Yol bir dağa benzer, ne kadar tırmanırsanız, o kadar yükselir. Tırmanmadan aşılmaz ki dağlar. Çıkılırsa yola edilmiştir mutlaka her şeye elveda. Elveda denirse bir kere, yürümek kolay olur virajlı yollarda. Virajları bir bir geçerken dikkatte olursa kayma, yuvarlanır insan uçurumlara. O halde tırmanma şeridine girince, her şeyi söküp atmak gerekir yürümeyi engelleyen ne varsa…
Yollar bazen çok uzun, bazen karanlık, bazen kaygan ve bazen de uçurumlardan geçebilir. Bunları dikkate alarak karar vermek gerekir. Verilen bir karardan geriye dönmek zillettir. Zilleti günlük hayatta barındıran köledir. Köleler karar veremezken nasıl olur da yüksek dağlara tırmanmayı göze alabilir. Hayatta birçoklarının köle olduğunu rahatlıkla söylemek mümkündür. Kölelik denince hemen fiziksel yaşamların karantinaya alınması anlaşılmamalıdır. Kölelik, kararlar üzerinde, irade dışında etkili olan ne varsa, onun egemenliği altında yaşandığı sürece vardır.
Birçok insanın köle olduğunu söylerken büyük abartı gibi görünse de, söylediklerimin arkasında duracak kadar cesur olduğuna inanan biriyim. Arabanız çok sevimli değil mi olmazsa olmazlarınızdan, işinizi büyütebilmek, emrinizde çalışanların sayısını arttırmak, piramidin tepesine oturmak ve adınızı silinmeyecek harflerle hiçbir ekrana sığmayacak kadar büyük puntolarla yazdırmak çok sevimli değil mi? Fazla uzatmaya gerek yok, dışınızda sizi yönlendiren bazı tükenmez güdülerin bulunduğu muhakkak, o halde köle olmadığınızı nasıl söylersiniz…
Dağları aşacak zirvelere çıkacak beyinler ve yürekler, bazı sistemlerce bilinçli ya da bilinç dışı, kalıpsal olarak hayatları ipotek altına alınmamış olanlardır. Neden onlar, çünkü aşkın insanlardır da ondan… Aşkın olmadan aşamazsınız, aşmak için aşındırmanız gerekir, ayakları, yeri, yolları ve teni, yoksa dona kalır her şey…
Yükseklere çıkacaksınız sesiniz çok az duyulacak,kimse sizi görmeyecek,ama mesajınız net ve özgün olarak anlaşılacak,bir turna ötüşü gibi;çünkü yollar hep yüksektir.Aşağıdan yukarıya düzgün doğrusal bir grafik eğrisi çizerek koşanlar,nefes nefese kalmaz,sonunda rölantide gider.Bu yol eğrisi, doğrusu,çamuru,virajı ve kayganlığıyla işaretlere dikkat edilerek yürümeyi gerektirir.İşaretlerin birincisi kölelik zincirlerini kırıp atmaktır.Bu durum uçmayı düşünen kuşların kanatlarındaki yüklerden kurtulması gibidir.
Aşkın insanlardan söz ettim, bunların bazıları kilise baskısına rağmen, siz ne kadar söyleseniz de”yine de dünya dönüyor”diyen Galileo. Bir diğeri, Ben bu gençleri uyandırdığım için beni cezalandırıyorsanız, bunu severek çekmeye hazırım. Çünkü sizler beni öldürerek, hiç rahatsız olmadan uyumak istiyorsunuz değil mi? Diyen Sokrates… Evet, bunlar uçtu ve gittiler göçmen kuşlar gibi geldikleri yere. Kölelere emanet bir yaşamın tuzaklarına aldırmadan aşındırdılar dağları ve yolları… Tırmanmak gerekir yükseklere çıkmak için, yükseklere çıkıldığında güllük gülistanlık bir bahçe var zirvesinde dağların… Yarım kalan yollar aşınıp gitmiştir, iz bırakanlar başkalarının izine takılmadan, kölelik bağlarını kırdılar ve yürüdüler, yürüdüler, yürüdükçe kabuklarına sığmaz olup dışarıya fırladılar. Çünkü onlar biliyorlardı, tepesinde dağların kocaman bir soluk var, Güneşin doğumunu orada karşıladılar…
Yıl:11.03.2004
Saat:12.40-13.15
Yer: Kadıköy/İST
Erol Kekeç
Bu Blogda Ara
25 Kasım 2013 Pazartesi
23 Kasım 2013 Cumartesi
DERSHANE KAPATILMASI MI,KUDRET SAVAŞI MI?
Dershane
kavgası ya da paranoyası aldı başını gidiyor. Ülkenin neredeyse tüm
kurumlarında konuşulan ana gündem maddesi dershanecilik ve yapılmak istenen
oldu. Dershane üzerinden kudret savaşını alevlendirmek isteyen bir anlayışın,
neden böyle bir kışkırtma ile gündemi işgal ettiğini soran birine rastlamadım.
Ondan olsa gerek bu gün o konuları okuduğum ve anladığım kadarıyla anlatmaya
çalışacağım.
Cemaatin
içindeki şahin kanadı, yeter artık on bir yıl size birçok alanda hizmet
verdiğimiz felsefesiyle harekete geçti. Ak partinin parti tüzüğünden de
istifade ederek, Sayın Başbakan 3. Dönemini doldurarak Köşke çıkacağına göre,
tamamıyla parti içi kudret biz de olmalı anlayışının bir savaşı olduğunu
anlamak gerekir.Bu anlayış birçok kurumdaki yerini korumasına rağmen doğrudan
iktidarı hedef aldığında daha net ortaya çıktı.Bu durum Başbakan ve ekibini
doğrudan yok etmeye yönelik olduğundan bir kıvılcımla ayrılma noktasına gelmesi
gerekiyordu.Cemaatin önde gelen ağabeyleri Hoca efendiyi de kendi kudret
savaşlarının ortasına çekerek doğrudan,dershane üzerinden iktidarı yıpratmaya
başladılar.Hiçbir gerekçe cemaatin bu gizli anlayışını örtmeye yeterli
olamadı.İktidar Dershane konusundaki düşüncesini yeni oluşturmadı,2004 yılında
gündeme gelen bir düşünce ve üzerinde çalışılan bir taslak var,cemaat bundan
haberdardı ve hatta birçok noktasında kendileri bunları düzenlerken ne oldu
da,bunlar tamamıyla Mit müsteşarı,gezi olayları ve gündemdeki olaylarla patlak
vererek gün yüzüne çıktı.
Önümüzdeki
yerel seçimleri dikkate alarak, bu seçimler üzerinden cemaatin ağababaları, bir
çıkar grubu olarak iktidarın elini bağlamaya çalıştılar ve o kadar aşırı
gittiler ki, ülkenin her köşesine bu anlayışlarını dershane üzerinden satmaya
çalışıyorlar. Hatta o kadar dozu arttırdılar ki, Anayasa Mahkemesi Başkanını da
bu işin içine çekmeyi becerdiler kutluyorum.(!)Çıkarları söz konusu olduğunda
hiçbir ilke gözetmeyen bu anlayışın sosyolojik olarak yerini belirleyecek bir
sosyolog olursa ben de sevinirim. Şahsen ne tarafa koysam hiçbir tarafa uymuyor
da ondan soruyorum. Sayın Başbakanın herkes tarafından pervasızca
eleştirilmesini, şiddetle kınıyorum. Dershaneler eğitimin neresinde bunu soran
yok, bilgi öğreten yapılar ne zamandan beri eğitimin temel dinamikleri haline
geldi. Zamanın manşetini unutmadım, Eğitime büyük darbe, başlığıyla verilen bir
haberin içini okumadan nereleri hedef aldığını ve kastının ne anlama geldiğini
anlamayacak kadar aptal değilim. Şahsen bu manşet kıvılcımlanmanın fitilini
alevlendirmiştir diyorum.
Herkes
iktidarı hedef alan bir eylem karşısında birleşebiliyorsa ben orada düşünürüm.
Cemaat ağababaları kendince seçim öncesi ölümü göstererek, acaba iktidarı
sıtmaya razı edebilirmiyiz diye bir yanlışın içine girdiler. Sayın Başbakan olayların
hepsinin bilgisine sahip, ancak bilmedikleri bir şey vardı, o da kefenimi
giyerek ben bu yola çıktım diyen Başbakanın kararlılığından habersizlerdi.
Geçmiş dönemdeki iktidarlardan belli menfaatler karşılığında hedeflerine
ulaştıkları gibi, burada da bunu rahatlıkla yapacaklarını sandılar. Ancak öyle
bir insan var ki karşımızda, kararlı olduğu ve inandığı konularda, hak için ona
yanaşıp hatırlatmalarda bulunanlar hariç, diğerlerinin hiçbirini dikkate
almayacak kadar dik duruşuyla her geçen gün insanların gözündeki yerini daha
bir kökleştirmektedir…
Bu yerel
seçimler öncesinde farklı niyetlerle ortaya çıkan hangi anlayış olursa olsun,
hedefine ulaşamayacaktır. Cemaat, bir an önce yerini ve duruşunu belirlemeli,
baskı grubu olarak ortaya çıkıp siyasal güç olma yolundaki amacını açıkça
deklare etmelidir. Bu güne kadar yazdığım yazılarda hep mutedil olmaya çalıştım
ancak geldiğimiz noktada bu açıklamaları yapmamın kaçınılmazlığını görüm…
Eğitim
sisteminin neden bu kadar başarısız olduğunu anlatmayacağım. Eğitimin birçok
alanında şu ana kadar, cemaat mensubu insanlar olmasına ve tüm talim
terbiyedeki düzenlemelerde bunların imzası olmasına rağmen, bu gün kalkıp
yersiz eleştirileri yapmanın mantığını anlamış değilim. Ben buradan şunu
çıkarırım, bir ortamın sorumlusu kimse orayı iyice karıştırdıktan sonra, tam
bir kaos yaratırım, hedefime varmak için de kendimi tam bir havari olarak
gösterip, o taraftan sorumluluk sahiplerine yumuşak karnından tekmeyi basarım.
İşte Cemaatin ağababalarının şu an yapmaya çalıştıkları tam da budur. El insaf
ve vicdan lazım inasa! Milli Eğitim Bakanlığı Tamamıyla sizin kışlanız gibi
hareket edeceksiniz, istediğinize kavuşabilmek için kalkıp kıyameti koparıp,
biz sadece hizmet ediyoruz diyerek, amacınızı gizleyerek saldıracaksınız… Ben bu
anlayışı Allah’a havale ediyorum. Şunu biliniz ki, Hep bağıranlar ve ortalığı
toz dumana katmak isteyenler, doğruluklarını anlatmazlar, aslında içlerinde
sakladıkları gizli hesaplarını uygulamaya sokmaya çalışırlar… İnşallah cemaatin
ağababaları bu anlayıştan vazgeçer, bu hizmete gönül rahatlığı ile götürüp
çocuklarını teslim eden ve her türlü desteklerini esirgemeyen cemaat müntesibi
kardeşlerimizin keplerindeki burukluğu dağıtırlar, yoksa bu dağılış toplanması
imkânsız olan bir dağılışa dönebilir…”Bu bir hatırlatmadır, sen hatırlat, ancak
iman edenlere öğüt fayda verir…
İktidarın da
yapması gereken biz yaptık oldu anlayışını yeniden gözden geçirmesini istiyorum,
dershanecilik sorunun bitirilmesi şu anda eğitim sisteminin düzelmesi anlamını
taşımıyor. Şahsen ben eğitim sektöründe dershanelerin okula dönüştürülmesini
isterim, ancak okula gelmeden her gün müdür ve müdür yardımcılarının sürekli
öğrenci yoklama fişlerini doldurarak, okula gelmeyen öğrencileri, gelmiş gibi
gösteren ve sınav sorularını vererek sınıf geçiren 10 binlere öğrenci alan kaç
tane okulu gösterebilirim. Bu anlayışla okula dönüştürülecek, dershanelerin
okullardan daha iyi olduğunu düşünüyorum…
Tüm bunların üstüne, bu işe gönül veren vefakâr ve fedakâr öğretmenlerimizin
öğretmenler gününü en içten kutluyorum, umuyorum ki, bu çatışmaların kurbanı bu
güzide beden, beyin ve yürek emekçilerimiz olmazlar…
Bu konular şu
andaki sorunların gerçek sebebi olmadığını bildiğim için, özellikle cemaatin
ağababalarının tutarlı ve pazarlıksız samimi olmalarını temenni ediyorum…
SOSYOLOG-EREOL KEKEÇ
23.11.2013/İST
12 Ağustos 2013 Pazartesi
İNANDIRICILIĞINI KAYBETMİŞ METHİYELERDEN KURTULMAK HEDEFİMİZ!
Mehmet Akif Ersoy’un iki oğlu ve üç kızı olmuştur. Mehmet Emin Ersoy,
Akif’in büyük oğludur. 1908 yılında İstanbul’da doğmuştur. Mehmet Akif 1920
yılında Ulusal Savaşım’a katılmak üzere gizlice Ankara’ya geçerken henüz on iki
yaşında olan oğlu M.Emin Ersoy’u da yanına almıştır. Baba oğul 24 Nisan 1920’de
Meclis’in açılışından sonra Ankara’ya varmışlardır. Mehmet Akif, Burdur
temsilcisi olarak Meclis’te yaptığı çalışmalar ve gezilerinde oğlu Emin Ersoy’u
yanından ayırmamıştır. Bir ara ailesini Kastamonu’da ev kiralayarak bu kente
yerleştirdikten sonra Emin Ersoy’u da okula yazdırmış, ancak, Emin Ersoy
kaçarak yeniden Ankara’ya babasının yanına gelmiştir. Akif, oğluyla birlikte
tacettin dergâhında kalmış; bir süre sonra tüm ailesini Ankara’ya getirterek dergâhın
yakınında ev kiralayarak birlikte orada oturmaya başlamışlardır. Yunanlıların
Ankara’ya yaklaşması üzerine bu kentteki resmi daireler ve halk Kayseri’ye
nakledilirken Akif’e, ailesini Kayseri’ye göndermiş, kendisi oğluyla birlikte
Ankara’da kalmıştır.
Mehmet Akif, zaferden sonra Ankara Hükümetiyle siyasi görüş ayrılıkları
nedeniyle koruyucusu Abbas Halim Paşa’nın davetlisi olarak 1923 ve 1924 yılı
Kış aylarını geçirmek üzere Mısır/Kahire’ye gitmiş; 1924 ve 1925 yılı bahar
aylarında İstanbul’a dönmüştür. Emin Ersoy, babasının bulunmadığı dönemlerde
serseriliğe başlamıştır. Mehmet Akif, bu konuda 1925 yılının ilk aylarında
mektup yazarak Fuad Şemsi beyden yardım istemiştir. Şair,1925 yılı sonunda
tekrar Kahire’ye dönerken Emin Ersoy’u da ilgilenmek için yanında götürmüştür.
Mısır’da Emin Ersoy’un eğitimiyle ilgilenmiş, ona Arapça öğretmiş ve bir özel
okula yazdırmıştır. Bu gidişinden sonra bir daha Türkiye’ye dönmeyen Mehmet
Akif, eşi ile ikinci oğlu Tahir’i de yanına aldırmıştır. Akif’in evlenmiş olan
üç kızı Türkiye’de kalmışlardır.
Emin Ersoy, 1934 yılında askerliğini yapmak üzere Türkiye’ye dönmüştür.
Kırklareli’nde askerliğini yaparken arkadaşlarına Kur’anı Kerim okuyarak
anlamını açıklaması nedeniyle bu davranışı irtica olarak görülmüş Divan-ı
Harbe(Askeri Mahkeme) verilerek tutuklanmıştır. Mehmet Emin Ersoy daha sonra
birlikte tutuklu bulunduğu çavuşu ile beraber cezaevinden firar ederek
İstanbul’a, oradan da gemiyle Mersin’e gelmişler, Mersin’den yaya olarak
Antakya’ya giderken yolda, pasaportsuz olmaları ve davranışlarından
kuşkulanan jandarmalar tarafından yakalanarak Kırıkhan’a gönderilmişlerdir.
1966
yılında eşi ölünce kimsesiz kalmıştır. Gizli intiharı düşündürür biçimde daha
fazla içki ve esrar içmeye yönelmiştir. 1966 yılı sonlarında birkaç ay akıl
hastanesinde kaldıktan sonra Kasım-1966 ayında oradan çıkmış İstanbul
Tophane’de terk edilmiş bir kamyonetin karoserinde yatmaya başlamıştır. 24 Ocak
1967 günü bu kamyonun karoserinin altında, yerde ölü bulunmuştur.
Yukarıdaki kısa bir ömrün hüzün dolu ve acılarla yoğrulan hamurunu
yoğururken inanın ne kadar zorlandığımı anlatamam, ancak yazmak zorunda kaldım.
Tüm gerçekler böyle acılarla yoğrulduğunu herkesin bilmesini isterim. Vah be
bir vatan şairinin oğluna bunlar yapılır mı diye, köşelerine oturarak, ağız
dolusu bol keseden birilerinin mırıltılarını duymak için bunları
paylaşmayacağım.
Hakikatlerin, kurulu sistemle ne kadar savaş halinde yaşadığının kanıtını
bu örnekle izah etmek için acı dolu bir hayatı bu satırlara aktardım. Bir Emin
Ersoy’un hayatını böyle bir zindana çevirmiş, militarist sistemin her dönemdeki
bekçilerinin tüm Emin Ersoylara aynı davrandığını gözler önüne sermek için
bunları pervasızca bu gün anlatmaya karar verdim.
Her yıl istiklal marşının kabulünün yıl dönümünde, Mehmet Akif’i anma haftası
olarak düzenlenen etkinliklerin ne kadar da hakikatten uzak, duyguları sömürmek
maksatlı yapıldığını tüm yüreklerin anlaması için bu satırları yazıyorum… Bu
ülkede canlı canlı ölüme terk edilen Mehmet Akifleri görmeyecek kadar
basiretlerini dünya ve içindekilerin kuşattığı varlıklar, bize Büyük Şairin
hayatını anmak için methiyeler dizerek bizleri asla kandıramazlar. Mehmet
Akif’in anılması demek onun mirasının korunması demektir. Buradan haykırıyorum,
bu acımasızlıkları görmeyecek kadar yüreklerini kabuk bağlamış zavallılılara,
daha kaç tane Emin Ersoyları bekliyorsunuz, kamyon karüsörlerinin içinde
yatarak ölümlerinden haberdar olmak için…
Bu memleketin kaderi, Emin Ersoyların hayatından haberdar olmak ve onlara
değer vermekten geçer. Bu kahramanların, yürek ve beyin emeğini dikkate
almayanlar dikkate alınmayacak günleri beklemek zorunda kalacaklardır. Akif’i
anmak demek her yıl methiyelerle gönül eğlemek değil, Akif’in mirasına sahip
olan günümüzün Akiflerine değer verip, onları ölüme mahkûm etmemekten geçer.
Militarist devletin, ben bu günkü yönetim erkine sesleniyorum, ne kadar da
Akif’i sevdiğinizi ve ona değer verdiğinizi, Akif’in nesline verdiğiniz
değerden anlıyoruz…
Şunu özellikle belirtmeliyim ki, bizden öncekileri kimse görmüyor
şeklinde ileri sürülecek bahanelerin hiçbirini, dikkate almıyorum. Bizden
öncekiler diye başlanılan cümlelerin içi hep koftur, eğer bizim hakikati
beklediğimiz şahıslar kendilerini önceden devam eden yanlışlarla kıyaslayarak
tanımlamaya çalışıyorlarsa, o zaman bizim de kendilerini diğerleri gibi
eleştirilerimize katlanmak zorundalar. Bizim bu söylemlerimizin referansı Haktır
Bu hakkı ifade etmek zorundayız, bunları gündeme getirmezsek, yerlerin ve
göklerin sahibi Allah'ın gazabına uğramak çok daha kötü bunu bildiğimiz için,
bedeli ne olursa olsun katlanmaya hazırız.
Fırat'ın kenarında bir kuzuyu kurt kaparsa hesabı Ömer’den sorulur diyen
bir anlayışı temsilen yaşadığını söyleyen insanlara, Fırat'ın kenarındakileri
sadece Allah görüyor, ancak büyük kentlerdekini bizler de görmeye başladık,
acaba bir haberiniz var mı diye hatırlatayım dedim…
Hakkın Şahitliğini yapmak için, Militarist sistemden rahatsızlık duyarak
bu yanlışları ortadan kaldırmak için bizi temsilen vekaletimizi verdiklerimiz,
bakıyorum da sistemi güçlendirmek sizin de felsefenizin temelini oluşturdu ve
Akif’in nesli kıyıda kenarda açlığa mahkum oldu, acaba haberiniz var mı?
“Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz, bu yol ki hak yoludur, dönme
bilmeyiz yürürüz.”Diyen Akif’in nesliyiz, gelen tüm karanlıkları aydınlatacak
kıvılcımları yüreğimizde taşırız. Yüreğimizde bu kıvılcımlar sönmeden ve bir
kamyon karüsörüne mahkûm olmadan sizleri haberdar etmek değil mi görevimiz…
Akif’in nesli can çekiyor, kadri kıymet bilmeyen bir dünyanın asalak
varlıkları gibi algılanmakta, ondan olsa gerek her gören, aslandan korkup kaçan
yaban eşekleri gibi terk ediyor… Ama şunu bilmek gerekir ki, Akif’in neslinin
mesajlarına kulak vermeyenler, Merhum Cemil Meriç Üstadımın dediği gibi,”düşüncenin
kuduz it gibi kovalandığı bir ortamda ne düşünce adamından ne de düşünceden söz
edilebilir…”İşte bu hakikatleri tüm hücrelerimize kadar yaşayan bir Asım nesli
olarak şikâyetlerimi yerlerin ve göklerin rabbine yapıyorum. Rabbim yeryüzünde
senin tefekkürün yasaklandı, anlamıyor musunuz diye sorduğun soruları
cevaplayacak yürekler kalmadı; fıkh etmek başımıza dert açmaya başladı, görmek
yüreklerimizi dağladı, bunları görmeyelim diye, at nalından bir gözlükle
gezmeye mahkûm olduk.”Kuduz bir it gibi”tefekkür öldürülmeye çalışıldığı halde,
hala senin ayetlerini değiştirmediğini iddia eden bir yaşam egemen oldu, sen
bize söyle, Ey rabbimiz nasıl yaşayalım da huzuruna alnı ak ve mahcup olmadan
gelen kullardan olalım…
Rabbim Asımın neslini yazan Akif’in nesli yetim kaldı, bunları yetim
bırakanları ve bir çöplükte ölüme mahkûm edenleri sana şikâyet ediyorum, biliyorum,
sen hesapları seri olarak görensin… Allah’ım bizim şikâyetimiz yine duadan
başkası olamaz, Rabbim bu halleri bilipte duyarsızlaşmış olanları duyarlı hale
getir, körelmiş olan yürekleri dirilt, anlamayan beyinleri anlar hale getir,
Fırat’ın kenarındaki koyunun melemesini duymak için, öncelikle Akif’in bu
neslini anlamayı nasip et…
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı,
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı
Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı
Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı;
Allah’ım bu mısraların sahibi yaralı, kendi öz evladını görmeyen bir sistemin,
başına gelen Akif’in neslinin yaptıkları, Akif’i yüreğinin derinliklerinden
vurduğu gibi kemiklerini sızlatmaya başladı.”Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı”Şehitler inciniyor rabbim, Emin çöplükte gitti, ondan sonra gelenler
hangi çöplükte bir lokma eğmeğe muhtaçlar, kimsenin bundan haberi yok. O zaman
bize kalan tüm bunları seninle paylaşmak, belki Akif’in neslinden haberi
olmayanların yüreklerine merhamet salarsın…”Yarap bu uğursuz geceleri sabaha çevir,
mahşere bırakma asımın neslini dünya da sevindir, nurlar yağdır senin hazinen geniştir,
Allah’ım Asım’ın neslini görmeyenlere akıl ve basiret indir, belki bu topraklar
da düşünce kuduz bir it gibi kovalanmaktan kurtulur da herkesin yüreğine bir
serinlik gelir… Duy bizi Allah’ım, senden başka bizi kim bilir…
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ
11.08.2013 (17.45-19.20)
ÇENGELKÖY/İST
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.
Popüler Yayınlar
-
Yaldızlı Sözlerin Arkasındaki Çürüme Tarihin en trajik ironilerinden biri, çöküşe en yakın toplumların en çok “yücelik ”ten bahsetmesidir....
-
“İnsanların ruhunu öldürüyorlar anne… İşte asıl cinayet bu.” — Maksim Gorki, Ana (1906) Ruhun ölümü, bir toplumun çöküşünün sessiz hab...
-
Platon, asırlar öncesinden bir uyarı bırakmıştı insanlığa: “Demokrasi, ancak erdemli ve eğitimli bir halkın omuzlarında yükselebilir; aksi t...
-
İçinde bulunduğumuz çağ, pek çok unvanla anıldı: teknoloji çağı, bilgi çağı, hız çağı… Ama eğer hakikatin kalemiyle yazılacak olursa, bu ça...
-
EK-5 Kararı: Hukuk ile Diplomasi Arasında EK-5 Listesi: Resmî Karar, Diplomatik Zamanlama ve Türkiye’nin Stratejik İkilemi ABD'den çok ...
-
İnsanlığın Sessiz Dengesine Dair İnsan… Kâinatın en gizemli aynası. Görünürde bir bedenden ibaret gibi dursa da derinlerde bir deniz taşır...
-
Bir İnsanlık EMAR’ı Üzerine Derin Bir Okuma İnsan, anlamın kıyısında doğar ama çoğu kez anlamın merkezine hiç ulaşamaz. Çünkü doğmakla yaş...
-
Merhum Ahmet Kaya, bir şarkısında “ Ne kadar kötü kokarsa o kadar iyi ” diyordu. Ne kadar manidar bir cümle… Bugün ülke olarak geldiğimiz ...
-
Suriye iç savaşı, yalnızca bölgesel güç dengelerini değiştiren bir çatışma olmakla kalmamış, aynı zamanda insanlık tarihine kara bir leke ...
-
İnsanlık, varlık sahnesine çıktığı andan itibaren hem kendini hem de kendini aşan bir kudreti anlamlandırma çabasıyla yüzleşmiştir. Bu çaba,...
Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK
Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.
Senin rabbin sana senden yakın.....
omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.
Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."
kelebek gibi hafif olun dünyada
Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla
çöllerden geçerek varılır havuzun başına!