Bu Blogda Ara

10 Ekim 2018 Çarşamba

TOPLUMSAL KONTROL MU YOKSA BASKI MI?




Toplumsal kontrol ile toplumsal baskı ve mahalle dikizciliğini birbirinden ayırmak zorundayız. Toplumsal kontrolde sağlıklı bir yapı var, diğerlerinde ise ciddi anlamda bir hastalık vardır. Toplumsal kontrol, haberdar olma, yardımlaşma, sevgi saygı ve dayanışma duygularını içinde barındırır ve biz duygusundan kaynaklanır. Oysa Toplumsal baskı ve mahalle dikizciliğinin kökeninde ise, ayrışmaya ve farklılaşmaya giden insanların baskı ve zor kullanılarak tek tipleştirme ya da onları herkesin gözünde ifşa edecek olumsuzluklar bulunur. Dolayısıyla toplumsal yaşam için, kontrol zorunlu ve kaçınılmaz iken, toplumsal baskı ve mahalle dikizciliği hayatı yaşanmaz kılan birer vebadır.
Her toplum yaşamsal sürekliliğini kendi genlerinden gelen kültür ve değerler aracılığıyla sağlar. Değerlerin içinin boşaldığı ve kültürün sadece bir isim olarak varlığını sürdürdüğü ancak hayata dair söyleyecek bir sözünün kalmadı ortamlarda kültürel yozlaşma başlar. Kültürel yozlaşma tamamıyla kendi iç dünyasına hapsolan ipek böceğinin kendi kendini boğarak yaşamsal imkanlarını imha etmesi gibidir. Yaşamsal ağların hangi damarlardan beslendiğini bilmeyenler damarları yok ederek, sadece gövdesiyle bir ağacı yaşatmak isteyebilirler. Bu durumun imkânsız olduğunu anlayarak toplumsal gerçekliğimizi ele almak zorundayız.
Kültür ve değerler, bir toplumun ortak ideallere yönelmesini sağlayan en önemli etkendir. Değerlerin genetiğinde bağlayıcılık ve ortak hedef birliği oluşturma vardır. Bu ortak hedefler, toplumsal kimlik oluşumunu besleyen gıdalardır. Bu gıdaların değerler metabolizmasından uzaklaştırılması, değersizleşen ve hiçbir değeri olmayan bir değerin, varlık sahnesindeki işlevinden rahatsızlık duyan nesiller türer. Bu gidişi yok etmek ve toplumsal kimlikle varlıklarını geleceğe haykıran toplumlar olmak için, değerler bünyesine karışan lağım tellerinin çok incelenip sık dokunarak, bir kilim gibi estetik ve canlı olması gerekir. Estetik yönü olmayan ve insana bir yük gibi algılanan değerler, varlık sahnesindeki miadını çoktan tamamlamıştır.
Eskiden mahallemize çıktığımızda, herkesi sorma ve onlardan bir şeyler öğrenme yaşlılarla hasbihal etme gibi bir görev üstlenirdik kendimize ve bunu yaparken de toplumsal bir vecibe olarak algılar tamamıyla içselleştirmemizden kaynaklandığını bilirdik. Oysa geldiğimiz sürece baktığımızda herkes değerlerden bahsetmesine rağmen, değerler doğrultusunda bir denetimden çok, aşağılanmaktan, dışlanmaktan ve mahalle baskısı endişesinden bunları yerine getirir olduk. Bu da gösteriyor ki, anlamsızlaşan değerlerin zamanla toplumsal değişim önündeki en büyük handikaplardan biri olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu ve buna benzer daha nice olumsuzlukların önüne geçmek ve insanlarımızı uzaklaşan ve kahrolan davranışlardan beri kılmak için, toplumsal genetik dokumuzun varlığını devam ettiren değerler ile, günümüzde bir baskı aracı olarak kullanılanları birbirinden ayırmak zorundayız. Bu ayrımı yapamaz ve hayata aktaramazsak, toplumsal kontrolün çöktüğü ve toplumsal kimlik inşasının yerlerde süründüğü bir hayata şahit oluruz.
Geleceğe nasıl bakıyoruz, nasıl bir toplumdan geliyoruz, hangi değerler, uğruna mücadele etmeyi gerektirir gibi soruların karşılığı aslında bir ferdin toplumsal kimliğini tanımada bizlere ipuçları verir. Yani toplumsal kimlikte asıl olan ortak bir gelecek tasavvuru yapabilmek ve ortak bir geçmişe sahip olmaktır. Ortak geçmişlerini yok edenler, ortak bir geleceği de düşleyemezler o zaman da karşımıza çözümü zor olan denklemler çıkmaktadır. Yani aynı gelecek tasavvuru olmayanların aynı değerlere hassasiyet göstermelerini bekleyemezsiniz. Bu durum bazı insanlarda mahalle baskısı altında yaşıyormuş algısı oluşturur. Bu algıdan kurtulmanın en önemli ve öncelikli yolu, toplumsal algı birliğini oluşturacak ortak zeminlerin ve değerler tanımının yapılmasıdır. İşte o zaman toplumsal kontrol mekanizması, resmi ve siyasal hukuki kontrol mekanizmalarına gerek kalmadan toplumsal birlik ve dayanışmayı sağlar.
Bu açıklamalardan sonra benim söylemek istediğim odur ki, toplumsal kontrol mekanizması ile, toplumsal baskı ve mahalle dikizciliğini birbirinden ayırarak hareket etmek zorundayız. Bu ayrımı yapamazsak su içine atılan tebeşirlerin dağılması gibi kendi birlik ve bütünlüğümüzün dağılmasını izlemek zorunda kalabiliriz. Durduralım dünyayı, hep beraber haykıralım kontrollü bir yaşam ve baskı unsuru olmayan bir değer diye…
Erol KEKEÇ/10.10.2018

ANLAYANLAR ANLATSIN ANLAMAYANLARA!



Yolların kavşak noktasında ya yollar dolanarak gider ya da birçok yavşaklar sizi kuşatır. Dolana dolana zorlukları aşıp dağların zirvesinde olmak mı, yoksa yavşakların kolları arasında can vermek mi, tercih senin, çünkü beyine bedava donanım yüklemiş yaratıcı, yazılımı doğru yerden almaktır senin görevin…
Bahane üretmek ve iblisin yolunu takip etmek her zaman kolay olanıdır, kimse Âdem olup, adam gibi yaşamak istemez, nedense böyle bir köleliği yazgı görür kendisine…Yazgı diye bir yalanla kendimizi aldatmayalım, beyinsel donanımları yaratan verdi, beynin çalışması için gerekli yazılımları bizim yüklememize bıraktı, bizim yazgımız yazılımlarımızla aynı fabrikadan gelir, o halde yazgı diye kendimizi kandırarak yükümüzü hafiflettiğimizi sanarak rahat bir nefes alıp koltuğa kurulmayalım. Kurulduğumuz koltuk İblisin danışma meclisi kurduğu danışma heyetinin dinlenme yeri olan, aldatılma ve aldanma numaralarının havada uçuştuğu yerin adıdır.
Yüreklere kement atılmadıysa, kulaklara kurşun dökülmediyse, gözlere perde çekilmediyse, yüreklerde şeytan hipodrom kurmadıysa, yollar her zaman açık ve gidilecek yer de çok yakın demektir. Bu yakın yolları uzak etmek ve yaklaştırmak insanın kendi dünyasında kurguladığı düğümlerin çözülme ve açılma ihtimaliyle doğru orantılıdır. Düğümlenen zihinsel bilgi formatlarının kutup başlarını biraz kazıyalım, yeniden bir kısa devre yapalım ondan sonra ateşleme var mı yok mu bir bakalım…Ateşleme gerçekleşiyorsa hala ümit var demektir, yok eğer kısa devre için hiçbir belirti yoksa, o zaman beyinsel donanımların çalışması için yüklenen yazılımların tamamıyla değiştirilmesi ve yeniden formatlanarak kullanılmamış bir yazılım alınmalıdır.
Arada bir zihinsel karışıklıklar ve eylemsel dışlanmışlar oluştuğu zaman karşımıza çıkan her kavşak noktasında postu yere atmış yavşaklar topluluğu etrafımızı kuşatır. Bu yavşaklar grubunun en belirgin yanları yavşayarak hep kavşak dönmeleridir, o halde kavşak noktası deyip geçmemek gerekir, çünkü tüm yavşama belirtileri buralara gizlenmiştir. Kuralsız yaşamın gizli tanıkları olan bu sınıf, hiçbir kuralın ne tarafında duracaklarını belli etmezler. Çünkü kural olduğu zaman genleşme katsayıları yükseleceğinden yavşamaları zorlaşır. Yavşamak hayatlarının rotasını belirleyen zavallı amipsel ve tek hücreli yavşaklar zebellasından seçilen bu zibidilerin korumak ve kollamak zorunda oldukları ilkeleri olmadığından aman ha kavşaklarda durduğunuzda etrafı iyi bir elekten geçirin yoksa kavşak dönmek isterken yavşaklar sizi kevaşeye çevirir.
Yıllardır ortaya çıkmasın diye gizlediğim yavşaklık haritasının kürre biçimini elime aldığımda almaz olaydım. Aynen bir küre gibi öyle bir dönüyorlar ki, ne taraftan hangi yöne döndüklerini de anlamıyorsunuz. Onun için tüm haritaları parçaladım ki, yavşaklar topluluğundan haritada noktalanacak hiçbir yer olmasın diye…
 Dolanda gel, dolanda gel, dağların zirvesinde kocaman bir soluk var, soluksuz kalanları bağrına basmış, Ana gibi bir gök kubbe yatar…Sen de kavşaklarda avlanmazsan yavşaklara, orada kucak açmış bir yatak var  
Erol KEKEÇ/09.10.2018


9 Ekim 2018 Salı

NEREDE NE ZAMAN HANGİ GENÇLİK!


Beyinleri geçmişin ve tarihi kalıntıların tortularını taşıyan bir vagon olan gençlik değilse amacımız, bugünden geci yok, ayağa kalkıp kendimizi bir yoklamak ve kendimize gelmek zorundayız. Gençlik sorunları sürekli konuşularak çözüme kavuşacak bir problem değildir. Gençlik çalışmaları, hayatın içinde inandırıcı eylemlerden, merhametten, sevgiden ve kuşatıcılıktan geçer.
Ülkemiz geneline baktığımız zaman, düşünce inanç ve ideoloji ayrımı yapmaksızın tüm sivil kuruluşların mutlaka bir gençlik çalışmalarının olduğunu görmekteyiz. Bu çalışmalar bu kadar geniş kitlelere yayılmasına rağmen, acaba neden istenilen doğrultuda bir sonuca gidilmemektedir. Bunların çok ciddi ve gerçekçi nedenlerine ulaşmak gerekir. Zihinsel kalıpların donanımları her uyarıcıyı çekmeyen ya da ne olduğunu anlamayan zihinler bu çalışmaların herhangi bir noktasına olumlu ve verimli katkı sunamazlar. Öncelikle yapılması gerekenler, bu çalışmaların herhangi bir noktasında bulunanların sahip olduğu bilgi eylem ve düşünce atmosferi irdelenmeli ve bu yaşamı ne kadar kuşatacağı ele alınmalı, ondan sonra kurulan doğru denklemlerle start verilmelidir.
Bir fizikçinin ya da kimyacının laboratuvar ortamında incelediği madde gibi gençliği algılamaktan çıkmalıyız. Çünkü gençlik dinamik bir yapıdır. Nerede ne zaman ne yapacağını kestirmek çok zor olan karmaşık ve bir o kadar da sade olan bir denklemdir. Karmaşıklığı onun anlaşılmaması ve onu anlamak için anlayacak bir hazırlığa sahip olmamaktan kaynaklanır. Sadeliği ise, çok rahat değişime açık olması ve ikna olacak değerlerle kuşatılmış olmasıdır. Gençliğin hayatında onu değişimde direnişe sokacak çok az sabiteleri vardır. Bu da gençliğin çok önemli yanıdır.
Hayatın doğasına uygun olmayan her çırpınış, çırpınanı kendi göletinde boğar. Bazı hayvanlar harekete duyarlıdır. Örneğin, bir kedinin bakışlarını nereye taşımak istiyorsanız onun hareketli bir noktaya yönelmesini sağlayın ve o hareketin kaynağını gösterin yeter. İnsanları, harekete duyarlı bir varlık gibi düşünerek nerede tıngırtı orada buluntu şeklindeki basit ve sıradan bir yaşamın kollarından kurtarmak zorundayız. Gençlerimiz, kendi dünyasını keşfeden, zaaflarını ve yetilerini bilen kavrayışla içten yanmalı bir araç gibi hayatın gemisine bir kaptan olarak yetiştirecek duruma gelmeliyiz. Öncelikle bu algıya sahip bir ekip oluşturmak gerekir. Her insanın işi değildir eğitim ve yönlendirme. Kendi hayatımızın olumsuzluklarını ve ideolojik saplantılarını hayatın olmazsa olmazları gibi bilen ve karşısına da bunları ideal bir değer gibi sunan, sıradan demode olmuş hayatların ve anlayışların kıskacından kurtulmak zorundayız.
İnsan üzerine bir projesi olanlar, İnsanın, anlama, kavrama, sevme, itibar kazanma, kendini ifade etme, özgürce yaşama gibi bireysel insani özelliklerini dikkate almak zorundadır. Çünkü insanın ferdi boyutu, toplumsal boyutundan önce gelir. Kişilik insanın bu özelliklerinin toplamından oluşur. Nasıl ki anne ve babalar çocuklarının kendilerinin bir kopyası gibi yetişmesini istiyorlarsa, sosyal oluşumlar da etraflarına topladıkları insanlarda kendi toplumsal kurumsal kimliklerini taşımalarını istiyorlar ve her tarafta o kimlikle ifade edilmelerine ağırlık veriyorlar. Bu anlayışlarla, insanların doğasına uygun olmayan ve “insana ancak emeğinin karşılığı var” buyruğuna aykırı uygulamalarla onları yönlendirmek ve bir kaptan olmalarını sağlamak imkansızdır. Her insanın doğasında olan, kendisini rahatlıkla ifade edeceği ortamda bulunmak onun en büyük arzusudur. İnsanın bu yönünü dikkate almayan bazı ebeveynler, iş ortamında hep kendisi söz sahibi olduğundan ve çocuklar da o ortamda bir gölge ya da uydu olarak kalmaya devam ettiğinden onların yeteneklerinin olmadığından yakınır durur. Oysa orada çocuklar kendi bilgi beceri ve donanımlarını istedikleri gibi kullanmadıklarından kendi dünyalarında çatışmalar yaşarlar, zamanla da bir anlaşmazlık başlar ya kendi işlerini kuramaya yönelirler ya da başka ortamlarda çalışmak isterler. Bunun en önemli nedeni gençler değil önceki kuşağın bilgiçliği ve dayatmaları olarak da görülmesi gerekir.
Yani diyeceğim odur ki, hayatın ortağı ve taşıyıcısı olacak gençlerimizi bir masal kahramanı olarak yetiştirmekten vazgeçelim. Masala dönüşen bir hayatın reel yaşamda karşılığı yoktur. Reel, inandırıcı ve bir bilgi doğrultusunda doğru adımlar atmadan, doğru bir yapılanma modeli oluşturmamız da düşünülemez. Söylemlerimizin içeriği ve hayatta görmek istediğimiz ekran boyutu ancak bizim çelişkisiz tutarlı ve güvenilirliği olan bir manifesto ile gerçekleşir. Bu hayat ekranının daima, yeni ve albenisi yüksek herkesi kuşatan bir boyutunun olmasını istiyorsak, tüm alt yapımızı ona göre oluşturmak zorundayız. Bir başlayalım bakalım nasıl olacak anlayışları çaresizliğin ve karmaşık bir zihin yapısının ifadesidir. Düşünceleri sağlıklı, hedefleri belli olanlar, belli bir yöntemle, zamana yenilmeden ve rüzgarların estiği yöne göre yön belirlemeden istikrarlı adımlarla az da olsa gidecekleri yola çıkarlar. Şunu unutmayalım ki, kervan yolda dizilmez, kervan yolda ancak büzülür. Kendi kabuğuna gömülür ve çaresizlik sendromları yaşar.
Düşünce ve eylem boyutunu tamamlayan gençlerle, aynı gök kubbenin altında farklı nefesleri soluyarak aynı yürek atışlarını oluşturmaya ne dersiniz…Yolunuz açık olsun, dağlar yoldaşınız olsun…
                                                                                                      09.10.2018/Erol KEKEÇ

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!