Bu Blogda Ara

16 Mayıs 2013 Perşembe

EĞİLMEDEN BEŞ BEŞ DİYE BAĞIRACAKSIN!




Bu iktidar bu topluma beş numara büyük geliyormuş, peki adama sormazlar mı, be hey adam beş numara büyük olan mallarını neden bu pazarda satışa sundun, senin bu pazarda müşterin yok ki diye? Beş numara büyük gelen bu halk, bu iktidarı 11 yıldır iktidara getiriyor, yalaka lügatinden seçtiğim sözcüklere baktığımda tüm kelimelerin anlamı aynı tanımı veriyor. Beş numara büyük, bende o zaman soruyorum yahu arkadaşlar ayağınıza beş numara büyük olan bir ayakkabı ile lapur lupur gezmekten zevk mi alıyorsunuz ve yahutta bedenine giydiğin bu elbise sana çok bol geliyor, kemerinde yok neyle tutturacaksın, birisinin üzerine tam cuk diye oturmuş, bir sorun ona o da bu toplumda olmasına rağmen beş numara büyük olan o iktidarı nasıl cuk diye oturtabildi.
Herkesin harcı değil onu becerebilmek, bööööööyük adam olacaksın, sonra TVlerde yaptığın açıklamalar gündem oluşturacak, o zaman görürsün, tam beş numaranın içine girersin. Kimseyi de hakkında konuşturmazsın, yine beceremediniz şu bedeninizi nasıl kullanacağınızı, sizin için özel eğiticiler mi tutalım ellerinde flamalı bayraklı olan…(!)
Reyhanlı’dan başladı maraton, bakalım nerede sonlandırılır, kimse bilmiyor, kaç metrelik bir maratonda koştuğumuzu, ancak herkes kendince bir şeyler yazıp çiziyor benim gibi. Bir kaç gündür bir bilge ne hikmetse, öyle laflar ediyor ki, sanki koşuyu tertipleme kurulunda kendisi varmış gibi, maratonda bulunanların koşmalarından memnun değil gibi görünüyor ve tüm koşucuları suçlayarak bir yerlere varmaya çalışıyor… Bu bilge öyle laflar ediyor ki, bizim koşucuların, Nazi koşucularından daha beceriksiz olduklarını, oysa onların tecrübelerinden yararlanarak kendilerine yeninaziciler ismini vermelerine rağmen bu işi o kadarda ustaca yapmadıklarını söylüyordu. Maraton dışında koşmalarına rağmen koşuyu maratonda tamamladıklarını iddia ediyordu. Ben de açtım kulaklarımı bu bilge her zaman ele geçmez iyi kulak verelim diye, kulaklarımı dört açtım dinlemek için…
Ama ne yazık ki, bu bilge ayaklarınızdaki bu beş numara büyük ayakkabı ile maratonu tamamlamanızın mümkün olmadığını size anlatmasına rağmen dinlemek istemediniz. Yine beni zor durumda bıraktınız o bilgenin sözlerini yorumlamak ve size anlatmak yine bana kaldı. Yoruldum artık size tercüme yapmaktan, bunun karşılığı olarak bana kimse bööööyük mütercim falan da demiyor, bir yerlerden cülus bahşişleri de gelmiyor, ama o bilgeye bööööööööyük gazeteci diyorlar, bahşişi kimden ne kadar alıyor ya da almıyor mu bilmiyorum, valla bilmediğim bir konuda konuşmakta ayıp olur. Ama benden daha rahat bir yaşam sürdüğü kesin, neden çünkü adam bilge, üstelik çok bööööyük gazeteci neredeyse birlerini geçecek böyüklükte.
Bilge Reyhanlıda bayağı ciddi araştırmalarda bulunmuş ve gözlemleri o kadar önemli ki, o yük benim sırtıma ağır geldi taşıyamaz hale geldiğim için konuşmaya başladım, yoksa ne yapayım; bilgeleri ben severim, ancak eğilip yerden mıknatısla bulgu toplayanlardan hiç hoşlanmam. Ancak son dönemin bilgelerinin ellerindeki mıknatıslar o kadar kuvvetli ki, Aristo dönemindeki kök hücrelerini bile çekmeye başladı. Toplumların genetik dokusu hakkında bile bilgi sahibi olabiliyorsunuz. İşte bu bilge o kadar çok bulgu ele geçirmiş ki, bizim genetik dokumuzla Alman Nazileri arasında çok benzerlik olduğunu, hatta onları bile geçtiğimizi iddia ediyor, yani aşılama yöntemiyle kök hücreleri başka bir yapıya naklettiğinizde daha kuvvetli etkiye sahip olduğunu söyledi. Nasıl mı, elde ettiği doneler tamamıyla bu yöndeymiş, yakında bilgeliği bırakıp canlıların tasnifini yapan ikinci muallim olmaya karar vermiş. Ey halkım kendinizle övünmeyin laboratuar ortamlarını bile işgal ettiniz yazıklar olsun size…(!)
Yaşınız ermez benim söylediklerimi anlamaya(!) beş numara büyürseniz o zaman daha iyi anlarsınız, bu beş numaranın ehemmiyetini. Beş numara küçük olduğunuzdan %68 leri gözünüzü kırpmadan harcadınız. Bu harcamalar sizi harcadı mı harcamadı mı bilmem ama kesin suçlu olduğunuzda şüphe yoktur.(!)Hani siz söylerdiniz ben çocukluğum da çok duymuştum sizden, yoksa o deyiminizi de mi başkalarına çaldırdınız? “Adama bak ya hem vuruyor ham de bağırıyor” derdiniz. İşte bu gün sizin yerinize size yumruğu çakanların bağırma günü, bunu anladığımız da beş numara büyük gelen ayakkabı ayağınızda bazı yaralar açtığınızı göreceksiniz ama artık o yaraları iyileştirecek dermatologlar olmayacağı için, kendi acılarınıza yanarken hayatınızın mersiyesini de kendiniz söyleyeceksiniz… Ben de bayağı mersiye söyleyenleri gördüğümden artık etkilenmiyorum, çünkü Karadeniz havasını çok seviyorum, bir kolbastı çıkmış ki, sormayın gitsin, her yerde onu oynuyorum. Hem rahatlıyorum, hem de tekmelemek istediklerime vuruyormuş gibi yeri tekmelediğimden içimdeki Neonazi duyguları böyle atıyorum, siz de isterseniz biraz benim gibi yapın da şu bilgelere fazla sermaye vermeyin…
Beş numara büyümek istiyorsanız dediklerime dikkat edin ama sakın ola ki, yerden bir şeyler alayım derken eğilip de omurganızı zedelemeyin. Omurgasız kalırsanız yerde sürünmeye mahkum olusunuz o zaman da adınız çıkar omurgasıza, böyle bir isimle anılmaktansa, hiç yaşamamış olup gitmeyi tercih etmenizi isterim. Benim memleketimin insanın bu onura sahip olduğuna inanıyorum. Siz Amik ovasının toprağı kadar merhametlisiniz, tüm dünyaya yetecek yiyecekleri yetiştiren bir kudretle Müşerrefleşmişsiniz, bu şerefinizi korumayı bilirsiniz, mazlum ve mahrumları bağrınıza basmak sizin şiarınızdır, ancak şunu çok iyi bilirim siz ne zalimlik yaparsınız ne de azlime arka çıkarsınız… Bunu anlamayanlar sizi beş numara küçültse de siz kafanıza takmayınız. Biz,”bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçe yaşamasını biliriz bu sevda bizim…”
16.05.2013(08.20-09.45)
Çengelköy/İST
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ

12 Mayıs 2013 Pazar

YA EBA ZER-3


                                    3
           Ve açıktır ki, çok geçmeden zihinlerde sorular, sorular ve sorular canlanacaktır: Öyleyse neden halife Osman ipek giyiniyor? Darul hilafe’de en leziz yemeklerle donatılmış sofralar kuruluyor? Öyleyse neden Abdurrahman b. Avf’ın malı yığıldığında minberdeki halifeyle halk arasında engel oluşturacak ve altın külçeleri miras paylaşımında baltayla kırılacak kadar çoktu? Öyleyse neden hilafet şurasında yer alan Zübeyr’in her gün çalışarak kazandıklarını ona getiren tam bin kölesi vardı? Öyleyse neden halifenin akrabası ve Şam Valisi Muaviye Yeşil sarayı inşa ediyordu? Etrafındakilere, dalkavuklarına, şairlere ve tüm yaptıklarını onaylayan alim ve sahabelere efsanevi yardımlarda bulunuyordu. Öyleyse neden Allah’ın kitabına, Peygamber’in sünnetine, Ebubekir ve Ömer’in uygulamalarına sadık kalacağını taahhüt eden Osman sadece Kayser ve Hüsrev’in sünnetine uyuyordu? Öyleyse neden? Öyleyse neden?

           Günden güne seçkinlik, sömürü, yoksulluk, sosyal ve sınıfsal uçurumdaki genişleme artıyordu. Ebuzer’in propagandası da gittikçe yayılıyor, mahrumlar ve sömürülenleri ayaklandırıyordu. Açlar Ebuzer’den öğrenmiştiler ki, yoksullukları ilahi irade, önceden yazılmış, göksel kader değildi. ‘Mal biriktirme’nin sonucuydu ve bu kadar!

      Ne yapmalı!

      Zahit Ebuzer’e hiçbir şey!

      Onda ne bir şey ‘vardı’ ki, tehdit etsinlerdi: ‘Alırız!’

      Ne de bir şey ‘istiyordu’ ki, tatmin etsinlerdi: ‘Veririz!’

     Ve hanımı Ümmüzer’dir. O da Peygamber’in ashabındandır ve kocasına, mücadeleci insanın tahammül etmesi gereken zorluk, züht ve yoksullukta eşlik ediyordu.

      Ki, İslam’ın olduğu günlerde kadın henüz ‘zayıf’ olmamıştı! Şimdi hakim durumda olan kutsal muhacir ve Peygamber’in büyük ashabının karşısında dikkatli davranan ve kendi sıkıntıları ve onların bozulmalarına tahammül eden mahrumlar cesaretlenmişlerdi. Osman tehlikeyi hissetti. Ne yapmalı? Medine’de hâlâ Peygamber’in hatırası var ve halk Ebuzer’i tanıyor. Onu Şam’a, Muaviye’nin yanına sürdü. Şam halkı İslam’ı Beni Ümeyye’yle tanımıştı. Muaviye Ebuzer’e karşı daha rahat davranabilirdi. Muaviye Şam’da Romalıları taklit ederek Osman’dan daha seçkin bir yaşam sürüyordu. Ayrımcılık, kirlilik, zulüm, İslam sisteminin yok edilmesi, burada daha net ve daha küstahçaydı. Bugünlerde Muaviye Romalı ve İranlı mimarların yardımıyla ‘Yeşil Saray’ını yapıyordu. Bu, saltanatın ilk sarayıydı. Görkemli ve güzeldi. Muaviye bu sarayın inşasını o kadar önemsiyordu ki, çoğunlukla işçilerin ve mimarların başında bekliyordu. Ebuzer de her gün oraya gelip haykırıyordu:

      ‘Ey Muaviye, eğer bu sarayı kendi paranla yapıyorsan, israftır ve eğer halkın parasıyla yapıyorsan ihanettir!’

       Muaviye tecrübeli ve çok iyi siyasetçiydi. Tahammül ediyor, bir yol bulmak için düşünüp duruyordu.

          Bir gün Ebuzer’i evine davet etti. Haddinden fazla saygı ve iltifatta bulunmasına rağmen Ebuzer öfkeli ve sinirli çehresini azıcık olsun değiştirmeyince işi tehdide vardırdı:

            ‘Ey Ebuzer! Eğer Osman’ın izni olmadan bir peygamber sahabesini öldürecek olsaydım, bu sen olurdun. Ancak seni öldürmek için Osman’dan izin almalıyım, Ebuzer bu iş benimle senin aramızı açıyor, sen yoksul ve alt tabakadaki insanları bize karşı ayaklandırıyorsun.’

             Ebuzer cevap verdi:

          ‘Allah Resulü’nün sünnetine uygun davranırsan, seninle bir sorunum olmaz. Yoksa hayatımın son nefesini de Peygamber’in bir hadisini zikretmek için harcayacağım!’

         Ebuzer’in propagandası yayıldı. İslam’ı da kendilerine daha önce hakim olan Roma rejimi gibi tasavvur eden Şam halkı, yavaş yavaş İslam’ın gerçek çehresiyle tanıştı. Adalet ve özgürlük dini, kalplerde imanın yanında ayaklanıyordu. Fakirlik ve mahrumiyeti dinle açıklayan mahrumlar, ilk kez Ebuzer’den şunu öğreniyorlardı:

       ‘ Ne zaman yoksulluk bir kapıdan girerse, din başka bir kapıdan çıkıp gider!’ (Hadis)

        Mescid henüz Allah’ın, halkın ve Ebuzerler’in evi ve mücadele karargâhıydı. Muaviye’nin orada hükmü yoktu. Mescitlerin Allah ve Allah’ın ailesinden –halk- boşalıp halifenin karargâhı ve onun mollasının mekanı olması Ali’nin ölümünden sonradır. Mahrumlar şevk ve ümitle etrafında toplanıyorlar ve o insanlara ‘hak’la ikiz olan ‘hakikati’, ‘adalet’le yoldaş olan ‘İslam’ı ve ekmeği de düşünen Allah’ı öğretiyor, uyuşturmak yerine tahrik ediyor ‘Yeşil Sarayı’ daha bitmeden viranelikle tehdit ediyordu.

      Muaviye onu Kıbrıs cihadına gönderdi. Eğer fetih gerçekleşirse Muaviye’nin gururu ve ‘İslam’ın izzetidir!’, eğer Ebuzer öldürülürse, elini onun kanına bulamadan zararından kurtulmuş olur.[6][6] Ancak Ebuzer sağlam döndü. Gecikmeden cepheden mescide gitti ve işine tekrar başladı!

      Muaviye Ebuzer’in, kölelerin hürriyeti ve açların doyurulmasını ne kadar istediğini biliyordu. Bir köleye: ‘Eğer bu altın kesesini Ebuzer’e vermeyi başarırsan özgürsün!’ Köle, Ebuzer’e gitti. Ebuzer kabul etmedi. Köle ne kadar ısrar edip yalvardıysa da Ebuzer bir tek cevap verdi: Hayır! Sonunda köle şöyle dedi: ‘Ey Ebuzer! Allah seni bağışlasın, bu parayı al, çünkü benim özgürlüğüm sana bu parayı vermektedir.’ Ebuzer cevapladı: ‘Evet ama benim de köleliğim bu parayı almaktadır!’

       Hiçbir hile bu inatçı, cesur, zahit ve uyanık adama işlemedi. Sadece zor kullanmak kaldı. Muaviye Osman’a yazdı. Eğer Şam’a ihtiyacın varsa, Ebuzer’i buradan götür. Çünkü o yarayı eşeliyor. Patlama yakındır. Osman Ebuzer’i Medine’ye göndermesini emretti.

      Onu tahta eğerli bir deveye bindirip birkaç vahşi köle gözetiminde Medine’ye gönderdiler. Muaviye yol esnasında –Şam’dan Medine’ye kadar- hiçbir yerde duraksamamaları emrini vermişti!

       Medine’ye yaklaşıyordu. Yorgun ve yaralıydı. Şehrin kenarında Sel Dağı’nın eteğinde Ali’yi gördü. Yanında Osman ve birkaç kişi daha vardı. Ebuzer haykırmaya başladı:

           ‘Medine’yi büyük ve sonsuz ayaklanmayla müjdeleyin!’

        Halife hiç kimsenin Ebuzer’den fetva sormaması emrini verdi; ancak Ebuzer’in fetvaları peş peşe geliyordu. Şam’da gördükleri onu daha kızgın ve mücadelede daha cesur kılmıştı. Ömer’in hilafet şurasının lideri Abdurrahman bin Avf öldü; altın ve gümüşten müteşekkil mirasını Osman’ın karşısına yığdılar. Ebuzer Osman’ın şöyle dediğini duydu: ‘Allah Abdurrahman’ı bağışlamıştır. İyi yaşadı ve öldüğünde arkasında tüm bu serveti bıraktı!’

     Ebuzer öfkeyle Osman’ın evine yöneldi. Yolda gördüğü deve kemiğini kapıp yola devam etti. Osman’ın başına dikilip haykırdı: Sen, ardında bu kadar miras bırakan adama, Allah rahmet etmiştir mi diyorsun?

       Osman yumuşakça cevap verdi: Ebuzer, zekatını vermiş birisinin boynunda başka sorumluluk var mıdır? Ebuzer mal biriktirenler ayetini okuyup şöyle dedi: Burada söylenen şey, zekat değildir. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda infak etmeyenlerden bahsediliyor.

        Kab’ul Ahbar –eski yahudi din adamı- Osman’ın yanındaydı, şöyle dedi: ‘Bu ayet Müslümanlarla değil, ehli kitapla [yahudilik ve hristiyanlık] ilgilidir’.

        Ebuzer bağırdı: Yahudizade! Bizim dinimizi bize mi öğreteceksin? Annen yasını tutsun!

       Osman: Eğer bir adam zekatını vermişse, kerpiçlerinin biri altından, biri gümüşten olan saray bile yapsa, hakkıdır. Ardından Kab’a dönüp onun fikrini sordu. Kab: Evet efendim, öyledir! Ebuzer ona saldırdı. Kab, korkudan Osman’ın arkasına gizlendi. Halifeye sığındı. Sahne tamamdır! Tüm tarihin gösteri sahnesi! Bir tarafta altın, zorba ve hakim din, Abdurrahman, Osman ve Kab’ul Ahbar ve ne kadar net! Temel altın! Zorba hami, din zorbanın sığınağında yönlendirici ve karşısında Ebuzer; sömürü ve istibdad kurbanı, tarihteki mahkum din ve mazlum sınıfın tecellisi, Allah ve halk!

      Ebuzer yalnız, silahsızlandırılmış ve mazlum. Ama yine de saldırgan. Kab’ı zorbanın sığınağında yakaladı ve deve kemiğiyle başına öyle bir vurdu ki, kan aktı.

      Osman: Ey Ebuzer, bize çektirdiklerin ne kadar da arttı, buradan git!

      Ebuzer sordu: Ben de seni görmekten nefret ediyorum. Nereye gideyim?

      - Rebeze’ye!

    Peygamber’in Medine’den ebediyen sürgün ettiği Mervan b. Hakem, Ebuzer’in sürgünüyle görevlendirildi. Ali olayı duyunca inledi; Hasan, Hüseyin ve Akil’i alıp Ebuzer’e yoldaşlığa gitti. Mervan Ali’yi engellemeye çalıştı: ‘Halife Ebuzer’le yoldaşlığı yasaklamıştır.’ Ali kırbacıyla Mervan’ın isteğini reddetti ve Ebuzer’le Rebeze’ye kadar gitti. Rebeze, yakıcı çöl, susuz ve yerleşkesiz. Hacıların yolu üstündedir. Hac mevsimi dışında kimse oradan geçmezdi. Orada bir çadır kurdu ve birkaç hayvanla yaşamını sürdürdü.

      Aylar geçti. Yoksulluk arttı, açlık daha da küstahlaştı. Hayvanları tek tek telef oldu ve Ebuzer’le ailesi çölün yalnızlığında ölümle yüz yüze geldi.

    Kızı açlık salgınından öldü, sabretti ve ‘Allah yolunda saydı.’ Bir süre sonra açlık kurdu oğluna saldırdı. Sorumluluk duygusuna kapıldı. Medine’ye geldi. Osman’dan kestiği maaşını talep etti. Osman cevap vermedi. Eli boş döndü. Oğlunun cenazesi soğumuştu. Onu elleriyle defnetti.

    Ebuzer ve Ümmüzer yalnız kaldılar!

   Yoksulluk, açlık ve yaşlılık Ebuzer’i çok zayıflatmıştı. Bir gün artık son anlarını yaşadığını hissetti.

   Açlık zorluyordu. Ümmüzer’e: Kalk, çölde dolaşalım, biraz ot bulup açlığımızı gideririz. Karı-koca ne kadar aradılarsa da bir şey bulamadılar. Dönüşte Ebuzer tüm gücünü yitirdi. Ölümün gölgesi çehresine inmişti. Ümmüzer ona seslendi:

    - Sana neler oluyor Ebuzer?

   - Ayrılık yakındır! Cenazemi yolun kenarına bırak ve yoldan geçenlerden defin işinde sana yardım etmelerini iste.

    - Hacılar gitti. Kimse yoldan geçmez.

     - Olsun! Kalk ve şu tepeye çık, benim ölümümde birileri hazır olacak.

     Ümmüzer tepeden üç kişinin uzaktan geçtiğini gördü. İşaret verdi. Yaklaştılar.

     - Allah sizi bağışlasın, burada bir adam ölüyor. Onu defnetmekte bana yardımcı olun ve karşılığını Allah’tan alın!

     - O kimdir?

     - Ebuzer!

     - Peygamber’in dostu Ebuzer mi?

     - Evet!

      - Anne babamız sana feda olsun ey Ebuzer!

     Başına geldiler. Hâlâ yaşıyordu. Onlardan şunu istedi: Hanginiz devlet adamı, casus ya da askerse, beni gömmesin. Eğer benim ya da karımın bir parça kumaşı olsaydı, onunla kefenlenirdim.

   Sadece Ensar’dan bir genç serbest meslek sahibiydi. Şöyle dedi: Şu yanımdaki kumaşı annem örmüştür. Ebuzer ona dua etti ve o parçayla kendisini kefenlemesini istedi.

     İçi rahatladı. Her şey sona ermişti. Gözlerini yumdu ve bir daha açmadı. Yoldan geçenler Rebeze çölünün sıcağında onu defnettiler. Ensarlı genç, mezarı başında durdu ve dudak altından söylendi:

     Allah Resulü doğru söyledi.

    ‘Ebuzer!
   yalnız yol alır,
  yalnız ölür
  ve yalnız dirilir!’

[1] Belki de Kur’an’ın hayret verici şu tabirinin anlamlarından biri de budur: “İbrahim tek başına bir toplumdur (ümmettir)!” (Kuran-ı Kerim)

[2] ‘Ticaret’ ve ‘ziyaret’ tarih boyunca bir bedende iki simadır: İktisadi beden. Kureyş’in Kabe’ye dini bağlılığı, Kabe’deki putların önemi, dini, sınıfsal ve ırkçı şirki koruyan budur ve tevhid devriminin etkisinin anlaşılacağı yer de burasıdır.

[3] Ayaklanabilir demiyor, hatta ayaklanmalıdır da demiyor. Ayaklanmamasına şaşıyorum diyor. Bundan da önemlisi, yöneticiye, bütün toplum sorumludur.

[4] Teğabun Suresi, 64/17

“Eğer Allah’a güzel borç verirseniz” mealindedir.

[5] Ali İmran Suresi, 3/97

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!