Bu Blogda Ara

18 Nisan 2025 Cuma

Gazze İçin Kükreyen Diplomasi-Gerçekte Kim Kimin Yanında

AKP Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in, İsrail’in “geleneksel dostumuz” olduğunu ifade eden sözleri, yalnızca diplomatik bir yaklaşım değil; aynı zamanda derinlerde yatan, yıllardır süren stratejik bir müttefikliğin ve ikiyüzlü politikaların da itirafı gibidir. Bu açıklama, Türkiye'nin dış politikasındaki çelişkileri anlamak açısından son derece önemli bir çıkıştır. Zira Türkiye, bir yandan Gazze’deki soykırımı kınarken, öte yandan İsrail'le olan ekonomik, askeri ve diplomatik ilişkilerini sürdürmekte, hatta geliştirmektedir. Bu da halk nezdinde ciddi bir güvensizlik ve samimiyetsizlik algısı yaratmaktadır.

Bu yazı, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin tarihsel arka planını, Gazze'deki trajedinin ortasında yürütülen ticaretin ve diplomatik temasların perde arkasını, AKP iktidarının söylemleri ile eylemleri arasındaki uçurumu ve bu durumun Ortadoğu’daki direniş hareketleri üzerinde nasıl bir etki yarattığını  ele almaktadır.

1. Türkiye-İsrail İlişkilerinin Tarihsel Arka Planı

Türkiye, 1949 yılında İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olmuştur. Ancak ilişkiler zamanla sadece diplomatik bir tanımanın ötesine geçmiş, ekonomik ve askeri iş birliklerine dönüşmüştür. Özellikle 1990’lı yıllarda imzalanan askeri anlaşmalar, ortak tatbikatlar ve istihbarat iş birlikleri iki ülkenin adeta stratejik ortak haline geldiğini göstermektedir.

AKP iktidarının ilk yıllarında bu ilişkilerde belirli bir soğuma gözlemlense de, 2008 Gazze Saldırısı sonrası yaşanan “One Minute” krizi dışında, ilişkiler genel itibariyle istikrarlı biçimde sürmüştür. Her ne kadar kamuoyuna İsrail karşıtlığı üzerinden bir politika izleniyor gibi sunulsa da, arka planda devam eden ticaret ve enerji iş birlikleri, bu söylemlerin büyük ölçüde iç kamuoyuna yönelik olduğunu ortaya koymaktadır.

2. Gazze’de Katliam, Türkiye’de Kınama, Ama Limanlarda Ticaret

7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’ye yönelik İsrail saldırılarında on binlerce insan hayatını kaybetmiş, şehirler yerle bir edilmiş, kadınlar ve çocuklar katledilmiştir. Tüm bu gelişmeler yaşanırken Türkiye’den sürekli “kınama” açıklamaları gelmiş, BM’de Filistin lehine oylamalarda oy kullanılmış, hatta Cumhurbaşkanı seviyesinde bazı çıkışlar yapılmıştır. Ancak bunların hiçbiri İsrail’in saldırganlığını durdurmaya yetmemiştir.

Peki, neden? Çünkü İsrail, Türkiye'nin bu söylemlerinin sadece göstermelik olduğunu biliyor. Zira bir yandan sert açıklamalar yapılırken, diğer yandan Mersin ve İskenderun limanlarından İsrail’e mal taşıyan gemiler sessiz sedasız gidip gelmekteydi. Üstelik bu gemiler, savaşın en kızgın dönemlerinde dahi rotalarını değiştirmeden yol almaya devam etmiştir.

İsrail'e ihraç edilen ürünler arasında demir-çelik, çimento, gıda ve hatta bazı elektronik parçaların bulunması, bu ticaretin sıradan bir alışveriş değil; savaş mekanizmasını ayakta tutan bir destek olduğunu ortaya koymaktadır. Türkiye’den giden çimentoların, Gazze'de yıkılan binaların yerine İsraillilerin kurduğu yeni yerleşim yerlerinde kullanıldığına dair iddialar, halkın vicdanını daha da sarsmıştır.

3. Söylem ve Eylem Arasındaki Derin Uçurum

AKP iktidarı, söylem düzeyinde İsrail'e karşı sert bir tutum takınsa da, fiiliyatta bunun tam tersi bir görüntü vermektedir. “PKK’ya bir gece ansızın gelebiliriz” diyen bir yönetimin, Karabağ’a doğrudan askeri destek sunarken, Ukrayna’ya Bayraktar SİHA’ları verirken, Gazze için yalnızca sembolik gıda gemileri göndermesi; bu durumu çok daha net bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Üstelik gönderilen gemiler aylarca limanlarda bekletilirken, İsrail'e giden ticari gemilerin anında dönüş yapması, bu kınamaların yalnızca halkı oyalamak amacıyla yapıldığını düşündürmektedir. “One Minute” çıkışı sonrası Davos’ta yaşanan gerilimin ardından, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ben o çıkışı moderatöre yaptım” şeklindeki açıklaması da, bu tutarsızlığın bir başka göstergesidir.

4. Filistin Direnişine Giden Yolların Kapatılması ve Suriye Dosyası

Suriye meselesi, Filistin'e giden direniş hatlarının en önemli geçiş güzergâhlarından biridir. İsrail, Esad rejimi çöker çökmez, Suriye'deki savunma sistemlerini bombalayarak bu hata darbe vurmuştur. Türkiye’nin, Suriye muhalefetine verdiği destek ilk bakışta Esad karşıtlığı gibi görünse de, sonuç itibariyle İsrail’in işine yarayan bir tablo oluşmuştur.

Suriye’nin dağılmasıyla birlikte, Hizbullah ve Hamas gibi direniş örgütlerine ulaşan lojistik ve stratejik destek yolları kesilmiş; İsrail’in güvenliği sağlanmış; İran destekli milislerin önü kapatılmıştır. Bu gelişme, Türkiye’nin bölgedeki pozisyonunu sorgulatan önemli bir başlıktır. “Komşularla sıfır sorun” söylemiyle yola çıkan bir yönetimin, komşularını savaş alanına çevirmesi ve Filistin direnişine giden tüm yolların kapanmasına yol açması, başlı başına bir ironi olarak karşımızda durmaktadır.

5. Halkın Tepkisi Bastırılıyor, İsrail'le Aynı Masada Oturuluyor

Türkiye'de halk, Gazze'deki vahşet karşısında ciddi bir öfke içerisindedir. Protestolar, yürüyüşler, boykot çağrıları giderek yaygınlaşmış, özellikle gençler arasında bir bilinçlenme süreci başlamıştır. Ancak bu süreçte devletin güvenlik güçleri, İsrail’le ticareti protesto edenleri şiddetle bastırmış; bazı kadınların çıplak aramaya maruz kaldığı haberleri kamuoyuna yansımıştır.

Diğer yandan, İsrail’le Azerbaycan üzerinden görüşmeler sürdürülmüş; İsrail heyetleriyle aynı masada oturularak Suriye dosyası tartışılmıştır. Bu ikiyüzlü yaklaşım, halkın vicdanını derinden yaralamaktadır. “Mescid-i Aksa kırmızı çizgimizdir” diyen bir yönetimin, Aksa’da top oynayan siyonistlere karşı sessiz kalması, tüm bu söylemlerin ne kadar içi boş olduğunu göstermektedir.

6. Gerçekler Ne Diyor?

Gerçek şu ki, Türkiye ile İsrail arasında çok boyutlu ve stratejik bir ilişki vardır. Ticaret, savunma, teknoloji, enerji ve istihbarat alanlarında süren bu iş birlikleri; iktidarın İsrail karşıtı söylemlerini boşa düşürmektedir. Ömer Çelik’in “İsrail bizim geleneksel dostumuzdur, onların güvenliği bizim için önemlidir” sözleri, aslında bu ilişkinin şifresidir.

Bu açıklamayı hafife almamak gerekir. Çünkü bu sözler, bugün Gazze’nin neden yalnız bırakıldığını; neden hiçbir somut adım atılmadığını; neden Türkiye’nin Suriye politikasının Filistin davasına zarar verdiğini; neden halkın tepkisinin bastırıldığını anlamak açısından çok şey söylemektedir.

Türkiye’nin İsrail politikası, söylemler ve eylemler arasındaki uçurumu gösteren en çarpıcı örneklerden biridir. Bir yanda meydanlarda atılan sloganlar, öte yanda limanlarda İsrail’e gönderilen ürünler… Bir yanda Mescid-i Aksa’nın kırmızı çizgi olduğu iddiası, diğer yanda orada yaşanan hakaretlere sessizlik…

Bu ikiyüzlülük sadece Türkiye’nin dış politikasıyla ilgili değil; aynı zamanda halkın aklıyla dalga geçmektir. Halk, artık söylemlere değil; somut adımlara bakmaktadır. Ve bu adımlar, Gazze için atılmamaktadır. Bu da Türkiye’nin Filistin davasına gerçekten sahip çıkıp çıkmadığını sorgulatan temel meselelerden biridir.

Dolayısıyla Ömer Çelik’in açıklaması, bir gaf değil; gerçeğin ta kendisidir. İsrail, Türkiye’nin geleneksel dostudur. Ama bu dostluk, Gazze’nin mezar taşıdır.

Tilhabeşlifilozof/17.04.2025/Sancaktepe/İST

17 Nisan 2025 Perşembe

CENNETTEN CEHENNEME-TÜRKİYE’NİN KAYNAKLARI VE TOPLUMSAL İHANET GERÇEĞİ

Bir ülke düşünün; dünyanın en stratejik konumlarından birinde, dört mevsimi yaşayan, bereketli topraklara, genç ve dinamik bir nüfusa, zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip... Ama aynı ülke, gelişmek yerine sürekli fakirleşiyor; üretim yerine tüketim, liyakat yerine sadakat, hak yerine rüşvet ve torpil, adalet yerine korku ve sessizlik hâkim. Bu çelişki, sıradan bir yönetim sorunu değil, daha derin bir ihanetin, daha sistemli bir çöküş planının sonucudur.

Burada, Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik ve toplumsal çöküşü, diğer ülkelerle yapılan kıyaslamalar üzerinden ele alacak, bu çöküşün nedenlerini ve arkasındaki güç dinamiklerini analiz edecek, halkın neden sessiz kaldığını ve bu sessizliğin nasıl cehennemî bir ortam yarattığını irdeleyeceğiz.

ÜLKELERİN GELİR KAYNAKLARI-ÜRETEREK ZENGİNLEŞENLER ve SÖMÜREREK AYAKTA KALANLAR

  • Çin, devasa fabrikaları ve dünya ticaretine entegre üretim gücüyle büyüyor.

  • Hindistan, yazılım, otomotiv ve biyoteknolojiyle kalkınma yoluna girmiştir.

  • Almanya, sanayi devriminin mirasını teknolojiyle birleştirerek otomotiv ihracatında dünya lideridir.

  • Japonya, dijital teknoloji, inovasyon ve disiplinli iş gücüyle refahını sürdürmektedir.

Ve Türkiye? Gelir kaynakları arasında üretimden çok cezalar, noter tasdikleri, bedelli askerlik, imar affı gibi kısa vadeli, sürdürülemez uygulamalar yer alıyor. Bu tablo, bir devletin vatandaşını nasıl "müşteri "ye dönüştürdüğünün ve ekonomik idare yerine idare-i maslahatla günü kurtardığının açık göstergesidir.

HAKİKATİN ÜZERİNE ÖRTÜLEN PERDE-MEDYA, YARGI, EĞİTİM

Bir ülkenin düşüşü yalnızca ekonomiyle açıklanamaz. Medya gerçekleri söylemek yerine yandaşlık yapıyorsa, yargı adalet dağıtmak yerine talimat alıyorsa, eğitim ezberci ve köhne bir yapıya mahkûmsa orada halkın uyanışı mümkün değildir. Gerçeklerin üzeri örtülür, halk manipüle edilir, sefalet normalleştirilir. İşte bugün Türkiye’de olan budur.

CEZALANDIRILAN ÜRETİCİ, ÖDÜLLENDİRİLEN RANTÇI

Üretim yapmak, fabrika açmak, istihdam sağlamak giderek zorlaşırken; kısa yoldan zenginleşmenin yolu hâlâ kamu ihaleleri, arsa rantı ve siyasal bağlantılarla açılıyor. Tarım üreticisi borç içinde, sanayici bürokrasiyle boğuşurken; ithalatçılar, müteahhitler, AVM zincirleri servetlerine servet katıyor. Bu ekonomik düzen değil, bilinçli bir sömürü planıdır.

HALKIN SESSİZLİĞİ-CEHALET Mİ, ÇARESİZLİK Mİ, YOKSA ALIŞILMIŞLIK MI?

Halkın önemli bir bölümü açlık sınırında yaşıyor, en temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Ama buna rağmen neden kitlesel bir direniş, bir hesap sorma arzusu oluşmuyor? Bunun nedenleri karmaşıktır:

  • Yıllardır süren sistematik korku politikaları,

  • Eğitimle bastırılmış sorgulama refleksi,

  • Dinsel ve milliyetçi manipülasyonlarla inşa edilmiş sahte aidiyet duygusu,

  • Devletin kutsallığına duyulan koşulsuz inanç,

  • Ve en önemlisi, Umutsuzluk.

CENNETİ CEHENNEME ÇEVİRMEK-NASIL BAŞARDILAR?

Türkiye’nin jeopolitik, doğal ve kültürel kaynakları açısından bir cennet olduğu inkar edilemez. Ancak bu cennet, liyakatsiz kadrolarla, cehaletle, yozlaşmayla, ahlaki ve hukuki erozyonla sistematik olarak cehenneme çevrilmiştir. Ülkenin potansiyeli, birkaç zümrenin çıkarı uğruna heba edilmiş, gelecek nesillerin yaşam hakkı bugünün yolsuz düzenine kurban edilmiştir.

BİR İHANETİN ANATOMİSİ-SİSTEM NASIL ÇALIŞIR?

  • Siyaset, halka değil rant gruplarına hizmet eder.

  • Bürokrasi, şeffaflık ve hesap verebilirlikten uzaktır.

  • Diyanet ve medya, halkı uyutmak için birer araç olarak kullanılır.

  • Halk ise sistemden pay almak için ya susar ya da küçük çıkarlar uğruna büyük ihaneti görmezden gelir

BU DÜZENİ SÜRDÜREN MEKANİZMA-KORKU ve MENFAAT

Toplum, hak aramak yerine korkuyu ve biati seçerse, zalimin değil mazlumun tarafında durmak yerine konfor alanını korumayı tercih ederse; adaletsizliği değil, adalet isteyenleri suçlamaya başlarsa orada cehennem kaçınılmaz olur.

 UYANMAZSAK BİRLİKTE YANACAĞIZ

Allah’ın nimetleriyle donatılmış bir coğrafyada cehennemî bir hayat yaşanıyorsa, bu yalnızca yönetenlerin değil, aynı zamanda yönetilenlerin de sorumluluğudur. Korkuyla değil umutla, öfkeyle değil bilinçle, yıkmakla değil inşa etmekle bir uyanış mümkündür. Ama bu uyanış gelmeden; trafik cezaları, noter tasdikleri ve poşet satışlarıyla ayakta durmaya çalışan bir ekonomi, sadece halkı değil, tüm bir geleceği yakacaktır.

Türkiye'nin yeniden bir cennet olması için önce halkın kendi değerine uyanması, devlete kul olmaktan çıkıp insan olmayı seçmesi gerekir. Çünkü cehennem, yalnız ateşle değil; suskunlukla, ilgisizlikle ve korkuyla da mümkündür.

Tilhabeşlifilozof/16.04.2025/Sancaktepe/İST

16 Nisan 2025 Çarşamba

YİRMİ ÜÇ YILIN BİLANÇOSU

TÜRKİYE’DE TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM VE YAŞAM KALİTESİNİN ÇÖKÜŞÜ

Toplumlar zamanla değişir, değer yargıları dönüşür, yönetim biçimleri, yaşam standartları ve toplumsal yapılar çeşitli evrelerden geçer. Türkiye de son çeyrek yüzyılda, siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda derin bir dönüşüm yaşamıştır. Bu sürecin merkezinde ise, 2002 yılından beri ülkeyi yöneten siyasi iktidarın uygulamaları ve bu uygulamaların toplumsal yapı üzerindeki etkileri bulunmaktadır.

Bu makale, ideolojik yaklaşımlardan bağımsız biçimde, 23 yıllık bu yönetim döneminin toplumsal yaşam, değerler sistemi, insan hakları, adalet, ekonomi, eğitim ve çevre politikaları üzerindeki etkilerini bilimsel veriler, raporlar ve sosyal gözlem çerçevesinde inceleyen bir değerlendirme yazısıdır.

1. TOPLUMSAL YAPI VE SOSYAL DEĞERLERİN DÖNÜŞÜMÜ

Son 23 yılda Türkiye toplumunun yapısal özelliklerinde gözle görülür değişimler yaşanmıştır. TÜİK ve çeşitli araştırma kuruluşlarının verilerine göre, gelir dağılımındaki adaletsizlik oranları artarken, toplumun geniş kesimlerinde yaşam memnuniyeti ve refah seviyesi ciddi biçimde gerilemiştir.

Gelir Eşitsizliği: TÜİK’in 2023 Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’na göre, en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik kesim toplam gelirin yaklaşık yüzde 48’ini elinde bulundururken, en düşük gelir grubunun payı yüzde 6’nın altına inmiştir. Bu oran, Türkiye’nin tarihindeki en yüksek gelir adaletsizliği seviyelerinden biridir.

Yoksulluk ve Geçim Sıkıntısı: Türkiye’de resmi verilere göre, 2024 yılı itibariyle nüfusun yaklaşık yüzde 22’si yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Asgari ücret, açlık sınırının biraz üzerinde, yoksulluk sınırının ise oldukça altındadır. Bu durum, toplumun geniş kesimlerinde kronik geçim sıkıntısını kalıcı hâle getirmiştir.

Toplumsal Dayanışma Zayıflaması: Geleneksel dayanışma biçimleri, ekonomik baskı ve kutuplaştırıcı politikalar nedeniyle işlevini kaybetmiştir. Sosyolojik araştırmalar, toplumda güven duygusunun ve komşuluk ilişkilerinin belirgin şekilde zayıfladığını, bireysel yalnızlaşmanın arttığını göstermektedir.

2. ADALET SİSTEMİNİN YAPISAL SORUNLARI

Modern devletin temel unsurlarından biri, bağımsız ve tarafsız bir adalet sistemidir. Türkiye’de yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü endeksleri, son 20 yıl içinde ciddi biçimde gerilemiştir.

Dünya Adalet Projesi (WJP) 2023 Hukukun Üstünlüğü Endeksi’ne göre, Türkiye 140 ülke arasında 117. sırada yer almaktadır. Bu düşüş, ülkede hukuki süreçlerin öngörülebilirliğini, yargıya olan toplumsal güveni ve insan hakları uygulamalarını olumsuz etkilemiştir.

Keyfi Tutuklamalar ve İfade Özgürlüğü: Uluslararası raporlar, yargının özellikle politik davalarda bağımsız hareket edemediğine ve hukuki süreçlerin adil yargılanma ilkesinden uzaklaştığına dikkat çekmektedir. Bu durum, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi temel hakların kullanımı üzerinde de ciddi baskı yaratmıştır.

3. EĞİTİM SİSTEMİNDE NİTELİK SORUNLARI

Bir ülkenin geleceği, eğitim sisteminin niteliğiyle doğrudan ilişkilidir. Ancak Türkiye, eğitimde uluslararası karşılaştırmalı ölçütlerde son yıllarda ciddi bir gerileme yaşamaktadır.

PISA 2022 sonuçlarına göre, Türk öğrenciler, fen bilimleri, matematik ve okuma alanlarında OECD ortalamasının oldukça altında kalmıştır. Öğrencilerin okuduğunu anlama ve eleştirel düşünme becerilerinde ciddi zayıflıklar gözlemlenmiştir.

Eğitimde Fırsat Eşitsizliği: Türkiye’de bölgeler arası ve gelir grupları arasındaki eğitim imkânları eşitsizliği derinleşmiştir. Özellikle kırsal bölgelerde eğitim altyapısının yetersizliği, öğrencilerin üniversiteye erişim oranlarında büyük farklar yaratmaktadır. Türkiye Eğitim Derneği’nin 2024 raporuna göre, en yoksul yüzde 20’lik gelir grubundan üniversiteye giden öğrenci oranı, en zengin yüzde 20’lik dilimin yalnızca beşte biri kadardır.

4. EKONOMİK POLİTİKALAR VE YAŞAM STANDARTLARI

Türkiye ekonomisi, 2000’li yılların başında dış kaynak akışı ve küresel ekonomik büyümeden yararlanarak belirli bir ivme kazanmış, ancak bu büyüme sürdürülebilir bir yapıya kavuşamamıştır.

İnşaat Odaklı Büyüme Modeli: Ekonomik büyümenin büyük bölümü, inşaat sektörü ve büyük altyapı projeleri üzerinden sağlanmıştır. Sanayi ve tarım sektörünün GSYH içindeki payı azalmış, ithalata bağımlılık artmıştır.

Enflasyon ve Alım Gücü: 2024 yılı sonunda açıklanan verilere göre, resmi enflasyon yüzde 68, bağımsız araştırmalar ise yüzde 120’ye yaklaşan yıllık fiyat artışlarından söz etmektedir. Bu durum, sabit gelirli geniş halk kesimlerinin alım gücünü dramatik biçimde düşürmüştür.

5. SAĞLIK VE SOSYAL POLİTİKALAR

Sağlıkta Dönüşüm Programı kapsamında sağlık hizmetlerine erişim kısmen genişletilmiş, ancak sağlık sisteminin sürdürülebilirliği konusunda ciddi yapısal problemler ortaya çıkmıştır. Özellikle pandemi sürecinde sağlık hizmetlerinin yetersizliği ve sağlık çalışanlarının yoğun iş yükü, sistemin zafiyetini ortaya koymuştur.

Psikolojik Sağlık: Türkiye Psikiyatri Derneği’nin verilerine göre, son 5 yılda antidepresan kullanımı yüzde 40 artmıştır. Artan işsizlik, geçim kaygısı, toplumsal huzursuzluk, depresyon ve anksiyete oranlarını yükseltmiştir.

6. ÇEVRE POLİTİKALARI VE DOĞAL KAYNAKLARIN TAHRİBATI

Türkiye, çevre politikalarında da sürdürülebilirlikten uzak bir seyir izlemiştir. Çevre Mühendisleri Odası’nın 2023 raporuna göre, Türkiye’de doğrudan insan sağlığını tehdit eden hava kirliliği oranları, dünya standartlarının oldukça üzerindedir.

Ormansızlaşma: Orman alanları ve doğal yaşam bölgeleri, maden, enerji ve inşaat projeleri uğruna yok edilmiştir. TEMA Vakfı’nın verilerine göre, son 20 yılda Türkiye ormanlarının yaklaşık yüzde 8’i yapılaşmaya açılmıştır.

TOPLUMSAL SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİN ZAFİYETİ

Türkiye’nin son 23 yıllık yönetim döneminde yaşadığı dönüşüm, sürdürülebilir kalkınma, sosyal adalet, eğitimde fırsat eşitliği, çevresel denge ve hukukun üstünlüğü gibi temel değerlerde ciddi aşınmalara yol açmıştır.

Bu sürecin en dikkat çekici sonucu ise, toplumda artan toplumsal güven bunalımı, gelecek kaygısı ve umutsuzluk olmuştur. Bilimsel göstergeler, Türkiye’de yaşam kalitesi, demokratik katılım ve sosyal refah endekslerinin son 20 yıl içinde belirgin şekilde düştüğünü ortaya koymaktadır.

Bu tablo, siyasal sistemden bağımsız olarak toplumun tüm kesimlerinin ortak akıl ve bilim temelli bir gelecek vizyonuna yönelmesi gerektiğini açıkça göstermektedir.

Bahadır Hataylı/12.04.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!