Bu Blogda Ara

7 Nisan 2025 Pazartesi

Dünyanın Sessizliği


“Bir çocuğun çığlığı, bir medeniyeti çökertmeye yeter.”
Ama bu çağda değil. Bu çağda, çocuk çığlıkları gökyüzüne değil, beton duvarlara çarpıyor. İçimizden biri değilmiş gibi. Bizden biri değilmiş gibi. Sanki onların canı, bizimki kadar kıymetli değilmiş gibi.

I. Sessizlik Çağının İçindeyiz

Bir ülkenin meclis başkanı, “İsrail bizimle çatışmayı göze alamaz,” diyebiliyor. Onlarca çocuğun cansız bedeni hâlâ toprağın altında sıcak. Bir annenin kucağında tuttuğu, başı kopmuş bebeğini gördük mü? Gördük. Unutmadık. Ama unuttular.

Zulüm olurken gurur konuşulmaz. Çocuklar ölürken siyaset yapılmaz. Fakat bugün, insanlık denen mefhum bir kenara bırakılmış; yerini hesaplara, PR stratejilerine ve liderlerin şişirilmiş egolarına bırakmış.

Bir halk yok ediliyor. Filistin'in çocukları gözümüzün önünde katlediliyor. Tüm dünya yalnızca “endişeliyiz” diyebiliyor. Bu ne biçim endişe? Hangi endişe bir bebeği ölümden alıkoymaz? Hangi “kınama” bir çocuğun başını yerine koyar?

II. Modern Çağın En Acımasız Sözlüğü

Bu çağın sözlüğü şöyle:

  • “Meşru müdafaa”: Bir halkın köylerini yok etmek.

  • “Orantılı güç kullanımı”: Savaş uçaklarıyla bir kampı bombalamak.

  • “İki taraf da acı çekiyor”: Katil ve kurbanı eşitlemek.

  • “İsrail bizimle çatışmayı göze alamaz”: Bizim iktidarımızın gölgesinde zulmün pazarlığını yapabiliriz.

Bu dili yaratanlar, insanlığa değil, çıkarlarına hizmet ediyor. Vicdanın dili böyle konuşmaz. Vicdan, “Bir çocuk ölüyorsa, herkes suçludur,” der. Ama ne yazık ki vicdan artık dış politikada bir seçenek değil, sadece şiirlerde kalan bir kelime.

III. Bir Toplumun Yıkımı, Tüm Dünyanın Yüzsüzlüğü

Gazze’de çocuklar ölümle tanışmadan önce gökyüzüne bakamıyor. Gözleri korkuyla büyüyor. Oysa biz ne demiştik şiirlerde?

“Bir gün çok bunalırsan, gökyüzüne bak…”

Onların gökyüzü parçalanmış.
Gökyüzüne baktıklarında üstlerinde süzülen yalnızca yıldızlar değil, füzeler.

Yemen’de açlıktan ölen bebekler… Suriye’de evleri başlarına yıkılan çocuklar… Lübnan’da yıllar süren ambargo altında boğulan insanlar… Ve biz hâlâ “barış masası” hayalleri kuruyoruz.

Barış, bombalar eşliğinde kurulmaz. Vicdanlar uyanmadan gelmez.

IV. Sözde Kahramanlar, Gerçek Mazlumlar

Bu çağın sahnesinde bir figür var: Sahte Kahraman.
İçi boş, sesli, güçlüymüş gibi, ama sadece kendi halkına güçlü.
Sözde “ümmetin lideri” diye pazarlanıyor. Oysa ümmetin çocukları katledilirken “denge politikası” yapıyor. Kınamalarla koca bir halkı mezara gömüyor.

Buna biz “kibirin yamyam hali” diyelim.
Bir lider, kendi halkı için ne yaparsa yapsın, başka halkların acılarına gözlerini kapatıyorsa insanlığını yitirmiştir.
Gazze’de her bomba düştüğünde, bazı liderler alkış topluyor içeride. Çünkü insanlar gerçekleri değil, sunulan tiyatroyu izliyor.

Bir yanda yıkım, bir yanda yaldızlı konuşmalar.
Bir yanda ölü çocuklar, bir yanda açılış törenleri.
Bir yanda “Ben dünyaya meydan okuyorum,” diyenler, öbür yanda “Ama İsrail’le ekonomik ilişkilerimiz sürüyor,” diyenler.

V. İnsanlık Dedikleri Ne Kadar Ucuz?

Hiçbir hayvan kendi türünü böyle acımasızca yok etmez.
Bu yüzden bazen “insanlık” kelimesi bile ağır geliyor.
Bu çağda insan olmak, çoğu zaman zalime göz yummak, katliamlara susmak, ekran başında kahve yudumlarken “çok kötü şeyler oluyor” demek.

Gerçekten bir daha düşünelim:
Bu çağın insanı, Hitler’in zamanındaki sessiz çoğunluktan daha mı farklı?
Bir toplumun çocukları her gün katlediliyorken, sessiz kalan herkesin eli kirli değil mi?

VI. Çocukların Gözünden Bakın Dünyaya

Haydi bir anlığına gerçek bir empati kuralım.
Bir Gazzeli çocuk olalım.
Gece füzeyle uyanalım.
Kardeşimiz parçalanmış, annemiz cansız…
Gökyüzüne değil, artık sadece toprağa bakıyoruz.
Ve sonra... dünya liderleri konuşuyor: “Bu kabul edilemez.”
Ama durmuyorlar.
Hiçbir şey değişmiyor.

Bu çocuklar bir sabah uyanamayacaklarını biliyorlar.
Bu çocuklar umut nedir, bilmeden büyüyorlar.
Ve bu çocuklar, bir gün insanlık adına bizim utancımız olacaklar.

VII. Kınamak Ne Zaman Dur Dedi?

İsrail’in on yıllardır süren soykırımı karşısında söylenen en sık kelime şu: Kınıyoruz.
Siz gerçekten kınadığınız her şey için harekete geçiyor musunuz?
Kınamak, vicdanın eylemsiz şeklidir.
Kınamak, zalime susarak prim vermektir.
Kınamak, aslında bir aldatmacadır.

Kınamak bir politikadır.
Kınamak, “bakın biz de rahatsızız” demek içindir.
Ama Gazze’nin çocukları rahatsız değil, ölü!
Kınamayla dirilmiyorlar.
Mezar taşlarına “kınandınız” yazılmıyor.

VIII. Bu Çağın En Büyük Günahı: Unutmak

Bu çağ her şeyi çok çabuk unutuyor.
Bir gün Gazze için ağlıyoruz, ertesi gün indirim kovalıyoruz.
Bir çocuğun cesedi karşımıza çıkınca tüylerimiz ürperiyor, ama sonra hemen dizi izliyoruz.
Zulmü unutmak da, zulme ortak olmaktır.

Bu çağda adalet arayan herkes yalnız.
Bu çağda hakikati söyleyen herkes sürgünde.
Bu çağda “insan” kalmak, bedel istiyor.
Ama biz bedel ödemekten de korkuyoruz.
Konforlu koltuklarımızda “acı” tüketiyoruz.
Ama bir çocuğun acısını hissetmek istemiyoruz. Çünkü o acı, bizim güvenli hayatımızı sorgulatır.

IX. Hesap Günü Varsa?

Sahi, bir gün hesap varsa?
Bir gün, herkes yaptığının karşılığını görecekse?
O çocukların gözyaşları, kulakları sağır olan liderleri mahkemeye çağıracaksa?
Korkmuyor musunuz?
Gerçekten bir gün herkesin maskesi düşerse, ne olacak?

Savaş uçaklarını değil, bakışlarını yönetenler sorguya çekilecekse…
Mikrofonlardan değil, vicdandan seslenenler galip gelecekse…
Ve Allah bir gün, “Bu çocukların hesabını kim verecek?” diye sorarsa…
Kim cevaplayacak?

X. Bir Medeniyetin Ölümü, Bir Bebeğin Kalbinde Başlar

Bir bebek, kalbi durduğunda sadece bir aile değil, tüm insanlık ölmüş olur.
Gazze’de on binlerce insanın canı, dünyanın en büyük mezarlığını oluşturuyor.
Bu mezarlık sadece fiziksel değil;
Orada gömülü olan şey: İnsanlığımız.

Bir çocuğun gülüşünü koruyamayan bir dünya, hiçbir başarıya imza atmış sayılmaz.
Siz gururla koltuklarda oturun,
Siz şatafatla protokollerde yürüyün,
Siz ekonomiyi büyütün, diplomasiyi pazarlayın…
Ama bilin ki;
O toprağın altındaki bir çocuk, sizin bütün kariyerinizden daha değerlidir.

Bahadır Hataylı/06.04.2025/Sancaktepe/İST

6 Nisan 2025 Pazar

Kumdan Kahraman- Doğunun Gölgesindeki Masal



Bir içi boş büyünün peşinde harcanan coğrafyanın ağıdı

Bir zamanlar, çöl rüzgarlarının bir şehri bir başka şehre taşıdığı, gökyüzünün toprakla konuştuğu, ayın kurumuş palmiye yapraklarına şiir yazdığı bir coğrafyada, büyük bir gölge doğdu.

Gölge, bir insan suretindeydi ama daha çok bir tiyatro karakterini andırıyordu: yüksek sesle konuşur, kürsülerde kabarır, gözlerini patlatırcasına açar, eliyle göğsüne vurur, her hareketine bir anlam yüklenmesini isterdi.

Ve insanlar, yıllar boyu kandırıldıkları için artık kandırılmak ister hâle gelmişlerdi. O yüzden bu gölgeye sarıldılar. Ona ‘kahraman’ dediler. Ona ‘yiğit’ dediler. Onu ‘Doğu’nun son umudu’ ilan ettiler. Ümmetin başı, mazlumların hamisi, zalimlerin belası… Oysa bu figür, bir illüzyondu.

Bir boşluk, bir hayal… Ama gürültülüydü. Çünkü içi boş olanlar en çok sesi çıkaranlardır.

Büyünün Başlangıcı- Çöl Aynasında Sahte Işıklar

İnsanlar, çokça yanılmaktan usanmazlar. Hatta çoğu zaman, doğruyu aramak yerine, güzel yalanlara tutunmayı tercih ederler. Bu ‘kumdan kahraman’ da böyle bir ihtiyaçtan doğdu. Ortadoğu’nun perişan halkları, başlarına indirilen bombaların, açlıkla yoğrulmuş kaderlerinin ve suskun dünya karşısındaki çaresizliklerinin arasında, bir ‘surete tutunmak istediler.

Bu suret, “bizden biri” olacaktı. “Direnecek”, “yıkacak”, “kuracak”, “hesap soracak”, “dünyaya meydan okuyacaktı.

Peki, ne yaptı bu kahraman?

Kalabalıklara oynadı.

Daha çocuk yaşta taş atan Filistinli bir çocuğun ellerini öpmek yerine, o çocuğun üzerinden nutuk attı. Yemenli annenin ocaksız evinde pişmeyen çorbasına bir kaşık tuz atmak yerine, televizyonlara çıkıp “biz buradayız” dedi. Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da, Mısır’da gözyaşlarına boğulan çocukların bedenlerini değil, onların ölümlerini kendi karizmasına fonda müzik yaptı.

Sözde güçlüydü. Sözde yiğitti. Sözde ‘emperyalizme Karşı'ydı.

Ama pratikte?

Düğmelere bastı, timsah gözyaşı döktü, masalarda el sıkıştı.

Kumdan Taht-Mazlumların Üzerine Kurulmuş Bir Sahne

Kahramanımız (!) kendine bir taht kurdu. Ama bu taht, altınla değil; Gazze’nin çocuklarının kemikleriyle, Yemenli kız çocuklarının çığlıklarıyla, Suriye’nin harabeleriyle inşa edildi.

O bir lider gibi görünüyordu ama aslında bir figürandı. Perde arkasındaki kuklacılar, her hamlesini alkışlarla süslediler. Ne zaman ki sesi azaldı, biraz daha kan döküldü. Ne zaman ki etkisi düştü, yeni bir mazlum sahneye çıktı. Onun gözyaşıyla yeniden yüceltildi bu sahte kahraman.

Halklar öldü. O alkışlandı.

Koca bir coğrafya çöktü. O televizyonlara manşet oldu.

Çocuklar donarak öldü. O sahnede ışıltılı cümleler kurdu.

“Biz sizin sesiniziz!” dedi. Oysa onların sesi asla duyulmadı. Çünkü sesi en çok çıkan oydu. Sadece o konuştu. Sadece o parladı. Işıklar sadece onun üzerine tutuldu. Gerçek mazlumlar hep gölgede kaldı.

Siyonizm'in Gölgesinde Kükreyen Aslan-Ama Kime?

Sözde emperyalistlere karşıydı. Sözde Filistin’in dostuydu. Peki, neden her bombanın sesi duyulduğunda sadece tweet atmakla yetindi? Neden her çocuk cesedi karaya vurduğunda sadece poz verdi? Neden her diplomatik ihanette sadece nutuk çekti?

Çünkü o kahraman değil, bir gösteriydi. Sahteydi. Kurgu bir karakterdi. Arka plandaki güçlerin, Siyonist akılların, emperyalist planların işine gelen bir dekor.

Siyonizm, kahkahalarla bu tiyatroyu izliyordu. Çünkü onlar gerçek düşmanlarını bilirlerdi. Bu figür, sahte öfkesini gerçek düşmana değil, kendi halkına kusuyordu. İçeride baskı, susturma, sansür… Dışarıda tok sesli ama eylemsiz bir öfke.

Mazlumlar ağladıkça onun afişleri büyüdü. Çocuklar öldükçe onun popülerliği arttı. Anneler sustukça onun sesi daha gür çıktı.

Çünkü o gerçek değil, bir proje kahramanıydı.

Yemenli Çocuğun Gözyaşı- Büyünün Sustuğu An

Bir Yemenli çocuk düşün. Yüzünde kurumuş kan. Göğsünde kurşun izi. Elinde, kırık bir oyuncak ayı.

Bu çocuğun adı bilinmiyor. Belki Ahmed, belki Zeynep… Ama bu çocuk, ekranlarda kahraman ilan edilen figürün dünyasında hiç yer bulamadı.

Çünkü onun derdi çocuklarla değildi. Onun derdi, alkışlarla, kürsülerle, uluslararası manşetlerleydi. O, çocukların değil, kameraların gözüne bakıyordu.

Bir Yemenli anne, evladının bedenini kendi elleriyle toprağa verdiğinde göğe baktı. Gökyüzünde uçaklar değil, suskun yıldızlar vardı. Ve o an, sahte kahraman sustu. Çünkü artık kandıracak bir şey kalmamıştı.

Son Perde-Gölgenin Dağıldığı An

Tarihin tozlu sayfalarında her şey kayda geçer. Alkışlar unutulur, gözyaşları kalır.

Kumdan yapılmış kahramanlar, en ufak bir rüzgarda dağılırlar. Çünkü hakiki olmak, temel ister. Temel vicdandır. Temel cesarettir. Temel eylemdir.

Sözde kahraman, bu temellerin hiçbirine sahip değildi. O sadece bir ambalajdı. İçinde fazlasıyla boş, dışında abartılı bir süs.

Ve tarih, bu türlerini hep bilir:

  • Atına binip gürleyen ama cepheye hiç gitmeyenleri…

  • Yüksek sesle bağıran ama gerçekleri hep susturanları…

  • Mazluma umut vaat edip, zalime hizmet edenleri…

Ortadoğu, böyle çok ‘kahraman’ gördü. Ama hiçbiri, halkın gözyaşını silmedi. Çünkü silmek istemedi. Çünkü gözyaşı üzerinden iktidar kurmak, onların en güçlü becerisiydi.

Ve Şimdi?

Şimdi bir sessizlik var. Ama bu sessizlik, umutsuzluğun değil; uyanışın habercisi.

Çünkü insanlar artık göz alıcı sözlere değil, sessiz ama samimi ellere bakıyor.

Kumdan kahramanlar bir bir dökülürken, gerçekten yürüyen, yavaş ama dürüst adımlarla ilerleyenlerin kıymeti anlaşılıyor.

Bir çocuk, bir çiçek bırakıyor Gazze’nin harabelerine… Bir yaşlı adam, bir Yemenli yetime çorba uzatıyor… Bir genç, Suriye’deki harabelerde kitap okuyor…

Bunlar, yeni kahramanlar. İçleri dolu. Gürültüleri yok. Gösterişleri yok.

Ve tarihin gerçek tanıkları, artık bu sessiz kahramanlara kulak veriyor.

Kumdan Kahraman’ın Ardından

Gölgeler geçer. Geriye ışığın dokunduğu gerçeklik kalır.

Bir halk, kandırıldığı her anın hesabını bir gün mutlaka sorar.

Çünkü mazlumların alnındaki ter, bir gün zalimin yakasındaki saltanatı çözer.

Ve o gün geldiğinde,

Kumdan tahtlar devrilir, Yaldızlı sözler unutulur, Büyük gösterilerin ışıkları söner.

Geriye ne kalır bilir misin?

Bir annenin yorgun ama huzurlu bakışı… Bir çocuğun sıcak bir tas çorbayla gülümseyişi… Ve bir coğrafyanın yeniden doğrulma duası…

Kahramanlık, gölgede değil; ışıkta yürüyebilmektir.

Ve kumdan yapılan her şey, eninde sonunda rüzgarla dağılır.

Bahadır Hataylı/06.04.2025/Sancaktepe/İST

5 Nisan 2025 Cumartesi

Hegel ve Özgürlük

İnsan, düşünme yetisini kullanmadan gerçek anlamda özgür olabilir mi? Friedrich Hegel'e atfedilen "İnsan eğer düşünmüyorsa özgür değildir; çünkü o zaman bir başkasına göre davranır." sözü, bireyin zihinsel özgürlüğünün, fiziksel özgürlükten çok daha derin bir anlama sahip olduğunu göstermektedir. Peki, bu fikir felsefi olarak nasıl temellendirilebilir ve insanın evrendeki konumuyla nasıl ilişkili hale getirilebilir? Bu yazıda, Hegel'in düşüncelerini merkeze alarak özgürlük, bilinç ve insanın evrendeki yeri üzerine bir analiz yapacağım.

1. Özgürlük ve Akıl İlişkisi
Hegel'in felsefesinde, özgürlük sadece fiziksel sınırlardan bağımsız olma durumu değil, aynı zamanda bireyin kendi düşüncelerini bilinçli bir şekilde şekillendirme yetisiyle ilgilidir. Düşünmeyen bir insan, kendi değerlerini, ideallerini ve hedeflerini belirleyemez; bunun yerine başkalarının fikirlerine ve yönlendirmelerine tabi olur. Bu nedenle, zihinsel özgürlük olmadan gerçek bir özgürlükten bahsetmek mümkün değildir.

2. Bilinç ve Özgürlük Diyalektiği
Hegel'in diyalektik anlayışı, bilincin kendini tanıma sürecinde çeşitli aşamalardan geçtiğini savunur. "Efendi-köle diyalektiği" olarak bilinen bu süreç, bireyin kendi bilincinin farkına varması ve düşünme yetisini kullanarak özgürleşmesi üzerine kuruludur. Eğer birey düşünme yetisini geliştirmezse, başkalarının bilinçli olarak inşa ettiği fikirlerin etkisi altına girer ve nesneleşir.

3. İnsanin Evrendeki Yeri
Kozmolojik bir perspektiften bakıldığında, insan yalnızca fiziksel bir varlık değil, aynı zamanda akıl yürütecek ve kendi varoluşunu anlamlandıracak bir varlıktır. Evrendeki düzen ve anlam, insan aklının yaratıcılığı sayesinde ortaya çıkar. Düşünmeyen insan, evrenin bilinçsiz bir parçası olmaktan öteye gidemez ve kendi varoluşunu yönetme yetisini kaybeder.

4. Modern Perspektiften Ele Alış
Günümüzde medya, toplumsal normlar ve ideolojik yapılar, bireyin düşünme özgürlüğünü etkileyen başlıca unsurlar arasındadır. Eğer birey bu etkileri sorgulamadan kabul ederse, aslında kendi fikirlerini değil, ona dayatılan fikirleri benimsemiş olur. Hegel'in belirttiği gibi, bu da bireyin gerçek özgürlüğünü yitirdiği bir durum yaratır.

Hegel'in felsefesi, insanın gerçek bir özne olabilmesi için düşünme yetisini kullanmasının kaçınılmaz olduğunu vurgular. Düşünmeyen insan, kendi kaderini belirleyemez ve başkalarının yönlendirmesi altında nesneleşir. Ancak düşünme yetisini geliştiren insan, kendi yolunu çizen ve evrende bilinçli bir varlık olarak yer alan gerçek bir öznelik kazanır. Böylece, insan sadece var olmakla kalmaz, aynı zamanda kendi varoluşunu bilinçli bir şekilde anlamlandırır.

Bahadır Hataylı/04.04.2025/Namazgah/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!