Bu Blogda Ara

11 Nisan 2025 Cuma

Türkiye-İsrail Normalleşmesi-Arka Plan, Aktörler ve Gizli Ajandalar


 I.Aktörler ve Gizli Ajandalar

1. Görünen Diplomasi Görünmeyen Anlaşmalar

Son yıllarda Türkiye ile İsrail arasındaki diplomatik buzlar hızla erimeye başladı. İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un 2022’de Türkiye ziyaretiyle başlayan bu yeni süreç, ekonomik, askeri ve stratejik iş birliklerine zemin hazırlıyor. Bu normalleşmenin zamanlaması rastlantısal değildir; aynı süreçte ABD, BAE, Suudi Arabistan ve Mısır da İsrail ile diplomatik ilişkilerini yoğunlaştırdı. Bu çerçevede BOP’un ikinci perdesi oynanıyor olabilir.

2. Türkiye'nin İsrail’le Enerji ve Akdeniz Politikaları

Türkiye-İsrail normalleşmesinin temelinde enerji iş birlikleri yer alıyor. Eastern Mediterranean Gas Forum (EMGF) kapsamında İsrail’in Leviathan ve Tamar doğalgaz yataklarından Avrupa’ya uzanacak boru hattı için Türkiye’nin en mantıklı rota olduğu ifade edilmekte (Kaynak: Natural Gas World, 2023). Bu stratejik enerji güzergahı, hem Rusya'nın Avrupa üzerindeki etkisini kırmak hem de İsrail’in enerji gücünü pekiştirmek adına önemlidir.

Bu bağlamda Türkiye’nin Gazze konusundaki söylemleri, reelpolitik açısından yalnızca iç kamuoyuna yöneltilmiş bir “söylem siyaseti” olarak kalmakta. Fiili durum ve diplomatik ilişkiler ise İsrail’in güvenliğini, enerjisini ve bölgedeki etkinliğini artırma yönündedir.

3. Azerbaycan, Bakü ve Türk Dünyası Vurgusunun Arka Planı

İsrail-Türkiye temaslarının Bakü’de yapılması, sadece coğrafi bir tercih değil, aynı zamanda sembolik bir mesajdır. İsrail, uzun süredir Azerbaycan ile istihbarat, askeri ve enerji alanlarında iş birliği yürütüyor. Bakü'deki bu diplomatik temaslar, “Türk-İsrail ekseni” kurulmasının ilk adımı olarak yorumlanabilir (Kaynak: Haaretz, Foreign Policy Journal, 2024).

 II.BOP’un Pratikteki Uygulamaları- Irak, Libya, Yemen Örnekleriyle  İnceleme

1. Irak: “Kitle İmha Silahı” Yalanıyla Yıkılan Bir Medeniyet

Resmî Söylem: Saddam Hüseyin’in kimyasal silahları vardı. Bu, hem Irak halkı hem de dünya için tehdit oluşturuyordu.
Gerçek: Irak’ta hiçbir zaman böyle silahlar bulunamadı (Kaynak: CIA Raporu, 2004 – Duelfer Report).

BOP Operasyonu: Irak üçe bölündü: Kürt bölgesi (yarı bağımsız), Şii ağırlıklı İran yanlısı güney, Sünni nüfusu barındıran kuzey-batı hattı. Bu bölünme, İsrail’in güvenliği için potansiyel tehditlerin parçalanmasını amaçlıyordu.

Türkiye ile Bağlantı: Irak'ın kuzeyinde (Barzani kontrolündeki bölge) Türkiye’nin askeri üsleri bulunuyor. Resmî gerekçe PKK tehdidi olsa da, BOP’un “böl-parçala-yönet” doktrinine uygun olarak burada kalıcı bir Türk-Amerikan uzlaşısı mevcuttur.

2. Libya: “Arap Baharı” Maskesi Altında Enerjiye El Koyma

Resmî Söylem: Kaddafi diktatördü, halkını eziyordu. Demokrasi getireceğiz.
Gerçek: Libya dünyanın en kaliteli petrolüne sahipti. NATO müdahalesi sonrası ülke üç parçaya bölündü, enerji kaynakları Batı şirketlerinin kontrolüne geçti (Kaynak: The Guardian, 2011; OilPrice, 2019).

BOP Operasyonu: BOP’un ikinci dalga uygulamalarından biri olan Arap Baharı, Libya'da klasik bir “rejim değişikliği” operasyonuna dönüştü. Kaddafi'nin altın destekli Afrika parasını çıkarma projesi de bu operasyonu hızlandırdı.

Türkiye ile Bağlantı: Türkiye Libya'da Trablus yönetimine destek vererek “bir taraf” oldu. Ancak aynı Türkiye, diğer BOP partnerleri olan Katar ve ABD’yle birlikte hareket ederek süreci manipüle etti. Libya’da istikrar değil, kontrollü kaos tercih edildi.

3. Yemen: Görünmeyen Savaş, Görünür Sessizlik

Resmî Söylem: İran destekli Husi milisler darbe yaptı. Meşru yönetimi devirdiler.
Gerçek: Yemen’in Bab el-Mendeb Boğazı'ndaki stratejik konumu, Suudi Arabistan, İsrail ve ABD için hayatiydi. Enerji rotaları ve deniz kontrolü bu bölgeden geçmektedir.

BOP Operasyonu: Yemen'deki iç savaş, Şii-Sünni çatışması gibi gösterildi. Gerçekte ise burada yeni enerji hatlarının güvenliğini sağlamak ve İran’ı güneyden çevrelemek amaçlandı (Kaynak: Al Jazeera, 2020; Chatham House Raporu, 2019).

Türkiye ile Bağlantı: Türkiye bu savaşta doğrudan askerî müdahalede bulunmadı ancak Suudi Arabistan ve Katar’la olan stratejik ortaklıklar üzerinden dolaylı bir pozisyon aldı. İnsani kriz konusunda gösterilen sınırlı refleks, diğer bölgelerdeki sessizlikle benzerlik gösterdi.

III. Trump’ın Türkiye Ziyareti- Popülist Bir Dönüş mü, Gizli Bir Koordinasyon mu?

1. Trump ve Evangelist Stratejinin Ortadoğu Açılımı

Donald Trump, görev süresince Kudüs'ü İsrail’in başkenti olarak tanıdı, Abraham Anlaşmaları’nı başlattı, Golan Tepeleri’ni İsrail toprağı saydı. Tüm bu adımlar, Evanjelik lobinin yönlendirdiği bir “Yeni Ortadoğu” projesinin parçasıydı. Türkiye ziyareti, onun 2024 seçimleri öncesi yeniden BOP’un figüranı değil, baş aktörü olmak istediğini gösteriyor (Kaynak: Middle East Monitor, Council on Foreign Relations, 2023).

2. Türkiye’nin Seçimi- Şarkiyatçı Yüzüyle Batı mı, Yoksa Direniş Cephesi mi?

Trump’ın Türkiye ziyareti, sadece siyasi değil, sembolik bir anlam da taşır. Bu ziyaret Türkiye’nin, “direniş hattı” (İran, Katar, Yemen, Lübnan) ile mi; yoksa “normalleşme hattı” (İsrail, BAE, Suudi Arabistan) ile mi birlikte hareket edeceğini belirleyecek bir eşiktir. Ancak sahadaki uygulamalar (Mavi Marmara davasının düşmesi, İsrail’le ticaretin rekor kırması, Filistin’e sembolik yardım dışında bir somut adım atılmaması), ikinci hattın tercih edildiğini gösteriyor.

VI. Sosyolojik ve Psikolojik Operasyon-Uyutulan Toplum, Yönetilen Algı

1. Filistin Üzerinden Duygusal Mobilizasyon

Toplumun Gazze için infiale gelmesi, siyasal iktidar açısından bir mobilizasyon fırsatıdır. Her açıklamada “sert kınamalar” yapılırken, perde arkasında İsrail ile iş birliğinin sürmesi bu çelişkinin temelidir. “Gazze için dua”, “kudüs nöbeti”, “one minute” gibi kavramlar, sadece bir toplumsal teskin değil, aynı zamanda gerçek politikanın üzerini örten duygusal bir pusudur (Kaynak: Edward Said – Oryantalizm, 1978).

2. Medya, Tarikatlar ve Güdümlü STK’lar Aracılığıyla Algı Yönetimi

Medya organları Gazze gündemini yükseltip düşürerek dikkatleri yönlendirmektedir. Bu taktik, “algı mühendisliği”nin klasik bir örneğidir. Tarikat bağlantılı STK’lar üzerinden oluşturulan insani yardım koridorları, bir yandan sahada sempati üretirken diğer yandan dış politika me…...................

V. Gazzelileri, Suriye'nin Kuzeyine Yerleştirilme Süreci ve Türkiye-İsrail İlişkileri Bağlamında BOP'un Derinlikleri

1.Çok sayıda Gazzeli, Suriye’nin kuzeyine, Türkiye’nin kontrolü altındaki bölgelere yerleştirilmektedir.

2. Türkiye ve İsrail arasında diplomatik temaslar artmış, normalleşme süreci yeniden ivme kazanmıştır.

3. ABD’nin yeni başkanı Donald Trump’ın Türkiye’ye bir ziyaret planladığı konuşulmaktadır.

Bu üç gelişme, yüzeyde birbirinden bağımsız gibi görünse de, aslında Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ekseninde birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Aşağıda bu süreci tarihsel ve jeopolitik bir bağlamda ele alacak, haritalar, zaman çizelgeleri ve grafiksel anlatımlarla süreci somutlaştıracağız. Ayrıca olayların sosyolojik ve psikolojik etkilerini de analiz edeceğiz.

1. Haritalarla Gazzelilerin Kuzeye Yerleştirilme Stratejisi



BOP’un en net hedeflerinden biri, "coğrafyayı yeniden şekillendirmektir. 2000’lerin başında Pentagon’dan sızan haritalarda Ortadoğu’nun sınırlarının değiştirildiği, ülkelerin etnik ve mezhepsel çizgilerle yeniden tasarlandığı görülüyordu.

Bugün Gazzelilerin kuzey Suriye’ye yerleştirilmesi bu stratejinin açık bir uygulamasıdır. Aşağıdaki haritada bu planın nasıl işlediğini görebiliriz:



Gazze: Yoğun bombardıman, kıtlık ve kuşatma ile yaşanmaz hale getirildi.

Mısır sınırı kapalı tutuldu; Gazzeliler’in çıkış yolu sadece İsrail’in denetimindeki noktalar ve Birleşmiş Milletler kontrolündeki rotalardan geçti.

Türkiye ise, Suriye’nin kuzeyinde kontrol ettiği bölgeleri bir "göçmen yerleşim kuşağına çevirmişti. İşte Gazzeliler, bu bölgelere yönlendiriliyor.

Harita 1: Gazzelilerin tahliye rotaları ve varış bölgeleri (Afrin, Azez, Cerablus)

Bu süreçte Türkiye’nin yıllardır bölgede inşa ettiği briket evler, çadır kentler ve askeri üs bölgeleri stratejik birer araç haline gelmiştir. Sözde "insani yardım" maskesiyle gerçekleştirilen bu göç mühendisliği, demografik yapıyı dönüştürmekte, Arap-Kürt-Türk dengesini yeniden kurgulamaktadır.

2. Zaman Çizelgesiyle Türkiye-İsrail Normalleşmesi

Bu çizelge açıkça göstermektedir ki, Türkiye-İsrail ilişkileri sadece "normalleşme" değildir; bu ilişkiler, bölgedeki askeri ve nüfus mühendisliğinin zeminini oluşturmaktadır.

3. Psikolojik ve Sosyolojik Etkiler

BOP’un belki de en tehlikeli boyutu, toplumların psikolojisiyle oynamasıdır. Özellikle şu taktikler kullanılmıştır:

İnsan hakları ve insani yardım temalı propagandalarla göç ve yerinden edilme meşrulaştırılmıştır.

Kendi ülkelerinde "mülteci karşıtı" olan bazı kitleler, Gazze söz konusu olduğunda "kardeşlik" söylemleriyle bu yerleştirmeye ikna edilmiştir.

Toplumsal uyuşma: Sürekli tekrar eden kriz haberleriyle insanlar travmatik bir döngüye sokulmuş, refleksleri köreltilmiştir.

Bir diğer önemli mesele ise yerli halk üzerindeki etkidir. Suriye'nin kuzeyindeki Arap ve Kürt nüfus, bu yeni göç dalgasıyla sosyal dengeyi kaybetmektedir. Kabile yapıları çatışmakta, ekonomik rekabet artmakta ve radikalleşmeye uygun zemin doğmaktadır.

2016-2024 arasında Suriye’nin kuzeyinde demografik yapı değişimi

Sonuç ve Değerlendirme

Tüm bu gelişmeler, sahnelenen dev bir tiyatronun sahne arkasıdır. Ön planda insani yardım, diplomatik nezaket ve stratejik ortaklıklar yer alırken; perde arkasında ise haritalar yeniden çizilmekte, toplumlar yerinden edilmekte, psikolojik savaş yürütülmektedir. Gazzelilerin dramı, sadece bir insani kriz değil; aynı zamanda bir göç mühendisliği projesidir.

BOP, tıkır tıkır işlemektedir. Türkiye ise, bu planın en kritik operasyon sahası haline getirilmiştir. Ve milletin gözünün önünde tüm bu olanlar bir "yardım kampanyası" ve "kardeşlik gösterisi" kisvesi altında sahnelenmektedir.

Gerçek şu ki:

Bu bir yer değiştirme değil, bir yerleştirme operasyonudur.

Bu bir yardım değil, stratejik göç mühendisliğidir.

Bu bir kriz değil, önceden planlanmış bir kurgudur.

Ve artık herkesin bu gerçeği görme vakti gelmiştir.

Tilhabeşlifilozof/10.04.2025/Namazgah /İST


10 Nisan 2025 Perşembe

İlahlık Atfedilen Yöneticiler Unutulan Allah ve Çöken Toplumlar


Toplumların çöküşü, büyük felaketlerle değil, küçük sapmalarla başlar. Bugün İslam’ı dillerinden düşürmeyen, ama hayatlarına bir gram indiremeyen milyonlarca insanın yaşadığı çelişki, tarihte nice kavimlerin helakıyla sonuçlanmış hakikatin aynadaki yansımasıdır. Kur’an, insanlara sadece ibadet şekilleri değil, aynı zamanda düşünme, sorgulama ve adaleti ayakta tutma sorumluluğu yüklemiştir. Bu sorumluluk, hiçbir beşeri otoritenin Allah’ın hükmünün önüne geçemeyeceğini açıkça belirtir.

Ne var ki günümüzde insanlar, Allah’a değil, yöneticilerine, partilerine, cemaatlerine, lider figürlerine adeta taparcasına bağlanmakta ve bu bağlarını sorgulayanları düşman bellemektedir. Allah'ın emirlerine karşı gelen yöneticileri eleştirmek, dinî bir sorumluluk olmasına rağmen, bazı insanlar için neredeyse "küfür" derecesinde bir suç sayılmaktadır. Bu durum, aslında Allah’ın değil, yöneticilerin ilahlaştırıldığı, hakikatin ise mezara gömüldüğü bir çöküşü anlatır.

Allah’a İman mı, Yöneticilere Biat mı?

Kur’an’da Firavun ’un halkı tarafından nasıl ilahlaştırıldığını anlatan ayetler (örneğin, Zuhruf Suresi /51-54) bize önemli bir gerçeği öğretir:

"Firavun kavmine seslendi: 'Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akan nehirler benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz?'" (Zuhruf/51)

"Böylece halkını küçümsedi de onlar ona itaat ettiler. Çünkü onlar fasık bir topluluktu." (Zuhruf/54)

Bu ayetler, yöneticilerini kutsayan, onların her dediğini sorgusuz kabul eden halkın nasıl fısk içinde olduklarını açıkça beyan eder. Bugün de benzer şekilde, "ama o bizim liderimiz, o bizim davamızın adamı" diyerek her türlü yolsuzluğu, adaletsizliği, hatta zulmü savunmak, insanı Allah’ın değil, beşerin kulu haline getirir.

Küçük Yanlışlarla Zehirlenen Vicdanlar

Hakikat, bir anda çökmez; vicdanlar küçük küçük zehirlenir. Önce yolsuzluklar "hizmete engel olmasın" diye görmezden gelinir, sonra adaletsizlikler "düşmana fırsat vermemek" adına meşrulaştırılır. En sonunda ise, Allah’ın emirleriyle çelişen her uygulama, "dava gereği" normalleşir. Bu süreç, Kur’an’da anlatılan "kalbin mühürlenmesi" olgusunu doğurur:

"Hayır! Kazandıkları günahlar, kalplerini paslandırmıştır." (Mutaffifin/14)

"Kim Allah’ın zikrinden yüz çevirirse, ona dar bir geçim vardır." (Taha/ 124)

Toplumun genelinde yaşanan bu kalp körlüğü, artık doğrulara karşı duyarsızlık, yanlışlara karşı bağışıklık şeklinde kendini gösterir. İnsan, kötülüğü bile savunacak kadar kendi hakikatinden uzaklaşır.

Sorgulama Yetisini Yitiren Toplumlar

Allah insana akıl vermiş, düşünmesini emretmiştir:

"Hiç düşünmez misiniz?" (A'raf/184)

"Onlar Kur’an’ı düşünmezler mi? Yoksa kalpleri kilitli mi?" (Muhammed/24)

Sorgulamayan toplumlar, yöneticilerinin her adımını taklit eder, onların dilini kullanır, onların öfkesini sahiplenir, onların düşmanını düşman edinir. Böyle toplumlar, hakikati değil, lidere sadakati ölçü kabul eder. Bu durum, Kur’an’ın bize defalarca uyardığı bir yanılgıdır:

"Biz atalarımızı bir yol üzere bulduk, biz de onların izlerine uyarız." (Zuhruf/22)

Bu ayetteki zihin yapısı, bugünkü bireylerin partisel, ideolojik veya kült lider bağımlılığıyla birebir örtüşmektedir. Oysa Kur’an, aklını kullanmayanları aşağıların aşağısı olarak nitelendirir:

"Şüphesiz ki Allah katında canlıların en şerlisi, akıllarını kullanmayanlardır." (Enfal/22)

Yanlışa Bağışıklık Kazanan Toplum

Yanlışlara alışan toplum, önce tepkisizleşir, sonra savunucu hale gelir. En sonunda ise, hakikate düşman kesilir. Kur’an bu durumu şöyle tasvir eder:

"İnsanlara bir zarar dokunduğunda, bize dua ederler; sonra onlara bir rahmet tattırdığımızda, hemen bir grup Rabblerine şirk koşarlar." (Rum/33)

Burada dikkat çekici olan husus şudur: İnsan, rahatı yerindeyken Allah'ı unutur, çıkarları söz konusu olduğunda Allah’ın ayetlerini tevil etmeye çalışır. Bugün de birçok insan, zalim yöneticilere karşı ses çıkarmadığı gibi, onları Allah adına savunacak kadar ileri gitmektedir. Bu da açık bir şirktir:

"Onlar âlimlerini ve rahiplerini Allah’tan başka rabler edindiler..." (Tevbe/31)

Hakikatin Sesini Yeniden Duyurmak

Toplumları karanlıktan aydınlığa çıkaracak olan şey, hakikatin sesiyle yeniden buluşmaktır. Bu, ancak bireyin kendini sorgulamasıyla mümkündür. Kur’an defalarca bireyi kendisine dönmeye davet eder:

"Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes yarın için ne hazırladığına baksın." (Haşr/18)

Bu ayet, sadece bireysel günahları değil, toplumsal duyarsızlıkları da kapsamaktadır. Bir toplumun uyanışı, bireylerin vicdanlarının yeniden harekete geçmesiyle mümkündür. Bu da aklın, kalbin ve ruhun birlikte çalışmasıyla sağlanabilir.

Çakraları Kapanmış İnsanlık ve Manevi Ölüm

Sürekli yanlışlara maruz kalan insanın tüm "çakraları" yani duyarlılık merkezleri kapanır. Ruh artık hakikate karşı sağırdır. Allah bu durumu şöyle anlatır:

"Kalpleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da aşağıdırlar." (A'raf/179)

Bu manevi ölüm, bedenen diri ama ruhen ölü bir toplumun tanımıdır. Ne kadar gelişmiş olursa olsun, adaletin, vicdanın, merhametin olmadığı bir yerde insanlık çöker.

Hakikate Dönüş-Bir Yaşam Manifestosu

  1. Yöneticiler asla kutsal değildir. Onlar da beşerdir, hata yaparlar ve hesap vermelidirler.

  2. Kur’an tek ölçüdür. Liderler, ideolojiler, cemaatler Kur’an’a aykırıysa reddedilmelidir.

  3. Sorgulamak farzdır. Şüphe değil, düşünmek Kur’an’ın emridir.

  4. Adalet, sadakatin önündedir. Bir lidere olan bağlılık, adaletsizliği meşru kılamaz.

  5. Vicdan, toplumsal pusuladır. Sessiz kalmak, zulme ortak olmaktır.

  6. Bilinçli iman, kör biattan üstündür. Allah’a teslim olmak, insana kulluktan kurtulmaktır.

Artık uyanma zamanıdır. Hakikat; parti binalarında, miting meydanlarında ya da liderlerin dudaklarında değil, Kur’an’ın kendisindedir. Her birey, kendini sorgulamalı, yöneticisini değil Allah’ı yüceltmeli, hakikatin izini sürmelidir. Zira gün gelecek herkes kendi liderini değil, kendi vicdanını savunmak zorunda kalacaktır. O gün gelmeden, ruhlarımızı Allah’ın nuru ile arındırmalı, hakikatin sesine kulak vermeliyiz. Çünkü gerçek özgürlük, Allah’a kul olup insana kulluktan kurtulmaktır.

"Allah’a kul olun, kullara değil..." (Al-i İmran/79)

Erol Kekeç/10.04.2025/Sancaktepe/İST 

Başlıksız Bir Gelecek


Tefekkürün Bitip Kodların Konuştuğu Yeni İnsanlık Dönemi

İnsanlık tarihi boyunca insan, düşünen, anlayan, sorgulayan, kendi geleceğini planlayan ve kararlarını özgür iradesiyle belirleyen bir varlık olarak tanımlandı. Bu varlık, yaşadığı dünyaya yön verdi; kültürler inşa etti, medeniyetler kurdu ve fikirleriyle çağları değiştirdi. Ancak gelinen noktada, bu insan tanımı köklü bir dönüşüm geçirmekte. Özgür iradeden arınmış, tercihlerinin ardındaki gerçek nedenleri sorgulama yetisinden uzaklaşmış, dijital sistemler ve algoritmalarla yönlendirilen, görünüşte insan fakat işlevsellikte bir makine olan yeni bir varlık şekilleniyor.

Bu yazı, insanlığın bu dönüşümünü detaylarıyla ele alacak; Z kuşağına verilen isimle başlayan sembolik sona, teknolojik devrimlerin etkisine, algoritmaların bireyin yerini almasına, elit sınıfın insanlık üzerindeki tahakküm planlarına ve nihayetinde ilahi hesap gerçeğine kadar birçok yönüyle bu süreci irdeleyeceğiz...

Z Kuşağı ve Alfabenin Son Harfiyle Gelen Sessiz Uyarı

"Z kuşağı" terimi, sıradan bir jenerasyon tanımı gibi görünse de, aslında çok daha derin bir mesaj taşımaktadır. Alfabenin son harfi olan 'Z', bir sonun habercisi gibidir. Teknolojik çağın, dijital devrimlerin, yapay zekânın ve algoritmik yaşam tarzlarının merkezine doğan bu kuşak, insanlığın doğal seyrinin dışına çıktığı bir zaman diliminde varlık buldu.

Z kuşağı, alışkanlıkları ve tercihleri sosyal medya algoritmalarıyla belirlenmiş, zihni sürekli uyarılan, düşünme yerine "kaydırma" ile eğitilmiş bireylerden oluşmaktadır. Bu neslin tercihleri, özgür iradenin değil; dikkat ekonomisinin ve dijital manipülasyonun bir sonucudur. Dolayısıyla artık bir bireyin "ne istediği" değil, sistemin "ona neyi istettiği" önemlidir.

Tefekkürün Sona Erdiği Çağ-İnsan Düşünmüyor, Takip Ediyor

İnsanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliklerden biri, tefekkür yetisidir. Tefekkür; derin düşünme, sorgulama, anlamlandırma ve içsel farkındalıkla hareket etme becerisidir. Bugünün dünyasında bu yeti yerini anlık tepkilere, hızlı içerik tüketimine ve algoritmaların sunduğu yönlendirilmiş içeriklere bırakmıştır. Artık insanlar düşünmüyor, sadece takip ediyor.

Bir zamanlar insanlar kitaplarla, fikirlerle, doğayla ve insan ilişkileriyle beslenirdi. Şimdi ise sanal dünyada, çoğu zaman gerçeklikle hiçbir bağı olmayan içeriklerle beslendiklerini sanıyorlar. Bu içerikler; bireyi bilgiye ulaştırmak için değil, düşünemez hale getirmek için dizayn edilmiştir.

Algoritmaların Yönettiği Dünyada Seçim Yanılgısı

Bugün birçok insan seçim yaptığını, tercihlerinin kendisine ait olduğunu düşünmektedir. Ancak bu seçimlerin çoğu, dijital sistemlerin sunmuş olduğu alternatifler arasından yapılmakta ve görünüşte özgürlük gibi sunulan bu durum, aslında sistematik bir yönlendirmedir.

Örneğin, bir bireyin sosyal medyada izlediği içerikler, alışveriş tercihleri, politik eğilimleri ya da kültürel yaklaşımları, algoritmalar tarafından şekillendirilmekte; birey yalnızca bu filtrelenmiş dünyada seçenekler arasında "kendi tercihini" yaptığını sanmaktadır.

Bu durum, bireyin düşünsel kapasitesinin elinden alınması ve sorgulama becerisinin sistematik olarak törpülenmesidir. Neticede birey değil, algoritma karar vermekte; insan yalnızca bu kararın görünür yüzü olarak işlev görmektedir.

Elit Maymunlar ve Yeni Dünya Tasarımı-Biyopolitik Tahakküm

Yuval Noah Harari'nin sıkça vurguladığı gibi, insanlık biyopolitik bir döneme girmiştir. Yani insan bedeni, zihni ve davranışları artık yalnızca sosyoekonomik sistemlerin değil; aynı zamanda dijital gözetim sistemlerinin de kontrolü altındadır.

Bu sistemleri kuran, yöneten ve sürdüren sınıf ise halktan farklı bir gerçeklikte yaşayan, kaynakları kontrol eden, teknolojiyi silah olarak kullanan bir elit zümredir. Bu elit zümre; insanları sadece tüketici, iş gücü ya da veri noktası olarak görmektedir. Onların varoluş amacı, üretmek değil sistemin dönmesini sağlamaktır.

"Elit maymunlar" kavramı, bu sınıfın kibirli, doğadan ve insaniyetten uzak, teknokratik bir anlayışla insanlığı yönetme iddiasına atıfta bulunur. Bu sınıf, insanın geleceğini planlama ve onu yönlendirme hakkını kendisinde görmektedir. Eğitimden sağlığa, gıdadan bilgiye kadar her alan, bu sınıfın kontrolü altındadır.

İnsan Yerine Kod- Ruhun Yerini Alan Matematiksel İşleyiş

Kodlarla çalışan yapay zekâ sistemleri, insan davranışlarını analiz ederek tahmin edebilir, yönlendirebilir ve yerine geçebilir hale geldi. Bunun sonucu olarak, artık insanın fiziksel emeği kadar zihinsel emeği de değersizleştirildi.

Chatbotlar, karar destek sistemleri, otomatik süreçler ve makine öğrenimi algoritmalarıyla donatılan sistemler, öğretmenlikten hukukçuluğa, sanatçılıktan gazeteciliğe kadar birçok alanı dönüştürdü. İnsan, artık sadece kodları okuyan değil, kodlara uyan bir nesneye indirgenmiştir.

Dijital Duygusuzluk ve Empati Felci

Teknoloji ilerledikçe, insanlığın empati yetisi gerilemektedir. Savaşlar, ölümler, acılar ve adaletsizlikler; bir ekran aracılığıyla izlenip geçilen görüntülerden ibaret hale gelmiştir. Bugün Gazze'de, Yemen'de, Myanmar'da yaşananlar, kimi insanlar için yalnızca istatistikten ibarettir.

Oysa geçmişte insanlar, bir olay duyduğunda kalbi sıkışır, yüzü buruşur, içi yanardı. Şimdi ise olaylar birkaç saniyelik dikkat süresine sahip, "izlendi/geçildi" şeklinde kategorize edilen içerikler halini aldı. Bu da dijital dünyanın, insanın en temel özelliklerinden biri olan merhameti bile törpülediğini göstermektedir.

İlahi Hesap-Tuzak Kuruculara Karşı Hesap Görenlerin En Hızlısı

Ancak tüm bu karanlık tabloya rağmen, inancın ve adaletin sesi hâlâ susmuş değildir. Tarih boyunca nice zalim düzen kurulmuş, nice tiranlar halklar üzerinde baskı kurmuş fakat sonunda hepsi yıkılmıştır. İnsanların kaderi üzerinde tahakküm kurduğunu sananlar, kendi kurdukları sistemlerde boğulmuştur.

Kur'an'da geçen şu ayet, insanlığa her çağda yol gösterici olmuştur: "Onlar tuzak kurdular, Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır." (Âl-i İmrân/ 54)

Bu ayet, sistem kuruculara ve onların dijital kölelik düzenine karşı insanlığın hâlâ bir umudu olduğunu, kaderin gerçek sahibinin teknolojik elitler değil, tüm âlemlerin Rabbi olduğunu vurgular.

Çıkış Yolu-Tefekküre, Merhamete, İradeye Dönüş

Çıkış yolu bellidir: İnsan, yeniden insan olmalıdır. Bu, teknolojiye karşı bir savaş değil; teknoloji karşısında insan onurunu koruma mücadelesidir. Tefekkür etmeyen, sorgulamayan, iradesini kullanmayan, acıya duyarsız kalan bir varlık insan değildir.

Yeni dünya düzeni; düşünmeyen, anlamayan, sorgulamayan, alışveriş yapan ve tüketen dijital bedenleri yüceltiyor olabilir. Ancak insanlık asıl yükselişini, kendisine, doğasına ve yaratılış gayesine döndüğünde yaşayacaktır.

Z kuşağının son harfi olması, insanlığın da sonu olmak zorunda değildir. Ancak bu, şüphesiz büyük bir kırılma noktasıdır. İnsan; ya algoritmalara köle olacak, ya da ruhunu yeniden keşfederek özgürlüğüne kavuşacaktır.

Teknolojiye karşı değiliz; ancak teknolojinin insanı şekillendirmesine karşıyız. Kendi kaderini kendisi yazan, tercihlerini bilinçle yapan, dijitali araç olarak kullanan bir insan tipi, bu karanlık dönemde ışık olabilir.

Ve unutulmamalı ki: En büyük hesap kurucuların planları değil, o planları bozan ilahi iradedir.

Tilhabeşlifilozof/09.04.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!