Bu Blogda Ara

9 Ağustos 2025 Cumartesi

Aynı Ellerin Oyunu-Filistin’den Kürdistan’a Emperyalist Senaryo

 

Filistin Temsilcisi Olarak Mahmud Abbas’ın TBMM’de Konuşturulması ile Abdullah Öcalan’ın Kürtleri Temsilen Öne Sürülmesi Arasındaki Analoji ve Arka Plan

Bu iki olay ilk bakışta ayrı coğrafyaların, ayrı mücadelelerin tezahürü gibi görünebilir. Ancak dikkatlice incelendiğinde, her ikisinin de küresel emperyalizmin, özellikle de ABD ve İsrail merkezli Siyonist aklın, Ortadoğu'yu yeniden dizayn etme stratejilerinin iki farklı yüzü olduğu görülür. Temsiliyet kurgusu üzerinden halkların iradesinin nasıl manipüle edildiği ve bu manipülasyonun kimlerin çıkarına çalıştığı netleşmektedir.

1. Temsiliyetin Değersizleştirilmesi ve Meşruiyetin Kurgulanması

Mahmut Abbas:

  • Filistin halkının önemli bir kesimi tarafından temsil edilmeyen, seçim meşruiyetini uzun süredir kaybetmiş, pasif ve uzlaşmacı bir figürdür.

  • Gazze’de direnen Hamas ve diğer direniş hareketlerinden bağımsız hareket eder; hatta onlarla zıt kutuptadır.

  • İsrail ile müzakereleri esas alır ve genellikle Batı’nın "makul" bulduğu bir figürdür.

  • Bu haliyle TBMM'de konuşturulması, Filistin davasının ruhunu değil, Batı’nın şekillendirdiği diplomatik kuklalarını onaylamak anlamına gelir.

Abdullah Öcalan (Apo):

  • Kürt halkının tamamı tarafından temsil edilmediği halde, özellikle Batılı güçler tarafından "tek muhatap" olarak sunulmuştur.

  • PKK’nın eylemleri, Kürt halkının haklı taleplerini gölgede bırakmış; örgüt, Kürt sorununu emperyalist planların içine entegre etmiştir.

  • Apo’nun öne çıkarılması da, Kürt halkının organik taleplerini değil, küresel projelerin taşeron örgütlerinin meşruiyetini ön plana çıkarır.

Sonuç: Her iki figür de kendi halklarının en dinamik, en direnişçi damarlarını dışlayan, emperyalist dizaynın makbul gördüğü "temsilcilerdir.

2. Siyonizm ve Emperyalizmin Ortadoğu Planı- Halkların Değil, Kuklaların Savaşı

Siyonizm’in amacı:

  • Filistin direnişini yumuşatmak, parçalamak, etkisizleştirmek. Bu yüzden Hamas gibi gerçek direniş odakları yok sayılır; Mahmud Abbas gibi Batı ile uyumlu figürler desteklenir.

  • Kürt meselesinde ise, Türk, Kürt ve Arap halklarının birlikte direnişini parçalamak, bölgesel kardeşliği yok edip İsrail için güvenli tampon bölgeler kurmaktır. Bu noktada Apo ve benzeri figürler, “kontrollü kriz” üreticileri olarak kullanılır.

Emperyalist akıl:

  • Halkları değil, liderleri inşa eder. Bu liderler genellikle kontrol edilebilir, gerektiğinde tasfiye edilebilir, meşruiyetini halktan değil sistemden alan figürlerdir.

  • TBMM’de Mahmud Abbas’ı konuşturmak ile Apo’yu "Kürt halkının yegâne temsilcisi" olarak lanse etmek aynı amaca hizmet eder: Gerçek direnişi boğmak, halkların iradesini etkisizleştirmek ve tüm mücadeleleri merkezden yönetilen senaryolara dönüştürmek.

3. Bu Oyun Kimin Menfaatine?

  • ABD ve İsrail’in: Çünkü bölgede sürekli düşük yoğunluklu çatışmalarla Ortadoğu’yu kontrol edebilirler.

  • Küresel silah lobilerinin: Bu figürler üzerinden yürüyen vekâlet savaşları, silah satışı ve askeri üslerin meşruiyetini sağlar.

  • Bölgesel işbirlikçilerin: Çünkü halkların değil, sistemin sadakatini kazanan figürlerin yükselmesi, yerel işbirlikçilerin de önünü açar.

4. Gerçek Çözüm Nerede?

  • Gerçek çözüm; Mahmud Abbas gibi meşruiyetini Batı’dan, Apo gibi otoritesini silah gücünden alan temsilciler değil, halkın içinden çıkan, ahlaki, meşru ve halk temelli liderliklerin ortaya çıkmasıdır.

  • Ne Filistin’de ne de Kürt meselesinde çözüm, emperyalist masalarda değil, halkların ortak kader ve kardeşlik zemininde gerçekleşecek dayanışmada yatmaktadır.

  • Türkiye, Filistin, Kürdistan, Arap dünyası — tüm bu coğrafyaların kaderi, aynı zalimin elinde parçalanmakta, aynı kirli ellerin kurduğu senaryolarda figüran yapılmaktadır.

Bu Bir Tesadüf Değil, Bir Projedir

  • Mahmud Abbas TBMM’de konuştuğunda, aslında Gazze’nin değil, Batı'nın söylemi yankılanır.

  • Apo "Kürtlerin tek temsilcisi" diye sunulduğunda, Kürt halkının kadim kültürü ve onurlu direnişi değil, etnik bölünmeciliğin taşeron söylemi yükseltilir.

Her iki durumda da halkların sesi susturulur, gerçek temsilciler itibarsızlaştırılır ve emperyalizmin belirlediği oyunun içinde kalınır.

Haykırışımız Şudur

Biz ne Mahmud Abbas’ın teslimiyetçiliğini, ne Apo’nun taşeronluğunu kabul ediyoruz.
Biz, halkların ortak acısından doğan birliğe, onurlu direnişe ve adalet zemininde buluşmaya inanıyoruz.
Sahte temsilciliklere değil, hakikatin önderliğine çağırıyoruz.

Bu toprakların vicdanı hala diri ise, emperyalizmin yazdığı senaryoya değil, halkların yazacağı yeni ve özgür bir hikâyeye kulak verelim.

Bahadır Hataylı/08.08.2025/Sancaktepe/İST

8 Ağustos 2025 Cuma

Ne Kimlik Ne Mezhep Bizi İnsanlığımız Birleştirir

Bir ülkenin insanlarının teröre kurban gitmesini, canlarının alınmasını, ocaklarının sönmesini ancak vahşi, vicdansız, insanlıkla zerre alakası olmayan, sadist karakterli kişiler ister. İnsan yaşamına kasteden, korku ve dehşeti yöntem olarak benimseyen bu zihniyet; ne bir milletin, ne bir inancın, ne bir davanın temsilcisi olabilir. Bu coğrafyada terörsüz bir ortamdan rahatsızlık duyacak kadar çukurda yaşayanlar varsa, onlar ancak şeytanın oyuncağı, cehennemin odunu olabilir.

Çocukluğumdan beri söylediğim bir söz var: "Bu ülkenin bütün insanlarına aynı muamele yapılmalı. Herkes bu topraklarda eşit haklara sahip." Bu fikir, benim için bir inanç, bir ilke, bir hayat felsefesi oldu. Etnik kökeni, mezhebi, dili, dini ne olursa olsun bu ülkenin insanları; aynı devletin, aynı bayrağın, aynı kaderin evlatlarıdır. Bu topraklar üzerinde kimseye ayrıcalıklı bir yaşam hakkı tanımaya çalışmak, toplumsal barışı ve ortak vicdanı dinamitlemektir. Her zerrem barış, huzur, güven ve kardeşlik içinde yaşayan bir toplum arzusu ile doldu.

Devletin Görevi ve İmtihanı

Adaletin, hukukun ve eşitliğin teminatı devlettir. Devletin varlık sebebi, vatandaşının canını, malını, neslini ve inancını korumaktır. Devlet, sadece makamlar ve kurumlar bütünü değil, halkın emanetidir. Devletin en büyük imtihanı; hak ve hukuk karşısında herkese eşit mesafede durmasıdır. Adalet, ancak herkese eşit uygulandığında anlam kazanır.

Yönetime gelenler, sıkıştıklarında halka sesleniyor; ama önü açıldığında yalnızca kendi çevrelerine çalışıyorlarsa, bu durum devlet ile halk arasındaki güven duvarını yıkar. Böyle ortamlarda toplumsal gelişme olmaz, çünkü halk devletin samimiyetine inanmaz.

Bir eylem suçsa, onu kim yaparsa yapsın cezası verilmelidir. Ancak devlet, kendi zaaflarından dolayı doğan bazı sorunları suç kapsamına alıyorsa, burada meseleye daha insaflı ve derinlikli yaklaşmak gerekir. Ne var ki cana, mala, nesle ve toplumsal barışa kasteden hiçbir eylem, affedilemez. Devletin görevi, kişisel veya siyasi menfaatler uğruna toplumsal vicdanı yaralayan pazarlıklara girmemektir. Bu devlet herkesin devleti ise, herkesin hakkını da koruyacak; adalet terazisini herkes için eşit tutacaktır.

Gerçekçi, Onurlu ve Kalıcı Bir Çözüm Arayışı

Bu ülkede bir Kürt meselesi varsa —ki vardır— bunun çözümü, terör örgütleriyle masaya oturmak değil, devletin kendisiyle yüzleşmesinden geçer. Devlet, bu ülkenin tüm vatandaşlarını eşit görerek, bu vatandaşlara onurlu bir yaşam sunmakla mükelleftir. Bu; ne bir lütuf, ne de bir stratejik hesap olmalıdır. Büyük devlet olmak, farklılıkları zenginlik olarak görebilmeyi ve bu farklılıkları birliğe dönüştürebilmeyi gerektirir.

Ancak ne yazık ki, geçmişteki bazı süreçlerde, devletin "terörle mücadelede son noktaya geldik" açıklamalarından hemen sonra, aynı unsurlarla masa başı görüşmeler yapılması, toplumda büyük bir kafa karışıklığına yol açtı. Bu süreçler, terörle kararlı mücadele eden bir devlet görüntüsünden çok, dış baskılarla şekillenen bir taviz politikası izlenimi verdi. "Ayakkabı numaralarına kadar biliyoruz" denilen teröristlerle görüşme masalarına oturmak, halkın umutlarını değil, güvensizliğini artırdı.

Anayasa ve Toplumsal Zemin

Bugünlerde yeniden bir anayasa tartışması gündemde. Yeni bir anayasa elbette ki gereklidir. Ancak bu anayasa, masa başında birkaç kişinin hazırlayacağı, torbaya doldurulup parmak hesabı ile geçirilecek bir metin olmamalıdır. Anayasa, milletin ortak aklı, ortak vicdanı ve ortak iradesiyle yazılmalıdır. Toplumda karşılığı olmayan her yasa, sadece kolluk gücünün denetimiyle ayakta kalır ama halkın gönlünde asla yer etmez.

Toplumu ikna etmek yerine korkutarak yasalar çıkarmak, toplumsal barışa hizmet etmez. Anayasa, milletin genlerine, tarihine, değerlerine, hassasiyetlerine uygun olarak kaleme alınmalı, her vatandaş kendini bu metnin içinde görmelidir.

Kişisel Tecrübeler ve Anlatımlar

2011 seçim döneminde, Hatay’dan milletvekili aday adayı oldum. Mülakat esnasında şunu söyledim: “Bu ülkede herkes adaletli, eşit, kardeşçe yaşasın istiyorum. Ahmet, Ahmet olarak; Ali, Ali olarak kalsın. Kendi kimliğiyle, diliyle, kültürüyle yaşasın. Bu topraklar hepimizin.” Özellikle o dönemde tartışılan "açılım" meselesinde, insanlık onurunu kirletmeden bir çözüm bulunması gerektiğini, bu konuda tarihsel, sosyolojik, hukuki ve pedagojik olarak önemli fikirlerim olduğunu söyledim. Lakin karşımda ayak ayak üstüne atıp bıyık altından gülen bir yetkili vardı. "Haydi işine" der gibiydi. Oysa içlerinden bir hanım arkadaş —şu an bir üniversitenin rektörü— beni dikkatle dinledi. Bu yaşadığım tablo bile, meseleyi kimin ne kadar içselleştirdiğini, kimin sadece prosedürü tamamlamak istediğini gösteriyordu.

Halkın Gerçek Sözü

1996 yılında, Malatya-Elazığ arasında bir minibüs yolculuğunda yanımda oturan Tuncelili bir amcaya bu olayları sorduğumda bana şöyle dedi:

“Vallahi yeğenim, bizim yediğimiz bu zopalar hiç kör sopasına benzemez. Vallahi ve billahi biz gören birinin zapasını yedik. Eğer bunu anlamaz, kendimize gelmezsek, Kürdü Türkü birbirine kırdıracaklar.”

Bu söz, yüreğime çakılmış bir çivi gibi kaldı. Gerçek buydu. İnsanlar konuşuyordu, ama karar mekanizmaları anlamıyordu. Halkın irfanı, çoğu zaman siyasetçinin diplomasından daha derinlikliydi.

Medya, Açılım ve Duyarlılık

"Açılım" süreci başladığında, bu konuda "Hipnoz Babanın Ağlayan Çocukları" başlıklı üç yazılık bir dizi hazırlamıştım. Bu yazılarda meseleye ideolojik değil, insani açıdan yaklaştım. Barışın reklamını değil, inşasını önemsedim. Dürüstlüğü, samimiyeti ve açık olmayı esas aldım. Çözüm süreci samimi olsaydı, gizli toplantılar yerine halkla iç içe müzakere edilir; sadece belirli grupların değil, tüm halkın yararına bir yöntem belirlenirdi.

Devletin Şeffaflığı ve Hesap Verebilirliği

Toplumlar, yöneticilerine göre değil, ilkelerine göre yükselir. Bugün toplumu yönetenlerin "şeffaf, dürüst, adil" olmadan halktan güven beklemesi samimi değildir. Eğer devlet yönetiminde menfaat birlikleri etkili hale gelmişse, o devletten hayırlı kararlar beklemek bir hayaldir.

Hz. Ömer’in, “Yanlış yaparsam ne yaparsınız?” sorusuna, Ebu Zer'in verdiği “Seni şu kılıcımızla düzeltiriz” cevabına tahammül edemeyen yöneticilerden adalet çıkmaz. Toplumlar, eleştiriden korkan değil; eleştiriyi rehber edinen yöneticilerle kalkınır.

Görevimiz Umudu Korumak ve Hakkı Hatırlatmak

Allah, Kur’an’da buyurur: “Bir topluluk, kendilerinde olanı değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” Bu ayet, toplumun sorumluluğunu net şekilde ortaya koyar. Yani değişim önce bireyden, sonra toplumdan başlar.

Gizli toplantılarınız hayır üzere değilse, bilin ki başınıza bela olur. Çünkü Allah şöyle buyurur: “Onlar bir tuzak kurar, Allah da onların tuzaklarını kendi başlarına geçirir.”

Son sözüm şudur:

Toplumsal barış; gizli masalarda değil, açık meydanlarda, halkla birlikte inşa edilir. Devlet, milletin canını, malını, neslini ve haysiyetini korumadığı sürece meşruiyetini yitirir. Ve unutmayalım: Zulümle abat olunmaz. Hak, er geç galip gelir.

Allah, bizi dosdoğru yolda yürüyenlerden eylesin.

Erol Kekeç/08.08.2025/Sancaktepe/İST

Temiz Toplum "Ayinası İştir Kişinin, Lafa Bakılmaz"

“Kim yanlış yapmışsa, devletten temizlenecek.”
Bu söz, yakın geçmişin iktidar sözcülerinden Ömer Çelik’e ait. Görünürde temiz toplum, şeffaf yönetim, hesap verilebilirlik gibi kulağa hoş gelen kavramlar üzerinden yeni bir "toplumsal hipnoz" başlatılıyor. Ancak bu defa millet, geçmişte olduğu gibi gözünü kapatmaya, kulaklarını tıkamaya niyetli değil. Çünkü artık her şey çok açık, her şey aleni, her şey milletin cebine ve vicdanına dokunur hâlde.

Sorumluluk Sahibi Olmak ya da Oynanan Tiyatro

Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidarda olduğu uzun yıllar boyunca, ülke kaynaklarının nasıl talan edildiğini, ihalelerin kimlere nasıl peşkeş çekildiğini, liyakatsizliğin kurumsal bir çürümeye nasıl dönüştüğünü bizzat kendi içinde yaşadı ve yaşattı. Ancak bu süreç boyunca tek bir kez bile, “Bu bizim partimizde olsa da yanlış yapmıştır, yargı önünde hesap vermelidir” diyen bir irade ortaya koyamadı. Bu erdemi gösteremedi. Çünkü mesele adalet değil, mesele iktidarı korumak ve suça ortak olmamış gibi görünerek yeni senaryolarla ömrü uzatmaktı.

Peki bugün ne değişti de “temizlikten” söz ediliyor? Gerçekten samimi bir özeleştiri mi bu? Yoksa yaklaşan büyük bir halk hareketinin ve hesaplaşmanın korkusu mu? Cevap belli: Korkudur bu.

Unutulmayan İtiraf “İlçelere Bile Başkan Bulamayız!”

Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun defalarca dile getirdiği bir gerçeklik vardır: 17-25 Aralık sonrasında yolsuzluklarla mücadele için Meclis'te komisyon kurulması istendiğinde, dönemin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kurmaylarına “Bu komisyon çalışırsa, ilçelere bile başkan bulamayız” dediği iddiası. Bu tek cümle, her şeyin özeti değil midir?

Bu cümle; sistemin içine işlemiş yozlaşmanın, çürümenin, kurumsal rüşvet ve kayırmacılığın itirafıdır. Bir liderin, mensubu olduğu partinin iç yüzünü bu kadar açıkça bildiği ve buna rağmen hiçbir şey yapmadığı bir düzende, hangi “temiz toplum” çağrısından söz edilebilir?

Sistematik Soygunun Anatomisi

İktidarın en büyük illüzyonu, “size şunu şunu yapmadık mı?” diyerek, millete yapılan hizmetleri bir lütuf gibi sunmasıdır. Oysa kamu görevinde bulunmak, zaten vatandaşın vergisiyle yapılması gereken bir vazifedir. Yol, köprü, hastane yapmak bir hükümetin övüneceği değil, zaten sorumlu olduğu işlerdir. Fakat asıl sorgulanması gereken şudur:

  • Bu hizmetler gerçekten ne kadara mal oldu?

  • Neden bir köprü Türkiye’de beş katına mal olurken, aynı özelliklerdeki bir proje başka bir ülkede daha ucuza yapılıyor?

  • Hangi şirketlere, hangi ihalesiz yöntemlerle, hangi gizli garantilerle bu işler verildi?

Bugün yapılan her hizmetin arkasında ranta, yolsuzluğa ve israfa açılmış büyük bir kapı bulunmaktadır. Vatandaş, kendi cebinden üç kuruşla geçinmeye çalışırken, bazıları milyonları tek kalemde götürmektedir. Üstelik bunu devlet ciddiyetiyle değil, arsız bir yüzsüzlükle övünerek yapmaktadırlar.

Temiz Yönetim mi, Yeni Maskeli Tiyatro mu?

Bugünlerde dillendirilen “yanlış yapan temizlenecek” söylemi; millete karşı bir özeleştiriden değil, yaklaşan büyük bir seçimin telaşından doğmuştur. Çünkü halk artık her şeyin farkında. Bu toplum artık hatırlıyor:

  • Devletin televizyonundan yolsuzluk görüntülerini değil, onları örtbas eden dizileri izlettiklerini,

  • Liyakatle değil, sadakatle makam dağıtıldığını,

  • İhalelerin belirli zümrelere yazıldığını,

  • Şirketlerin vergi borçlarının silindiğini,

  • Gençlerin KYK borcu ile boğuştuğu ülkede holdinglere milyarların aktarıldığını…

Bu kadar rezaletin ardından hâlâ “temizlik” yapılacaksa, ilk önce bu çarkın başındakilerin aynaya bakması gerekmektedir. Çünkü ayinası iştir kişinin, lafa bakılmaz!

Omurgasızlık  ve Yeni Bir Ahlaki Çöküş Modeli

Bugün artık bir kişi, yaptığı görevi yerine getirip üstüne bir de kendini kahraman ilan ediyor. Görevi olanı yapıyor, sonra da sanki bir lütuf sunmuş gibi halkı azarlıyor: “Size bunu yapmadık mı?”
Ancak yapılan işin bedeli alınıyor, çoğu zaman misliyle… Oysa gerçek bir yöneticinin erdemi, yaptığı görevin hakkını sessizce ve dürüstçe vermesidir.

Bu toplumda artık omurgasızlık, dalkavukluk ve ikiyüzlülük bir yaşam biçimi hâline getirildi. En kötüsü de bu yapının, kendini “temiz toplumun mimarı” olarak sunması. Bu bir çelişki değil, alenen bir ahlaki saptırmadır.

Hesap Vermek, İntikam Değil Ahlaki Bir Zorunluluktur

Temiz toplum, afişle, sloganla, televizyon reklamıyla inşa edilmez. Temiz toplum, milletin parasını çalmayan; çalana göz yummayan; adaleti gözeten ve görevini bir lütuf gibi değil, bir emanet bilinciyle yerine getirenlerle inşa edilir.

Bu yüzden bugün “yanlış yapanlar temizlenecek” demek samimi bir çağrı değil, sadece rol değiştiren bir tiyatronun yeni perdesidir. Ama artık halk bu tiyatroyu izlemeye niyetli değil. Çünkü bu kez:

Millet, susmayacak. Çünkü bu defa bedel ödemek istemiyor. Çünkü bu defa emanete sahip çıkmak istiyor. Çünkü bu defa adaletin sadece adıyla değil, varlığıyla yaşamasını istiyor.

Bahadır Hataylı/07.08.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!