Bu Blogda Ara

18 Mayıs 2025 Pazar

Gücün Dini-Hakkı güçle tanımlayan toplumların yok oluşu

Gücün belirleyici olduğu bir toplumda hak, adalet, ahlak ve değer kavramları altüst olur. İyi ile kötü, doğru ile yanlış, meşru ile gayrimeşru arasındaki ayrım; vicdan, hikmet ya da vahiy temelli değil, tamamen gücün tayin ettiği ölçülere göre şekillenir. Tarih boyunca nice kavimler, topluluklar ve medeniyetler güce taptıkları, hakkı güçle tanımladıkları, adaleti iktidarın terazisinde tarttıkları için helâk olmuş, yıkılmış ve lanetle anılmıştır.

Bugün içinde yaşadığımız çağ da bu yozlaşmış anlayışın modern versiyonudur. Gücü elinde tutanlar yalnızca ekonomiyi, siyaseti ya da teknolojiyi değil; hakikat algısını, ahlaki normları ve hatta dini yorumları da belirlemektedir. Bu durum öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, bir şeyin "doğru" olup olmadığına değil, kimin söylediğine ve ne kadar güçlü olduğuna bakılarak hüküm verilmektedir. İşte bu yazı, bu çarpıklığı teşhir etmek, hak ile batılın nasıl yer değiştirdiğini göstermek ve bizi sarsacak şu soruya cevap aramak içindir: Gücün dinine iman etmekle, Allah’a iman etmek arasında ne fark var?

1. Güç Hakkı Doğurmaz, Ama Güç Sahipleri Hakkı Tanımlar Hâle Gelmişse

Kur’an’ın temel ilkelerinden biri, hakkın ve hakikatin yalnızca Allah’a ait olduğudur. “Hüküm yalnız Allah’ındır.” (Yusuf/40) ayeti bu gerçeği açıkça bildirir. Ancak modern toplumlar, hakkın ölçüsünü Allah’ın koyduğu sınırlar üzerinden değil, iktidarların ve çıkar odaklarının tayin ettiği normlar üzerinden belirlemektedir. Örneğin, bir ülke güçlü ise işlediği savaş suçları "meşru müdafaa" sayılır, zayıf olanın direnişi ise "terörizm" diye yaftalanır. İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği sistematik soykırımı dünyada meşru gören bir algı üretimi, gücün hakkı nasıl şekillendirdiğinin ibretlik bir göstergesidir.

2. Gücün Meşruiyet Aracı Olarak Din

Yezidin Hz. Hüseyin’e karşı ordu toplayıp onu katlettirmesi, İslam tarihinde güç ile hakkın nasıl yer değiştirdiğine dair en çarpıcı örneklerden biridir. Yezidin yönetimi, kendini İslam’ın temsilcisi ilan etmişti; ama İslam’ın ruhunu katlederek yapmıştı bunu. Bugün de birçok zalim rejim, dini söylemleri kullanarak halkı susturmakta, muhalefeti bastırmakta ve kendi çıkarlarını ilahi bir hüküm gibi pazarlamaktadır. Gücün dinle birleşmesi, inancın değil zulmün dokunulmazlık zırhına bürünmesidir.

3. Hak ile Batılın Yer Değiştirdiği Bir Çağda Yaşıyoruz

Modern çağda medyanın, sosyal medyanın, akademilerin ve kültür endüstrisinin büyük kısmı güçlü olanın borusunu öttürdüğü bir propaganda makinesi hâline gelmiştir. Artık insanlar vahyin hakikatini değil, algoritmaların önerdiği gündemleri hakikat bellemiş durumda. Güçlü olanın ahlaksızlığı; cesaret, devrim ya da özgürlük diye sunulabiliyor. Zayıf olanın iffetli ve onurlu direnişi ise gericilik, yobazlık ya da radikallik diye yaftalanıyor. Bu ters yüz edilmiş algı, toplumların kolektif bilincini köreltiyor ve onları Allah’ın değil, gücün istediği biçimde yaşayan kölelere dönüştürüyor.

4. Allah’tan Değil, Güçlüden Korkan Kalpler

Nice insan, hak bildiği şeyi savunmaktan çekiniyor çünkü bedel ödemekten korkuyor. Bu korku Allah’a değil, insanlara; ilahi adalete değil, dünyadaki yaptırımlara endeksli bir korkudur. İşte bu, şirkin modern yüzüdür. Kur’an, Allah’tan başka otoritelerden korkmayı açıkça şirkle ilişkilendirir (Bakara/165). Güce tapan toplumlarda vicdan değil, menfaat pusula olur. Onurlu duruş değil, makbul vatandaşlık tercih edilir. Bu da insanları, gerçek anlamda iman etmeyen, sadece korkularına ve çıkarlarına tapan zavallılara dönüştürür.

5. Güç Sahiplerinin Hakimiyeti Altında “Müslümanlık”

Bugün İslam ülkelerinde güç sahiplerinin tayin ettiği bir dindarlık biçimi empoze ediliyor. Bu dindarlık; zalim sultana dua eden, adaletsizliğe karşı çıkmayan, cemaatini susturup sarayı kutsayan bir şekilcilikten ibarettir. Camiler dolu ama adalet boş. Kur’an’lar okunuyor ama zalimlere karşı ayetler sansürlü. Tesettür var ama gözyaşı yok. İslam, bu tür toplumlarda sembollere indirgenmiş, ruhu boşaltılmış bir ritüeller yığınına dönüşmüş durumda.

6. Sorgulamayan Zihin, Gücün Kölesidir

Sorgulama kabiliyetini kaybeden bir toplum, güçlü olanın istediği her şeye inanır hale gelir. Güç ne diyorsa o doğrudur. Bu, modern seküler sistemlerin olduğu kadar, yozlaşmış dini yapıların da temel yöntemidir. Kur’an bize “akletmez misiniz?”, “düşünmez misiniz?” diyerek sürekli sorgulamayı emreder. Ama ne gariptir ki bugün akledenler marjinal, düşünmeyenler makbul ilan edilmiştir. Güce tapanlar alkışlanırken, hakikati savunanlar dışlanıyor.

7. Hak ve Hakkaniyetin Ölçüsü Değiştiğinde Gazap Kaçınılmazdır

Tarihte pek çok kavim, gücü kutsadığı, hakkı çiğnediği ve adaleti eğip büktüğü için gazaba uğramıştır. Âd ve Semud kavimleri, Firavun’un Mısır’ı, Nemrut’un Babil’i… Hepsi güce taptı, zulmetti ve sonunda yerle bir oldular. Bugün insanlık; modern Firavunların, çağdaş Nemrutların ve seküler Yezidlerin tahakkümü altındadır. Ve tıpkı önceki kavimler gibi, biz de aynı sona doğru ilerliyoruz. Eğer hak ile batılı yeniden yerli yerine koymazsak, gazap kaçınılmaz olacaktır.

8. Hakikatin Yalnızca Allah’a Ait Olduğunu Haykırmak Gerek

Bir toplum ancak hakikati Allah’tan alıyorsa ayakta kalabilir. Bu hakikat; ne güçten, ne çoğunluktan, ne bilimden, ne de gelenekten türetilmiştir. Hakikat, vahiydir. Kur’an’dır. Allah’ın rızasıdır. Bugün buna dönmedikçe, adalet beklememek gerekir. Mazlumlar, ezilmeye devam edecek; zalimler ise yargılanmadan saltanat sürecektir. Ta ki bir nesil, güce değil, hakikate iman edene kadar.

Güce Tapanlarla Değil, Hakikate İnananlarla Yürümek Gerek

İnsanlık tarih boyunca hakikati güçle değil, sabırla, mücadeleyle, adaletle ve vahiy ışığında inşa etmiştir. Bugün yeniden bu yola dönmek, her şeyden önce zihinsel bir devrim gerektirir. Bu devrim; sloganla değil, samimiyetle; gösterişle değil, sadakatle; kalabalıkla değil, kararlılıkla yapılır. Unutulmamalıdır ki, hakikat bir gün mutlaka galip gelir. Ama o güne kadar zalimler hüküm sürecek, hak yerle bir edilecek, vicdanlar susacak.

Ama sen susma.

Çünkü Allah seni susasın diye yaratmadı.

Konuş, yaz, anlat, diren ve unutma:

Güç hak değildir. Hak güçlüdür.

Erol Kekeç/14.03.2025/Sancaktepe/İST

17 Mayıs 2025 Cumartesi

Secdeyle Maskelenmiş Yezidlik- Kerbela’dan Bugüne İhanetin Kutsanması

Kerbela’yı sadece bir yas, bir matem günü olarak okuyanlar; hâlâ Yezid'in saflarında saf tutmakta sakınca görmeyenlerdir. Oysa Kerbela, insanlık tarihinin en büyük vicdan kırılmasıdır. Bir ümmetin kendi evladını, Peygamber’inin torununu, hem de namaz vakitlerinde, hem de Allah'ın adını dillerinden düşürmeden doğradığı bir sahnedir. İşte bu sahneden sonra hiçbir ihanet, hiçbir zillet, hiçbir riyakârlık insanı şaşırtamaz hale gelir. Çünkü en büyük yalanlar, en büyük cinayetler, en büyük hıyanetler hep Allah adına işlendi.

Hz. Hüseyin’in kanı, sadece Kerbela çölünü değil; tarihin bütün çorak yüreklerini de ıslattı. Ve o günden sonra “Ben Müslüman’ım” demek hiçbir şey ifade etmemeye başladı. Zira ümmetin kalbiyle dili ayrılmıştı. Dil, salavat getirirken; kalp, saraya bağlılık yeminleri ediyordu.

Yezidlik Kalıtsal Değil, Seçimliktir

Bugün pek çok Müslüman coğrafyada olan bitenleri anlayabilmek için Kerbela’yı iyi anlamak gerekir. Çünkü orada yaşanan sadece bir katliam değil; dinin maskesi altında işlenen politik bir cinayetler zinciridir. Ve ne yazık ki bu zincir hâlâ kırılmadı. Yezid ölmedi, sadece kravat taktı. Emevi sarayları yıkıldı ama onların torunları hâlâ saraylarda oturuyor.

Hz. Hüseyin’in başını kestiler, çünkü o “zalim bir yönetime biat etmeyeceğim” dedi. Bugün de aynı sözleri söyleyenlerin başları kesilmiyor belki, ama sesleri bastırılıyor, iftiralarla susturuluyor, yalnız bırakılıyorlar. Bugünün Hüseyinleri hâlâ çölde yürümekte, ama ümmet hâlâ o çölde onlara su götürmek yerine Yezid’in ordugahında soğuk ayran içiyor.

Sarıklı Yezidler ve Secdeli İşkenceciler

Bir düşünün, sabah namazında saf saf dizilen insanlar; namazdan çıkıp, iktidarın propagandasını yapıyor. Bir düşünün, cuma hutbesinde “adalet” ayetleri okunurken; hemen arkasından adaletsizliğe alkış tutuluyor. Bir düşünün, zekatla yoksulun hakkı gözetilirken; aynı cami avlusunda müteahhitler milyonluk ihalelere imza atıyor.

Kerbela’yı yaşayanlar da namaz kılıyordu. Hatta Hz. Hüseyin’le birlikte aynı vakit namazına duruyorlardı. Ama sonra dönüp onunla savaşıyorlardı. Bugün de birileri “İslam” diyor, “şeriat” diyor, “ümmet” diyor ama mazlumu yalnız bırakıyor, zalime dua ediyor.

Bugünün Hüseyinleri-Filistin’de, Arakan’da, Çin Zindanlarında...

Gazze’de bir çocuğun cesedi enkazdan çıkarıldığında dua ediyor insanlar. Ama sonra çıkıp o enkazı yaratanlarla masaya oturuyorlar. Arakan’da diri diri yakılan Müslüman kadınlar için gözyaşı döküyorlar ama onları yakanlarla ticaret anlaşmaları imzalıyorlar. Çin’de Kur’an okuduğu için zindana atılan Uygur Müslümanlarını anarken, aynı Çin’le teknoloji projeleri yürütüyorlar.

Hz. Hüseyin’e biat etmeyenler, bugün de Hüseyin gibi olanlara sırt çeviriyor. Ve ne yazık ki ümmet, gene aynı gaflette: namazını kılıyor, orucunu tutuyor ama zalime laf ettirmiyor.

Din Adına Sirk Maymununa Dönüşen Toplum

Düşün! Bugün İslam coğrafyalarının çoğunda İslam, bir gösteri dinine dönüştürüldü. Kutsal gecelerde ışık gösterileri, Ramazanlarda israfa bulanmış iftar sofraları, hacda selfie yarışmaları... İnsanlar dinle bağlarını bilgiyle değil, ambalajla kuruyor. “En gösterişli cami”, “en kalabalık cemaat”, “en çok kurban kesen lider” övülüyor.

Ve perde arkasında mazlumun çığlığı, yetimin gözyaşı, adaletin boğazına takılmış bir yumruk gibi duruyor. Din, artık bir içerik değil; bir imaj. Bir ibadet değil; bir gösteri. Allah adına yapılan her şey, Allah’ın hatırlanmasından çok, liderin propagandası için kullanılıyor.

Sorgulanmamış İman, Zalimle Aynı Safa Düşer

İmanın gerçek olup olmadığı, zorluk zamanlarında belli olur. Allah’a inandığını söyleyen ama Allah yolunda bedel ödemeyen herkes, potansiyel bir Yezid taraftarıdır. Çünkü iman sadece huzurlu günlerde değil; baskı ve eziyet zamanlarında da Allah’la olmaktır. Ayetin dediği gibi: “Allah’a inandık” derler. Ama Allah yolunda bir eziyete uğratıldıklarında bunu Allah’ın azabı gibi görürler.”

Bugün de aynısı yaşanıyor. Düne kadar Filistin için yürüyenler, şimdi İsrail’le normalleşmeyi savunuyor. Dün Mısır’daki darbeye lanet edenler, bugün Sisi ile kucaklaşıyor. Dün Suriyeli yetimlere ağlayanlar, bugün onları sınır dışı etmek için kampanya yapıyor.

Hüseyin’in Yolunda Kalmak Ne Demektir?

Hüseyin’in yolunda kalmak, halkla değil; hakla yürümek demektir. Çoğunluk yanlışta olsa bile doğrunun peşinden gitmektir. İktidarın değil, mazlumun yanında saf tutmaktır. Bazen yalnız kalmaktır ama Allah’la kalmaktır. İslam’ın sadece ritüellerle değil, ruhla yaşanması gerektiğini bilmektir.

Zulme karşı çıkmak, bedel ödemek demektir. Hüseyin de bunun bedelini başıyla ödedi. Ama onun kanı, zalimin mürekkebinden daha kalıcı bir iz bıraktı tarihe. Her secde, o kanla ıslanan toprağa bakmadan kıymetli olamaz.

Bugünün Kerbela’sı

Bugünün Kerbela’sı Filistin’dir, Doğu Türkistan’dır, Yemen’dir, hatta İstanbul’un arka sokaklarında barınamayan yetim çocukların tenhalarıdır. Bugün Hüseyin yalnız. Ve biz yine susuyoruz. Yine tarafsız kalıyoruz. Yine “aman bana dokunmasın” diyoruz.

Ama unutma: Hüseyin’i yalnız bırakanlar, sadece zalimler değil; susanlardı. Sessizlik, zalimin en büyük destekçisidir. Kalplerde ne varsa açığa çıkacak, çünkü Allah herkesin kalbini bilir. Ve o gün geldiğinde, Hüseyin’in karşısında secde eden değil, yanında duranlar kurtulacak.

"Zalimle aynı secdeye varmaktansa, Hüseyin gibi susuz ölmeyi seçerim."

Erol Kekeç/03.04.2025/Namazgah/İST

Bağıran cehalet susan Bilgelik

Sokrat’tan Bir Eşek Meselesi

“Bir eşek bana tekme atarsa, onu dava mı edeyim, şikâyet mi edeyim, yoksa tekme mi atayım?” diye sorar Sokrat. Bu söz, yalnızca bir mecazdan ibaret değil; bir çağrı, bir sorgulama, bir duruş felsefesidir. Bize öğrettiği şudur: Hayatta karşılaştığımız her taşı kaldırmak zorunda değiliz. Her sesi cevaplamak, her saldırıya karşılık vermek, her meydan okumayı kabul etmek zorunda olmadığımız gibi.

Bu söz üzerinden yüreğe ve akla çıkacak uzun bir yolculuğa çıkalım. Cehaletin gürlemesiyle bilgeliğin suskunluğu arasındaki fark nedir? Hangi durumlarda susmak bir yüksek erdemdir, hangi durumlarda ise kaçınılan bir sorumluluk? Sessizlik her zaman bilgeliğin sesi midir yoksa bazen korkunun maskesi mi? Ve en önemlisi: Enerjimizi kimlere, neye, hangi durumlara harcamalıyız?

1. Cehaletin Çığlığı-Bilmeden İddia Etmek

Cehalet genellikle bilgi yoksunluğuyla değil, bilgiye kapalılıkla bağlantılıdır. Bilen, bilmediğini de kabul eder; bilmeyen ise her şeyi bildiğini zanneder. Bu nedenle cehalet, en görünür haliyle bağırır. Zira sustuğu an, anlamsızlığı ortaya çıkar. Cehalet, sesiyle kendini var eder; gürültüyle örtmeye çalıştığı şey, kendi hiçliğidir.

Cehalet gürültülüdür, çünkü fırtına öncesi gibidir: İçi boş olan davul nasıl daha çok ses çıkarırsa, bilgiyle doldurulmamış bir zihin de daha çok iddia eder. Sosyal medyada, sokakta, ekranlarda görülen budur: Kimin daha az bilgisi varsa, daha çok çığlık atar. Çünkü sustuğu an, hiç olduğu anıdır.

2. Bilgeliğin Sessizliği-Gücün Zorunlu Olmadığı Yerde Harcanmaması

Bilgelik bağırmaz. Bağırmaya ihtiyaç duymaz. Bilgelik, enerjisini iddia için kullanmaz; onu süreç için, dönüşüm için, şifa için kullanır. Sessizlik bilgeliğin sığınağıdır ama aynı zamanda en derin kelimesidir. Bazen bir şeyi söylememek, o şeyi bağırmak kadar etkili olabilir.

Sokrat’ın sorusu burada çok çarpıcıdır: Bir eşek tekme attı diye, sen de eşekleşmek zorunda mısın? İşte bilgeliğin ayrıcalığı budur: Kiminle tartışacağını, kime cevap vereceğini, hangi savaşı seçeceğini bilir. Ve bazen en yüksek eylem, eylemsizliktir.

3. Enerji Ekonomisi-Her Tartışma Bir Kayıptır

Modern dünyada enerjimiz, sadece fiziksel değil; zihinsel, duygusal, ruhsal enerji de çok değerlidir. Her cevap, her tartışma, her savunma bir enerji harcamasıdır. Ve bazen, kazanılan bir tartışmanın faturası, kaybedilen huzurdur.

Bir insanın doğruyu aramak gibi bir derdi yoksa, sorduğu sorular da samimi değildir. O zaman verdiğin cevaplar boşa gidecektir. İşte tam bu anda, sessizlik hem korunmadır, hem de mesajdır. Gerçek bilgelik, kime ne zaman susulacağını bilmektir.

4. Tartışmanın Çürümüş Biçimleri-Galip Görünmek, Haklı Olmaktan Önemliyse

Tartışma, hakikate ulaşmak içinse değerlidir. Ama kişilerin çoğu zaman bu amacı yoktur. Tartışmanın ana motivasyonu çoğu kez şu olur:

  • Gözümü korkutmasın,

  • Benim daha baskın olduğumu göstersin,

  • Haklı olmamı kanıtlasın değil, haklıymış gibi görüneyim yeter!

Bu durumda yapılabilecek en yüksek tavır şudur: Tartışmayı reddetmek. İşte Sokrat’ın eşek sorusuna verdiği zihin hali budur. Enerjiyi, hak etmeyen bir gündeme akıtmaz. Çünkü bilir ki bazı yenilgiler galibiyetten daha onurludur.

5. Sessizlik-Kaçış Değil, Seçimdir

Susmak, korkmak değil; bazen en bilinçli karardır. İnsan bazen susarak,

  • Karşısındakinin cehaletini yüzüne vurur,

  • Kendisini seviyesizliğe karşı korur,

  • Tartışmanın zeminini reddeder,

  • Gürültünün anlamsızlığını ifşa eder.

6. Zekânın Parıltısı-Zorlamaya Gerek Yok

"Gerçek zekâ kendini dayatmaya ihtiyaç duymaz, sadece parıldar." Bu söz, yüksek bir hakikati içerir. Bilgeliğin sesi kısıktır belki ama etkisi kalıcıdır. Zekâ, kendini ispatlamak için çığlık atmaz; ortamın doğasında ışıldar.

Zira hakikat, tartışmayla kanıtlanmaz; ya idrak edilir ya edilmez. İnsanlar ancak hazırsa duyabilir. Hazır olmayan kulakta, en güzel söz bile yük olur.

7. Sokrat ve Modern Zaman- Dijital Cehalet Çığlığına Karşı Duruş

Bugün Sokrat yaşasaydı ne yapardı? Her YouTube yorumuna, her Twitter tartışmasına girer miydi? Her cahilin peşine düşer miydi? Hayır. O, bir meydanda bekler, gerçekten soru sormaya cesareti olanlara cevap verirdi. Şımartılmış egolara değil, doğruya susamış ruhlara hitap ederdi.

8. Ölçülü Konuşmak-Bilgece Cevap Vermek Sessiz Kalmak Kadar Değerlidir

Elbette ki sessizlik tek yöntem değil. Yerine göre söz de bir silahtır. Ama bilge kişi, sözünü savaşmak için değil, inşa etmek için kullanır. Söylemi öğretici, tonu yumuşak, hedefi açıklayıcıdır.

Kızarak değil, yükselerek değil; berrak bir zihinle, temiz bir kalple söylenmiş sözler, cehaletin gürültüsüne karşı bir ışık olur.

Hangi Savaşı Seçeceğin Bilgeliğidir

Bazen susmak bir direniştir. Bazen söylemek bir merhamettir. Ama her zaman, seçmek bir bilgeliktir. Sokrat’ın anlattığı mesele, hakaret karşısında ne yapacağımız meselesi değil; hangi savaşı seçeceğimiz, enerjimizi nereye yönlendireceğimiz meselesidir.

Son sözüm budur:

"Bağıranlardan değil, susanlardan öğren. Hakaret edenlerden değil, sözüyle sırf kalbini arayanlardan yana ol. Ve unutma: Her söze cevap vermek, her şeye katılmak, her savaşa girmek, senin yüksekliğini göstermez. Bazen geri çekilmek, en öne çıkmaktır."

Erol Kekeç/10.09.2025/Namazgah/İST 

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!