Bu Blogda Ara

8 Mayıs 2013 Çarşamba

NEDEN ÇALDIN!



Hırsızların çoğaldığı, cellâtların uykuya daldığı bir dönemde, herkes korkudan kaçacak delik aradığı bu günlerde hırsızlara soru sorma hakkı da bana kaldı. Be hey adam! Neden çaldın, hırsızlık yapıp yapmadığını sormuyorum. Benim lügatimde savunma kavramlarına yer yoktur. Çaldın mı çalmadın mı diye sormayacağım, çünkü adı duyulmamış dehlizlerden savunma gerekçeleri toplamanı istemiyorum.
Ben ne hakimim ne de savcı, fakat adaletin timsali olan Ömer(r.a)in neferiyim. Nasıl soru sorulacağını ondan öğrendim. Önce bir suç oluşturup, o suçu üstlenecek suçlular oluşturmak bizim felsefemizde yoktur. Canları tatlı çektiği için tatlı çalan üç tane küçük çocuğun ömürlerinden fazla mahkûmiyet cezası aldığı Patagonya’nın hukuk sisteminden bir şey anlamayız. Pozitif hukuk diye, insanların yaşamını negatiflikten öteye götürmeyen, bu beşeri hukukları anlamayacak kadar zekâ özürlü olduğumu söylesem yerinde olur.
Adaletin tecelli ettiği bir dünyayı görsem, ayakta alkışlamaya ahdim var. Ancak öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, nehirlere küçük sular karışmıyor, her ağaca kuşlar konmuyor, neden mi; adalet o kadar güçlü ki, adaletin keskin kılıcından korkanlar ne yapacaklarını çok iyi biliyorlar. Adalet deyip geçmeyeceksin, adaletin terazisini belirleyen sırtınızdaki, postun derisinin kalınlığıdır. Beşeri kanunların tümü, Montaine’nin dediği gibi,”küçük böceklerin takılıp kaldığı, yırtıcı büyük hayvanların parçalayıp geçtiği, örümcek ağlarından farklı değil… Farklı olduğunu söyleyenler varsa anlatsın da bize görmek ne kadar nasip olmadıysa da belki duymak nasip olur.
Nice cambazlar bilirim hep denizi överler ancak, denize girdikleri hiç görülmemiştir. Bu yaşamlara çokça şahit olduğumdan yerimde duramıyorum. Kalemi aldım elime son sürat ilerliyorum, ilerde nelerle karşılaşırım onları da hesaba katmadan son sürat gaza basıyorum. Neyle karşılaşırsam karşılaşayım hiç umurumda değil, benim işim düşünmek, yazmaksa kalemin görevi. Kalemi yazdıklarından dolayı cezalandıracaklarsa, işte o zaman içime atarım, sesiz çığlıklarımı Selda Bağcanın “adaletin varmış dünya”(!)türküsü eşliğinde kolbastı oynayarak kendimi rahatlatmaya çalışırım. Selda Bağca gibi sesim olmasa da o boru sesime umarım katlanırsınız.
Bir köylü yıllar öncesinde, balık avlama mevsimi dışında balık avlamaya çıkmış, balık tutma mevsimi dışında balık avlamanın cezasını bildiği halde, bir kış geçmiş olmasına rağmen çocuklarına bir tane balık yedirememenin ızdırabıyla, cezayı hiç hesaba katmamış. Almış ağını birden suya serpmiş, o anda görevlilerce etrafının sarıldığını gören köylü, ya ağalar kusura bakmayın şeytana uyduk loo demez mi?
Kim dinler köylüyü, yıllarca Patagonya’daki tüm şeker fabrikalarının içini boşaltan mali müşavir oymuş gibi, alır götürürler ve mahkemeler sonrasında mahkûmiyete mahkûm ederler. Köylünün mahkûmiyeti biter ve ceza evinden çıkar. Patagonya’nın hukukçuları karar verirken vicdandan çok cüzdana göre karar verdiklerinden, tahliye olan köylünün durumunu duyduklarında, nasıl olmuş yahu buna da pes doğrusu diyerek timsah gözyaşlarını akıtmaya başlarlar. Böyle adalet olur mu diye bir de öz eleştiri yaparlar…
Doğru, elbette öyle adalet olmaz. Ancak Patagonya da adaletin ne olduğunun bir tanımı olmadığı için oluyor işte. Patagonya’nın adaleti şöyle dursun, biz neferi olduğumuz Hz Ömer’in dönemindeki adaletten kısaca bir örnekle konumuzu sonlandıralım. Ömer’e hırsızlık yapmış bir adam getirilir. Ya Emirel müminin bu adam hırsızlık yaptı,el kesme cezasını uygulayacak mıyız,diye Hz Ömer’e bir soru yöneltilir.Emirel müminin hırsıza dönerek,ey adam sen neden hırsızlık yaptın diye sorar.Onun hırsızlık yapıp yapmadığını sormaz.Çünkü hırsızlığa neden olan şartlar ortadan kaldırılmadan,o şahıs hırsız muamelesi görmez.Adam konuşmaya başlar,Ey Ömer!vallahi çocuklarım evde perişan,patronum kaç aydır hakkımı vermiyor,bu durumda ben hırsızlık yapmasaydım çocuklarım açlıktan öleceklerdi,ben de bir baba olarak buna göz yumamazdım deyince;Ömer(r.a)ın gözünden yaşlar dökülmeye başlar.Hemen bu adamın patronunu çağırın der,patronu çağırırlar,Ömer(r.a) adamın söylediklerinin doğru olup olmadığını patronuna da sorar,patron da cevaplar.Ey Ömer!Vallahi doğru söylüyor,son dönemde işlerim iyi gitmediği için hakkını vermekte zorlandım ve veremedim der.Ömer(r.a) patrona dönerek der ki:”Bu adam bir daha hırsızlık yaparsa onun kolunu değil,vallahi senin kolunu keserim der.”
Evet, dostlar çalmaya neden olanları ortadan kaldıracak bir adalet mekanizmanız yoksa hırsızların ancak sayısı artar ve hırsızlık meşru bir eyleme dönüşür, sonrasında adı”Bal tutan parmağını yalar”atasözü gibi karşımıza çıkar. Öyle bir yaşama bürünürüz ki, ey adam neden çaldın diyecek cesarette ve yüreklilikte adamları bulmakta da zorlanırız… O günlerle karşılaşmamak için benim gibi bir deli çıkmış soruyor işte:
Ey adam!”neden çaldın”.
07.05.2013(16.35-17.45)
ESENEVLER-ÜMRANİYE/İST
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ

7 Mayıs 2013 Salı

SELAM VERELİM HERKESE!






Sabahları ışık saçılmadan, alaca karanlıklarda çıkmalısın yollara, kimin ne yaptığı belli olmadan sen bilerek gideceksin. Bilmeden çıkarsan evden, bir güz mevsiminde rüzgârın önünde savrulan sararmış yapraklar gibi, bir çöpçünün gelmesini bekle, seni alacağı bir kovukta kalırsın mutlaka. Akşamdan kalan ızdırapları, çileleri, dertleri yüreğinde taşıdığın ne varsa, seni senden alan, onların hepsini bir tarafa bırakarak hızlı adımlarla ilerleyeceksin, rahmet ve merhamet tohumlarını bu yeryüzü mezbelesinin her zerresine ekmek için…
Zaman hızlı sen yavaş, o halde ne bekliyorsun oturmuş, yoksa sana özel iltimas vaat edildi de bizim mi haberimiz yok. Şunu aklından çıkarma ki, zaman senden daha hızlı gidiyor ve yaşlanan sen oluyorsan orada boşa geçirilmiş bir hayatın pörsümüş kalıntıları ruhunu sıkar, kaçacak bir mekân da bulamazsın ta ki, son nefesini teslim edene kadar. Şu çileden kurtulsaydık diye sakın ola ki, yaşadığın hayattan şikâyet ederek, gelecek hayatının sana güzellikler bağışlayacağını umut etme. Nasıl geçti ise burada yaşadığın hayat, karşılaşacağın hasatta ondan başkası olmayacak. O halde neden her sıkıştığında ve daraldığında nerde bu ölüm şu son nefesi bir verseydikte kurtulsaydım bu çileden diye yakınıyorsun. Kurtuluş sadece bu gün yaşadığın hayatındaki güzelliklerin, yarın sana ikramda bulunacağı bir hakikat reçetesi olacaktır.
Sabah sabah yine dumanlı bir gökyüzü altında kafama takılanları seninle paylaşarak ve gerekli hatırlatmaları yaparak hem sana hem de kendime seslenmek için bu güne başladım. Bu güne nasıl kavuştun, gün sonunda nelerle karşılaşacaksın, yastığa başını koyduğunda bu güne dair hatırlayacakların neler olacak. Yoksa dalıp gidecek misin gecenin sesiz ve mahmur sakinliğine. Kim bilir belki de hiçbir şey hatırlamadan tasalanmadan hayretlere dalmadan bırakacaksın her şeyi gecenin karanlığına, dalış o dalış, olabilir ki kavuşamayabilirsin bir daha dostlarına sevdiklerine ve yarenlerine. İşte bu kadar kısa ve sınırlı bir zaman da, zaman seni yaşlandırmadan, gençlerden arasıra, vadesi gelenleri sıra sıra alıp götürürken, giden yolcular arasında vakti gelmemiş bir yolcu var, ey zaman diye bağırma fırsatımız olmadan, zaman eskisin ama sen eskime sakın…
Göz kapaklarım yumulmak üzere, kaşlarım çatıldı, yüz hatlarımda titremeler, dilimde düğümler, kulağımda çınlamalar, ama umutlarım söylemek istediklerimi söylemeden terk etmiyor bu yaşadığım mekânı. Sen sen ol sakın ha bu güne dair yapacaklarını yarına bırakma, hatta öyle diri ve canlı yaşa ki, zaman sen yaşarken eskisin, yarınlardaki mesajların bu günden etrafta yankılansın diye içimden bana haykırmadalar. Bu çileli yaşama ilk adımları atarken, biliyordum emeklemenin zor olduğunu ama bunu başarmak zorundaydım. Zoru başarmak ne yaptığını ve yapacaklarını bilerek yola çıkan senin, hayat felsefen olduğundan, senin peşinden korkusuzca geldim. Bu gelişlerim sırasında çok acılı mersiyelere kulaklarım şahitlik yaptı ancak hepsinin sahte ve dolandırıcılıktan öteye geçmediğini görünce, bir mola verip seninle biraz dertleşeyim istedim.
Çok merak etmiştin ya, işte tüm bu mücadelemin arkasında saklanan hakikatler bundan ibaret. Takma kafana demeyeceğim, öyle bir tak ki, o kafan biraz yorulsun, yorulmadan, ayaklar delinmeden ve yüreklerde yanardağlar alevlenip fışkırmadan, yaşamı aydınlatacak ışıklara nasıl kavuşuruz ki. İşte sabahın aydınlığında hedefini belirleyerek çıkarsan yollara, akşamdan kalan alaca karanlıklara edersin elveda, o zaman karşına çıkar korkusuz bir kanarya, bakarsın bir kanaryanın ötüşünde saklı tüm umutlarının saklı gizi. O Umutlara sarıl ve sen sen ol bir daha da aldırma olanlara, zaman yaşlansın ama sen genç kal bu koca zindanda. Bu zindanların aydınlanmasının tek şartı, zaman geçse de senin genç kalmandır. Ondandır işte, hep seni yaşlandıracak koşullar var önünde bilmezsin ki, nasıl geçip gitmiş zaman, ahlar vahlar çekerek avunursun kendi yuvanda. Bunlara elveda ederek gel yanıma bu sabah birlikte karşılayalım aydınlığı, gençliğin hatırı kalmasın yerde. Zaman geçse de zamana yenilmeden Dim dik ayakta duran erleriz diye önümüze çıkan kişilere, cadde sokak neresi gelirse selam duralım herkese…
07.05.2013(09.30-10.30)
Çengelköy/İST
SOSYOLOG-EROL KEKEÇ

1 Mayıs 2013 Çarşamba

YALANLAR SEVGİ,SEVGİLER YALAN!




            “insan sevdiğine karşı kördür.”Peki körler ülkesinde sevginin bir tanımını yapmak, mümkün müdür dersiniz… Mümkün müdür, mümkün değil midir, bilmiyorum ama sevdiğini söyleyenlerin, mantar gibi çoğaldığı bir dönemde yaşadığımız kesin.
            Sevgi, edilgen bir duygu değildir, sevenin sevilende yok olmamasıdır. Sevmek, sevilenin buyruklarına kayıtsız şartsız teslim olup, kendi benliğini yok etmemektir. sevgi muhabbettir, hislerin, duyguların, hüzünlerin, üzüntülerin, acıların ve mutluluğun birlikte harmanlandığı, bir duygu sağanağının altında beraber yürümektir. Yağan yağmurların şırıltılarında birlikte mırıldanmaktır. Eskimeyen masalları, destanları, manileri, şarkıları ve türküleri birlikte söylemektir.
            Sevginin gözü kördür diyenler, sevgi bahçesinde yetişen çiçeklerin kokularından hiç faydalanmayanlardır. sevgi, özgürlüğe açılan kapılardan, sabah melteminin esmesidir. Karanlıkları delen bir kıvılcımın, tüm göremediklerimizi görülebilir kılmasıdır. Gördüklerinizi paylaşmanız sevginizin göstergesi, olacakları önceden fark edip, gerçekleşmeden önüne geçmek istemeniz ise aşkınızın kanıtıdır. Bir davaya ancak âşık olanlar, ağır yüklerin altına girmeyi göze alır. Ferhat’ın Şirin’e olan sevgisi,şirin2in asaletini ona gösterdi; Şirin’e olan aşkı ise ona dağları deldirdi.
            Gözünüzü dört açınız, sevdiğinizi iddia ettiğiniz sevgilinizle olumlu ya da olumsuz bir şeyi paylaşmayı göze alamıyorsanız, bu sevginizin ne kadar tutarlı olduğunu söyleyebilirsiniz. Senin sevdiğini iddia ettiğin değere birilerinin yaptığı bir eleştiriyi kaldıramayacak kadar kendini aciz hissediyor, hemen hamle yapmak için çeşitli senaryolar oluşturma derdindeysen, seninki sevgi değil, sadece bulanık suda birbiriyle kafa kafaya tokuşan su tosbağalarının düğün halayıdır.
            Sevgi, bir günahkârın derdini sevdiğiyle paylaşmasıdır. Dergâhın köpeği ne kadar havlasa da, dergâhın köpeği olduğunu unutmayıp, dergâhın kapısında yatması bir sevgidir. Allah sevgisi, her şeye rağmen onun dergâhına dönmeyi ve ondan başka bir sevgilinin olmayacağını bilip, o göre yaşamaktır. Günümüzün sarhoş sevgilileri, nemalandıkları yerleri çok sevdiklerini söylerler ve o sevgililerine asla bir laf kondurmazlar. Onların bu eylemleri kendilerini ve sevdiklerini yer bitirir.
            Sevgi, sevilende var olmaktır. Çamurla sıvanmış duyguları yeniden onarmaktır. Gerekirse dergâhta havlamak, gerekirse dergâhın kapısında yatmaktır. Bu ayrımı yapamamak ya da sevdiğini söylediğine laf kondurmamak, sevgi değil sadece kuyruklu yalandır.
            Biz sevmesini biliriz, bu sevgimizi duygularımızla aklımızın evlenmesinden elde ettik biz. Sevdiğimize karşı kör değiliz, gözlerimizi dört açarız, ona gelecek zararı önceden def etmeyi tercih ederiz. Gerekirse dergâhın içinde ya da dışında havlarız ancak haddimizi biliriz. Biz dergâhın kapısından başka bir yerde yatmayız, işte o zaman gözlerimiz kör olur aşktan, ne derseniz yeridir.
30.04.2013-(14.30-15.30)
EROL KEKEÇ-ESENEVLER-ÜMR/İST


           
           

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!