorunların çözülmesini bekleyemezsiniz. Dolandırıcıların her geçen gün daha fazla birikim elde ediyor olmaları, sistem ve hukuk sorunlarından kaynaklanır. Dolandırılanların da sürekli artış göstermesi, ahlak dışı bir yaşamın normal hayat gibi içselleştirilmesiyle alakalıdır. Yani emeksiz kazanım bir ahlak problemidir. Ahlaksızlığın yaygın hale gelmesi, ahlak dışı davranışlarla imkanlarını artıranların, sonrasında bey efendi ve hanım efendi olarak taktim ediliyor olması resmi ortamlarda, çok önemli iş adamları olarak öne çıkarılmaları ciddi bir ahlaksal erozyonun olduğunu gösterir. Dolayısıyla bu ahlaki problemli ortamda her an çok farklı dolandırıcılar tarafından dolandırılıyor olmak, olağan dışı bir durum olmaz. Ortam da teneffüs edilecek hava böylesi mikroplar üretir.

İmkânı kıt veya hiç olmayanların da böylesi tuzaklara rahat düşüyor olmalarının arkasındaki en önemli etken, bir umut ya olursa diye sarılmalarıdır. Sosyal adaletsizliğin olduğu ortamlarda suç ve suçlular hep çoğalır, hukuk caydırıcı olmakta yetersiz kalır. İdari yapı idare etmenin dışında kendi yaşamını korumayı idare ediyor olarak anlamaya başlar. Böylesi çarpık ortamlarda ne tosunlar ne koinler biter, her gün yeni bir dolandırıcı şebekenin haberini duyarız.

Sistem kendisini yenilemekten korkarsa, kaotik ortamların oluşması kaçınılmaz olur. Kaotik ortamların oluşumu sistemin zorunlu değişim sürecine yakın olduğunun da habercisi olur. Bu örneklemelerden sonra şunu ifade ederek bu konuyu burada noktalamak istiyorum. Suç ve suç örgütlerinin her gün yeni ve farklı dolandırma taktik ve teknikleri üzerine çalıştığı ve dolandırılacak kurbanlardan ne kadar bir birikim yapacaklarının hesabını yaptıkları dönemde, Sistem hukuken hiçbir açık kapı bırakmamalı ve çapraz kurallarla doğacak boşlukları dolduracak bağlayıcı kurallar ihdas etmelidir. Bu konuyla ilgili çok zeki ve her türlü yolları bilenleri belli ücretler mukabilinde toplayarak onların değerlendirmesine açmalıdır, uygulanacak kuralları…Yoksa bunları, bu parlamentonun yapacağı kanunlarla durduramazsınız. Parmakların kalkıp indiği bir yapı insanların sorunlarını sıfıra indirecek bir mekanizma icat edemezler. Onun içindir ki devlet üzerindeki yükümlülüğü azaltmalı, denetim dağıtım planlama ve koordinasyon dışındaki görevlerden elini çekmeli bu alandaki başarısı onu güçlü bir yapıya dönüştürür. Bunları yapamayan devlet, vatandaşı soyup soğana çeviren, iletişim telekomünikasyon ve enerji kuruluşlarının nasıl legal yollarla vatandaşın kanını emdiğinin farkına bile varmaz…

Uyanarak kendimize gelmek için bir kritik ve doğru saptamalarla problemleri doğru tespit edip doğru yöntemlerle kalıcı sonuçlara ulaşmak ümidiyle selam saygı ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/23.04.2021/23.31


21 Nisan 2021 Çarşamba

KÜRESEL KÜLTÜR VE” Z” NESLİ

 Küresel kültürün, ulusal ve bölgesel kültürleri yuttuğu dönemi yaşamaktayız. Bu gücün etkisini hissettirdiği dönemin bu günler olması, sadece bu dönemle sınırlı bir geçmişinin olduğu anlamına gelmesin…Küresel kültür Modernizmle baskın olmaya başlayan ama dijital çağla zirveye oturmuş bir yapıdır. Küresel kültür, ulusal milli devletler içinde kendisini temsil eden ve kendi genlerini taşıyan yeni kültür biçimleri oluşturmasına rağmen, bu külttürler ne yazık ki, ulusların kendi kültürü gibi sahiplenilmiş ve sindirilmesi de o oranda kolay olmuştur.

Dünya son 50 yılda küresel bir köye dönüştü ve bu köyün de eli sopalı bir çobanı ortaya çıktı. Bu çobanın görevi, patronlarının kendisine verdiği görevi en iyi şekilde yerine getirme üzerine kuruludur. Çoban Küresel emperyalizmi temsilen dünyanın her köşesine giderken kendi meşruiyetini kendisi onaylayarak hareket eder. Başkalarının onun oralarda olmasının meşruiyetini sorgulaması hiç de önemli değildir. Yani küresel emperyalizm tam bir kültür bombardımanı yaşatmaktadır. Evlerinizin her odasında onun davulundan çıkan sesler sizi meşgul etmektedir. Kendi zihinsel süreçlerinizi, iyi bir tahlil ederseniz, zihin duvarlarınızın oluşumunda da onun etkisinin ve kontrolünün olduğunu görürsünüz. Peki, bu zihin duvarlarınızda kuluçkaya yatacak olan yumurta ve sperim sizin kendi genlerinize mi ait yoksa siz farkında olun ya da olmayın, tamamıyla küresel emperyalizmin tecavüzü sonrası orada döllenen küresel kültürün genleri mi gelişmektedir.

Şunu kararlılıkla ifade etmeliyim ki, Küresel güç, küresel köy haline getirdiği dünyamızı kendine göre tasarlamaktadır. Bu tasarımın proje babaları, para kaynaklarına sahip olan, parayı da sayılarla kontrol altında tutan dünya Siyonizm’inin kendisidir. Siyonizm’in bu hesabı yeni başlamadı, yüz yıllar öncesinden tasarlanmış olan bu düşünce proje haline getirilip uygulama sürecine girilmesi, toplumlara kendi öz toplumsal ve kültürel benliklerini kaybettirdikten sonra oluştu. Neden bu kadar beklenmiş olabilir diyebilirsiniz doğal olarak, sizlerin yaşamları atılacak tohumları taşıyabilecek sağlıklı bir taşıyıcı olmadan bunların yapılması emeklerinin boşa gitmesine neden olabilirdi. Ancak Teknolojik gelişmelerin çok hızlı bir trende girmesi bunların işini kolaylaştırmıştır. Teknolojinin zirveye doğru gittiği bu çağın adının dijital çağ olarak ifade edilmesi öylesine olmadı. Yani sayıların her şeyin yerini aldığı ve sayılarla insanların zihinlerinde rahatlıkla karargâh kuracağınız bir döneme gelindi. Fazla duygu ve düşünce boyutlu geniş açıklamalar yaparak insanları meşgul etmenizin anlamı kalmadı. Dolayısıyla Düşünce ve fikir taraftarı insanların ayartılması kolay olmadığı gibi, onları sahip oldukları kemikleşmiş düşüncelerden uzaklaştırmakta öyle sanıldığı gibi kolay olmayacaktır. Âmâ herkesin önüne sayısal bir denklem koyduğunuzda ölçme bareminiz sayılarla oluşan bir barem ise herkesi ortak bir noktada toplayabilir ve onları istediğiniz gibi planlı projelerinizin taşıyanı haline getirebilirsiniz. Bu öngörüler, öngörü olmanın ötesinde pratik yaşam verileri haline geldi.

“Z” Kuşağı olarak adlandırılan kuşak büyük oranda böyle bir planın hedefindeki evren olarak tasarlandı. Dolayısıyla bunlar içinden belli örneklemler alarak onların yaşamı hakkında bir rapor oluşturma gereği duymadan, dünyanın tüm Z kuşağını doğrudan evren olarak kuşatıcı faaliyetler geliştirildi. Bu faaliyetlerin hem kapsamı hem de muhtevası bunlar tarafından oluşturulmasına rağmen, sanki Z kuşağı gençleri kendileri tercih yaparak böyle bir hayatı seçiyorlarmış gibi de yansıtıldı. Ancak gençler yaşadıkları bu anlamsız ve hedefsiz yaşamın savrulan kobayları haline geldiklerini göremeden, var olan gelenekselleşmiş yaşamı da dışlama tarafına eğildiler. Yani küresel emperyalizmin küresel kültürünü taşıyacak ve sahiplenecek kobayları böylece oluşmuş oluyordu. Bu kobayların her türlü uyarıcıya açık olan şartlı davranışlara yöneltilecek beyinleri başı boş bırakılamazdı. Onun için hız ve haz döngüsüne göre yaşayan ve sadece tüketime endeksli, üretimi düşünmeyen sanal dünyayı gerçek dünya edinen bir yaşam oluşturmalıyız. İşte, “Z” kuşağı bu yaşama hazır hale gelmiş bir tarla gibiydi. Peki bu tarlada küresel emperyalizm kendi istediği şekilde istediği ürünleri yetiştirmemesi olur mu (!)İşte tek tip yaşamın herkes için gerekli olduğu anlatılarak, küresel kültür genleri bu gençlerle birlikte dünyanın her noktasına ekildi. Böylece eski kültürlerden kalan ulusal ve bölgesel kültürler bir öcü gibi gösterilerek, bu kuşağın toplumun gerçek kültürüyle bağları koparılmak istendi. Büyük oranda da bunda başarılı olundu. Küresel kültür kendi araçları olan internet ve sosyal ağlar yoluyla, bu kuşağı iyice kuşattı. Kuşatılan bu kuşak sabah akşam yani günün her saatinde küresel kültürün etkisi altında kalarak farkında olmadan bir öğrenme gerçekleştirdi. Bu öğrenme zamanla düşünceye dönüştü düşüncelerin sürekliliği yaşama yansıdı ve “z” kuşağının eliyle toplumun her alanına yayılan bir kültür halini aldı. Peki orada iş bitmiş mi oluyordu, hayır asıl amacın gerçekleşmesi için taşıyıcılar da istenilen kıvama gelince, öncelikle toplumda var olan değerle ile bu kuşağın çatışması amaçlandı ve ilk aşama da çok hızlı bir çatışma ortamı oluşturuldu. Ancak Ulusal değerleri baskın olan bizim gibi toplumlar, kendi nesilleriyle çatışma içinde olmaktansa onlarla uyumlu yaşamanın yollarını aradılar, baktılar ki yeni neslin kullandıkları kelime ve kavramlardan tutun kullanılan dile kadar bir farklılık var. Kendiliğinden aralarında oluşan duvarları, yükselmeden yıkmanın yolunu aradılar ancak duvarlar boylarının hizasına kadar yükselmiş olduğundan duvar arkasından birbirlerine seslendiler ama gerekli iletişim kuramadılar ve anlaşılmayan dilde farklı mesajlar yollamaya başladılar. Bu durum yaşamı ciddi anlamda tehdit etmeye başlamıştı ve aileler ciddi bir travma yaşar oldular ya karşılıklı savaş halinde olan kuşaklar ya da yeni nesli kaybetmemek için, onları dillerini anlamak ve zaman kaybı yaşanılacağına onları olduğu gibi kabul edelim dediler ve yaşamın temeline küresel emperyalizm tarafından konulmuş olan dinamitin ucunu ateşlediler. Bu dinamitin patlayarak eski kültürel mirası havaya savurması bir an meselesiydi ve de ciddi bir etkileşimle bu süreçte aşıldı. Yani geldiğimiz noktadan baktığımız da artık küresel kültür dünyayı bir köy haline getirmeyi amaçlarken hedeflediği kültürü de yerleştirmiş oldu.

Küresel kültür, denekleri çok iyi yerden seçmişti. Kimlerin bu kültürün etkisinde kalarak çok rahat içselleştirerek bir taşıyıcı olmanın ötesinde bu kültürün bir havarisi olacağını çok önceden tespit etmişti. Sadece bunu uygulamak için uygun ortamlar arıyordu. Dijital çağ ve teknolojideki hızlı trend bu sürecin kolayca aşılmasını beraberinde getirdi. İşte günümüz çağı ve bundan sonrası, Teknolojik Dijital çağın kodlarına göre biçimlenecektir. Dijital çağın en belirgin özelliği, tek tip, küresel emperyalizmin hizmetinde tüketici bir yaşam oluşturmaktır.”Z” kuşağı bu nesildir. Bundan sonra “Z” nesli, Küresel kültürün hem taşıyanı hem de savunanı olarak tarihteki yerini almıştır. Yani küresel kültürün kullanımına uygun hale gelen günah keçisi sadece “Z” nesli değildir. Ancak en çabuk bu süreci sindirerek benimseyen nesil olma yönünden önemlidir. Önceki kuşaklar, bu dalgalar karşısında direnerek bu nesil ile aralarına dalgaların girmesine fırsat vermeden onları anlamak isteselerdi, bağlar kopmayacaktı. Bağlar kopmadığı zaman her ne kadar anlaşılmayan yönler olsa da en azından anlamak için bir çaba ve gayret harcanarak verilen emek bir önem kazanacaktı. İşte bu süreç çok kavgalı geçti. Onun içindir ki eski kuşaklar gelinen noktada aman ne olursa olsun biz çocuklarımızı kaybetmeyelim onlara sahip çıkalım diye yeniden bir başlangıç yapmak için, çocukların her dediğini kabul etmeyi göze alarak onlara sarıldılar. Ne yazık ki, artık çocuklarımız bir taşıyıcı ve kurban olmuşlar. Bu süreçten elimize geçecek olan küresel kültürü özümseyen çocuklarımızla aynı ortamı paylaşarak ve onların isteklerine olur diyerek, yeni yaşamın formatının bizler üzerinde uygulanmasına da onay vermiş olmaktayız.

Bundan sonraki aşama, hep birlikte cümbür cemaat, küresel kültür emperyalizminin dişlileri arasında nefes nefese bize tanınan hayatı sürdürerek yaşamın son noktasını beklemek olur. Hayır böyle kolayca pes etmek yok diyorsanız, bunun yolu ne pahasına olursa olsun, yaşamımızı kolaylaştırıyor diyerek dayatılan her tüketim nesnesinin bir tüketen kölesi olmaktan çıkarak, insani bir duruş ve kendi toplumsal genlerimize ait toplumsal kimliğimizin gereği olan rollerimizi komplekslere girmeden yaşayacağız. Biz yaşarsak ne olur ki demeyelim çok şey olur. Küresel emperyalizmin hayat damarlarının canlılık bulduğu ulusal ve bölgesel kültür kodları daha baskın olmaya başlar. Dolayısıyla baskın olan kim ise onun diğerini gölgesine alacağı muhakkaktır. Bizi kendi evimizde yabancılaştırarak bu ev senin değil, senin evin bu diyenlere dur diyeceğiz. Bir kişinin ayağa kalkması bir hareketin başlangıcıdır. Ama bir hareketin kervan haline gelmesi için herkesin atını alıp kervana katılması gerekir.

Nazım’ın deyimiyle,” Sen yanmasan, ben yanmasam, o yanmasa nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…” Aydınlık yarınlara varmak ümidiyle, herkesi küresel emperyalizmin dilini konuşmaktan ve onun belirlediği yaşamı kültür diye bir elbise gibi giyinmekten beri olmaya davet ediyorum, inanıyorum ki sizler zaten berisiniz…Selam ve dualarımla!

Erol KEKEÇ/21/04/2021/0019


 

 

 

20 Nisan 2021 Salı

ÖRNEK ÖNDER MUHAMMED (as)

 “Sen yüce bir ahlak üzerindesin” Kutsal davanın örnek önderi böyle bir ahlak üzerine olması gerekir. Yani “onun ahlakı Kur’an’ın kendisiydi,” sözünün yaşamında anlam kazandığı bir önder kutsal davanın lideri olabilir. Bu dava kutsaldır diye herkesin ağzından düşürmediği ancak neyin davası olduğunu insanların anlamakta zorlandığı dava ile bu davanın, kıyasın aynı kurallarına göre değerlendirilmesi insanlığın ne olduğunu bilmiyor olmaktan kaynaklanabilir.

“Sen yüce bir ahlak üzerindesin” Bu ahlakın kodlarını çocukluğundan beri yaşayarak elde ettin. Çocukluğundan aldığın bu terbiye, gençlik yaşamını biçimlendirdi. Gençlik yaşamındaki olgunluk düzeyin seni Risalet’i taşıyacak duruma getirdi. İşte ondandır ki,” Sen yüce bir ahlak üzerindesin, o ahlaka sahip olmayanlar bu davayı omuzlayamazlar. Senin etrafında toplanacak olan insanlar da senin ahlakınla ahlaklanacaklar. Sen en iyi bir örneksin. Senin çocukluğun gençliğin ve tüm hayatın insanların içinde geçti, onlar senin yaşamına şahitler. Bu şahitliği yapanlar senin onlara sunacağın değerlere sırt dönerlerse, şunu bil ki, onun sebebi sen değilsin çünkü senin güvenirliğin onlar tarafından perçinlenmiştir. Ancak onlar bile bile hakkı yalanlarlar. Sakın ha onların yaptıkları sana acı vermesin çünkü sen yüce bir ahlak üzerindesin…

Bir davanın önderliğini üstlenenlerin, davadan önce yaşamlarıyla herkes tarafından doğruluğu hususunda ittifak edilen bir yapıya sahip olması gerekir. Ahlaki bir duruş oluşturamayanların, kutsal değerleri temsil makamında olmaları, kutsal değerlerin değer kaybına uğramasına neden olur. O değeri kendiliğinden barındırsa da o ahlak yoksunu yaşamlar onunla özdeş olduklarını iddia edip durdukları sürece, kendilerinin inandırıcılığını kaybetmekle sınırlı kalmazlar. Temsil makamında olduklarını iddia ettikleri değerlere de ciddi bir erozyon yaşatırlar. Bizim toplum için bu söylediklerimize herkesin rahatlıkla şahit olacağını düşünüyorum. Ahlak yoksunu olanlar ve o yaşamlarıyla kendilerinin örnek alınması gerektiğini vurgulayarak, sloganik ifadelerle insanlara hitap ettiklerinde, kendilerini anlatmış olmuyorlar, doğrudan değerlerin bir temsili makamında olduklarını vurgulayarak, değerleri baş tacı yaptıklarını söylüyorlar. Böylece değerlerin kutsallığından kendilerine bir pay çıkarırken, aslında kendi basit sıradan ve ahlak yoksunu yaşamlarıyla değerleri örtüştürerek kendi seviyelerine çektiklerini idrak etmezler. İşte, Kendi bulunduğumuz toplumda İlahi değerler böylesi bir ahlak yoksunluğunun eliyle vitrinde sergilendiği için o değerlerin sırtına ahlak yoksunlarının rüsvay yaşamlarının faturası yüklendi. Toplumsal bilinç düzeyi düşük cehalette bilge olan insanlar da bunu kullanarak kutsal değerlere bir saldırı yapmayı kendilerince meşru ve doğal görmeye başladılar. Bu sürecin yaşanmasındaki etken faktör, doğrudan ahlak yoksunu olanların gafletlerini örtmek için bu değerlerle kendilerini özdeşleştirerek faturayı değerin sırtına vurmalarıdır.

Allah’ın davasına sahip çıkanların, yaşamlarındaki bu tutarsızlıklar, yüce bir ahlak sahibi olanlara yerlerini bırakmadığı sürece, yeryüzünde Hakkaniyete dayanan bir yaşamın tüm insanlığa ışık saçacak düzeyde kabul görmesi de cazibesini kaybedecektir. Ancak bu kaybediş davanın kendisinden kaynaklanan bir etken olmayıp, yaşam alanlarındaki ciddiyetsiz sıradan anlamsız yaşamların bu değerler içinde bir yer edinmesindendir.

Muhammed (as)’in hayatı tüm bu boşluklara yer vermeyecek düzeyde bir Güneş gibi herkes tarafından kabul görecek bir yüceliğe ve örnekliğe sahipti. İşte, Risalet böyle güçlü azimli yüce ahlak sahibi insanın omuzlarına yüklendi ve o ağırlığın altında eridi.” Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” Uyarısı beni ihtiyarlattı diyen bir elçinin yaşamından söz ediyorum. Ruhi bir olgunluğa ulaşmış, ahlakın zirvesinde yaşayan ve herkesin nazarında emin bilinen ve güvenilir kişiliğe sahip bir elçi ancak bu davayı anlatacak ve ona öncülük edecek yaşama sahip olabilir.

Allah’ın Resulü elçi olarak geldiği dönemde, Mekke’de Müşriklerin azılı yöneticileri onun davasına karşı gelmişlerdi. Bu karşı duruş onun kişilik ve karakteriyle hiçbir ilgisi yoktu çünkü onlar da biliyorlardı ki, toplumlarının en güvenilir şahsiyeti bu davadan bahsediyordu. Ancak böyle bir şahsiyetin getirdiği değerler yeryüzüne adaleti, barışı kardeşliği, hakkaniyeti hâkim kılar ve zulmün her türlüsünü ortadan kaldırır vahşilikleri, gaddarlıkları hırsızlıkları talanı ve tefeciliğin her türlüsü olan ribayı hayattan al aşağı ederdi. Yaşamlarının devamı zulümlerinin büyüklüğüyle doğrudan ilişkili olan Velid Bin Muğireler, Ebu Süfyanlar, Ebu Cehiller gibi kurumsallaşmış zulmün elebaşları bundan doğal olarak rahatsızlık duyarlardı ve de öyle oldu. Bunların rahatsızlık duymalarının sebebi, Allah’ın elçisinin getirdiği sistemin, onların sistemlerini al aşağı edeceği endişesine sahip olmaları ve gelecekte de bunun gerçekleşeceğini görmüş olmalarıydı.

Allah’ın elçisi Muhammed(as) o topluma öyle bir çıktı ki, mazlumlar ezilenler, köleler, kadınlar onun mesajına kulak kabarttı. Çünkü onlara yenilik getiriyordu. Köleleri özgürlüğüne kavuşturan bir mesaj yankılanıyordu. Kölelere özgürlük vaat ediyordu. Umeyye Bin Haleflerin makamları sarsılıyordu. Bilal o toplumun ayak takımı değil bundan böyle, Kişilik sahibi İzzetli bir insan olarak yaşayacak ve barış dininin mensuplarını Allah’a çağıracaktı. Diri diri toprağa kızları gömülenler bu utançla yaşamaktan kurtulacaklardı. Borçlandıkları tefecilerin borçlarını ödeyemeyen mazlumlar, bu borçlarının karşılığı olarak kızlarını tefecilere vermek zorunda kaldıkları utançla yaşamaktansa onları küçük yaşlarda toprağa gömerek kendilerince bir çıkış yolu arayıp vahşet bir geleneğin zulmünden kurtulacaklardı. Haksızlıkların önüne geçilecek ve dışardan Mekke’ye tacir olarak gelenler, kimsesi olmadığı zaman Mekke’nin bu zalimleri tarafından talan edilmeyeceklerdi. Ensesi kalın ve göbeği şişkin olanlara ayrı bir yasa mazlumlara ayrı bir yasa uygulanmayacaktı. Eğer birinin eli kesilecekse hırsızlık için bu herkese uygulanacaktı. Yani Zalim despotlar bu dini kabullendiklerinde tüm bunların başlarına geleceğini bildikleri için direndiler. Ancak bu direniş onların ecellerini geciktirmediği gibi, saltanatlarının da devamını sağlamadı. Bir kadının mal gibi kullanıldığı ve erkeğin istediği gibi kullanacağı bir paçavra olmaktan çıkacak ve kadına insani bir onur ve kişilik kazandırılacaktı. Tüm bu gelişmeler, bu dini kabul edenlerin çoğalmasıyla ve Müslümanlar bir güce ulaştıklarında, zalim müşriklerin karşılaşacağı acı sonun bu olduğunu çok iyi biliyorlardı. Onun için her türlü yola baş vurdular hatta Muhammed(as) ile anlaşma yoluna bile gittiler. Bir gün Allah’ın Resulüne gelerek, Ey Muhammed! biz senin getirdiğin dine girelim ancak bizi bu çulsuzlarla bir arada mı tutacaksın, bizler Mekke’nin ileri gelen eşrafıyız malımız mülkümüz çocuklarımız güçlü ve bizlerin kabileleri de çok güçlü biz şimdi bu kölelerle nasıl bir arada duralım, eğer bunlarla bizi aynı yerde tutacaksan hiç olmazsa biz geldiğimizde onlar olmasın, onlar yanına geldiklerinde de bizler burada olmayalım diye bir teklifte bulundular. Resul bunların bu isteklerini düşünmeye başlamıştı ki, Rabbi onu hemen uyardı,” Onların hidayetinden sana ne Allah dileyene hidayet verir, oysa sen onların iman etmesi için nerdeyse göğe bir dayanak yapıp oradan mucize getirecektin, yeri delip oradan bir delil getirmek isteyecektin sakın bilmeyenlerden olma…” buradaki ince noktayı inşallah idrak edenlerden oluruz.

Bu din, özgürlük eşitlik adalet, hakkaniyet üzerine oturan tamamıyla toplumsal yaşamı konu alan bir dindir. Bireysel ibadi eylemler, yüce bir ahlak sahibi olabilmek için Allah ile konuşma buluşma ve murakabe anlarıdır. Bu haller yaşanarak Yüce bir ahlak sahibi olmaya doğru pişer ve olgunlaşırız bu olgunluk süreciyle toplumsal yaşam içindeki rollerimiz başlar. Toplumsal roller oynanırken murakabe anlarının bir yaşam olarak dayatılmadan, insanların insanca yaşayacağı ortamın koşullarının iyileştirilmesi için mücadele verilmelidir. Allah’ın elçisinin bu mücadeleyi başlatacak olması kaygısı zalim müşrikleri perişan etti. Yoksa sabahtan akşama kadar Erkam’ın evinde ibadet edip suya sabuna dokunmadan yalvarıp yakarsalardı, müşrikler bundan zerre bir endişe duymazlardı hatta onları Mekke için en güvenilir insanları olarak başka toplumlarla mukayeseli yarışmaları olduğunda onları temsilen bunların olmasını isterlerdi. Ancak görüyoruz ki, dinin hayata dokunması gerekiyor. Açlar için bir çözümü olmalı, tefeciliği ortadan kaldıracak bir formül üretmeli, herkesi hayata döndürmeli, malı belli ellerde toplanan bir devlet olmaktan çıkarmalı, İnsanlar arasında renge, cinsiyete ve imkanlara göre oluşan bir eşitsizliği ortadan kaldırmalıdır. Yani diyeceğim o ki, Din bir kurtuluş huzur, sükûnet ve barış oluşturmalıdır. İşte Allah’ın elçisi böyle bir güzelliği insanlığa yaşatmak için seçilmiş ve Risalet sorumluluğu İnsani bir duruşla olgunlaşarak bu mücadeleyi sırtlanmış yüce ahlak sahibi örnek bir önderdir. Bu örnekliği kendilerine bir rehber olarak benimsemeyenler bu din adına söz söyleme hakkına da sahip olamazlar. Muhammed (as)’in getirdiği din yaşatırken, cahilleri rehabilite ederek hayata kavuştururken, ümitleri yok olmuşlara umut verirken, bugün İslam alemi olarak bilinen topraklarda, insanların elinden bunların hepsi alınmış ve insanlar biyolojik yaşamlarını devam ettirmek için yaşam savaşında hep kaybedenler arasında yer alıyorsa, İslam’dan bahsetmek bir utanç durumudur.

Bu yaşamlarla Muhammed (as) ne ümmet olabiliriz ne de o dinin içinde olduğumuzu iddia edebiliriz. Yaşadığımız topraklarda dünyaya kazıklar çakarak, kazıklar kavmi olarak adlandırılacak duruma gelip İslam toplumu olarak kendimizi isimlendirmek tamamıyla yalandır. “Müslüman, İnsanların elinden dilinden emin olduğu insandır. Bu eminliği yakalayarak İnsanların davranışlarını düzeltmek için bizlere bakarak kendilerine çeki düzen verdikleri bir saat gibi işleyen hayatımız yoksa, Muhammed(as)’in ümmetiyiz demekten utanç duyalım…Muhammed(as)Bir rahmet elçisidir öldüren yakan yıkan yok eden biri değil, tüm insanlığın kurtuluşuna vesile olmak için canla başla, onlar merada otlanırken onlar adına onlardan habersiz kafa yoran yürek tüketen geceleri ağlayan Rabbine el avuç açarak, Rabbim bunlar cahildir bunları affet diyecek kadar merhametle dolu bir insandır. Bu yol, Muhammed (as)’i evlerimize yaşamımıza her anımıza davet ederek onun getirdiği hükmün gereklerini canlı olarak yaşayarak hayata yeniden başlayalım. Yoksa “… Allah Bizi giderir yerimize başka bir topluluk getirir…”” Onlar hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan Allah için mücadele ederler bu Allah’ın bir lütfudur onu herkese vermez…”

“Şayet Allah’ı sevdiğinizi iddia ediyorsanız bana uyunuz ki Allah’ta sizi sevsin…” Allah’ın sevdiği kullardan olmak dileği ve temennisiyle dua ve selamlarımla…

Erol KEKEÇ/20.04.2021/01.04




"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!