Bu Blogda Ara

22 Ağustos 2025 Cuma

Kalemin İki Yüzü (Hakikatin Meşalesi ve Dalkavukluğun Karanlığı)

1.Kalemin Yeminle Şereflendirilmesi

Kalem ikiye ayrılır. Birincisi, “Kaleme ve yazdıklarına yemin olsun ki,” (Kalem Suresi/1) diyerek Allah’ın üzerine yemin ettiği kalemdir. Bu kalem sahipleri kalemdardır. Yani kalemleriyle hakikati aydınlatmak, zulmün ve batılın hakikat ile insanlar arasına çektiği duvarları yıkmak için var olanlar.

Bu kalem, sıradan bir yazı aracı değil; hakikati haykıran, karanlığa ışık saçan bir meşaledir. Bu kalemi taşıyanlar, kalemlerini bir kılıç gibi kullanarak mazlumları savunur, zalimlerin maskelerini düşürür, insanlığa doğruluğu hatırlatır.

Bu yüzden Kur’an’ın kalemi yeminle şereflendirmesi, basit bir edebî ifade değildir; kalemin insanlık tarihinde oynadığı rolün ilahi bir teyididir. Çünkü kalem; bilginin, adaletin, hakikatin ve iradenin sembolüdür.

Ama kalem sadece bundan ibaret değildir. İkinci tür bir kalem vardır ki, onun taşıyıcıları kalemşörlerdir. Onlar kalemden şer akıtır, hakikati gizler, güçlülerin çıkarlarını hakikatmiş gibi süsleyip insanlara sunar. Onların kaleminden hakikat değil, dalkavukluk ve yalan damlar.

İşte tarih boyunca, hatta bugün dahi, toplumların kaderini bu iki tür kalem belirlemiştir:

  • Hakikatin kalemi: Elçilerin, filozofların, düşünürlerin, şairlerin ve yiğit mütefekkirlerin kalemi.

  • Şerrin kalemi: Omurgasız, çıkarcı, gücün kölesi olan kalemşörlerin kalemi.

Bugün yaşadığımız toplumsal buhranların en temelinde de bu iki kalem arasındaki savaş vardır.

2. Hakikatin Kalemi ve Kalemdarlar

Kalemden kasıt sadece yazmak değildir. Kalem, aynı zamanda bir tavırdır, bir duruştur, bir şahitliktir. İşte kalemdar dediğimiz kişiler, hakikatin şahidi olmuş ve bunun bedelini ödemekten çekinmemişlerdir.

Sokrat, baldıran zehrini içerek hakikati savunmanın bedelini ödemiştir.
İmam Ebu Hanife, zalim Abbasi yönetimine biat etmeyerek işkencelerde can vermiştir.
Mehmet Akif Ersoy, kalemini milletinin bağımsızlığına adarken sürgün acısını göze almıştır.
Aliya İzzetbegoviç, kalemiyle Bosna halkına özgürlüğün yolunu göstermiştir.
Seyyid Kutub darağacında hakikati haykırmıştır.
Muhammed İkbal, kalemiyle ümmetin yeniden dirilişinin şiirini yazmıştır.
Ali Şeriati, kalemini halkının uyanışına vakfederek genç nesillere yol göstermiştir.

Bu kalemlerin ortak yönü, sözlerinin bedelini ödemiş olmalarıdır. Onlar için kalem, bir ekmek kapısı değil, hakikati duyurmak için bedeli kanla ödenen bir emanetti. Onlar, kalemlerini kiraya vermediler; kalemlerini kanlarıyla mühürlediler.

Bugün hâlâ dünyanın dört bir yanında hakikatin kalemiyle yazan yiğitler vardır. Onlar, baskılara, sansüre, tehditlere rağmen susmazlar. Çünkü bilirler ki kalemin susması, zulmün gürleşmesi demektir.

3. Şer Akıtan Kalemler Kalemşörler

Kalemin bir de karanlık yüzü vardır. Bu kalem, hakikati gizlemek, güç sahiplerini övmek, toplumları kandırmak için kullanılır. İşte bu kalem sahiplerine kalemşörler denir.

Kalemşör, kelime olarak kulağa hoş gelse de aslında “kalemden şer akıtan” demektir. Onlar, kalemin şerefini kirleten, sözü gerçeğe değil güce hizmet ettiren kimselerdir.

Kalemşörün derdi hakikat değildir. Onun tek derdi, efendilerinden gelecek kemiktir. Bu yüzden kalemini gücün rengine boyar. Güç değiştiğinde onun sözü de değişir. Dün övdüğünü bugün yermekte, dün kötü dediğini bugün yüceltmekte bir sakınca görmez.

Bunu en güzel anlatan kıssalardan biri, meşhur padişah ve patlıcan hikâyesidir:

Bir padişah yemekte patlıcanı çok beğenir. Hemen yanındaki dalkavuk, patlıcanın faydalarını anlatmaya başlar; öyle över ki, neredeyse patlıcanı cennet meyvesi ilan edecek. Fakat yemekten sonra padişahın karnı ağrır, patlıcanı kötülemeye başlar. Aynı dalkavuk bu defa patlıcanın zararlarını saymakla bitiremez. Padişah şaşırır:
“Az önce öve öve bitiremiyordun, şimdi ise kötülüyorsun. Bu nasıl iş?” der.

Dalkavuk şu cevabı verir:
“Padişahım, ben patlıcanın dalkavuğu değilim, ben sizin dalkavuğunuzum. Siz iyi derseniz ben de iyi derim, siz kötü derseniz ben de kötü derim.”

İşte kalemşörün özü budur, hakikate değil, güce sadık olmak.

Bugün de aynı durum yaşanıyor. Televizyon ekranlarını açın, gazetelere bakın, sosyal medya mecralarını takip edin:
Her dönem kendi dalkavuklarını yetiştiriyor. Güç kimdeyse, kalemşörlerin dili onun borazanına dönüşüyor. Onlar için doğru ya da yanlış yoktur; tek gerçek, efendilerinin çıkarlarıdır.

Kalemşörler, toplumu hakikatten uzak tutmak için her türlü oyunu oynar. Algı operasyonları yapar, gündemi saptırır, insanları gerçek sorunlardan uzaklaştırır. Onların kalemi, hakikatin şahidi değil, gücün dalkavukluğudur.

4. Küresel Ölçekte Kalemşörler

Kalemşörlük sadece ulusal ölçekte değil, küresel düzeyde de karşımıza çıkar. Büyük güçlerin medya imparatorlukları, hakikati manipüle etmek için çalışır.

  • ABD medyası, Irak işgalinde kitle imha silahı yalanını dünyanın gözüne soktu. O kalemler milyonlarca insanın kanını meşrulaştırdı. Bugün bile aynı medya, Filistin’deki zulmü “İsrail’in meşru müdafaası” diye pazarlayabiliyor.

  • Rusya’nın medya organları, Ukrayna işgalini “tarihi bir haklılık” olarak sunarken, içerideki halkı da alternatif bilgilere kapatıyor.

  • Çin’in kalemşörleri, Doğu Türkistan’daki zulmü “eğitim kampı” diye sunuyor.

  • İsrail’in medya aparatları, çocuk katliamlarını örtmek için en sofistike dil oyunlarını kullanıyor.

Bütün bu küresel örnekler bize şunu gösteriyor: Kalemşörler sadece bir ülkenin değil, insanlığın baş belasıdır. Onlar hakikatin değil, zulmün küresel çarkına yağ süren dişlilerdir.

5. Bölgesel ve Ulusal Ölçekte Kalemşörlük

Kalemşörlük sadece küresel medya devlerinin eliyle değil, bölgesel ve ulusal güç mücadelelerinde de toplumların kaderini belirler. Özellikle Ortadoğu coğrafyasında kalemin bu kirli kullanımı, halkların kanını, gözyaşını ve umudunu doğrudan etkiler.

Ortadoğu’da Kalemşörlük

Ortadoğu’nun tarihine bakıldığında, iktidarların devamlılığını sağlamak için kullandıkları en önemli araçlardan biri “kontrollü kalem” olmuştur.

  • Arap Baharı sürecinde, bazı ülkelerde halkın özgürlük taleplerini “terör” diye yaftalayan kalemler, yöneticilerin iktidarını meşrulaştırmak için çalıştı.

  • Suriye’de rejim yanlısı kalemler, yüz binlerce sivilin ölümünü görmezden gelip halkı “dış güçlerin oyuncağı” diye suçladı. Böylece halkın haklı isyanı, kendi ülkesinde bile karartıldı.

  • Körfez ülkelerinde “kraliyet kalemşörleri” sarayları methiyelerle süslerken, halkın yoksulluğu ve işçi sınıfının kölece yaşantısı gündeme dahi getirilmedi.

Ortadoğu’nun en kanayan yaralarından biri olan Filistin meselesinde ise kalemşörlük ikiye ayrılır: Bir kısmı zulmü örtmek için “normalleşme” masalları anlatırken, bir kısmı da sessizliğiyle zalime destek verir. Hakikatin kalemiyle yazan az sayıdaki kişi ise ya susturulur ya da itibarsızlaştırılır.

Türkiye’de Kalemşörlük

Ne yazık ki ülkemizde de kalemşörlüğün köklü bir geleneği vardır. Osmanlı’dan günümüze, her iktidar kendi dalkavuk kalemlerini üretmiştir. Ancak son yıllarda bu gelenek, daha da sistematik bir hale gelmiştir.

Bugün televizyon ekranlarına bakıldığında, farklı ideolojik kanallarda bile aynı ortak paydada birleşen kalemşörler görmek mümkündür. Onlar, farklı siyasi kamplara mensup görünseler de hakikati değil, kendi liderlerinin çıkarlarını savunurlar.

Bir gün “millet” kavramını kutsayanlar, ertesi gün “Millet kim ya?” diye küçümseyebilir. Bir gün özgürlüğü savunuyormuş gibi görünürken, ertesi gün baskıyı alkışlayabilir. Dün karşı çıktıklarını bugün savunabilirler. Çünkü onların ilkesi yoktur; tek ilkeleri efendilerinin hoşnutluğudur.

Örneğin, ekonomi politikalarında yaşanan büyük çelişkilerde, dün enflasyonun milletin belini kırdığını haykıran kalemler, bugün aynı enflasyonu “ekonomik büyümenin doğal sonucu” diye meşrulaştırabilir. Dün dış politikada “komşularla sıfır sorun” diye övgüler dizenler, bugün aynı politikaları “ihanet” diye yaftalayabilir.

Kalemşörlüğün en tehlikeli yanı, sadece yalancılığı değil, toplumu sürekli bir duygu manipülasyonuna sokmasıdır. İnsanlar hakikati göremez hale gelir; ekranlarda sürekli aynı yüzleri gördükçe onları “kanaat önderi” zanneder.

Aslında toplumun hafızası sistematik bir şekilde silinir, yerine efendilerin istediği yeni bir bellek inşa edilir. Bu bellek, bireyleri sorgulayan değil, alkışlayan sürülere dönüştürür.

6. Yerel Ölçekte Kalemşörlük

Kalemşörlüğün en çıplak ve en görünür hali, yerel ölçekte karşımıza çıkar. Çünkü ulusal ya da küresel düzeyde yürütülen manipülasyonların ete kemiğe büründüğü, bireylerin gündelik hayatına doğrudan nüfuz ettiği alan tam da burasıdır.

Televizyon Ekranlarının Dalkavukları

Bugün televizyon ekranlarına baktığımızda, farklı kanallarda sürekli dönen aynı yüzlerle karşılaşıyoruz. Bu kişiler, kendilerini “yorumcu” ya da “analist” diye tanıtsa da gerçekte görevleri, efendilerinin mesajlarını topluma enjekte etmektir.

Bir gün çıkıp “özgürlükten, demokrasiden, halkın iradesinden” bahsederler. Ertesi gün aynı halkın iradesini küçümseyip “onlar anlamaz, onlar cahil” diyebilirler. Dün yere göğe sığdıramadıkları bir siyasetçiyi, bugün bir kalemde “hain” ilan edebilirler. Çünkü onların kalemi hakikati değil, efendilerinin gündemini yazar.

Bu tiplerin en büyük ustalığı, dilin ve duygunun istismarında ortaya çıkar. Bir gün öfke pompalar, ertesi gün umut satabilirler. Kimi zaman düşman göstererek kitleleri kenetler, kimi zaman sahte müjdeyle narkozlarlar. Neticede toplumun düşünme yetisini değil, duygularını hedef alırlar.

Yerel Gazeteler ve Köşe Yazarı Kılıklı Kalemşörler

Büyük televizyon ekranlarının dışında, Anadolu’nun dört bir yanındaki küçük yerel gazetelerde de benzer bir manzara vardır. Bazı köşe yazarları, halkın gerçek sorunlarını dile getirmek yerine belediyelere methiyeler dizer, ihalelerden pay kapanların reklamını yapar, yerel siyasetçilerin borazanlığını üstlenir.

Onlar için kalem, gerçeği yazmak için değil, küçük çıkar ağlarını ayakta tutmak için vardır. Bir köşe yazısı, bir kamu ihalesinin, bir iş sözleşmesinin, bir makam davetinin anahtarı haline gelir.

Sosyal Medya Fenomenleri-Dijital Çağın Kalemşörleri

Kalemşörlüğün yeni kılığı ise sosyal medya fenomenleridir. Bugün binlerce takipçisi olan kimi hesaplar, “halkın sesi” gibi görünse de aslında güç odaklarının en modern propaganda araçlarıdır. Bir anda trend olan etiketler, toplumsal öfkeyi boşaltmak ya da yönlendirmek için organize edilir.

Bu dijital kalemşörler, “özgür” görünümlerinin ardında en sinsi manipülasyonları yapar. Halkın gerçek gündemini görünmez kılmak için anlamsız tartışmalarla ekranları ve zihinleri meşgul ederler. Gerçek sorunlar konuşulmaz, gündem magazinle boğulur.

Kanaat Önderi Kılıklı Dalkavuklar

Bir de toplumda “kanaat önderi” diye takdim edilen, aslında kimin borusunu öttürdüğü belli olan kişiler vardır. Bunlar kimi zaman akademisyen, kimi zaman gazeteci, kimi zaman da sanatçı kılığındadır. Konu ne olursa olsun ekrana çıkar, efendilerinin görüşünü topluma “bilimsel” ya da “ahlaki” bir gerçek gibi aktarırlar.

Halk, her gün aynı yüzleri gördüğü için onları gerçekten sözüne güvenilir kişiler zanneder. Oysa onların tek sermayesi, efendilerine sadakatleridir. Dün alkışladıklarını bugün linç etmeleri, bu yüzden onlara asla problem olmaz.

7. Toplumsal Etkiler-Uyuşturulan Kitleler

Kalemşörlerin en büyük gücü, kitlelerin zihnini ve kalbini felç etme becerisinde yatar. Onlar, gerçeği sadece gizlemez; aynı zamanda hakikatin üstüne öyle kalın duvarlar örerler ki, insanlar artık hakikati görmeye çalışmayı bile bırakır.

Aidiyetin Körleştirdiği Kalabalıklar

Toplumların en kırılgan noktası, aidiyet duygusudur. İnsan, bir kimliğe, bir gruba, bir partiye, bir ideolojiye ait olmak ister. Bu doğal arayış, kalemşörler tarafından en çok istismar edilen duygudur.

Bir insan, “benim tarafım” dediği grubun hatalarını görmez. Kalemşörler, sürekli olarak bu aidiyet duygusunu kışkırtır. Mesela bir partiye bağlıysanız, o partinin yanlışlarını görmeniz engellenir. Bir ideolojiye bağlıysanız, onun çelişkileri asla gündeme getirilmez. Bir lideri seviyorsanız, o liderin eleştirilmesine bile tahammülünüz kalmaz.

Böylece toplumda akıl körleşir, duygu kutsallaşır. İnsanlar artık düşünmez, sadece hisseder. Hakikati akılla tartmak yerine, duygularla karar verir. İşte bu ortamda kalemşörler, halkın gözüne perde indirir.

Hakikatin Yerine İmajın Geçmesi

Bugün toplumsal algıda hakikat, neredeyse hiç önemli değildir. Asıl olan, hakikatin nasıl paketlenip sunulduğudur. Bir gerçeği parlak cümlelerle süslediğinizde insanlar ona inanır; acı bir hakikati çıplak bir şekilde söylediğinizde ise insanlar ondan kaçar.

Kalemşörler, işte bu zaafı çok iyi bilir. Onlar için “gerçek” değil, “imaj” önemlidir. Böylece toplumsal hafıza sürekli yeniden inşa edilir. Dün kötü olan bir şey bugün iyi, dün ihanete eş değer olan bir şey bugün kahramanlık olabilir. Çünkü hafıza, sürekli kalemşörlerin eliyle şekillendirilir.

Uyuşturulan Beyinler ve Kalpler

Bir toplumun beyinleri uyuşturulduğunda, artık orada hiçbir ilerleme umudu kalmaz. Çünkü düşünmeyen, sorgulamayan, sadece alkışlayan kalabalıklar ortaya çıkar.

  • Hakikati göremeyen kitleler, yanlışları görmezden gelir.

  • Yalanı gerçek sanır, zulmü adalet zanneder.

  • Kendi menfaatine dokunmadığı sürece, mazlumların çığlığını duymak istemez.

  • En kötüsü ise, düşünmeyen insanın kendi köleliğini özgürlük zannetmesidir.

Kalemşörler, bu kölelik düzeninin en sadık bekçileridir. Onların kalemi, sadece bugünün gündemini şekillendirmez; aynı zamanda geleceğin vicdanını da felç eder. Çünkü bir nesil, sürekli yalanla büyüdüğünde, gerçeği duysa bile ona inanmaz.

Sessizliğin Çoğalması

Toplumun bu şekilde manipüle edilmesinin bir diğer sonucu da sessizliktir. İnsanlar hakikati görse bile, çoğunluğun tersine düşmemek için susar. “Aman bana dokunmasınlar” düşüncesiyle, yanlışlara göz yumulur.

Ama bu sessizlik, zalimin zulmünü artırır. Çünkü zalim, toplumun sessizliğini onay olarak görür. Kalemşörlerin işlevi de tam burada devreye girer: Bu sessizliği meşrulaştırır, insanların vicdanını susturur.

8. Öngörüler-Kalemşörlüğün Sürüklediği Gelecek

Bir toplumda kalemler hakikati yazmaz, kalemşörler gündemi belirlerse, o toplumun geleceği karanlık bir tünele girer. Bugün yaşadığımız manzara, aslında yarının habercisidir.

1.Gerçeğin Kaybolması

Hakikat, varlığını ancak şahitleriyle sürdürebilir. Eğer hakikatin şahitleri susturulmuş, öne çıkan tek sesler kalemşörler olmuşsa, toplumda gerçeğe ulaşmak imkânsız hale gelir. İnsanlar artık kendi gözleriyle görse bile inanmamaya başlar. Çünkü “otoritenin sözü” gerçeğin yerine geçmiştir.

Bu durum, toplumsal hafızanın erimesine yol açar. Dün ile bugün arasındaki bağ kopar. Halk, sürekli yeniden kurgulanmış bir tarih ve sahte bir gündemle yaşar.

2. Kutuplaşmanın Derinleşmesi

Kalemşörler, en çok kutuplaşmadan beslenir. Çünkü hakikatin ortaya çıkmaması için, toplumun sürekli birbirine düşman olması gerekir. Bir halk kendi içinde bölünür, komşu komşuya, kardeş kardeşe düşman kesilir.

Her iki taraf da kendi kalemşörlerinden beslenir. Ortak bir hakikat arayışı ortadan kalkar, “bizim yalanımız” ile “onların yalanı” arasında gidip gelen bir kısır döngü oluşur. Bu döngü, siyasal çatışmayı da kalıcı hale getirir.

3. Düşünce Dünyasının Çoraklaşması

Bir ülkede hakikati haykıran kalemler sindirilir, susturulur ya da değersizleştirilirse, o ülkede fikrî üretim durur. Yeni bir düşünce, yeni bir çözüm, yeni bir bakış açısı çıkmaz. Çünkü düşüncenin tohumu, hakikattir.

Kalemşörlerin hüküm sürdüğü bir toplumda edebiyat, sanat, bilim bile yozlaşır. Şiir bile methiyeleşir, roman bile propaganda olur, bilim bile dalkavukluğa indirgenir. Böylece toplum, kendi iç dinamizmini kaybeder.

4. Toplumsal Ahlakın Çöküşü

Kalemşörlük sadece bir yazı tarzı değil, aynı zamanda bir ahlak krizidir. Yalanın hakikat yerine geçtiği, dalkavukluğun erdem sayıldığı bir toplumda ahlak da çürür. İnsanlar artık “doğru nedir?” diye sormaz, “güçlü kimdir?” diye sorar.

Bu da bireyleri ilkesizliğe ve çıkarcılığa iter. Küçük menfaatler uğruna her şeyin feda edildiği bir toplumsal düzen ortaya çıkar. Bu düzen, uzun vadede hem siyasal hem de kültürel çöküşü beraberinde getirir.

5. Sessiz Nesillerin Yetişmesi

En büyük tehlike, gelecek nesillerin hakikatle tanışmadan büyümesidir. Eğer bugünün çocukları ve gençleri sürekli kalemşörlerin yalanlarıyla yetişirse, yarın onlar için doğru ile yanlış arasında bir fark kalmaz.

Bir nesil, hakikatsiz büyüdüğünde:

  • Zulme karşı sessiz kalmayı “normal” zanneder.

  • Dalkavukluğu “kurnazlık” sayar.

  • Yalana inanmayı “siyaset” diye meşrulaştırır.

Ve böylece, kalemşörlüğün ürettiği çarpık düzen kalıcı hale gelir.

6. Kaos ve Çöküş Tehlikesi

Uzun vadede, hakikatsiz kalan toplumların sonu kaostur. Çünkü gerçekler gizlenemez, bir gün mutlaka yüzeye çıkar. Ancak hakikatin ertelenmesi, patlamayı da şiddetli hale getirir.

Bir toplum, uzun süre yalanla beslendiğinde;

  • Siyasî istikrarsızlıklar derinleşir,

  • Ekonomik çöküş hızlanır,

  • Sosyal dokular parçalanır,

  • Nihayetinde o toplum kendi kendini yiyip bitirir.

Tarih bunun örnekleriyle doludur: Roma’nın son döneminde dalkavuk şairlerin imparatoru methiye yağmuruna tutması, Osmanlı’nın son asırlarında “istibdat kalemlerinin” zulmü meşrulaştırması, 20. yüzyılda Nazi propagandacılarının halkı uyutması… Hepsi aynı sonla bitmiştir: çöküş.

9. Çözüm ve Umut-Hakikatin Kalemini Korumak

Bugün geldiğimiz noktada, kalem ikiye ayrılmıştır:

  • Bir yanda, Allah’ın üzerine yemin ettiği hakikat kalemi…

  • Diğer yanda, şeytanın zehrini akıtan kalemşörler…

Toplumun geleceği, bu iki kalemin hangisini sahipleneceğine bağlıdır. Peki çare nedir?

1. Hakikati Yazacak Cesur Kalemler

Öncelikle, hakikati savunacak cesur kalemlere ihtiyaç vardır. Bu kalem sahipleri, Sokrat’ın cesaretiyle, İmam Ebu Hanife’nin dirayetiyle, Aliya İzzetbegoviç’in vakar ve onuruyla yazmalıdır. Onlar için kalemin değeri, kemikle değil, hakikatin izzetiyledir.

Bu kalemler;

  • Hakikati haykırmak için ölümü bile göze alabilmeli,

  • Yalana ortak olmamak için yalnızlığı seçebilmeli,

  • “Bütün dünya sustuğunda bile hakikat susmaz” diyebilmelidir.

2. Özgür Ortamın İnşası

Bir toplumun aydınlığa çıkması, özgür düşünce iklimi ile mümkündür. Kalem özgür değilse, toplum da özgür değildir. Bunun için:

  • Basın, ideolojik değil vicdanî olmalı,

  • Akademi, gücün değil bilimin yanında yer almalı,

  • Sanat, methiyeci değil hakikatin aynası olmalıdır.

3. Toplumun Vicdanını Uyandırmak

Kalemşörlerin büyüsünü bozacak olan, toplumun kendi vicdanıdır. Halk, kendi aidiyetlerinden sıyrılıp “hakikat nedir?” sorusunu sormalıdır. İnsanlar, kendi akıllarını ve kalplerini özgürleştirmedikçe, kalemşörler hep güçlü olacaktır.

Bu yüzden asıl mücadele, toplumun zihninde ve kalbinde verilmelidir. Hakikatin kalemi, sadece yazmakla değil, vicdanlara dokunmakla değer kazanır.

4. Umut- Hakikatin Mutlaka Galip Gelmesi

Unutmamak gerekir ki, yalanın hükmü sınırlıdır. Tarih boyunca her türlü propaganda, her türlü dalkavukluk, her türlü kalemşörlük bir noktada çökmüştür. Çünkü hakikat, karanlığı mutlaka yarar.

Bugün dalkavuklar çoğunlukta olabilir, kalemşörler gündemi belirleyebilir. Fakat bu, hakikatin sustuğu anlamına gelmez. Hakikat kalemi, bazen bir şiirde, bazen bir yazıda, bazen bir gencin haykırışında yeniden doğar.

Kalem, insanlık tarihinin en büyük emanetidir. Bir toplumun geleceği, kalemlerin nasıl kullanıldığına bağlıdır. Eğer kalem, hakikati yazarsa o toplum yükselir. Eğer kalem, dalkavukluğun aracı olursa o toplum çürür.

Bugün bize düşen görev, kalemi kemikle beslenenlerin elinden kurtarıp, hakikatin hizmetine vermektir. Çünkü bir milletin asıl istiklali, hakikati haykıran kalemleriyle mümkündür.

Ve unutmayalım;

Hakikatin kalemi susmaz. Bir gün mutlaka, en gür seda yine hakikatin olacaktır.

Erol Kekeç/02.05.2024/Sancaktepe/İST 

21 Ağustos 2025 Perşembe

Kalemin İki Yüzü

 


Hakikatin Meşalesi ve Dalkavukluğun Karanlığı

Kalem ikiye ayrılır. Birincisi, “Kaleme ve yazdıklarına yemin olsun ki...” diye Allah’ın üzerine yemin ettiği kalem. Bu kalem sahipleri kalemdardır. Adam gibi kalemi, hakikati aydınlatmak için kullanır; batılın, zulmün ve yalanın hakikatin önüne ördüğü duvarları yıkmak için vardır. Bu kalem sahipleri, doğrudan vahiyle hakikati haykıran elçiler başta olmak üzere, onun dışındakilerden de çıkar: Sokrat, Muhammed İkbal, İmam Ebu Hanife, Mehmet Akif Ersoy, Aliya İzzetbegoviç, Seyyid Kutub, Ali Şeriati... Yazdıklarını kanlarıyla sulamak pahasına ölümü göze alanlar ya da yaşayarak bugün de onlar gibi hakkı haykırmakta hiçbir sakınca görmeyen yiğitler, bu kalemin sahipleridir.

Diğerleri ise sürüngen gibi her deliğe giren, güçten beslenen ve sahiplerinin yanlışlarını örtmek için kalemi kullananlardır. Bunlar, yapmadıklarını yapıyormuş gibi övgüyle anlatırlar. Bunlar omurgasızlardır. Kalemin değeri, onlar için ne kadar “kemik” getirdiğiyle ölçülür. Kimin verdiği, nasıl geldiği hiç önemli değildir; önemli olan, önlerine sürekli kemik atılmasıdır. Yani bunlar hakikatin şahidi değil, gücün dalkavuklarıdır.

Bir gün bir padişah yemekte patlıcanın çok iyi olduğunu söyler. Dalkavuk, patlıcanın faydasını anlatmakla bitiremez. Ancak padişah hastalanır ve patlıcanın kötü olduğunu söyleyince, bu kez dalkavuk patlıcanın zararlarını anlatmaya başlar. Padişah, “Sen az önce faydalarını anlatıyordun, şimdi neden kötülüyorsun?” diye sorunca dalkavuk şöyle der:

“Padişahım, ben patlıcanın değil, sizin dalkavuğunuzum. Siz iyi derseniz iyi yaparım, kötü derseniz kötü yaparım.”

Ne yazık ki bugün ülkemizde de böyledir. İnsanları afyonlayan, hakikati perdeleyen, efendilerinin dediğine göre siyahı beyaz, beyazı siyah yapan kalemler vardır. Bu kalemler şeytanın üzerine yemin ettiği kalemlerdir. Zaten kendilerini “kalemşör” diye adlandırırlar. Kalemşör, kalemden şer akıtan demektir.

Toplumda bu tür varlıklar kemikle beslendiklerinden, “ne kadar kemik, o kadar havlamak” moduna girerek siyahı beyaz, beyazı siyah yapmaktan çekinmezler. Beyinleri uyuşturulmuş, aidiyet kimlikleri uğruna aklıyla hakikati göremeyen kalabalıklar da bunların sözlerine kanar. İşte bir toplumsal düzenin kurucuları, öncelikle kalemlerin doğru çalışması için her türlü ortamı oluşturmalı ki toplumlar aydınlığa kavuşabilsin.

Ne yazık ki küresel kuşatmadan yerel siyasete kadar her alanda bu tür varlıklar, hayatın içinde kahraman gibi sunulmakta, kanaat önderi gibi söz sahibi yapılmaktadır. Televizyon ekranlarına baktığınızda, ideolojik farklılıklar fark etmeksizin, her kesimin böyle dalkavukları vardır. “Açın pencereleri!”, “Akrabalarımızı korumak zorundayız!”, “Seni oyarım!”, “Millet kim ya!” gibi sloganik cümlelerle zaman zaman gündem olur, sonra yine ekranlara çıkarlar.

1. Hakikatin Kalemi- Yeminle Onurlandırılan Emanet

Allah’ın kaleme yemin etmesi boşuna değildir. Kalem, hakikati kayıt altına alır; hakikat, söz uçsa bile yazı sayesinde kalıcı olur. Bu nedenle hakikatin kalemi, her çağda zulmün en büyük korkusudur.

Sokrat, Atina’nın meydanlarında hakikati haykırdığı için baldıran zehri içmeye mahkûm edildi. Ebu Hanife, Abbasi sarayının baskılarına boyun eğmediği için zindanda can verdi. Mehmet Akif, milletine “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı / Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” diyerek kalemin hürriyetini haykırdı. Aliya, savaşın ortasında bile kalemiyle halkına direniş ruhu verdi.

Onların kalemleri, kanla sulanmış hakikatin şahitleriydi.

2. Kalemşörlerin Dünyası-Hakikati Değil Gücü Yazmak

Kalemşörler içinse kalem, hakikati değil, efendilerini korumak içindir. Onlar için önemli olan, gücün yanında görünmek, menfaatlerini korumaktır.

  • Bir gün güçlü olana methiyeler düzer, ertesi gün aynı güç zayıflayınca onu yerden yere vururlar.

  • Dün övdüklerini bugün yeren bu zihniyet, gerçeğin değil gücün peşindedir.

  • Halkı sürekli narkozlar, gündemleri değiştirir, hakikati görünmez hale getirir.

Böylece toplum, hakikat yerine algıyla yönetilir.

3. Küresel ve Bölgesel Boyut-Kalemşörlük Evrensel Bir Virüs

Kalemşörlük sadece bize özgü değil, küresel bir hastalıktır.

  • 20. yüzyılda Nazi Almanyası, Goebbels’in propaganda makineleriyle halkı büyülemiş, milyonları bir ideoloji uğruna kör etmiştir.

  • Sovyetler Birliği’nde, Pravda gazetesi hakikatin değil, Komünist Parti’nin resmi yalanlarını yazmıştır.

  • Bugün modern dünyada, medya tekelleri halkı yönlendirmek için aynı yöntemi sürdürmekte, kitleleri hakikatten uzaklaştırmaktadır.

Bölgesel düzeyde Ortadoğu’da da kalemşörlük, iktidarların vazgeçilmez aracıdır. Hakikati haykıranların sesi kısılırken, methiyeci kalemler ödüllendirilir.

4. Ulusal ve Yerel Boyut-Bizdeki Manzara

Bizde de tablo farklı değildir. Televizyon ekranlarında, gazete köşelerinde, sosyal medyada her kesimin kendi kalemşörleri vardır. Onlar, halkın dikkatini hakikatten uzaklaştırıp, efendilerinin doğrularını mutlak hakikat gibi sunarlar.

Kalemşörler;

  • Halkın öfkesini diri tutmak için sürekli düşman üretir,

  • Yalanları tekrar ederek gerçeğe dönüştürmeye çalışır,

  • İnsanların aklını uyuşturur, sorgulama yetisini köreltir.

5. Toplumsal Sonuçlar

Kalemşörlerin çoğalması, şu sonuçlara yol açar:

  • Gerçeğin kaybolması: Hakikate ulaşmak imkânsız hale gelir.

  • Kutuplaşma: Halk birbirine düşman olur.

  • Düşünce dünyasının çoraklaşması: Sanat, bilim ve edebiyat yozlaşır.

  • Ahlakın çöküşü: Yalan normalleşir, çıkarcılık erdemleşir.

  • Sessiz nesillerin yetişmesi: Gelecek kuşaklar hakikatle tanışmadan büyür.

Sonunda toplum, kendi kendini yiyip bitiren bir kaosa sürüklenir.

6. Çözüm ve Umut

Fakat bütün bu karanlığa rağmen umut vardır. Hakikat hiçbir zaman tamamen yok edilemez. Çözüm, hakikatin kalemini yeniden onurlandırmak, onu hürriyete kavuşturmaktır.

  • Cesur kalemler: Hakikati yazmaktan korkmayan yazarlar yetişmeli.

  • Özgür ortam: Basın, akademi ve sanat özgürleşmeli.

  • Toplumsal vicdan: Halk, “bizim yalanımız” yerine “ortak hakikat” arayışına yönelmeli.

Çünkü yalanın hükmü sınırlıdır. Tarih boyunca hakikat, eninde sonunda karanlığı yarıp çıkmıştır. Bugün dalkavuklar çoğunlukta olabilir, fakat hakikatin kalemi bir şiirde, bir yazıda, bir genç sesinde yeniden doğmaya devam edecektir.

Kalem, insanlık tarihinin en büyük emanetidir. Bir toplumun geleceği, kalemlerin nasıl kullanıldığına bağlıdır. Eğer kalem, hakikati yazarsa toplum yükselir; eğer kalem dalkavukluğun aracı olursa toplum çürür.

Bize düşen görev, kalemi kemikle beslenenlerin elinden kurtarıp, hakikatin hizmetine vermektir. Çünkü bir milletin asıl istiklali, hakikati haykıran kalemleriyle mümkündür.

Ve unutmayalım:

Hakikatin kalemi susmaz. Bir gün mutlaka, en gür seda yine hakikatin olacaktır.

Erol Kekeç/19.08.2025/Namazgah/İST 

Batının İslam’a Karşı Savaşı (Satın Alınamayan Hakikate Yönelik Kuşatma)

 


Terör Maskesinin Ardındaki Hakikat

Dünya siyasetinde özellikle son yirmi yıldır sıkça kullanılan bir kavram var: “terörle mücadele.” Bu kavram öylesine yaygınlaştırıldı ki artık devletlerin işgal planlarından kültürel müdahalelerine kadar birçok adım, “terör tehdidi” bahanesiyle meşrulaştırılıyor.

Bu söylem en çok İslam coğrafyası üzerinde yoğunlaştı. Afganistan’dan Irak’a, Suriye’den Yemen’e kadar birçok ülke, hep bu kavramın gölgesinde yakılıp yıkıldı. Batı medyası sürekli şu imajı işledi: “İslam eşittir şiddet, Müslüman eşittir potansiyel terörist.”

Oysa gerçekte, İslam’a yönelen bu saldırılar, terör gerekçesiyle açıklanamayacak kadar sistemli, derin ve tarihsel boyutlara sahiptir. Terör, yalnızca bir maskedir.

Batı imparatorluğu için en büyük tehdit, İslam’ın yozlaşmaya, zulme ve emperyalist düzene karşı direniş ruhudur. Çünkü İslam yalnızca bireysel ibadetlerden ibaret değildir. O, aynı zamanda adaletin, paylaşımın, özgürlüğün ve insan onurunun korunmasının sistemidir.

Ve en önemlisi, İslam satın alınamaz. Tarih boyunca Batı, parayla ve güçle çoğu sistemi kendi çıkarına uydurabilmiştir. Kapitalizmle, çıkar anlaşmalarıyla, kültürel yozlaştırmalarla birçok inanç ve ideoloji eğilip bükülmüştür. Ancak İslam’ın hakikat kökleri buna direnmektedir. İşte bu yüzden Batı, İslam’ı kendi düzenine eklemleyemediği için onunla savaş halindedir.

Batı İmparatorluğunun Aklı ve İslam’a Düşmanlık

Batı medeniyetinin tarihi, aslında emperyal yayılmanın tarihidir. Roma’dan bugünkü Amerikan hegemonyasına kadar süregelen çizgide, “güç” her şeyin ölçütü olmuştur. Bu medeniyet, önce Haçlı Seferleri ile İslam coğrafyasına yönelmiş, ardından sömürgecilikle Asya ve Afrika’yı paramparça etmiştir.

Modern dönemde ise Batı, doğrudan işgalin yanında ideolojik ve kültürel savaşları da devreye sokmuştur. Soğuk Savaş’ta “komünizm” şeytanlaştırılırken, 11 Eylül sonrası dönemde bu rol “İslam”a verilmiştir.

Batının zihnindeki temel problem şudur:

  • Komünizm, pazarlık edilebilen bir ideolojiydi.

  • Ulusal devletler, çıkar ilişkileriyle yönlendirilebilirdi.

  • Ama İslam’ın özündeki vahiy temelli adalet anlayışı, pazarlık edilemezdir.

Bu yüzden Batı stratejisi, İslam’ı ya yok etmek ya da içini boşaltıp “ılımlı” hale getirmek üzerine kuruludur.

Satın Alınamayan Hakikat, İslam’ın Direniş Yönü

İslam’ın Batı açısından en tehlikeli yanı, onun sömürüye karşı direniş üretmesidir.

  • Kur’an, faiz düzenine karşıdır. Bu, Batı’nın ekonomik sömürü sisteminin kalbine indirilen bir darbedir.

  • İslam, paylaşımı ve zekâtı emreder. Bu, kapitalizmin vahşi rekabet ve kâr hırsına meydan okur.

  • İslam, ırk, sınıf, renk ayrımı yapmaz. Bu, Batı’nın “böl ve yönet” politikalarını boşa çıkarır.

  • İslam, zulme karşı direnmeyi emreder. Bu, emperyalist tahakkümü reddeder.

Dolayısıyla Batı’nın istediği “satın alınabilir, esnek, sisteme entegre bir İslam'dır. Onlar için problem, İslam’ın özünde “yozlaşmaya hayır” diyen bir ruhun varlığıdır.

“Ilımlı İslam” Projesi, İnançların Ehlileştirilmesi

Batının 21. yüzyılda geliştirdiği en sinsi planlardan biri, “Ilımlı İslam” projesidir. Bu projeye göre, İslam tamamen ortadan kaldırılamaz; ancak içi boşaltılıp Batı çıkarlarına uygun bir forma sokulabilir.

Bu amaçla:

  • Bazı yönetimler desteklenerek dini söylem hükümetlerin kontrolüne alındı.

  • “Din ile siyaseti ayırmak” bahanesiyle İslam’ın toplumsal boyutu yok edilmeye çalışıldı.

  • Medya, “modern” ve “çağdaş” Müslüman tipini parlatırken, dirençli Müslümanları “radikal” diye damgaladı.

  • Müslüman gençlik, popüler kültür ve tüketim alışkanlıklarıyla kimliksizleştirilmeye çalışıldı.

Böylece Batı, Müslümanları kendi eliyle değil, kendi içlerinden dönüştürmeyi hedefledi. Bu, aslında yeni bir sömürgecilik biçimidir.

Savaş Alanından Kültürel Cepheye, İslam’ın Kuşatılması

Batının İslam’a karşı savaşı yalnızca askeri işgallerle sınırlı değildir. Bugün kültür, eğitim, medya, hatta sosyal medya algoritmaları bile bu savaşın araçları haline gelmiştir.

  • Eğitim sistemleri üzerinden genç nesillere Batılı değerler aşılanıyor.

  • Medya sürekli olarak İslam’ı şiddetle eşleştiren içerikler üretiyor.

  • Hollywood filmleri, Müslümanları hep terörist ya da geri kalmış toplumlar olarak gösteriyor.

  • Sosyal medya platformları, İslam’a yönelik eleştirileri serbest bırakırken, Batı’nın çifte standardını ifşa eden içerikleri sansürleyebiliyor.

Böylece Batı, yalnızca Müslüman topraklarını değil, Müslümanların bilinçlerini de işgal etmek istemektedir.

Ekonomik Zincirler ve Yeni Sömürgecilik

Batının bir diğer stratejisi de, Müslüman coğrafyayı ekonomik zincirlerle esir almaktır.

  • Petrol ve doğal gaz kaynakları üzerindeki kontrol, Batı için bir önceliktir.

  • Müslüman ülkelerin ekonomileri, IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar aracılığıyla borç batağına sokulmaktadır.

  • Sanayileşme engellenmekte, ülkeler sadece hammadde tedarikçisi konumuna indirgenmektedir.

Böylece İslam coğrafyası bağımlı hale getirilirken, Batı bu ülkelerin yönetimlerini kendi çıkarlarına göre yönlendirme imkânı bulmaktadır.

Müslüman Coğrafyanın Parçalanması, Irak’tan Yemen’e

Bugün Ortadoğu haritasına bakıldığında, Batının izlediği politikanın somut sonuçları açıkça görülmektedir:

  • Irak işgal edildi, milyonlarca insan hayatını kaybetti, ülke etnik ve mezhepsel fay hatlarıyla parçalandı.

  • Suriye, vekalet savaşlarıyla yıkıma sürüklendi, milyonlarca mülteci ortaya çıktı.

  • Yemen, dünyanın en büyük insani krizlerinden biriyle karşı karşıya bırakıldı.

  • Filistin, sistematik bir etnik temizlik sürecine maruz kaldı.

  • Libya, devlet yapısını tamamen kaybetti, kabile savaşlarının içine itildi.

Bütün bu örnekler, Batının “terörle mücadele” bahanesiyle aslında İslam coğrafyasını istikrarsızlaştırma ve parçalama hedefini gözler önüne seriyor.

Batının Asıl Amacı, Hakikati Dilsizleştirmek

Tüm bu askeri, ekonomik ve kültürel saldırıların arkasındaki nihai hedef, İslam’ın hakikat sesini susturmaktır.

Çünkü Batı şunu biliyor:

  • Eğer İslam gerçek anlamda yaşanırsa, dünyada adaletsizliklere karşı güçlü bir alternatif doğacaktır.

  • Eğer İslam toplumları birlik içinde hareket ederse, Batının çıkar düzeni sarsılacaktır.

  • Eğer İslam’ın adalet, eşitlik ve paylaşım ilkeleri hayat bulursa, kapitalizmin sömürü sistemi çökecektir.

Bu yüzden Batı’nın derdi, terör değil; İslam’ın hakikatidir.

Bugünden Yarınlara, Uyarılar ve Çıkış Yolu

Müslümanlar için en önemli mesele, Batının bu stratejilerini fark etmek ve ona göre bir duruş geliştirmektir. Bunun için:

  • Birlik bilinci yeniden inşa edilmelidir. Mezhep, etnik kimlik, coğrafya ayrımları Batının silahıdır.

  • Eğitim ve bilinçlenme öncelik olmalıdır. Kendi tarihini ve değerlerini bilmeyen toplum, kolayca başkalarının oyuncağı olur.

  • Ekonomik bağımsızlık sağlanmalıdır. Kendi sanayisini kurmayan, üretmeyen toplum sürekli Batının zincirinde kalır.

  • Medya ve kültür alanında alternatif üretimler yapılmalıdır. Hakikat, sanat ve medya aracılığıyla da savunulmalıdır.

İslam’ın Direnişi İnsanlığın Direnişidir

İslam’a karşı yürütülen savaş, aslında yalnızca Müslümanların değil, tüm insanlığın özgürlük mücadelesine karşı açılmış bir savaştır. Çünkü İslam’ın direnişi, yalnızca Müslümanların onurunu değil, aynı zamanda adaletin, insanlık onurunun ve sömürüye karşı mücadelenin direnişini temsil eder.

Batı imparatorluğu, İslam’ı satın alamadığı için onunla savaşmaktadır. Ama hakikat parayla satın alınamaz. Tarih boyunca nice imparatorluklar çökmüş, nice zulüm düzenleri yıkılmıştır. İslam’ın direniş ruhu ise her seferinde küllerinden doğmuştur.

Bugün de olacak olan budur:
Batı’nın planları kısa vadede bazı coğrafyaları yıkabilir, bazı toplumları istikrarsızlaştırabilir. Ancak hakikat, er ya da geç galip gelir. Çünkü İslam’ın özü, adalet ve insanlık onurunu savunmaktır.

Erol Kekeç/19.01.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!