Bu Blogda Ara

20 Mart 2025 Perşembe

Adaletin Gölgesinde Güç Hukuk ve Toplumsal Uyanış


Karanlık Talih ve Adaletin Peşinde-Bir Toplumun Uyanışı

Tarih boyunca birçok millet, adaletin ne olduğunu sorgulamış, onu tesis etmeye çalışmış ancak her defasında gücü elinde bulunduranların tanımladığı bir hukuk anlayışıyla yüzleşmiştir. İnsanlığın temel meselelerinden biri olan adalet, güç sahiplerinin inisiyatifine bırakıldığında, gerçek adalet olmaktan çıkar ve bir tür baskı aracına dönüşür. Bugün yaşadığımız dünya da benzer bir trajedi sahnelemektedir. Devletlerin başına geçen yöneticiler, bulundukları makamı halkın emaneti olarak görmekten ziyade, şahsi mülkleri gibi algılamakta, hukuk mekanizmasını da kendilerini güvence altına alacak şekilde dizayn etmektedirler. Bu yazıda, toplumların adalet anlayışının nasıl evrilmesi gerektiğini, hukukun nasıl olması gerektiğini ve gücün nasıl kontrol altına alınabileceğini anlatmaktayım.

Hukukun Bağımsızlığı-Bir Efsane mi, Gerçek mi?

Hukuk, bir toplumun temel taşıdır. Ancak, bu taş yeterince sağlam değilse, üstüne inşa edilen bütün sistem çürük olacaktır. Bugün birçok ülkede hukuk, bağımsız bir mekanizma olmaktan çıkıp siyasi erklerin elinde bir silaha dönüşmüştür. Adalet dağıtmak yerine, belli bir zümrenin çıkarlarını koruyan bir yapıya bürünen hukuk sistemi, halkın güvenini kaybetmekte ve adalet arayışını kişisel hesaplaşmalara yönlendirmektedir.

Eğer hukuk gerçekten bağımsız olsaydı, herhangi bir yönetimin değişmesiyle birlikte kanunların işleyişi değişmezdi. Ancak pratikte, her yeni iktidar döneminde hukuk sisteminin nasıl şekillendiğine bakarak, hukukun gerçekten bağımsız olup olmadığını rahatlıkla anlayabiliriz. Oysaki hukuk, herhangi bir siyasi otoritenin değil, toplumun vicdanının temsilcisi olmalıdır. Ancak, gücü elinde tutanlar tarafından sürekli değiştirilen yasalar ve taraflı uygulamalar, toplumun hukuka olan inancını zedelemektedir.

Hukukun Güç Karşısındaki Acziyeti

Gücü elinde bulunduranlar, hukuku kendi lehlerine şekillendirme eğilimindedir. Hukukun üstünlüğü yerine, üstünlerin hukuku dediğimiz bir olgu karşımıza çıkmaktadır. Böyle bir ortamda bireyin haklarını koruyacak bir mekanizma kalmaz. Gücü elinde bulunduranlar için hukuk, kendilerini güvence altına alan bir kalkan, muhaliflerini bertaraf etmek için kullanılan bir sopa haline gelir. Bu, toplumsal adaletin ölümüdür.

Peki, bu nasıl değiştirilebilir? Toplumların adaleti sağlaması için hukuk mekanizmasının denetlenebilir ve gerçekten bağımsız olması gerekmektedir. Bunu sağlayacak olan ise bilinçli, sorgulayan ve pasif bir seyirci olmak yerine aktif bir yurttaşlık bilinciyle hareket eden bireylerden oluşan bir toplumdur.

Güç ve Hukukun Diyalektiği

Tarih boyunca güç sahipleri, hukuku kendi çıkarlarına uygun biçimde manipüle etmiştir. Ancak unuttukları bir şey vardır: Güç sonsuz değildir. Zamanın akışı içinde her güçlü, bir gün güçsüz duruma düşebilir. Bugün hukuku kendi çıkarlarına göre dizayn edenler, yarın o hukukun gerçek işleyişine muhtaç hale gelebilirler. İşte tam da bu yüzden, adaletin gerçekten bağımsız bir mekanizma olması herkesin yararınadır.

Toplumlar, güç ve hukuk arasındaki bu diyalektiği iyi anlamalıdır. Güç, kontrol edilmezse yozlaşır. Yozlaşmış bir güç ise eninde sonunda kendini tüketir. Bu nedenle, hukuk sisteminin her türlü iktidarın ve güç odağının üstünde olması şarttır.

Birlikte Yaşamanın Anahtarı-Tarafsız ve Bağımsız Hukuk

Toplumların barış içinde yaşayabilmesi için hukuk sisteminin objektif ve bağımsız olması gerekir. Farklı görüş ve inançların birlikte yaşayabilmesi ancak tarafsız bir hukuk mekanizmasıyla mümkündür. Eğer bir hukuk sistemi, bir kesimin diğer kesimler üzerinde tahakküm kurmasını sağlıyorsa, orada adaletten söz edilemez. Bir ülkenin adalet mekanizması, yalnızca mevcut yönetimin değil, herkesin güvencesi olmalıdır.

Gücü elinde bulunduranların hukuku kendi lehlerine çevirdiği bir ülkede, halkın hukuka olan güveni zamanla yok olur. Ve bu noktada, insanlar adaleti kendi yöntemleriyle aramaya başlar. Tarih boyunca yaşanan iç savaşlar, devrimler ve kaos ortamlarının temelinde bu adaletsizlik yatmaktadır.

Uyanış Zamanı

Tarih, sürekli tekrar eden bir döngü içindedir. Güç sahibi olanlar, adaleti kendi çıkarlarına uygun şekilde dizayn eder, sonra gücü kaybettiklerinde aynı hukuk sistemine muhtaç hale gelirler. Bu kısır döngüyü kırmak için, hukukun üstünlüğünü sağlayacak gerçek bir sistem inşa edilmelidir. Bunun için:

  1. Hukukun bağımsız olması sağlanmalı: Hukuk, siyasi otoritelerden tamamen bağımsız olmalıdır. Yargıçların atanması ve görevden alınması gibi süreçler, siyasetten arındırılmalıdır.

  2. Toplumsal bilinç artırılmalı: Halk, hukukun nasıl işlediğini bilmeli ve ona sahip çıkmalıdır. Hukuk, sadece avukatların ya da yargıçların meselesi değil, toplumun temel taşıdır.

  3. Güçlü bir sivil toplum oluşturulmalı: Sivil toplum kuruluşları, hukukun bağımsız işleyişini takip etmeli ve adaletsizliklere karşı ses yükseltmelidir.

  4. Özgür basın desteklenmeli: Bağımsız medya organları, hukukun tarafsız işleyip işlemediğini gözlemlemeli ve topluma doğru bilgi aktarmalıdır.

Adalet, toplumların en büyük güvencesidir. Eğer bir ülkede adalet yoksa, hiçbir şey garanti değildir. Mazlumun hakkını koruyamayan bir hukuk düzeni, eninde sonunda herkesi mağdur eder. Bugün susanlar, yarın hukukun eksikliğini en ağır şekilde hissedecektir. Bu nedenle, hukuk herkes için eşit olmalı, adalet gerçekten bağımsız kılınmalıdır.

Unutmayalım, adaletin olmadığı bir toplum, bir gün mutlaka kendi içinde çürür ve yok olur. Bugün, hukukun üstünlüğü için mücadele edenler, geleceğin adil toplumunu inşa edecek olanlardır. Şimdi uyanış zamanı!

Bahadır Hataylı/19.03.2025/Namazgah/İST

19 Mart 2025 Çarşamba

Korkunun Zincirlerini Kır-Halkları Esir Alan Sessiz Sömürü

 

Korkunun Esareti

Bu anlatacağım hakikat, günümüz dünyasında yaşananları anlamamıza ışık tutuyor. Üç kişilik bir eşkıya grubu, yalnızca bir dolma tüfekle 100’den fazla çingeneyi nasıl esir aldı? Bu olay, 1839 yılında, Toros Dağları’ndan Kozan’a iniş güzergahında gerçekleşti.

 Yaz boyunca İç Anadolu’da şehir şehir gezip kışlık yiyeceklerini toplamış, güz mevsiminin başında sıcak Adana bölgesine doğru yol almıştı. Yolumuz, kış için hazırlık yapmış, erzak dolu bir çingene kabilesine denk geldi... Üç kişiydik ve elimizde tek bir dolma tüfek vardı. Biz üç arkadaştık; en yaşlımız 60, ortancamız 50, ben ise 39 yaşındaydım. Eğer ateş etsek, ikinci kez doldurma fırsatımız olmayabilirdi. Ama onların bunu fark edecek cesaretleri yoktu.

Önlerini kestik, yüksek sesle bağırarak emirler yağdırdım:

“Elinizde ne varsa bırakın! Paralarınızı çıkarın!”

Teslim oldular. Paralarını saydık; 100 lira kadar vardı. Hepsini aldık. Erzaklarının büyük kısmını da yanımıza aldık, geriye sadece bir miktar bıraktık. Sonra tekrar bağırdım:

“Arkanıza bakmadan gidin! Yoksa hepinizi kurşuna dizerim!”

Koca kabilenin dizlerinin bağı çözüldü. Yere kapanıp ağlamaya, üstlerini başlarını yırtarak yalvarmaya başladılar:

“Ne olur! Bu kadar insan nasıl yaşayacağız?”

Aldığımız paradan 5 lirasını onlara geri verdik. İşte o an, şaşkınlıkla birdenbire alkışlamaya, tezahüratlar yapmaya, bize dualar etmeye başladılar:

“Size eşkıya diyenlerin Allah belasını versin! Sizler ne iyi insanlarsınız! Fakir fukarayı gözetiyorsunuz, bizlere kışlık ihtiyacımızı bıraktınız! Sizi gittiğimiz her yerde ‘fakir babası’, ‘en yiğit adamlar’ diye anlatacağız!”

Hatta, “Eğer sizler olmazsanız dağlarımızı gerçek eşkıyalar sarar. Siz bizim tek sahibimizsiniz! Tarih sizi eşkıya değil, kahraman olarak yazacak!” diyerek uzaklaşıp gittiler.

Oysa bizim ödümüz kopuyordu. Eğer hepsi birden üzerimize yürümeye cesaret etseydi, kaçacak yerimiz bile olmazdı. Ama olmadı. Korkuları, onları itaatkâr hale getirdi. Onlardan aldığımızı keyfimize göre harcayarak rahatça yaşadık.

Bu hikâyeyi 1985 yılında okuduğumda, aklıma şu cümle geldi:

“Devrimler, insanların korkuyu yendiği gün başlar.”

Bu söz ne kadar anlamlıydı. Korkuya esir olmuş insanlar, tarihin her döneminde sömürülmeye ve ezilmeye mahkûm olmuşlardı. Korku, insanı sadece boyun eğmeye değil, kendisini ezenleri alkışlamaya bile mecbur bırakıyordu. Bugün de farklı bir dünyada değiliz. Tarih boyunca yaşanan bu hikâye, her çağda ve her toplumda tekrar tekrar yazılıyor.

Eşkıyalık ve korku üzerine anlatılan bu hikâye, aslında toplumların nasıl yönetildiğine dair büyük bir gerçeği gözler önüne seriyor. Üç kişilik bir eşkıya grubu, 100 kişilik bir çingene kafilesini nasıl esir alabildi? Cevap basit: Korku. Korku, insanları itaatkâr kılar ve güç, her zaman cesaretten daha fazla bir şey değildir.

Bugün, bu hikâyenin bir benzerini yaşıyoruz. Politikacılar ve ülke yöneticileri, halkın korkularını kullanarak onları soyup soğana çeviriyor, sefahat içinde yaşarken, halkı açlıkla ve yoksullukla baş başa bırakıyor. Halkın gözünün önünde dönen yolsuzluklar, rüşvet çarkları, adaletsizlikler, medyanın manipülatif söylemleri ve halkın sessizliği... İşte, korkunun esareti tam olarak budur.

Bugün milyonlarca insanın alın teriyle kazandığı paralar, birkaç yüz ailenin kasalarına akıyor. Vergiler yükseltiliyor, enflasyon artıyor, hayat pahalılaşıyor. Ama milyonlar aç kalırken, muktedirler lüks sofralar kurmaya, görkemli saraylarda yaşamaya, servetlerini katlamaya devam ediyor. Halktan çalınan her kuruş, lüks araçlara, şatafatlı rezidanslara, israf edilen projelere dönüşüyor. Ve halk, 100 kişilik çingene kafilesi gibi korkudan itiraz etmiyor.

Korku, insanlık tarihinin en eski yönetim aracı olmuştur. Roma İmparatorluğu’ndan Osmanlı’ya, Sovyetler Birliği’nden modern dünyaya kadar güçlü devletler, halklarını kontrol etmek için korkuyu bilinçli bir silah olarak kullanmıştır.

Tarihsel Örnekler- Korku ile Yönetilen Halklar

  1. Roma İmparatorluğu ve Gladyatör Arenaları Roma, halkını eğlendirirken korkutmayı çok iyi bilen bir imparatorluktu. Gladyatör dövüşleri yalnızca bir eğlence değil, aynı zamanda "güçlü olanın hayatta kalması" öğretisini aşılayan bir korku mekanizmasıydı. Halk, Roma’nın acımasızlığına tanık oldukça itaatkâr hale geliyordu. İmparatorluk, baskısını artırırken, halkın korkuyla yönetilmesini sağlıyordu.

  2. Osmanlı’da Kardeş Katli ve Devletin Bekası Osmanlı’da “nizam-ı âlem için” kardeş katli, padişahın otoritesini güçlendiren bir uygulamaydı. Yeni tahta geçen padişah, kardeşlerini öldürerek olası taht kavgalarını engelliyor ve yönetimde bir istikrar sağlıyordu. Ancak bu, aynı zamanda hanedan mensuplarını ve halkı sürekli bir korku içinde tutarak itaatkâr hale getiriyordu.

  3. Hitler’in Almanya’sı ve Gestapo Nazi Almanya’sında korku, devletin temel yönetim aracıydı. Gestapo, halkı sürekli gözetim altında tutarak en küçük muhalefeti bile cezalandırıyordu. Yahudiler, komünistler ve muhalifler sistematik bir şekilde sindirilirken, halk korku içinde itaat etmeye zorlandı.

  4. Soğuk Savaş Dönemi: McCarthy Dönemi ABD’si ABD’de 1950’lerde komünizm korkusu öylesine yayıldı ki, McCarthy liderliğinde birçok insan "komünist" olmakla suçlandı ve hapse atıldı. Halk, fikirlerini özgürce ifade etmekten çekinir hale geldi. Korku, ABD’nin iç politikalarını şekillendiren bir güç oldu.

Modern Dünyada Korku ve Yönetim

Bugün de korku, aynı şekilde bir yönetim mekanizması olarak kullanılmaktadır. Küresel medya, ekonomik baskılar, terör tehditleri ve sağlık krizleri, halkların kontrol altında tutulmasını sağlıyor.

  1. Ekonomik Korku-Açlıkla Terbiye Edilen Halklar Bugün milyonlarca insan, geçim derdiyle boğuşuyor. İşsizlik, yüksek vergiler ve sürekli artan fiyatlar, halkı sindirmek için kullanılan en büyük araçlardan biri. "Eğer ses çıkarırsan, işini kaybedersin" korkusu milyonları susturuyor.

  2. Medyanın Korku Üretme Mekanizması Günümüz medyası, korkuyu pompalayan bir propaganda makinesi haline geldi. Sürekli savaş haberleri, ekonomik kriz senaryoları, terör tehditleri, salgın hastalıklar... İnsanlar korktukça, otoriteye daha fazla bağımlı hale geliyor.

  3. Dijital Gözetim ve Korku İmparatorluğu Günümüzde bireyler, dijital dünyada her an gözetim altında. Telefonlar, bilgisayarlar, kameralar... İnsanlar, izlendiklerini bildikleri için otoriteye karşı seslerini çıkarmaktan çekiniyorlar. Bu da korkunun modern versiyonu olarak karşımıza çıkıyor.

Korkuyu Yenmek- Değişim İçin İlk Adım

Eğer toplum, bu döngüyü kırmak istiyorsa, önce korkuyu yenmelidir. Çünkü korkuyu yenen insan, zalimin karşısında dimdik durur. Korkuyu yenen halk, kendisini sömürenlere hesap sorar. Ve işte o zaman, gerçek bir değişim başlar. Devrimler, insanların korkuyu yendiği gün başlar.

Cesaret, korkuya rağmen harekete geçebilmektir.

Şimdi soru şu: Biz bu hikâyede kim olacağız? Korkuya teslim olanlar mı, yoksa zalimin karşısında baş kaldıranlar mı?

Erol Kekeç/18.03.2025/Sancaktepe/İST

Zulme Karşı Hakikatin Haykırışı-Yemen ve Gazze’nin Direnişi Üzerine Bir Manifesto

Dünya sahnesi, zalimlerin kan ve gözyaşıyla yazdığı bir senaryoya mahkûm edilmiş durumda. Emperyalizmin dişlileri arasında ezilen mazlum coğrafyalar, tarihin en çetin sınavlarından birini veriyor. Bir yanda, açlık ve ambargolarla boğulmaya çalışılan Yemen, diğer yanda, ateşin ve ölümün gölgesinde direnen Gazze… Ve karşılarında, yalnızca şeytani hesaplarını güden, topraklarını genişletmek, halkları köleleştirmek isteyen küresel bir düzen...

Siyonizm ve emperyalizmin insanlık dışı ittifakı.

Ey Yemen, ey Gazze! Siz, emperyalizmin kanlı pençesine rağmen yılmayanların, canını siper ederek zulme karşı kıyam edenlerin adısınız. Siz, dünyanın en büyük ve en müreffeh ordularına karşı inancın, azmin, fedakârlığın nasıl bir güç olduğunu gösteren ebedi birer destansınız.

Bu manifestoda, emperyalist işgalcilerin ve onların kuklalarının kirli oyunlarını, İslam dünyasındaki korkakların zilletini ve Yemen ile Gazze’nin cesur direnişini tüm açıklığıyla ortaya koyacağız. Çünkü hakikati haykırmak, zalime karşı susmamak, bir müminin en temel görevidir.

1. Emperyalizmin Kanlı Projesi-Siyonizm ve ABD’nin Küresel İşgali

Bugün yaşananlar, asla bir tesadüf ya da ani bir savaşın sonucu değildir. Bu, yüz yıllardır planlanan, stratejik hesaplarla yürütülen bir küresel işgalin devamıdır. Siyonist İsrail’in varlığı, Batı emperyalizminin Ortadoğu’daki en büyük kalesidir.

ABD, İngiltere ve Batı dünyası, İsrail’in varlığını sürdürmesi için tüm insanlığı kurban etmekten çekinmemektedir. “Demokrasi” ve “özgürlük” gibi kavramlarla maskelenmiş emperyalist vahşet, gerçekte katliamlarla, işgallerle ve halkların kanını emerek büyüyen bir canavardan ibarettir.

Irak’ta milyonlarca insan öldürüldü, işgalle birlikte ülke parçalandı.

Libya’da halkı birbirine kırdırarak ülkeyi kaosa sürüklediler.

Suriye’yi terör gruplarıyla kuşatarak iç savaş bataklığına sürüklediler.

Filistin’i yetmiş yıldır kan ve gözyaşıyla işgal altında tutuyorlar.

Yemen’de halkı açlığa mahkûm ederek onları diz çöktürmeye çalışıyorlar.

Ancak emperyalizmin unuttuğu bir şey var: Baskı ve zulüm, hiçbir zaman hakikatin ışığını söndüremez.

2. Yemen: Sadece Allah’a Kulluk Edenlerin Direnişi

Yemen, bugün modern dünyada eşi benzeri görülmemiş bir iman direnişi sergiliyor. Açlıkla, ambargoyla, bombalarla diz çöktürülmek istenen Yemen halkı, boyun eğmeyi reddederek sadece Allah’a kul olduklarını gösterdi.

Ne Suudi Arabistan’ın petrol dolarları ne ABD’nin silahları ne de İsrail’in şeytani planları, Yemen’in iman dolu göğsünü delemiyor. Çünkü Yemen, imanı satılık olmayanların, top tüfek karşısında yalnızca Allah’a sığınanların diyarıdır.

Ve işte, Yemen’in füzeleri Tel Aviv’e ulaştığında dünya dehşet içinde kaldı. Çünkü bir avuç mazlumun, dünyanın en güçlü askeri ittifaklarına kafa tutabileceği hesaplanmamıştı. Onlar sanıyorlardı ki, Yemen halkı aç bırakılırsa, ilaçsız bırakılırsa, bombalarla yıldırılırsa direnişi bırakır. Ama Yemen, imanını ve onurunu çiğnetmemeye yemin etti.

Bugün Yemen, İslam dünyasının utanç içinde izlediği bir direnişi tek başına yürütüyor. Ve ne acıdır ki, bu direnişe destek olması gereken ülkeler, Amerika ve İsrail’in korkusuyla seslerini çıkaramıyorlar.

3. Gazze: Dünyanın Gözleri Önünde Yapılan Soykırım

Filistin, özellikle de Gazze, insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden birine sahne olmaktadır. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar; gözleri kan bürümüş bir işgal gücü tarafından her gün katledilmektedir.

Bu, yalnızca bir savaş değildir. Bu, sistematik bir soykırımdır. Dünyanın en büyük güçleri, İsrail’in işlediği bu insanlık suçlarına karşı üç maymunu oynarken, Gazze’nin çocukları, üzerine yağan bombalara rağmen özgürlüğün türküsünü söylemeye devam ediyor.

Ve en büyük ayıp, İslam dünyasına aittir.

Türkiye, ticari anlaşmaları devam ettirerek İsrail ile ekonomik ilişkilerini kesmemiştir.

Suudi Arabistan ve BAE, İsrail’le dostluk anlaşmaları imzalamıştır.

Mısır, İsrail’e geçiş kapılarını açarken Gazzelileri açlığa mahkûm etmiştir.

İran ve Lübnan dışında hiçbir İslam ülkesi gerçek anlamda Filistin davasını sahiplenmemiştir.

Ama Gazze yalnız değildir. Çünkü Yemen, 2000 kilometre öteden füzelerini Tel Aviv’e göndererek İslam dünyasına “Ayağa kalkın!” diye haykırmıştır.

4. Korkak İslam Ülkeleri: Zilletin Adı Oldular

Bugün İslam ülkelerinin büyük bir çoğunluğu, İsrail’in ve ABD’nin boyunduruğuna girmiştir. Petrol dolarlarıyla saraylarda yaşayan yöneticiler, Müslümanların canı pahasına sefahat içinde yaşamaktadır.

Bazıları “biz de güçlenelim” diyerek İsrail’le anlaşma yapmaktadır.

Bazıları “bu savaş bizi ilgilendirmez” diyerek zalimden yana olmaktadır.

Bazıları “denge siyaseti” diyerek hiçbir şey yapmamayı tercih etmektedir.

Ama Yemen gösterdi ki, mesele imkan meselesi değil, iman meselesidir. Eğer mesele top ve tüfek olsaydı, Suudi Arabistan dünyanın en güçlü devletlerinden biri olurdu. Ama bugün Yemen, yoksulluğun ortasında bile bir şeref abidesi gibi dimdik durmaktadır.

Zalimler Kaybedecek, Hak Galip Gelecek!

Ey Yemen, ey Gazze! Sizin direnişiniz, yalnızca bir toprak meselesi değil, bir iman meselesidir. Siz, ümmete unutturulmaya çalışılan bir hakikati yeniden hatırlattınız: Zulme karşı direnmek, Allah’a kulluğun en büyük şiarıdır.

Ve unutmayın: Tarih, zalimleri değil, mazlumların direnişini yazacaktır. Emperyalizmin kanlı çarkları bir gün kırılacak, işgalciler tarihin çöplüğüne atılacak ve zafer, her zaman hakka inananların olacaktır.

Allah’ın izniyle, bu direniş sürecek ve zalimler yenilecektir!

Bahadır Hataylı/18.03.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!