Bu Blogda Ara

25 Kasım 2013 Pazartesi

İZ BIRAKANLAR!

Yol bir dağa benzer, ne kadar tırmanırsanız, o kadar yükselir. Tırmanmadan aşılmaz ki dağlar. Çıkılırsa yola edilmiştir mutlaka her şeye elveda. Elveda denirse bir kere, yürümek kolay olur virajlı yollarda. Virajları bir bir geçerken dikkatte olursa kayma, yuvarlanır insan uçurumlara. O halde tırmanma şeridine girince, her şeyi söküp atmak gerekir yürümeyi engelleyen ne varsa…
Yollar bazen çok uzun, bazen karanlık, bazen kaygan ve bazen de uçurumlardan geçebilir. Bunları dikkate alarak karar vermek gerekir. Verilen bir karardan geriye dönmek zillettir. Zilleti günlük hayatta barındıran köledir. Köleler karar veremezken nasıl olur da yüksek dağlara tırmanmayı göze alabilir. Hayatta birçoklarının köle olduğunu rahatlıkla söylemek mümkündür. Kölelik denince hemen fiziksel yaşamların karantinaya alınması anlaşılmamalıdır. Kölelik, kararlar üzerinde, irade dışında etkili olan ne varsa, onun egemenliği altında yaşandığı sürece vardır.
Birçok insanın köle olduğunu söylerken büyük abartı gibi görünse de, söylediklerimin arkasında duracak kadar cesur olduğuna inanan biriyim. Arabanız çok sevimli değil mi olmazsa olmazlarınızdan, işinizi büyütebilmek, emrinizde çalışanların sayısını arttırmak, piramidin tepesine oturmak ve adınızı silinmeyecek harflerle hiçbir ekrana sığmayacak kadar büyük puntolarla yazdırmak çok sevimli değil mi? Fazla uzatmaya gerek yok, dışınızda sizi yönlendiren bazı tükenmez güdülerin bulunduğu muhakkak, o halde köle olmadığınızı nasıl söylersiniz…
Dağları aşacak zirvelere çıkacak beyinler ve yürekler, bazı sistemlerce bilinçli ya da bilinç dışı, kalıpsal olarak hayatları ipotek altına alınmamış olanlardır. Neden onlar, çünkü aşkın insanlardır da ondan… Aşkın olmadan aşamazsınız, aşmak için aşındırmanız gerekir, ayakları, yeri, yolları ve teni, yoksa dona kalır her şey…
Yükseklere çıkacaksınız sesiniz çok az duyulacak,kimse sizi görmeyecek,ama mesajınız net ve özgün olarak anlaşılacak,bir turna ötüşü gibi;çünkü yollar hep yüksektir.Aşağıdan yukarıya düzgün doğrusal bir grafik eğrisi çizerek koşanlar,nefes nefese kalmaz,sonunda rölantide gider.Bu yol eğrisi, doğrusu,çamuru,virajı ve kayganlığıyla işaretlere dikkat edilerek yürümeyi gerektirir.İşaretlerin birincisi kölelik zincirlerini kırıp atmaktır.Bu durum uçmayı düşünen kuşların kanatlarındaki yüklerden kurtulması gibidir.
Aşkın insanlardan söz ettim, bunların bazıları kilise baskısına rağmen, siz ne kadar söyleseniz de”yine de dünya dönüyor”diyen Galileo. Bir diğeri, Ben bu gençleri uyandırdığım için beni cezalandırıyorsanız, bunu severek çekmeye hazırım. Çünkü sizler beni öldürerek, hiç rahatsız olmadan uyumak istiyorsunuz değil mi? Diyen Sokrates… Evet, bunlar uçtu ve gittiler göçmen kuşlar gibi geldikleri yere. Kölelere emanet bir yaşamın tuzaklarına aldırmadan aşındırdılar dağları ve yolları… Tırmanmak gerekir yükseklere çıkmak için, yükseklere çıkıldığında güllük gülistanlık bir bahçe var zirvesinde dağların… Yarım kalan yollar aşınıp gitmiştir, iz bırakanlar başkalarının izine takılmadan, kölelik bağlarını kırdılar ve yürüdüler, yürüdüler, yürüdükçe kabuklarına sığmaz olup dışarıya fırladılar. Çünkü onlar biliyorlardı, tepesinde dağların kocaman bir soluk var, Güneşin doğumunu orada karşıladılar…
Yıl:11.03.2004
Saat:12.40-13.15
Yer: Kadıköy/İST
Erol Kekeç

23 Kasım 2013 Cumartesi

DERSHANE KAPATILMASI MI,KUDRET SAVAŞI MI?

Dershane kavgası ya da paranoyası aldı başını gidiyor. Ülkenin neredeyse tüm kurumlarında konuşulan ana gündem maddesi dershanecilik ve yapılmak istenen oldu. Dershane üzerinden kudret savaşını alevlendirmek isteyen bir anlayışın, neden böyle bir kışkırtma ile gündemi işgal ettiğini soran birine rastlamadım. Ondan olsa gerek bu gün o konuları okuduğum ve anladığım kadarıyla anlatmaya çalışacağım.
Cemaatin içindeki şahin kanadı, yeter artık on bir yıl size birçok alanda hizmet verdiğimiz felsefesiyle harekete geçti. Ak partinin parti tüzüğünden de istifade ederek, Sayın Başbakan 3. Dönemini doldurarak Köşke çıkacağına göre, tamamıyla parti içi kudret biz de olmalı anlayışının bir savaşı olduğunu anlamak gerekir.Bu anlayış birçok kurumdaki yerini korumasına rağmen doğrudan iktidarı hedef aldığında daha net ortaya çıktı.Bu durum Başbakan ve ekibini doğrudan yok etmeye yönelik olduğundan bir kıvılcımla ayrılma noktasına gelmesi gerekiyordu.Cemaatin önde gelen ağabeyleri Hoca efendiyi de kendi kudret savaşlarının ortasına çekerek doğrudan,dershane üzerinden iktidarı yıpratmaya başladılar.Hiçbir gerekçe cemaatin bu gizli anlayışını örtmeye yeterli olamadı.İktidar Dershane konusundaki düşüncesini yeni oluşturmadı,2004 yılında gündeme gelen bir düşünce ve üzerinde çalışılan bir taslak var,cemaat bundan haberdardı ve hatta birçok noktasında kendileri bunları düzenlerken ne oldu da,bunlar tamamıyla Mit müsteşarı,gezi olayları ve gündemdeki olaylarla patlak vererek gün yüzüne çıktı.
Önümüzdeki yerel seçimleri dikkate alarak, bu seçimler üzerinden cemaatin ağababaları, bir çıkar grubu olarak iktidarın elini bağlamaya çalıştılar ve o kadar aşırı gittiler ki, ülkenin her köşesine bu anlayışlarını dershane üzerinden satmaya çalışıyorlar. Hatta o kadar dozu arttırdılar ki, Anayasa Mahkemesi Başkanını da bu işin içine çekmeyi becerdiler kutluyorum.(!)Çıkarları söz konusu olduğunda hiçbir ilke gözetmeyen bu anlayışın sosyolojik olarak yerini belirleyecek bir sosyolog olursa ben de sevinirim. Şahsen ne tarafa koysam hiçbir tarafa uymuyor da ondan soruyorum. Sayın Başbakanın herkes tarafından pervasızca eleştirilmesini, şiddetle kınıyorum. Dershaneler eğitimin neresinde bunu soran yok, bilgi öğreten yapılar ne zamandan beri eğitimin temel dinamikleri haline geldi. Zamanın manşetini unutmadım, Eğitime büyük darbe, başlığıyla verilen bir haberin içini okumadan nereleri hedef aldığını ve kastının ne anlama geldiğini anlamayacak kadar aptal değilim. Şahsen bu manşet kıvılcımlanmanın fitilini alevlendirmiştir diyorum.
Herkes iktidarı hedef alan bir eylem karşısında birleşebiliyorsa ben orada düşünürüm. Cemaat ağababaları kendince seçim öncesi ölümü göstererek, acaba iktidarı sıtmaya razı edebilirmiyiz diye bir yanlışın içine girdiler. Sayın Başbakan olayların hepsinin bilgisine sahip, ancak bilmedikleri bir şey vardı, o da kefenimi giyerek ben bu yola çıktım diyen Başbakanın kararlılığından habersizlerdi. Geçmiş dönemdeki iktidarlardan belli menfaatler karşılığında hedeflerine ulaştıkları gibi, burada da bunu rahatlıkla yapacaklarını sandılar. Ancak öyle bir insan var ki karşımızda, kararlı olduğu ve inandığı konularda, hak için ona yanaşıp hatırlatmalarda bulunanlar hariç, diğerlerinin hiçbirini dikkate almayacak kadar dik duruşuyla her geçen gün insanların gözündeki yerini daha bir kökleştirmektedir…
Bu yerel seçimler öncesinde farklı niyetlerle ortaya çıkan hangi anlayış olursa olsun, hedefine ulaşamayacaktır. Cemaat, bir an önce yerini ve duruşunu belirlemeli, baskı grubu olarak ortaya çıkıp siyasal güç olma yolundaki amacını açıkça deklare etmelidir. Bu güne kadar yazdığım yazılarda hep mutedil olmaya çalıştım ancak geldiğimiz noktada bu açıklamaları yapmamın kaçınılmazlığını görüm…
Eğitim sisteminin neden bu kadar başarısız olduğunu anlatmayacağım. Eğitimin birçok alanında şu ana kadar, cemaat mensubu insanlar olmasına ve tüm talim terbiyedeki düzenlemelerde bunların imzası olmasına rağmen, bu gün kalkıp yersiz eleştirileri yapmanın mantığını anlamış değilim. Ben buradan şunu çıkarırım, bir ortamın sorumlusu kimse orayı iyice karıştırdıktan sonra, tam bir kaos yaratırım, hedefime varmak için de kendimi tam bir havari olarak gösterip, o taraftan sorumluluk sahiplerine yumuşak karnından tekmeyi basarım. İşte Cemaatin ağababalarının şu an yapmaya çalıştıkları tam da budur. El insaf ve vicdan lazım inasa! Milli Eğitim Bakanlığı Tamamıyla sizin kışlanız gibi hareket edeceksiniz, istediğinize kavuşabilmek için kalkıp kıyameti koparıp, biz sadece hizmet ediyoruz diyerek, amacınızı gizleyerek saldıracaksınız… Ben bu anlayışı Allah’a havale ediyorum. Şunu biliniz ki, Hep bağıranlar ve ortalığı toz dumana katmak isteyenler, doğruluklarını anlatmazlar, aslında içlerinde sakladıkları gizli hesaplarını uygulamaya sokmaya çalışırlar… İnşallah cemaatin ağababaları bu anlayıştan vazgeçer, bu hizmete gönül rahatlığı ile götürüp çocuklarını teslim eden ve her türlü desteklerini esirgemeyen cemaat müntesibi kardeşlerimizin keplerindeki burukluğu dağıtırlar, yoksa bu dağılış toplanması imkânsız olan bir dağılışa dönebilir…”Bu bir hatırlatmadır, sen hatırlat, ancak iman edenlere öğüt fayda verir…
İktidarın da yapması gereken biz yaptık oldu anlayışını yeniden gözden geçirmesini istiyorum, dershanecilik sorunun bitirilmesi şu anda eğitim sisteminin düzelmesi anlamını taşımıyor. Şahsen ben eğitim sektöründe dershanelerin okula dönüştürülmesini isterim, ancak okula gelmeden her gün müdür ve müdür yardımcılarının sürekli öğrenci yoklama fişlerini doldurarak, okula gelmeyen öğrencileri, gelmiş gibi gösteren ve sınav sorularını vererek sınıf geçiren 10 binlere öğrenci alan kaç tane okulu gösterebilirim. Bu anlayışla okula dönüştürülecek, dershanelerin okullardan daha iyi olduğunu düşünüyorum… Tüm bunların üstüne, bu işe gönül veren vefakâr ve fedakâr öğretmenlerimizin öğretmenler gününü en içten kutluyorum, umuyorum ki, bu çatışmaların kurbanı bu güzide beden, beyin ve yürek emekçilerimiz olmazlar…
Bu konular şu andaki sorunların gerçek sebebi olmadığını bildiğim için, özellikle cemaatin ağababalarının tutarlı ve pazarlıksız samimi olmalarını temenni ediyorum…
SOSYOLOG-EREOL KEKEÇ
23.11.2013/İST                                                                                                                    

                                                                                                                                  

12 Ağustos 2013 Pazartesi

İNANDIRICILIĞINI KAYBETMİŞ METHİYELERDEN KURTULMAK HEDEFİMİZ!


Mehmet Akif Ersoy’un iki oğlu ve üç kızı olmuştur. Mehmet Emin Ersoy, Akif’in büyük oğludur. 1908 yılında İstanbul’da doğmuştur. Mehmet Akif 1920 yılında Ulusal Savaşım’a katılmak üzere gizlice Ankara’ya geçerken henüz on iki yaşında olan oğlu M.Emin Ersoy’u da yanına almıştır. Baba oğul 24 Nisan 1920’de Meclis’in açılışından sonra Ankara’ya varmışlardır. Mehmet Akif, Burdur temsilcisi olarak Meclis’te yaptığı çalışmalar ve gezilerinde oğlu Emin Ersoy’u yanından ayırmamıştır. Bir ara ailesini Kastamonu’da ev kiralayarak bu kente yerleştirdikten sonra Emin Ersoy’u da okula yazdırmış, ancak, Emin Ersoy kaçarak yeniden Ankara’ya babasının yanına gelmiştir. Akif, oğluyla birlikte tacettin dergâhında kalmış; bir süre sonra tüm ailesini Ankara’ya getirterek dergâhın yakınında ev kiralayarak birlikte orada oturmaya başlamışlardır. Yunanlıların Ankara’ya yaklaşması üzerine bu kentteki resmi daireler ve halk Kayseri’ye nakledilirken Akif’e, ailesini Kayseri’ye göndermiş, kendisi oğluyla birlikte Ankara’da kalmıştır.
Mehmet Akif, zaferden sonra Ankara Hükümetiyle siyasi görüş ayrılıkları nedeniyle koruyucusu Abbas Halim Paşa’nın davetlisi olarak 1923 ve 1924 yılı Kış aylarını geçirmek üzere Mısır/Kahire’ye gitmiş; 1924 ve 1925 yılı bahar aylarında İstanbul’a dönmüştür. Emin Ersoy, babasının bulunmadığı dönemlerde serseriliğe başlamıştır. Mehmet Akif, bu konuda 1925 yılının ilk aylarında mektup yazarak Fuad Şemsi beyden yardım istemiştir. Şair,1925 yılı sonunda tekrar Kahire’ye dönerken Emin Ersoy’u da ilgilenmek için yanında götürmüştür. Mısır’da Emin Ersoy’un eğitimiyle ilgilenmiş, ona Arapça öğretmiş ve bir özel okula yazdırmıştır. Bu gidişinden sonra bir daha Türkiye’ye dönmeyen Mehmet Akif, eşi ile ikinci oğlu Tahir’i de yanına aldırmıştır. Akif’in evlenmiş olan üç kızı Türkiye’de kalmışlardır.
Emin Ersoy, 1934 yılında askerliğini yapmak üzere Türkiye’ye dönmüştür. Kırklareli’nde askerliğini yaparken arkadaşlarına Kur’anı Kerim okuyarak anlamını açıklaması nedeniyle bu davranışı irtica olarak görülmüş Divan-ı Harbe(Askeri Mahkeme) verilerek tutuklanmıştır. Mehmet Emin Ersoy daha sonra birlikte tutuklu bulunduğu çavuşu ile beraber cezaevinden firar ederek İstanbul’a, oradan da gemiyle Mersin’e gelmişler, Mersin’den yaya olarak Antakya’ya giderken yolda, pasaportsuz olmaları ve  davranışlarından kuşkulanan jandarmalar tarafından yakalanarak Kırıkhan’a gönderilmişlerdir. 
1966 yılında eşi ölünce kimsesiz kalmıştır. Gizli intiharı düşündürür biçimde daha fazla içki ve esrar içmeye yönelmiştir. 1966 yılı sonlarında birkaç ay akıl hastanesinde kaldıktan sonra Kasım-1966 ayında oradan çıkmış İstanbul Tophane’de terk edilmiş bir kamyonetin karoserinde yatmaya başlamıştır. 24 Ocak 1967 günü bu kamyonun karoserinin altında, yerde ölü bulunmuştur.
Yukarıdaki kısa bir ömrün hüzün dolu ve acılarla yoğrulan hamurunu yoğururken inanın ne kadar zorlandığımı anlatamam, ancak yazmak zorunda kaldım. Tüm gerçekler böyle acılarla yoğrulduğunu herkesin bilmesini isterim. Vah be bir vatan şairinin oğluna bunlar yapılır mı diye, köşelerine oturarak, ağız dolusu bol keseden birilerinin mırıltılarını duymak için bunları paylaşmayacağım.
Hakikatlerin, kurulu sistemle ne kadar savaş halinde yaşadığının kanıtını bu örnekle izah etmek için acı dolu bir hayatı bu satırlara aktardım. Bir Emin Ersoy’un hayatını böyle bir zindana çevirmiş, militarist sistemin her dönemdeki bekçilerinin tüm Emin Ersoylara aynı davrandığını gözler önüne sermek için bunları pervasızca bu gün anlatmaya karar verdim.
Her yıl istiklal marşının kabulünün yıl dönümünde, Mehmet Akif’i anma haftası olarak düzenlenen etkinliklerin ne kadar da hakikatten uzak, duyguları sömürmek maksatlı yapıldığını tüm yüreklerin anlaması için bu satırları yazıyorum… Bu ülkede canlı canlı ölüme terk edilen Mehmet Akifleri görmeyecek kadar basiretlerini dünya ve içindekilerin kuşattığı varlıklar, bize Büyük Şairin hayatını anmak için methiyeler dizerek bizleri asla kandıramazlar. Mehmet Akif’in anılması demek onun mirasının korunması demektir. Buradan haykırıyorum, bu acımasızlıkları görmeyecek kadar yüreklerini kabuk bağlamış zavallılılara, daha kaç tane Emin Ersoyları bekliyorsunuz, kamyon karüsörlerinin içinde yatarak ölümlerinden haberdar olmak için…
Bu memleketin kaderi, Emin Ersoyların hayatından haberdar olmak ve onlara değer vermekten geçer. Bu kahramanların, yürek ve beyin emeğini dikkate almayanlar dikkate alınmayacak günleri beklemek zorunda kalacaklardır. Akif’i anmak demek her yıl methiyelerle gönül eğlemek değil, Akif’in mirasına sahip olan günümüzün Akiflerine değer verip, onları ölüme mahkûm etmemekten geçer. Militarist devletin, ben bu günkü yönetim erkine sesleniyorum, ne kadar da Akif’i sevdiğinizi ve ona değer verdiğinizi, Akif’in nesline verdiğiniz değerden anlıyoruz…
Şunu özellikle belirtmeliyim ki, bizden öncekileri kimse görmüyor şeklinde ileri sürülecek bahanelerin hiçbirini, dikkate almıyorum. Bizden öncekiler diye başlanılan cümlelerin içi hep koftur, eğer bizim hakikati beklediğimiz şahıslar kendilerini önceden devam eden yanlışlarla kıyaslayarak tanımlamaya çalışıyorlarsa, o zaman bizim de kendilerini diğerleri gibi eleştirilerimize katlanmak zorundalar. Bizim bu söylemlerimizin referansı Haktır  Bu hakkı ifade etmek zorundayız, bunları gündeme getirmezsek, yerlerin ve göklerin sahibi Allah'ın gazabına uğramak çok daha kötü bunu bildiğimiz için, bedeli ne olursa olsun katlanmaya hazırız.
Fırat'ın kenarında bir kuzuyu kurt kaparsa hesabı Ömer’den sorulur diyen bir anlayışı temsilen yaşadığını söyleyen insanlara, Fırat'ın kenarındakileri sadece Allah görüyor, ancak büyük kentlerdekini bizler de görmeye başladık, acaba bir haberiniz var mı diye hatırlatayım dedim…
Hakkın Şahitliğini yapmak için, Militarist sistemden rahatsızlık duyarak bu yanlışları ortadan kaldırmak için bizi temsilen vekaletimizi verdiklerimiz, bakıyorum da sistemi güçlendirmek sizin de felsefenizin temelini oluşturdu ve Akif’in nesli kıyıda kenarda açlığa mahkum oldu, acaba haberiniz var mı?
“Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz, bu yol ki hak yoludur, dönme bilmeyiz yürürüz.”Diyen Akif’in nesliyiz, gelen tüm karanlıkları aydınlatacak kıvılcımları yüreğimizde taşırız. Yüreğimizde bu kıvılcımlar sönmeden ve bir kamyon karüsörüne mahkûm olmadan sizleri haberdar etmek değil mi görevimiz…
Akif’in nesli can çekiyor, kadri kıymet bilmeyen bir dünyanın asalak varlıkları gibi algılanmakta, ondan olsa gerek her gören, aslandan korkup kaçan yaban eşekleri gibi terk ediyor… Ama şunu bilmek gerekir ki, Akif’in neslinin mesajlarına kulak vermeyenler, Merhum Cemil Meriç Üstadımın dediği gibi,”düşüncenin kuduz it gibi kovalandığı bir ortamda ne düşünce adamından ne de düşünceden söz edilebilir…”İşte bu hakikatleri tüm hücrelerimize kadar yaşayan bir Asım nesli olarak şikâyetlerimi yerlerin ve göklerin rabbine yapıyorum. Rabbim yeryüzünde senin tefekkürün yasaklandı, anlamıyor musunuz diye sorduğun soruları cevaplayacak yürekler kalmadı; fıkh etmek başımıza dert açmaya başladı, görmek yüreklerimizi dağladı, bunları görmeyelim diye, at nalından bir gözlükle gezmeye mahkûm olduk.”Kuduz bir it gibi”tefekkür öldürülmeye çalışıldığı halde, hala senin ayetlerini değiştirmediğini iddia eden bir yaşam egemen oldu, sen bize söyle, Ey rabbimiz nasıl yaşayalım da huzuruna alnı ak ve mahcup olmadan gelen kullardan olalım…
Rabbim Asımın neslini yazan Akif’in nesli yetim kaldı, bunları yetim bırakanları ve bir çöplükte ölüme mahkûm edenleri sana şikâyet ediyorum, biliyorum, sen hesapları seri olarak görensin… Allah’ım bizim şikâyetimiz yine duadan başkası olamaz, Rabbim bu halleri bilipte duyarsızlaşmış olanları duyarlı hale getir, körelmiş olan yürekleri dirilt, anlamayan beyinleri anlar hale getir, Fırat’ın kenarındaki koyunun melemesini duymak için, öncelikle Akif’in bu neslini anlamayı nasip et…
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı,
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı
Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı
Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı;
Allah’ım bu mısraların sahibi yaralı, kendi öz evladını görmeyen bir sistemin, başına gelen Akif’in neslinin yaptıkları, Akif’i yüreğinin derinliklerinden vurduğu gibi kemiklerini sızlatmaya başladı.”Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı”Şehitler inciniyor rabbim, Emin çöplükte gitti, ondan sonra gelenler hangi çöplükte bir lokma eğmeğe muhtaçlar, kimsenin bundan haberi yok. O zaman bize kalan tüm bunları seninle paylaşmak, belki Akif’in neslinden haberi olmayanların yüreklerine merhamet salarsın…”Yarap bu uğursuz geceleri sabaha çevir, mahşere bırakma asımın neslini dünya da sevindir, nurlar yağdır senin hazinen geniştir, Allah’ım Asım’ın neslini görmeyenlere akıl ve basiret indir, belki bu topraklar da düşünce kuduz bir it gibi kovalanmaktan kurtulur da herkesin yüreğine bir serinlik gelir… Duy bizi Allah’ım, senden başka bizi kim bilir…
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ
11.08.2013 (17.45-19.20)
ÇENGELKÖY/İST




"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!