Bu Blogda Ara

4 Nisan 2021 Pazar

TEKLEMEMEK İÇİN TEFEKKÜR!

 Tefekkürün koordinat alanları içinde yapılması gerekeni yapmamak, insanlık alfabesinden ismini bilerek ya da bilmeyerek imha etmektir. İnsanlık alfabesinde isimlerinden tek harf bırakmayanların, insanlığın ne olduğunu tanımladığı çağda yaşıyor olmak, hakikaten yüreğimi ne kadar sıktığını söylemek dilime ağır gelmeye başladı…

Siz hala anlamayacak mısınız, hakikati görmüyor musunuz, göğe yüzünüzü çevirip bir bakın, göz orada aradığını bulamadığından yorgun ve bitap düşerek geri dönecektir, hala akletmeyecek misiniz, gezin görün sizden önceki yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün…Evet Bu kısa hatırlatmalar bize tefekkürün hayattaki yerinin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Tefekkür yoksa sorgulama olmaz, sorgulamanın olmadığı yerde, tanıma, tanımlama ve kritik yapabilme becerileri gelişmez. Bunlardan yoksun olan varlıkların doğru bildiklerindeki yanlışları fark etme imkanları olmaz. Basiretten yoksun yaşayan bir varlığın “basara” fiilinden gelen gerçeklikle örtüşür bir eylem oluşturmasını beklemekte tam bir komedi olur.

Tefekkür, İnsanın insan olma özelliğini ortaya çıkaran en önemli vasfıdır. Bu vasıftan yoksun olanların uyuşturucunun vermiş olduğu hazla gökyüzünde uçuyormuş gibi kendisini düşünmesi aslında onun akılcı bir çıkarıma dayanan tefekkürden çok ama çok uzak yaşadığının da kanıtıdır. Tefekkürün siyah bir sera tabakası gibi bir toplumun üzerine kâbus gibi çöreklendiği ortamlarda, düşünme ve sorgulama çok ciddi bir masraf olarak görüldüğü için hareketsiz ve beyinlerin işlevinin olmadığı yaşamlar önemli bir kapsam alanı oluşturur. Bu kapsam alanlarındaki fertlerin yaşam üzerine söyleyecekleri hiçbir meseleleri olamaz, çünkü onlar şartlandırılmış bir kobay hükmündedir. Kobaylar ancak gelen uyarıcılara tepki göstermeye şartlandırılmışlardır. Şartlı beyinler her ne kadar kendilerini algı yönü yüksek bilişsel bir varlık olarak tanımlıyor olsalar da bu işleve sahip olmadıklarından dolayı öyle tanımlanmış olmaları onların yaşamının öyle olduğunu ortaya çıkarmaz. Bunu tanımlayarak öylesi hayatların yaşam ekseni üzerinde ne kadar tehlikeli bir boyut oluşturduklarını da aslında ortaya koymak istiyorum. Kendi genetik kodlarına uymayan her yaşam o kodlara uygun yaşayanlar için bir tehlike oluşturur. Yaşam alanı düzgün bir süreç takip eder. Bu eksen üzerinde, kendi fonksiyonlarını ihmal eden ya da var olma gayesiyle uyuşmayan davranış ve düşünceler geliştirenler o eksen üzerinde devam eden yaşamın güzergahı için hep engelleyici bir özellik oluştururlar. Engellerle boğuşan genetik kodlamaya uygun yaşayanların bünyesi yıpranır, hedefe sarf edecekleri enerjiyi, güzergâh üzerindeki olumsuzlukları bertaraf etmek için kullanacaklarından, hep heder olan kesimde yer alırlar. Ondan dolayıdır ki, tefekkürü hayatlarından çıkarmış olanlar, olumlu olumsuz ortaya çıkan her türlü farklı ve yeni anlayışların karşısına bir duvar gibi dikilirler ve duvarın arkasında neyi niçin korumak zorunda olduklarını bilmeden bir savunma refleksi geliştirirler. Bu varlıklar kendi doğal tabii yaşamlarına dönerek tefekkürle tanışarak analiz tetkik ve kritik yapma melekelerini geliştirmedikleri sürece, statükoların her dönemde kurtuluş havarileri olarak imdadına yetişirler. Tefekkürün koordinatlarının dışında kalanlar için doğrunun ölçüsü kendisine yakın olması ve kendisinin beğendiği birinin ortaya koyacağı eylem olması yeterlidir. Sevmediği ve yakın olmadığı birinin ortaya koyacağı eylem de ne kadar hakikatle örtüşürse örtüşsün kendisinin benimsemediği birinin eylemi olacağı için yanlışlıktan asla kurtulamayacaktır. Değer ölçüsü diye bir kıstasın olmaması bu yaşamları her zaman toplumda ön plana çıkarır ve onların sesi hep yüksek çıkar.

Tefekkür, savunma güdülerini yatağına gönderir, yeni uyarıcılarla beyne doğrudan girme imkânı sunar. Beyne gelen ışınlar orada bir elektriklenme yaparak yürekle doğrudan bağlantı kurmaya çalışır. Yürekle beyin arasında bir akım geçişi sağlanırsa, işte bu çok tehlikeli bir durum olur. Tüm köhnemiş statükolar, beyin ile yürek arasında akımın geçişini sağlayan bir izdivacın vuku bulmasından hep rahatsız olurlar. Bunun için de o yolların tıkanması için ellerinden ne geliyorsa onu arkalarına bırakmazlar. Bu izdivacın gerçekleşeceği düğünün merasim alanı doğrudan tefekkür alanıdır. Tefekkür alanı istila edilen bir yerde, insan fıtrat kodlarına dönemeyeceği için orada sarsıcı bir akım gerçekleşmez. Bu akımdan mahrum kalan toplumlarda insan olarak gördüğümüz ama yaşamda insanın bir karşılığına denk gelmeyen bu varlıklar ne sona yakın olduklarını anlayabilirler ne sömürülmekten vücutlarında işleyişi sağlayan kanın tükendiğini fark edebilirler…Böylesi dramatik bir yaşamın figüranı olarak yaşayan objeleri uyandırmak için hep birlikte tefekküre giden tüm yolları açmaya çalışalım.

Tefekkürü olmayan ne bir ibadet ne bir iş ne bir buluş ne bir cemaat olma algısı, yaşam alanı içinde yerine oturmayacaktır. Tefekkür, dışardan hafızaya yerleştirilmiş bilgiler ışığında o bilgilerin sınırı içinde tekrarlar yapma edimi değildir. Tefekkür, kâinat kitabını doğru okuyarak kitabın içinde olan mikro kozmos insanın kendi yaratılış gayesini ortaya çıkarmak ve o gayenin çabasının ne kadar olduğunu ve sürecinin vardığı noktanın neresi olduğu üzerinde yürek ve beyin yormaktır. Bu gayreti gösterebiliyorsak tefekkürün kapsam alanı içinde bir yerimizin olduğunu iddia edebiliriz. Tefekkür bir sona nokta koymak ve bir başlangıca yeni bir adım atmaktır. Son ve başlangıç aslında hayat çizgisi üzerinde karşılaşılacak koordinatları keşfetme becerisidir. Bu becerilerden uzak sadece yuvarlanan varlıkların yaşam üzerinde belirleyici yönlerinin olması, bütün bir insanlığın yaşamın son basamaklarında didindiğinin göstergesidir.

İnsanlık alemi yenden dirilmek ve kâinatın sonu gibi görülen bu kaotik yaşamı insanlık lehine yeniden düzenlemek istiyorsa, tefekkürün tam odağına otağ kurması zorunludur. Tefekkürden yoksun varlıklar, insan olduğunu bilsekte, bu özellik insan olmanın belirleyici en önemli vasfı olduğundan bundan yoksun yaşadıkları için farklı varlıklarla aynı kalıpta görülürler. İnsan düşünen canlı dememizin sebebi, hayatı tefekkür üzere kurulu, yaşam hakkında kendi iradesiyle karar verebilecek ve bulunduğu evreni hem yeniden imar edecek ve kendi dışındaki varlıkların yaşam alanlarını da koruyacak akıllı bir varlık demektir. Bunlardan yoksun olduğu zaman yaşamın gayesi olmadığı için kendisi için tayin edilmiş sonu yaklaştırır. Âmâ bir gaye için yaşayan tefekkürü hayatın vazgeçilmezi gören varlık olduğu zaman kâinata bir renk gelir ve yaşam dallanır budaklanır filiz verir ve farkında olmadan ne sonlar geride kalır. Tefekkür insan hayatının sonunu sona doğru iteleyen ve sürekli sonla arasına bir mesafe koymaya çalışan kendisine taktim edilmiş en büyük ikramdır. Bu ikramı tepeleyenler tepelenerek can vereceklerdir.

Ey insan! Seni sana getirecek bir denklemi sana sunuyorum. Bu denklemden korkma tüm problemlerini bu denklem çözer senin…Buna kendini kapadığında kendin için hazırladığın zindanın gardiyanlarının seni o zindana iyice hapsederek kapıyı üzerine kilitleyeceği günü beklemeyi unutma!

Sen aydınlıklar inşa edecek bir güce sahipsin, bu güç yaşam otağını kuracağın hayatın tükenmeyen tüm rahmetini içinde taşır. Bu rahmete eriştiğin gün karanlıkların sana veda ederek uzaklaştığına şahit olacağın gündür.

Şimdi karanlıkları delerek aydınlığa çıkmanın tam zamanı, unutma kendini, kimseye bırakma yüreğini, beynin akım için çok gerekli bunlar seninle ise bağlan tefekkür prizine oradan aldığın akımı dağıt hayatının her noktasına bakarsın yeniden doğmuşsun hayata…

Erol KEKEÇ/03.04.2021/20.04


3 Nisan 2021 Cumartesi

KARANLIKLARDAN AYDINLIĞA ÇAĞRI

 Çıkarlarına iman ettikleri halde Allah’a inandığını sananlar şirk dinine iman ettiklerinden Yüce Rabbimiz der ki,” Ey İman edenler Allah’a ve Resulüne iman edin…” Yeryüzünde iman etmeyen hiçbir insan yoktur, ancak iman ettikleri ilahları birbirinden farklı sadece…Kimisi hiçbir şeye inanmadığını iddia eder ancak doğaya iman eder, kimisi atalarının ruhunun aralarında yaşadığını ve kötü durumlarda onların yardıma geldiğini düşünerek ona inanır. Kimileri her şeyin sahibi bir ve tek olan yegâne güç ve kuvveti bir varlığa vermeyi kendilerinde bir kompleks edinerek kendi akıllarını kendilerine bir ilah edinirler…Kimleri kendilerini bir hiç kabul eder nesneleştirerek gören ve gözetleyen bir varlığa değil de köhnemiş onlarla birlikte oturan kalkan ama hiçbir işe yaramayan zanlarını tahminlerini yaratıcı olarak görüp, ona iftira atarak Yaratan Allah’a inandığını iddia eder. Yani yeryüzünde o kadar farklı inanış şekli ve türü var ki bunları burada anlatmaya gerek yoktur. Ancak bir ve tek olan yegâne güç ve kuvvet sahibi Mülkün tek sahibi zerreden küreye her şeyin ruhu elinde olan ve o istediği zaman o ruhları katına çağıracak olan Allah’a iman iddiasında bulunmak fazla olmasına rağmen, ona yakinen teslim olmuş inananlar o kadar hayatın ortasında göze çarpmaz…

İman, belleğe yerleştirilen bir bilginin tekrarlanması olmadığını bilmek gerekir. İman sadece inandık demek değil, o inancın hayatın rotasında yön tayini yapabilmesidir. Hayatın yönünü inanılan gücün istekleri doğrultusunda çevirememek inançtan uzak bir yaşamın göstergesidir. Bir aracın farlarının ampulü patlamış ise bu arabanın bu karanlıkları rahat gideceğini nasıl ki iddia etmek mümkün değilse, hayatın içinde yön buldurmayan iman, iman olamaz ondan dolayı insan, inandığı gücün ne olduğuna iyi bakması gerekir. Karanlık bir yaşamın kurbanı olan varlıklar Allah’ın nurundan yararlanamamış nesnelerden başkası değildir. Allah’ın nuru hayata yön vermiyor ve yaşamı aydınlatmıyorsa orada hayata Hükmeden bir yaratıcı yoktur. Hayatın ipleri başka ilahların eline geçmiştir. “Allah, İman edenlerin dostudur, onları karanlıklardan alıp aydınlığa götürür. Küfredenlerin (hakikatin üzerini örterek o hakikatin ortaya çıkıp insanların ondan etkilenmesini istemeyenler) dostu da tağutur. Onları aydınlıktan alıp karanlıklara götürür. Onlar ateş ile arkadaşlar, sarmaş dolaş birlikte yaşayacaklar ve onlar orada ebediyen kalacaklardır.” Bakara:257

Bu uyarı hakikaten ben Allah’a iman ediyorum diyenlerin yürek duvarlarını param parça etmesi gerekir, etmiyor ve orada hala isteklerin ve arzuların spermleri kuluçkaya yatmışsa yeni yavruların oluşmasına ve büyümesine hizmet ediyorsa, iman iddiası o yüreği patlatmamışsa O da Allah’ın acıması ve rahmetinin bir eseridir. Ey insan! Kerim olan, Yerin ve Göklerin rabbi ve tüm kâinatın ruhunu elinde tutan Mülkün tek sahibi Allah’a karşı seni bu kadar duyarsız ve hissiz yaşatan ve kendi pisliği içinde boğan nedir. Yarınlar çok yakın dünler çok uzak, bugün yaşamın önünde yaptıkların ortada bunlara rağmen hala kendini masum kılarak bahanelere sarılmak en büyük meziyetin olmuş. Hesap çok çetin…

Yaratıcı Allah’tan başkasına inananların inandıkları, onların önünü aydınlatmaktan uzaktır. Nur ancak Allah’tandır. Allah’ın nur vermediği kimsenin nuru mu olur. Allah nur üzerine nurdur. O hep aydınlatır ve neyin doğru, neyin yanlış, neyin ne olduğunu ancak onun ışığı tanımlar. Onun ışığının yansımadığı yaşamlar, karmaşık kaos denklemlerine göre kendilerine bir yaşam formülü icat ederler ancak bu formül onların sorunlarını çözemediği gibi, sadece var olan sorunlarının kapsamının ve ağırlığının artarak devam etmesini sağlar. Bu inancımdan dolayı diyorum ki, Yaratıcının hesaba katılmadığı hiçbir düşünce ve uğraş, ne kadar iyi ve güzel ambalajlanarak sunum sahnesinde yerini alsa da içi kurtlanmış bir cevizden farsızdır. Kimse kimseyi aldatmasın demeyeceğim, çünkü bu hususta ancak herkes kendisini aldatır. Kendimizi aldatmayalım, o kendimiz bizim irademize teslim olmuş irade, mutlak iradenin isteklerine göre eğitilmiyorsa, onu eğiten onun rabbidir. O halde herkes kendi rabbini sorgulasın acaba benim mürebbim kimdir diye…

Parayla mutlu olup sükunete eriyor ama Allah’ın buyruğu senin damarlarında bir kıvılcımlama meydana getirip seni senden almıyorsa, Allah senin nasıl mürebbin olabilir ki…Hesapsız yaşamak ne olursa olsun gelsin haneme, “ne olursa olsun ver Allah’ım, haram helal demez bu kulun yer Allah’ım” diyen yaşamların hangi noktasına acaba Allah’ın hükmettiği söylenebilir. Allah Kitap sayfalarında inanılması gereken bir söz dizimi değildir. Allah yaşama hükmeden hayatın sınırlarını kendisinin belirlediği merada en üst düzeyde mücadele ederek yeryüzünden zulmün yok olması için çalışan ve herkesin adil yaşaması için öncülük yapan biri olarak mukaveleye karşılıklı anlaşarak imza atmamızı isteyen, merhamet sahibi mülkün tek sahibidir.

Donanımı Allah’tan olan bir yürek ve beynin yazılımını, yeryüzü firavunlarının yaptığı yaşam, asla Allah’a iman üzere devam etmez. Dünya ve içindekilerin önemini bize anlatan Rabbim, ahiretin de kıymet ve değerini en ince noktasına kadar anlatırken, dünyayı değerli bilip son da sanki burada olacakmış gibi dünyaya tapanların, Allah’a iman iddiası sadece ve sadece kendisiyle alay etmesidir. En büyük zulüm insanın kendisini aldatmasıdır. Çünkü kendisini aldatan varlık doğrudan Allah’a şirk koşan varlıktır. Allah’a şirk ise en büyük zulümdür. Şirkin kapısının aralanması insanın kendisini avutmasıyla başlar, avutulan bu varlığın hayatındaki bu avutucu isteklerin çoğalmasıyla şirk kapısı sonuna kadar açılır, açılan bu kapı ancak dünyalıkların üzerinde yatan kalkan bir müşrik ortaya çıkarır. Müşrikler mümin değildir. Mümin olduğunu sanan dünyaperestlerin hayatına şirk mi daha fazla kök salmış, yoksa Allah’ın ışığı mı bunu ayırt etmenin yolu, değerli olanın önemli olan dünya hayatına feda edilip edilmemesiyle çok rahat ortaya çıkar. Ahiret bizim için çok değerli diyen varsa, bu dünyaya hiç önem vermeyip kendisini münzevi bir yaşama adamış ve dünyanın imaratındaki rollerini yerine getirdiğine şahit olmuyorsanız, inanmayınız çünkü yalan söylüyordur. Dünyanın imaratının önemi, yeryüzünde kulluk mukavelesine attığımız imzanın bize yüklediği bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu bilerek imzalamamız için tüm insanlık adına, ben sizin Rabbiniz değil miyim diye, bize soru sorulduğunda, hep birlikte Rabbimiz biz şahit olduk sen bizim rabbimizsin dedik…İşte o gün bir sözleşme yaptık, rabbimiz bizi atalarımızın yaptığı hatalardan dolayı sorumlu mu tutacaksınız demeyesiniz diye hepinizden kendi iradenizle yaptığınız sözleşmeye uymanız gerekmez mi…Hayır hayır, siz arkanızdaki değerli bir günü bırakıyorsunuz ama önünüzdeki görülenlere iman ediyorsunuz…Peki gördüğünüz dünyalıklara iman ettiğiniz halde bir de Allah’a iman ettik demeye utanmıyor musunuz? Allah’a imanın olduğu yerde huzur sükûnet, kardeşlik Barış, hakkaniyet adalet, insanların sadece ecelden öldüğü, ailelerin dağılmadığı, çocukların beyinlerinin yüreklerinin öldürülmediği, yaşlılarının baş tacı yapıldığı kurdun kuşun dağdaki bir arının hakkının verildiği sükûnet yurdu olmanız gerekmez miydi? Bunlara rastlamıyorsanız o zaman acaba neye inanıyorsunuz hala mı sorgulamayacaksınız…

“Size Allah’ın gazabına uğrayanları haber vereyim mi de: Onlar tüm amelleri boşa gittiği halde hala kendilerini Salih bir yolda sananlardır…” “Ey İman edenler! Allah’a ve Resulüne iman edin…

Erol KEKEÇ/03.04.2021/01.24


30 Mart 2021 Salı

DİJİTAL ÇAĞIN AKLA BÜYÜK İHANETİ

 Aklın kızağa çekildiği duyguların kazıktan boşandığı ortamlarda insan seçenek aramayı bırakır, duyguların çekim merkezinden kendisine bir post edinmeye bakar. Duygular çok mu kötü, insanlarda estetik bakış ve hayranlık istekleri oluşturabilir diyebilirsiniz…Doğal ortamında yaşayan varlıklar için bu dediklerinizin doğruluk payı çoktur. Ancak kendi doğasıyla savaşan bir canavarın yaratıldığı ve o canavarın zincirlerinin de karanlık dehlizlerde avını bekleyen yırtıcı timsahlarda olduğu çağda bunların hiçbir geçerliliği kalmaz.

Aklın korkusu o kadar etkili ki, çekim alanına giren herkeste korku nöbetleri oluşturmakta…Bu korku nöbetlerinin geleneksel paranoyak bir sürece dönüşme endişesi, bu nöbet yaşayanlarda ciddi arayış ortaya çıkarmaktadır. İşte, bu arayış sonrasında verilen kararlar, aklın kızağa çekilmesi hatta kullanım alanı ve kendisine yeni manevra alanları oluşturmaya çalışırsa, kızak daha şiddetli boyut kazanarak bir kazığa dönüşebiliyor. Kazıklar da etkisiz kaldığında küresel bir mikropla uyuşturularak işlevsiz kılınarak, duyguların esiri olan bir yaşam baskın duruma sokuluyor. Son iki yıldır, Corona muhabbetiyle yaşadıklarımız tamamıyla dizginlenemeyen ve sonrasında bağlanılan kazıkları söküp atan aklın yeniden bir tuzağa çekilerek işlevsiz kılınma mücadelesi olduğunu bilmek gerekir.

Bu kadar uğraşlar, Rasyonel çağda yaşıyoruz herkes aklı kullanmalıdır diye dillendirilen solo şarkılar yalan mı peki diyeceksiniz biliyorum. Ben yalan veya yalan değildir demiyorum fotoğrafın bu olduğunu bu fotoğrafı yorumlama ve kritiğini insanın kendisi yapması gerektiğini düşünüyorum. Bu fotoğrafı yorumlamaktan aciz ve fotoğrafın üzerindeki resmi nasıl görmek gerekiyorsa o beklentiler doğrultusunda anlıyorsanız fazla söze gerek yok, zaten kendi aklınızın imha olduğunu kendiniz ortaya koyuyorsunuz. Eğer insan kendisine sunulan herhangi bir konuda ne isteniyorsa o doğrultuda beyanda bulunuyor, bağımsız kendi içgüdülerini konuşturup akıl süzgecinden süzerek görüş beyan edemiyorsa, aklının işlevsel olup olmadığını yaptığı yorumlardaki debi gücüne bakarak kendisi karar verebilir.

Çağımızda duyguların işlevi daha çok toplumsal davranış kalıplarıyla kendisini ortaya çıkarıyor. Toplumsal davranışlar genellikle sürü psikolojisinin yansımalarıdır. Bu ortamların en karakteristik yanı aynılaşma ve farklılıkların giderek azalması hatta zamanla tamamıyla ortadan kalkmasını beraberinde getirir. Aynılaşma, yaşamda, görmede, konuşmada, giyimde kuşamda yemekte evlenmede, çocuk yetiştirmede vs. aklınıza gelebilecek topluluk yaşamlarındaki her türlü özelliklerde kendisini gösterir. Bu ortamlarda ortak uyaranlar çok etkileyici bir güce sahiptir. Ferdi ayrışmalar yok denecek kadar azalır, hatta bunlar bir tehlike olarak görülür. Ferdi farklılık gösterenler kendi yaşamlarıyla ilgili rehabilitasyonu kendileri yaparak topluma bir an evvel uyum sağlamaya çalışırlar. En parlak sloganları da toplum sana uymuyorsa sen topluma uyacaksındır. Böylesi zihin uyuşturmanın salgısı insanın kendi içinden gelen bir salgıya dönüşmüşse, aslında orada akıl komaya girmiş demektir. Peki aklın komada yoğun bakım ünitesinde kendi kaderine terk edilerek cenaze merasimleri hazırlıklarının yapıldığı dijital bir çağda, onun yerini alacak başka mekanizmalar geliştirilmesin mi? Elbette geliştirilmelidir hatta geliştirilmiştir de…

İçinde bulunduğumuz dijital çağın en belirgin yanı, duyguları depreştirmesi, aklı ölüme mahkûm etmesi, âmâ aklın insanın hayatında ne kadar önemli olduğunu anlatarak, kendisinin küresel bir din ve yaşam tarzı olduğunun açığa çıkmasını gizlemeye çalışmasıdır. Dijital çağ, sürüleşen varlıkların duygusal refleksleriyle yaşam alanlarında, hızlı yaşa ve çabuk haza ulaş, gerisini sorgulama ye iç yat ve önündeki ile mutlu ol, zamanı hep benim belirlediğim sanal diye sunulan, aslında gerçek olan o yaşamın vazgeçilmez uyuyan bir neferi olmanı istemesidir. Bu süreci başardığını söylemek mümkündür, bu süreç başarıldığı zaman geriden gelenlerin daha çabuk sindirilmesi sağlanır. Bugün dünyanın her yanında uyarıcılar aynıysa, insanların akıl alanında aklın belirlediği rotada yaşam sürdürdüklerini söylemek mümkün müdür?

Dijital çağın etkisinin gelecek kuşaklar üzerinde daha yoğun olduğunu hepimiz konuşmaktayız ama neden öyle bir ortamın oluştuğunu ve sebeplerini ortaya çıkarmak için tutarlı ve kararlı adımlar atmada da bir o kadar başarısızız. Gelecek kuşaklar aslında sürü psikolojisinden uzaklaşmak isterken, farkında olmadan teknolojinin yönettiği ve soru sorduklarında karşılığını alamayacakları bir gücün elinde sürü haline gelerek paçavraya dönmüştür. Teknoloji dediğimiz yapay zekadır. Yani insanın zekasını esir alarak insan için kararları kendisi vermekte hatta onun adına düşünmekte, nerede hangi hamleyi yapacağını o karar vermektedir. Böylesi basit ve sıradan bir nesnenin canlı varlıktan da öte insan hayatına hükmederek, herkesi aynı hizada buluşturup hepsini kendisine boyun eğdirdiği bir ortamda insan kendi başına kararını verdiğini söylese ne kadar inandırıcı olur. İnsanın insanlığını kaybettiği çağın giriş kapısındayız, ya bu kapı herkese açılacak herkes nesnenin kulu kölesi, ekranları da kendi cenneti sanarak cehenneme yuvarlanacak, ya da bu kapının dışında farklı seçeneklerin olduğunu ortaya çıkarıp insanlık için o alanları daha cazip duruma getirip, insanların bilinçli ve idrak ederek o alana yönelmelerini sağlayacağız. Zaman çok hızlı geçiyor, yarınlar geç olabilir demeyeceğim, saniyelerin çok önemi var; bu konuda her sorumluluk sahibi bilim adamının fizyolojik yaşam mücadelesinin ötesinde, insanlık için faydalı bir adım atmasının zorunlu olduğu çağda yaşıyoruz. Güneş batmadan vakti değerlendirmek elimizde, gün battıktan sonra herkesin horul horul uykuya dalarak, daldıkları uykunu
n hazını çıkarırken onları çuvaldızla uyandırmak bile güçleşebilir.

Bireysel tercihler yaptığını zanneden nesil, aslında seçeneksizleştirildiğini bilse kendisine gelecek ama o da elinden alındı. Tüm insanlığın ekran başına taşındığı bir zamanda hala insanlar için farklı seçeneklerin olduğunu söyleyenler varsa bu iddialarını yaşam alanlarına taşımaları ve bir yaşam tarzı olarak örnek oluşturmaları zorunludur. İnsanlığın ekranlarda sevgili, dost, eş, aş, oyun haber vs. aradığı ve buradan aldığı bilgilerle mutlu olup, başka alanlara kendini kapayarak bir yumak kirpiye döndüğü ortamda size kalan ancak kirpinin dikenleri oluyor. Yani anlayacağımız tek bir uyaran dünyayı ayağa kaldırıp tekrar oturtuyor rahat ve hazır ola geçiriyor. Böylesi güçlü bir uyarıcı ancak ve ancak duygulara hitap ederse kazanır. Akla hitap ettiği zaman kritik sorgulama ve analizlerle hem zaman kaybeder hem de akıldan geri dönebilir. Onun içindir ki dijital çağın tüm araçları aklı kızağa çeken ama duyguları son hızla yarış alanına iten ve çeken araçlardır. Yani bu çağın, dünyanın bir köy haline getirilerek itirazsız, bir tuşa dokunmayla emir komuta kademesindeki gibi bir yaşama insanlığı sürü olarak taşıdığı çağ olarak tarihe damga vuracağı kesin.

Aklın yerini duyguların aldığı ve freni patlamış bir araç gibi önüne gelen her şeyi ezerek geçen, bu nesli yeniden istikamet üzere dosdoğru ayağa kaldırmanın yolu önce kendimiz olmaktır, sonrasında kullanılmayan kızaktaki aklı, o kızaktan alıp hayatın rotasına yeniden oturtmaktır. Bunu başarabilenler tarihin yönünü değiştirecek enerjiyi yenden yaratacaklar, diğerleri tarihin akışı içinde yok olup gidecekler…Dünyanın nüfusu kendiliğinden dijital çağın patronlarının isteğine uygun hale gelecektir. Bu süreci delmek için hep birlikte aynı uyarandan etkilenen bir kitle tortusu olmaktan çıkıp, akli idrak ile yeni ışıklar ve yeni yolla insanlığa umut saçacak bir yaşamın aydınlığına şahitlik yapacak duruma gelelim.

Erol KEKEÇ/30.03.2021/01.24

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!