Bu Blogda Ara

9 Mart 2021 Salı

“HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK”

     YÜZLEŞME BELGESİ OKUNMALI...


“Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sözü ile “Her şey çok güzel olacak” ifadesi görünüşte farklı gibi görünse de aslında her ikisi de geçmişin kötülüğü üzerine yeni bir dünya kuracağını anlatmaktadır. Yani kurulacak dünyanın temelinde eski olmayacağını yepyeni ve farklı bir ortam kuracaklarını anlatmaktadırlar. Âmâ gelin görün ki, başkalarını olumsuzlayarak kurulacak dünyanın ondan daha aşağıda olacağından kimsenin kuşkusu olmasın…Öncelikle Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak sloganıyla ortaya çıkanların toplumu getirdiği noktayı sonrasında da her şey çok güzel olacak diyenlerin gittiği yolun biraz izahatını yapmaya ne dersiniz?
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, bundan sonra biz varız, isteklerinizi bize ileteceksiniz, eskiden kimin ne yaptığı önemli değil, yeni kurallar ve yeni anlayışlar egemen olacak ama bu anlayış tamamıyla hizmet aşkıyla sizleri dikkate alacak çünkü hizmet gönül işidir; algısına sahip bir anlayıştan oluşmaktadır.
Peki bahsedilenler ne kadar karşılık buldu dersiniz, Bu anlayış yönetim erki olmadan önce %1’lik kesimin ülkenin GSMH’nin %33’üçüne sahip olduğu çıta o kadar arttı ki,20l6’lara gelindiğinde GSMH’nin %57 sine çıktı, yani artış çok hızlı, peki %99’luk bir kısmın ülkenin Milli gelirinden payına düşen ise %43’e indi. Merhum NFK’in deyimiyle, “Bir kişiye dokuz pul, dokuz kişiye bir pul, kurt koyunlara şah olsa bu taksimi yapmazdı…”
Harika yollar yapıldı, hakikaten ülke tarihinde böyle yollar hiç yapılmadı. Hem fiziki yollar yapıldı hem götürme yolları yapıldı. Fiziki yolları herkes görebiliyordu ve bunları anlatarak bitiremiyordu ancak götürme yollarının nasıl olduğunu kimse bilmiyordu bilenlerde belli bir çember içinde olanlar olduğu için her şey kuralına uygun yollardan oluşuyordu. İtirazın karşılığı da şap diye hemen suratına yapışıyordu bir sorun bakalım o yollar neden yapılmıştı…(!)
İtibarımız çok yükseldi bunlardan övünç duyduk ve her yerde anlattık dünyanın her yanına yardımlar taşıdık hatta, tüm dünyanın yaptığı yardım faaliyetlerinden daha fazlasını tek başına yapan ülke olduk…Biz bu itibarın yolunun gönülden geçtiğini düşünürken bir de baktık ki, bu yükselişin arkasında tasarrufta sınır tanımamak olduğunu gördük…Hatta “İtibarın tasarrufu olmaz” sloganı en üst perdeden dillendirilerek gündem oldu. Yani İtibarını yükseltmek için harcamalarında hiçbir sınır tanımayanlar, ekmek buluyorsanız aç değilsiniz, asgari ücret neyinize yetmiyor denen şaklabanların çıkışlarıyla, Halkın gözünde tepe üstü itibar kaybına girmez mi…
Fırat’ın kenarında bir koyunu kurt aparırsa hesabı Ömer’den sorulur diyenler, Kadıköy’ün meydanında açlıktan ve soğuktan donarak ölenin farkında olmadı.
Dindar nesil yetiştireceğiz bundan sonra, İmam Hatipler açılacak ve herkes istediği gibi yaşayacak dediler ve hakikaten de öyle oldu, herkes istediği gibi yaşıyor artık, insanların hızını hiçbir barikat durduramaz oldu. Dinden kaçan kaçana, haz almanın ötesinde herhangi bir değer sisteminin olduğuna inanmayan nesiller sığırcık sürüsü gibi öyle bir hızlandı ki artık durdurana aşk olsun(!)
Şehirlerin yapısı değişecekti, öyle bir değişti ki, rant çöplüğünden kâinatın sahibinin masmavi gökyüzüne bakabilmek ve o insicamı görmek haram oldu…
Adı kitler olarak bilinen milletin malları çok üretim yapacaktı, öyle bir firene basıldı ve üretim bazı yerlerde çok düştü ve bu kitler zarar etmesin diye, sonrasında sahip oldukları gayrimenkullerin ederinden aşağı satıldı…
İhale şartnameleri ihale sayılarından hızlı değişti hatta öyle değişti ki, kime hangi ihalelerin verilmesi gerekiyorsa onların koşullarını sadece taşıyan şartnameler oluştu. Çok hızlı çalışılıyordu…
Gençlik önemli, onun için seçme ve seçilme yaşı 18’e indirilmeli diyerek o kadar çok çaba harcandı ki gençlik düşünüldüğünden(!) gelinen nokta da gençlikle arada hiçbir irtibat kurulamayacak düzeyde çağ atlandı.
Gençlik kullanılmak ve parmaklar kalksın arkası önemli değil, onlardan bir temsilci olursa gençlik tamamıyla bu yöne kanalize olur diye düşünüldü, çünkü iletişim ayıları değil, iletişim ve sosyal psikolojiyi çok iyi bilen koçlar bu fikri vermişti nasıl olurda uygulanmazdı. (!)Uygulandı uygulanmasına da sonrasında gençlik öyle bir tavır aldı ki, inadına yaşıyorum ve sana bakmıyorum diyerek, kendisini inattan dolayı ucunu göremediği vahşi dalgaların sularına bıraktı…
Özgürlükler ülkesi olma vaadi herkesi cezbetmişti, çünkü herkes özgür birey ve kurallı bir toplumda dayanışma ve iletişimi yüksek hoşgörünün ve merhametin yoğun olduğu bir ortamı arzuluyordu. Bu arzuları kursağında kaldı. Hatta öyle oldu ki herkesin içi gaz doldu ve o gazın vermiş olduğu rahatsızlıktan kurtulmak için, geğirerek rahatlama alanları da çok daralmıştı; eskiden olduğu gibi başörtüsünden dolayı kafası bozulanlar hemen Beyazıt Meydanında rahatlamak için bağıramıyordu. Çünkü bugün öyle bir şansı kalmamıştı birlikte aynı yerde buluşarak eylem yapanlar birbirine karşı olabilir miydi? Güç kimdeyse onun sözü her zaman geçerli olmalıydı 70-80 yıldan sonra bir imkân ele geçmişti bu imkanlara kimse bir zarar veremezdi vermek için bir çabası olursa hemen vatan haini olabilirdi. Yani Valdo sen neden burada değilsin, diyebilecek cesaretleri de kalmamıştı. Yani tüm ıstıraplarını içine atmış ve gazdan patlamaya gelmişti…
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak deniyordu, Hakikaten hiçbir şey eskisi gibi olmuyordu her şey yeniden yazılıyordu. Dün ortalıkta görünenler bugün kayıplara girmişti. Dünün zulmüne başkaldıran ve dünyanın neresinde bir haksızlık varsa o haksızlıklara karşı her Cuma Beyazıt Camisi önünden eyleme geçerek Sultan Ahmet Ya da Laleliye doğru giden eylemciler aşırı gittiğinde onlarla birlikte her ortamda bulunan ve zaman zaman da Polis Panzerlerinin üzerinden eylemcileri sakinleştirmek için o uzun parmaklarıyla şehadet parmağını birilerinin gözüne sokar gibi duygusal ve güçlü hitabetiyle insanları hem sakinleştiren hem de keskinleştiren adam hakkında, Bunların Türkiye’deki birçok yönetimleri, dava açarak mahkemede sürüm sürüm süründürmek için çabalıyorlar, yani hiçbir şey eskisi gibi olmuyor çok doğru bir söz(!)
Hiçbir şey eskisi gibi olmuyor, haksızlıklar ve hukuksuzluklardan doğan usulsüzlükleri fark edenlerden susması istendi susmadığı zaman da bulunduğu makamın tüm imkanları elinden alınarak vatandaş Rıza olarak piyasaya salındı… Hatta burada öyle yeni nasihat şekilleri oluştu ki, İnsanların susmasının Allah’ın bir emriymiş gibi olduğuna inandırabilmek için, şeytanın aklına gelmeyen oyunlar devreye girdi. Bu oyunlardan birisini burada paylaşmak istiyorum, o yerin en yetkili şahsının sözleri, Toni Bey şimdi söylediklerinde sen haklı olabilirsin bunları belgeleriyle de kanıtlamış olabilirsin, ama bunu şöyle düşünelim.15 Temmuz’da darbe girişiminde bulunanların mermileriyle şehit olanlar haksız mıydı? Tabi ki haklılardı vatanlarını savunmaya kalkmışlardı ama onlar şehit oldu. Senin durumunu da böyle düşünmek lazım… Nasıl yani anlayamadım der Toni Bey, Yani sen haklı olsan da sen gidip istifa et, yani biz senin buradan gitmen için gerekçe oluşturmak istemiyoruz ama sen gider istifa edersen bizim işimizi kolaylaştırırsın Allah sana başka yerden belki farklı kısmetler verir. Yani haklı olman senin istifa etmene engel değil, şehitler de haklıydı ama şehit oldular sen de böyle senin için bir şehitlik gibi düşün diyerek hem nalına hem mıhına vurarak İnsanları hipnoz eden algılar eskiden yoktu sahiden…
Yine başka bir B. Yardımcısının söylediklerini de aynen aktarayım eskiden böyle miydi…Nadi Bey konuşur, Sayın Başkanım bizim tüm prosedürlerimiz tamam harcımızı da yatırdık hala bu ruhsatı niye alamıyoruz dediğinde, Nadi Bey bu işleri bilmeniz lazım, siz bu bölgede sanki hiç iş yapmamışsınız gibi davranıyorsunuz; bizim buraya gelen insanlar gideri çok fazla, bunları sizler karşılamazsanız biz nasıl bunların altından kalkacağız, onun için bu işi hemen çözelim ondan sonra da beraber Cumaya gidelim. Tamam ama ben hakkımı helal etmiyorum sadece işimin çözülmesini istiyorum der Nadi Bey. Cuma’da yan yana otururlar ve bizim merhametli hak yemeyen helal rızık dışında elini hiç harama bulaştırmayan B. Yardımcımız Nadi Bey’in dizinin üzerine elini kor ve der ki, Yahu Üstat Allah’ın huzurundayız hakkını bize helal et de şu Cuma günü bizi Allah’ın huzuruna rahat çıkar…Eskiden bunlar var mıydı, hakikaten bu kadar çağ atlayabilmişiydik…
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ne kadar da doğru söyler sahibi, eskiden toplumda bu kadar kamplaşma ve kutuplaşma var mıydı halk arasında? İnsanlar dolu dizgin fütursuzca ve ahlaksızca ağzını açıp gözünü yumarak kendi görüşünü kabul etmeyene küfreder miydi, Eskiden bir şey yoktu belki, ama kızaracak bir yüz vardı, olur ki bir daha yüz yüze bakabiliriz kullanacağımız kelimeleri iyi seçelim derlerdi.
Eskiden Üniversite hocalarımızın bir ağırlığı vardı Dr. Olan bile bir özellik sahibiydi, şimdi nice Prof.ler var ki, bozdur bozdur harca durumunda hakikaten eskisi gibi olmuyor hiçbir şey…
Eskiden insanların alabilecekleri eşya ve yiyeceklerin sayısı belliydi ama mutluluk çıtaları çok yüksekti. Şimdi alabilecekleri seçenekler çok fazla ama alabilecekleri imkanları çok az, yani mutlu olmak için alma güçleri ile mutluluk artış hızları arasında ters orantı var. Yani alım gücü düştükçe mutsuzluk artıyor eskiden böyle miydi hayır, çünkü herkes bulunduğu ortamdaki koşullara göre sosyalleşiyordu ve istekleri de bulundukları ortamla sınırlıydı. Çağ atladık Uzaya Göktürk gönderdik Cantürk gönderiyoruz, Baştürk yolda hezimete uğramış gerçek Türk yerlerde sürünüyor yani her şey farklı değil mi?
“Hiçbir şey eskisi gibi değil”, Dedesi, dayısı, amcası babası, hocası ve daha nesi nesi olanların beş kuruş etmediği halde öyle makamlara getirildikten hemen sonra, F. Kerim Gökay gibi ortalıkta gezdiklerini gördüğünüzde bir de İşini iyi bileceksin ve liyakat sahibi olacaksın demiyorlar mı, işte buna bitiyorum(!) Yani hiçbir şey eskisi gibi değil hakikaten…
Hiçbir şey eskisi gibi değil, Sonuna kadar özgürsünüz, benim düşündüğüm dışında istediğiniz kadar düşünebilirsiniz ama benim düşündüklerime ve söylediklerime aykırı olursan işte o zaman hemen vatan hainliği tasmasını takarsın eskiden tasma takmak bu kadar kolay mıydı…Tasma takmak ne kadar kolaylaştı.
Atın önüne et, itin önüne ot koymak bu kadar kolay mıydı eskiden, şimdi istediğinize hemen ulaşabiliyorsunuz…Bunun kıymetini bilmek gerekmez mi?
Eskiden sorumlu, ben bundan sorumluyum dediği zaman, bunun bir karşılığı olurdu ve bir yaptırımı vardı. Bugün öyle mi her şey değişti, insanlar o kadar hoşgörülü ki bazı olumsuzlukları hiç görmeyebiliyorlar, mesela birisi çıksa dese ki, “İstanbul’a ihanet ettik”, nedir bu gökdelenler, bu ne zaman oldu derken, yöneten de kendisiyse hemen bir alkış tufanı ile ödüllendirilebilirsiniz çünkü hiçbir şey eskisi gibi değil…
Olumlu gidişlerin sahibi sizsiniz ama olumsuzluk varsa hemen bir başkası bunun sebebi yani denklem öyle kurulmuş ki bu dönemde hiç değişmiyor oysa eskilerden biri derdi ki, enflasyon düşüyor kabaktan biliyorlar yükseliyor bizden biliyorlar anladın mı böyle olur mu derken halkın algısından şikâyet ediyordu. Oysa şimdi insanların algıları da değişti, enflasyon düşünce, ekonomik istikrar ve iyi yönetim oluyor, yükseldiği zaman da dış güçler Parçalamak için hep birden bizi engellemeye çalışıyorlar…Hakikaten eskiden insanlar bu kadar bilinçli değildi, düştüğünde Kabağa bağlıyorlardı yükseldiğinde de Demirel’i sorumlu tutuyorlar ondan dolayı Nurlu Süleyman, elinde Kur’an gönlünde İmanla bu halkın başına 7 kere gelip 6 kere gitse de taht kurmuştu…Ne günler değil mi, oysa bu gün çok farklı hiç eskisi gibi olmayacak(!)
Eskiden babanın bir yeri vardı ana baş tacıydı, Öğretmen bir harf öğrettiği için ona köle olunurdu, doktor saygı duyularak Ondan müsaade istenirdi. Köylü Milletin efendisiydi, yere düşen tutulurdu, bakıp geçilmez görülür, derdi dert edinilirdi. Gariban mahalleler ile zenginler ayrılmazdı, surlarla zenginler kendilerini korumak için ahlak dışı davranmazlardı. Mahallenin zengini fakirleri de bilirdi. Oysa şimdi görgüsüzün bir oğlu olmuş, çekmiş pipisini koparmış gibi, yaşanan bir yaşam egemen oldu…Hiçbir şey eskisi gibi asla olmayacak çünkü Tren çoktan gitti bu trenin dönüşü yoktur ondan eskisi gibi olması mümkün değildir.
İki yılda, bir ilçenin Belediye başkanından randevu alabilmenin öyle kolay olmadığı ve kendilerini dev aynasında görenlerin çoğaldığı bir çağda hiçbir şey eskisi gibi olmayacak…
Gösterişten mafya babaları gibi bir sokağa mahalleye geldiklerinde siyah camlı lüks arabalarla gelip, erkeklerin gözlerinde siyah güneş gözlüğü bayanların kafasına takılı ve gökten zenbille gelmiş gibi insanların içinde yüzüne bakmak istemeyeceğin düzeyde itici bir tablo, hakikaten bunlar geçmişte yoktu, hiçbir şey eskisi gibi değil…
Eskiden sözünde durmayanlar yolunu değiştirirdi, oysa şimdi bunları hiç gündeme getirmiyor musunuz diyen kişi, en az o konularla 10 defa muhatap olmasına rağmen, hiç duymamış ve bundan haberi yokmuş gibi davranarak; yüzüne yağmur yağıyor gibi davranmayı beceremezdi. Oysa şimdi öyle çağ atladık ki, çıplak olanlar bile ben elbise giydim, siz görmüyor musunuz diyecek kadar herkesi hipnotize edebiliyor…Eskiden böyle miydi(!)
He bunları söylerken eskilerin hayal edemediği şeyler elbette var…Mesela devasa Adalet sarayı, (adaletin mülkün temeli olduğu yer değil), Cafcaflı okul binaları, aşağılanan öğretmenler, okulun patronu veli ve çocuğun olduğu okullar, Çok harika Hastanenler ( İçinde bazı olumsuzluklar olsa da prosedürden kaynaklı) olduğunu bu gün bende alkışlayanım ama oradaki Hiyerarşik yapıdaki atamalar ve kadrolaşmaları bu işlerin dışında bıraktığımda hakikaten eskisi gibi olmayan tek kurum diyebilirim…
Tarım ve hayvancılık konusunda nasıl genetiğimizin değiştirildiğini söylemeye gerek yoktur. “Gıdanız ilacınız olsun…” Oysa bizim gıdamız Sokrat’ı zehirleyen baldıran zehrine döndü. Yediğimiz bizi hastanelere taşıdı, herkesi hastalıklardan korunmak için hastanelerin sayısını artırma yarışına girdik. Kimse bu fabrikanın girdisini sorgulamadı girdisini bilmediğiniz bir fabrikanın nasıl ve ne çıkaracağını da bilemezsiniz, onun için öncelikle gıdamız ele alınmalıydı ancak bu konuda iflas ettik…Bunu rahatlıkla söyleyebilirim Çünkü insanların sağlığını allak bullak eden zehir tacirleri gıda adı altında televizyonlardan reklam yaparak toplumu resmi yollarla aldattılar. Yani eskisi gibi değil, her şey resmi ve kurallara uygun yapılıyordu, aldatanlarda kuralına uygun aldatıyordu. Önleyici güçleriniz yoksa, olayları olduktan sonra olmuş ve ölmüşlere sebep arayan güçler oluşturursunuz, bu da içinden çıkamayacağınız bir dehlize sizi taşır; işte eskiden bu dehlizler azdı ama şimdi bayağı arttı…Yani hiçbir şey eskisi gibi olmayacak(!)
Konuşacağım o kadar çok şey var ki, ana hatlarıyla bazı canlı örneklerle konuyu özetlemeye çalıştım, uzun olduysa hakkınızı helal edin; kimseyi töhmet altına almak için değil yazdıklarım…Şunu öncelikle belirtmeliyim ki, Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, bu yol buradan döner mi zor, peki ne olacak, bu süreci daha fazla zarar vermeden, nasıl rehabilite ederizin üzerinde düşünülmeli ve ayağı yere basan yaptırımı olacak ciddi uygulamalara geçilmeli…Her şey realite yasasıyla uyum içinde olmalı, afaki ve çağdaş yaşamla uyuşmayan kurallarla toplumların yönetilemeyeceği idrak edilerek, ciddi bir tefekkür süreciyle merhamet ve adalet denklemi kurularak, liyakat ve ehliyet bilinenleri denklemdeki yerine konularak, Bismillah diyerek yola çıkılmalı, belki o zaman merhametlilerin en merhametlisi, şefkatle yüzümüze bakar yoksa yoksa…”Hakikaten hiçbir şey eskisi gibi olmayacak…”
Uyarı: İnşallah Bundan sonra Yazının devamı olan…” Her şey çok güzel olacak” la devam edecek, ne kötüydü ne kadar güzel olacak ve ne kadar güzel oldu şu ana kadar onlar irdelenecek…
Erol KEKEÇ/08.03.2021/22.15
Bir açık hava ve anıt görseli olabilir

7 Mart 2021 Pazar

BEN BENİ ARIYORUM, SEN VAR MI?

 Bir hikâye değil sana sunduğum, hayatımın romanını okuyacaksın bu satırlarda, hem de o kadar kısa ki, kelimeler anlatmaktan uzaklaştı, acı çekerek haydi eyvallah diyerek terk ettiler beni…Beni terk eden kelimeleri bulursam onlar beni nasıl anlatmamı isterlerse onların istedikleri gibi sunacağım sana, sakın beni bana sorma ben bende değilim… Ben bende değilim, beni benden alan beni, bulursam yakacağım unutma, hem de öyle odunlar çatarak yakacağım ki, odunlar yanmadan beni benden çalan yanmalı, yoksa beni hep benden alarak bensiz ben bana kalacak… Ben olmayan beni ne yapayım, o ben, ha sen ha o ben olmadıktan sonra kim olursa olsun umurumda mı? Hep onlar olarak yaşadı bu ben, ben olmadığı halde bir de bana yedirmez mi, işte ona öyle bir yedireceğim ki, Ben miymişim, beni benden alan başka benleri bana sensin diyerek, beni tanımlayanın kim olduğunu bir görsün… 
“Bir ben var ki benden içeri” Benden içerdeki beni imha eden ve dışardan bana ben taşıyan bu beni kime nasıl anlatırım ki herkes o benle kendini tanımlar ve kendisi olduğuna inanır. Bu benin ben olmadığımı bir ben bilirim, onu da içerimdeki ben, ben olmadığını söylediği için bilirim, yoksa nereden anlarım… 
Ey ben! Beni benden çaldığın gün bensiz kalan ben, hem yaya kaldım hem de çok yoruldum, çünkü o benler o kadar çok ki hangisine uysam diye kendimi yedim…Çatışmalar arasında bir ben var ki, hangisi ben diye kendimi bulamadım. Sahiden, sen de ben misin, yoksa sen misin? Sen olmadığını anlatan çok neden var da, acaba benden sana gelen bir şey var mı yoksa daha başka benler mi seni kuşattı… Ne sen sen olarak varsın, ne de ben ben olarak varım, Benin içinde o kadar çok sen o ve biz siz ve onlar var ki, Bir de onların çok yakın akrabaları eşyaları beklentileri derken istekleri hatta ve hatta ulaşamadıklarını da bende görmek istedikleri kendileri, onları topladığımda hepsine birden eşittir ben diyorlar; o zaman ne hikmetse “bir ben var ki içerimde” o ben hemen isyan ederek diyor ki, be ahmak, İsa+Ruhul Kudüs+ Baba Tanrı=1 eder mi, burada bir saçmalık yok mu? Ben de var diyorum peki sen olmayan tüm Senleri sana ait kılarak eşittir sen diyorlar, yani birçok rakam bir eder mi diye daha bir çıkmaza taşımaz mı, işte o zaman ne söylesen yeridir diyerek beni aramaya çıktım, o beni bulursam onun ağzından sana benim romanımı yazacağım hem de çok kısa ve öz olarak… 
 Ben olmadan kulda olamıyorum biliyor musun, Oysa yaşadığım ortamda bana hep sen kendini unut, senin üzerinde senin ne olduğunu sana anlatan nice alleme-i cihanlar var, onlara saygıda kusur etme, işte o zaman seni bulursun diyerek beni benden çaldılar; bu ben olmayan benle beni arıyorum, söyler misin bana, kendisi olmayan sevdiğim sen, acaba bulabilir miyim kendimi ne dersin? 
İşte, benim hayatımın romanı o kadar çok uzun ki, hangi ucundan başlasam, hiçbirinin içinde beni bulamadım, beni ararken o kadar çok lağım ve dehlizlerden geçtim ki bana benzeyen her şeye sahip çıktım ve ben diye içime aldım, şimdi onları kusarak kendime gelmek istiyorum ama ne mide ne yürek ne zihin kaldı ben de! İşte bende bulunan asıl beni tanımlayan o benleri de dışardan topladığım çöplerle doldurdum, onları yıkamak için temizleyici de bulamıyorum ki, onların asıl kimliğiyle kendime sesleneyim, belki bir kulak verir acıyarak ben bana döner…Ben bana dönünce ne olur bilir misin, nereden bileceksin çünkü sen hiçbir zaman sen olmadın ki, sen sen olsaydın bu kadar çırpınmalarıma belki bir anlam verirdin. 
 Boş ver ne yapacaksın seni bulsan ne değişecek diyebilirsin, ben beni bulduğumda ve içerimdeki ben bu ben derse işte o zaman yeryüzünde özgür kullardan oluşan sadece Rahman’a yolculuk yapanlar çoğalacak, Rahman’a yolculuk yapanların çoğaldığı bir gezegende herkese kendisini unutturan ve kendilerini kendilerinden çalan tüm zalimlerin yaşam alanları son bulacak o zaman Allah’ın, kullarına yardımı eksiksiz gelecek, Allah’ın yardımını alan kullar dünyayı yeniden imar ederek adaletin omurgası olacaklar…
Ben ben olarak bundan sonra ne roman ne hikaye yazmayacağım hepimizin yaşamı romanlaşarak mutlak okunacak bir manifesto olacak, yedi uyurların hayatı neden var, çünkü onlar kendileri oldular başka benlerin istilasından uzaklaştılar ve doğrudan yaratıcının korumasına girdiler işte o zaman bir ben var benden içeri Yunus’un derdi derdimiz olur bizim Yedi uyurlardan ne farkımız kalır…Allah, kendisi olan ve sadece Allah’a yönelen kullara her zaman ve her ortamda yardımı esirgemez…Müminler felaha erdi…Erecek değil erer değil erdi… Ben olmadan Mümin olunmaz kendini bulan ve bilen ancak Allah’ını bulur ve bilir o zaman yardımın gelmesi kaçınılmaz olur. Allah’ın yasasında asla bir değişiklik yoktur. O yasa bugün tecelli etmiyorsa herkes kendisini arasın benim gibi, ben bulamadım, bulanlarla birlikte aramaya ömrümün sonuna kadar devam etmeye varım, siz de var mısınız?
 Erol KEKEÇ/07.02.2021/01.52



4 Mart 2021 Perşembe

EĞİTİMDE KÖKLÜ İNKILAPLAR KAÇINILMAZ (EĞİTİM 2.YAZI)

 EĞİTİMCİLERİN OKUMASI ÖZELLİKLE TAVSİYE EDİLİR):)

Yönetim sistemleri ile eğitim arasında doğrudan bir ilişkinin olduğunu ve bizim gibi ülkeler için iktidarı ele geçiren her farklı yönetim erkinin kendi hinterlandını genişletmek için eğitimi bir üs olarak kullandıklarına şahit olduk her dönemde…Bu dönemleri yok ederek eğitimin gerçek kimliğine kavuşarak hayata sürekli olumlu yansımalarının olması için belli bir fedakarlığı ve kendimizi yeniden formatlamamız kaçınılmazdır.

Eğitim kurumlarının insan üreten bir kurum olmasını bekliyorsak;
Eğitimi, kendi bekamızı devam ettirecek, bizi destekleyen, bizim ideolojik ve inançlarımızı dayatarak bir manifesto gibi sunmaktan uzaklaşacağız…
Geçmişin süregelen ideolojik algılarının, eğitim kurumlarından temizlenmesinin yolunun, yeni bir ideolojik çılgınlığı dayatmaktan geçmeyeceğini idrak edeceğiz.
Ülkenin tamamı için hazırlanmış müfredat içeriğine göre kapsayıcı bir eğitim anlayışından vazgeçilecek,
Her insanın yetenek ve doğal eğilimlerini dikkate almayan bir eğitim anlayışının, insanları hayata başlamadan onları imha etmeye yarayacağını iyi anlamak gerekir.
Eğitim kurumları tüm bilgi donanımlarını eğitim süresince çocuklara aktarmakla sorumlu bir robot olmaktan çıkarılacak…
Fiziki mekanların iyileştirilmesi ile zihinsel süreçlerin ve dünyayı doğru okuma algılarının birlikte bir gelişme gösterdiğini düşünerek, tamamıyla fiziki mekanların iyileştirilerek zihinlerin pörsümeye terk edilmişliğinden uzaklaşmak zorundayız.
Prosedürleri belirlenen ölçüler içinde uygulayarak doğru bir eğitim verildiğini sandığımız anlayışların çok basit ve insan için ele alındığında insana yapılacak çok büyük bir zulüm olduğunu bilerek onun hayattan uzaklaştırılmasının kaçınılmaz olduğunu kabullenmek…
Toplumsal kültürel doku ve coğrafyanın insan üzerindeki etkisinin etkileme gücünün insanın fıtri donanımlarından daha fazla olduğunu düşünerek, onların daha baskın düzeye çıkarılması için eğitimin içeriğinin şekillenmesinde bunların daha belirleyici olmasını istemek, içinden bir daha çıkılmaz bir sarmalın içine girmek olur. Tüm psikologların ve insanın nörofizyolojik yapısı üzerinde ciddi araştırma yapan bilim adamlarının üzerinde durduğu ortak noktanın, insan zekasının ve buna bağlı olan yetilerinin %75 -80 kısmının doğuştan geldiğinde anlaşılmış olmasıdır. Bu da gösteriyor ki her insanın donanımları kendi yaratılış özü ile doğrudan ilişkilidir. Bu özü dikkate almadan oluşturulacak tüm eğitim anlayışları uygulama safhasına geçmeden iflas etmiş demektir.
Yeni eğitim paradigması, tamamıyla insanı bir fert olarak düşünerek, ferdin kendi bütünlüğünü nasıl tamamlayarak yaşam alanına eksik bir varlık olarak çıkmasın diye, onun bilinmeyen yönleriyle kendisini tanıştırma ve bilinen yönlerini de onun kullanımına sunacak şekilde bilinçli bir varlık olmasına katkı sunmak amaçlı oluşturulmalıdır.
Eğitimin kapsamı, evrensel insan yetiştirme amaçlı olmalı ama içreği tamamıyla kişinin bir fert olarak geliştirilmesini sağlayıcı donatıları ölçü alarak harekete geçmelidir.
Eğitim kurumlarında mesleki alanların ehemmiyeti ve önemi toplumsal yaşamda ekonomik kazanımlarına göre bir prestij oluşturmamalıdır. Mesleklerin prestijini, insanların kendi rollerinde gösterdikleri çaba gayret ve insanlık için sundukları fayda belirleyici olmalıdır.
Çocuklar eğitim ortamlarında serbest ve kendi özgür seçimlerini yapacak koşullarla karı karışa kalırlarsa, toplumdaki mesleklerin dayatmacı dominant cazibe alanı olma durumları da ortadan kalkar ve toplumda mesleki dağılımlarda bir denge oluşur.
Mesleki yönelimlerde toplumsal ve kültürel bir yönlendirme olduğu sürece, insanların kendi kişilik ve kimlik tercihlerine göre bir yaşama yöneldiklerinden de bahsetmek mümkün değildir.
Eğitim kurumları, çocukları bir at yarışında burun farkıyla birbirini geçen atların, ringdeki başarısından mutluluk duyan ve o çocukların başarılarıyla bir özdeşim kurarak geçmişte doyuma ulaştıramadığı bilinçaltı doyumsuzluklarını tatmin etmeye çalışan her bir ailenin övünmesi için onları deşarj eden bir sirk alanı olmaktan çıkmalıdır.
Bir ürünün tercih edilmesi nasıl ki sadece onun ambalajı değilse, eğitim için de kültürel coğrafi ve toplumsal belirleyiciler sadece bir ambalaj hükmünde olmalıdır. Asıl olan o ambalajın içindeki ürünün insan için ne kadar gerekli ve faydalı bir ürün olup olmadığının seçimidir. O ürün faydalı bir ürün ve gerçekten insan doğasını dikkate alan ve tüm yaratılmışlar için her ortamda rahatlıkla bu metabolizmaya sahip olanlar tarafından kullanılıyorsa o zaman ambalaja koyarak insanımıza da rahatlıkla sunabiliriz. Ancak bu ürün farklı toplumlarda ambalajı değişerek uygulanabilir. İşte o zaman şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, eğitim tüm ideolojik bakışların peşinden sürüklenen bir köle olmaktan kurtulmuştur.
Bu söylemlerimin bir ütopya olduğunu düşünüp bunların gerçekleşme imkanının olmadığını düşünenler mutlaka olacaktır, ben de o düşünceye sahip olanlara naçizane diyorum ki, insan sayısı kadar farklılıkları var eden yaratıcı bilmiyor muydu ki, böyle bir yaşam mümkün değildir de(!) haşa böyle bir şeyi var etti…Allah’ın var ettiği her bir zerrenin yeryüzünde bir uygulama gerçekliği mutlaka ve mutlaka vardır. Olmayacak bir şeyi var ederek, yaratıklarına zulmederek sadist duygulardan zevk alan ve hoşlanan bir yaratıcı yoktur, Yunan tanrıları gibi…Yaratıcı mutlak güç ve kuvvet sahibi olarak, merhametlilerin en merhametlisidir. O ancak kullara taşıyabileceği bir sorumluluk yükler onun için herkesi aynı alanda aynı sorumluluklarla mükellef tutan yeryüzü ideolojileri yaratıcının koyduğu bir değeri asla anlayamazlar ondan dolayı da zulmün hiç eksik olmadığı kapkaranlık bir yaşama insanlığı mahkûm ederler.
Bu örnekleri sıralarken insanın yaratılış genleriyle buluşturulmasının en öncelikli bir anlayış olmasının gerekliliğini anlatmaktayım. Bu yaratılış fıtratını dikkate almayan hangi anlayış olursa olsun hatta kendisini İslam diye tanımlayarak kendi mottosunu dogmatik bir yapıya dayandırarak mutlak kurtuluş getireceğini söylesin, asla inanmayınız bunlar ancak zulüm ve göz yaşı ile insanlığı imha ederek kendi zulümlerini baki kılarlar.
İslam dendiği zaman belli bir coğrafi bölgenin kendince oluşturduğu ve kısmi olarakta İslami değerlerden kendilerine belli dokunulmazlık zırhları edinerek kutsadıkları yaşamın adı olmadığını çok iyi idrak etmek gerekir. Çünkü İslam tüm insanlığın kurtuluşu için bir reçetedir. Bu reçetenin tüm insanlık için kapsayıcı olması, onun yaratıcı tarafından kabul gören ve katında başka bir reçete oluşturmamasıyla ilişkilidir. Allah’ın boyası ile boyanın, Allah’tan daha güzel boyası olan kimdir.” “…Sakın İslam’ın yanında başka bir isimle can vermeyin” Bu uyarıları Yerin ve Göklerin rabbi iş olsun diye (haşa) söylemedi.
Bunun içinde aslında bütün bir insanlığın yaşam manifestosunun kılcal damarlarına kadar izahatı yer almaktadır. Bunu idrak edecek olanlar, ancak ve ancak yeryüzünde hiçbir çıkar menfaat gözetmeden ve maslahat diyerek hakkı batıl, batılı hak gibi göstermeden, doğrudan hakkı hak olduğu için tercih ederek bununla insanlığı buluşturmak isteyenlerdir. Bu zümre ortaya çıktığı gün yeryüzün her yanına ısı ve ışığı huzme huzme yayılacak Yaşam Güneşi yeniden doğacaktır. O güneşin kıvılcımlarında neden bizler olmayalım diye tüm bu çırpınışlarım…
Tüm bu açıklamalarıma dikkat edilirse, herhangi bir anlayışın borazanlığını yaparak bir meseleyi anlatmaya çalışmıyorum, doğrudan doğruya yaratılış hamuruyla insanların buluşturulmasının kaçınılmazlığını anlatmaktayım. Bu mantığın yeryüzünde kendisine bir yaşam alanı bulması mümkün olabilir mi diye, karşı tezlerin geliştirilmesi ve iddia edilmesi de mümkündür. Bunlar da olmalı ki daha geniş bir alandan bakılarak insanın fıtri olan eğilimlerinin bilinmeyen ve anlaşılmayan kısımları da ortaya çıksın ki ortaya konacak eğitim manifestosu içinde neredeyse yanlış barındırmayacak düzeye çıksın…Karşıt tezler yaşamın doğru konumlandırılması için mutlaka olması kaçınılmazdır. Karşıtların ortadan kaldırılması ya da kaldırılmak istenmesi yok oluşun habercisidir. Ne yazık ki bizler, hep kendi karşıtlarını imha ederek en doğrunun zirvesinde olacağını düşünen basit sıradan bir varlık olmaktan uzaklaşarak, özgürce iyiliklerin, doğrunun ve güzelliğin zirvesine demir atmayı hiç beceremedik. Bu beceriksizliğimizi yeni ambalajlarla utanmadan piyasaya sunarak miadı dolduğu halde bu anlayışlarımızla insanlığı zehirlemekten de hiç utanç duymadık.
Bu anlatımların satır aralarına dikkat edilirse aslında ideolojik anlayışlarla eğitim yönetimi arasında nasıl doğrudan ilişkilerin kurulduğuna da şahit olursunuz. Eğitim yönetimi olarak piyasada insanların bildiği, aslında sistemin kurulu çarkının bu isimlerle nasılda rahatlıkla sindirilecek hale geldiğinin kanıtıdır. Eğitim yönetimi ne demek sahiden bu kavramı ben sorgulamak ve içeriği hakkında da fazla malumat verme taraftarı değilim…Benim açımdan eğitimin hiçbir aşamasında bu kavrama yer yoktur. Yani anarşizmin savunucusu da değilim ben ilkeleri yaşamın odağına koymuş, konulan kuralların tamamıyla bu ilkelerin kendi içinden doğan kuralların olmasına inanan biriyim. Kendi doğasına ait olmayan bir yazılım yüklenerek bu yazılıma göre çalıştırılan bir aracın bu rotadan çıkmaması için yaptırımı yüksek olan, aforoz etmede bir sakınca görmeyen, anlayışlara ben insan olarak hiç iyi bakan biri değilim. Bundan dolayı anarşist değil, ilkeli ve kurallı, kuralların da kendi realite yasasından çıkmasını savunmaktayım…Buna uyulduğu taktirde toplumların mutluluğu gelişim süreci ve dayanışma duyguları hızlı bir yükselişe geçeceğinden kimsenin kuşkusu olmasın…
Evrensel içerikli kültürel ambalajlı bir eğitimin kodlarını bir sonraki yazımızda inşallah ele alacağız o zamana kavuşmak ve buluşmak ümidiyle Rabbime hamdolsun ki bize bunları idrak edecek bir idrak ve dirayet verdiği için…
Erol KEKEÇ/04.03.2021/12.30
Bir çiçek ve doğa görseli olabilir

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!