Bu Blogda Ara

10 Ocak 2025 Cuma

Ahlak ve Bilinç

 Dostlar,

Hepimizin farkında olduğu bir gerçek var: İnsanlık, tarih boyunca hem yarattıklarıyla hem de kendi elleriyle getirdiği felaketlerle şekillendi. Bu süreçte, bazı temel hatalar var ki bunları tekrar etmek, yalnızca bireyleri değil, bütün toplumları etkiliyor. Bugün konuşmak istediğim konu, bizi yok edecek unsurlar ve bunlardan nasıl kaçınabileceğimiz üzerine. Bu, yalnızca bir eleştiri yazısı değil; aynı zamanda bir sorgulama, bir yüzleşme.

İlkesiz siyaset-Prensiplerden yoksun gücün tehlikesi

Düşünelim; siyasetin temeli, toplumun sorunlarına çözüm bulmak, adaleti sağlamak ve daha iyi bir yaşam standardı oluşturmak olmalıdır. Ancak, ilkesiz bir siyaset, bunların tam tersine hizmet eder. İlkesiz siyaset, güç elde etmek ve bu gücü korumak için yalanın, manipülasyonun ve çıkarların merkezde olduğu bir düzen yaratır. Kısa vadede kazananları olabilir, ama uzun vadede hepimiz kaybederiz.

"Peki, ne yapmalıyız?" diye sorduğunuzu duyar gibiyim. İlkesiz siyasetin panzehiri şeffaflık ve hesap verebilirliktir. Her birimiz, seçtiğimiz liderlerin yalnızca sözlerine değil, icraatlarına da dikkatle bakmalıyız. Onları sorgulamalı, yanlışları karşısında sesimizi yükseltmeliyiz. Bireylerin uyanık olması, yozlaşmanın panzehiridir.

Vicdanı sollayan eğlence-Düşünmeyi terk etmek

Eğlence kötü bir şey mi? Elbette hayır. İnsan olmak demek, yalnızca çalışmak değil, aynı zamanda hayatın tadını çıkarmaktır. Ancak, eğlence, düşünmenin, vicdanın ve sorumlulukların önüne geçtiğinde tehlikeli hale gelir. Bugün, sosyal medyadan televizyon programlarına kadar pek çok yerde, dikkatimiz bilinçli bir şekilde dağıtılıyor. Kendimizi tüketirken, dünyanın dertlerine karşı körleşiyoruz.

Unutmayalım; insan, yalnızca keyif almak için değil, daha derin bir anlam bulmak için de yaşar. Vicdan sahibi olmak demek, eğlenirken bile başka bir insanın haklarını, doğayı ve toplumu unutmamaktır. Eğlenceyi bir uyuşturucu değil, bir dinlenme aracı olarak görmeliyiz.

Çalışmadan zenginlik-Kolaycılığın cazibesi

Hepimiz rahat bir yaşamı hayal ederiz. Ancak, çalışmadan kazanılan servet, genellikle kısa sürede insana ve çevresine zarar verir. Tarih boyunca gördük ki, emeksiz kazanç çoğu zaman adaletsizlik doğurur. Servetin bir değer yaratma aracı olmaktan çıkıp bir güç sembolüne dönüştüğü toplumlarda, yozlaşma kaçınılmazdır.

Çalışarak zenginleşmek, yalnızca bireysel bir başarı değil, toplumsal bir modeldir. Herkes, emeklerinin karşılığını adil bir şekilde aldığını hissettiğinde, daha eşitlikçi ve huzurlu bir toplum yaratabiliriz. Gençlere, kısa yoldan köşeyi dönmenin değil, uzun vadeli hedeflere ulaşmanın güzelliğini öğretmek zorundayız.

Bilgili ama karaktersiz insanlar-Ahlak ve bilginin ayrılmazlığı

Bilgi güçtür, evet. Ancak bilgi, karakterden yoksunsa, bu güç yıkıcı hale gelir. Günümüzde, teknoloji ve bilimin gelişimi sayesinde bilgiye ulaşmak hiç olmadığı kadar kolay. Ancak bu bilgiler, karaktersiz insanların elinde, insanlığa büyük zarar verebilir. Silah teknolojileri, çevresel yıkımlar ya da manipülatif medya içerikleri buna örnektir.

Karakter, bilginin rehberidir. Bu yüzden, yalnızca bilgiyi öğretmekle yetinmemeli; aynı zamanda ahlak ve değerler de aşılanmalıdır. Okullarda, akademik başarının yanında, toplumsal değerlerin önemini de gençlere öğretmek şarttır. "Bilgili olmak yeterli değildir, bilginin nasıl kullanılacağını bilmek gerekir."

Ahlâktan yoksun bir iş dünyası-Sınırsız kazancın bedeli

Bugün, şirketlerin büyük bir kısmı kâr odaklı çalışıyor. Doğal kaynakların talan edilmesi, çalışanların sömürülmesi, çevrenin hiçe sayılması... Bunlar, ahlaktan yoksun bir iş dünyasının karanlık yüzü. Kapitalizmin bu kör noktası, yalnızca ekonomiyi değil, aynı zamanda insanlığın geleceğini de tehdit ediyor.

Peki, ne yapılabilir? Ahlak, iş dünyasına entegre edilmelidir. Sürdürülebilirlik, etik değerler, çalışan haklarına saygı, uzun vadeli planlamalar gibi kavramlar, birer seçenek değil zorunluluk olmalıdır. Tüketici olarak bizlere de büyük iş düşüyor. Bilinçli tüketim yapmak, sadece fiyatı değil, ürünlerin arkasındaki hikayeyi de sorgulamak bu sürecin bir parçasıdır.

İnsan sevgisini alt plana itmiş bilim

Bilim, insanoğlunun en büyük armağanlarından biridir. Ancak insan sevgisinden yoksun bir bilim, varoluşumuzu tehdit eden bir güç haline gelir. Silahlanma yarışları, doğanın yok oluşunu hızlandıran teknolojiler, insanları ayıran değil, birleştiren teknolojilerin eksikliği... Bunlar, bilimin insanlıktan uzaklaştığı anlarda karşılaştığımız sonuçlardır.

Bilimin merkezinde her zaman insan olmalıdır. Bilim insanlarının, teknolojik ilerlemelerin arkasındaki etik sorumlulukları sorgulaması, hem bireyler hem de toplumlar için bir zorunluluktur. İnsanlık sevgisi olmayan bir ilerleme, ilerleme değildir.

Özveriden yoksun bir din anlayışı-Maneviyatın yanlış anlaşılması

Din, birçok insan için yol gösterici bir ışıktır. Ancak, özveriden yoksun bir din anlayışı, yalnızca bireysel kurtuluş peşinde koşan, başkalarını umursamayan bir topluluk yaratır. Din, paylaşmanın, sevginin ve yardımlaşmanın merkezindeyken; yanlış yönlendirilmiş bir din anlayışı, bölünmelere, ötekileştirmelere yol açabilir.

Özveri, inancın temel taşlarından biri olmalıdır. İnsanın, yalnızca kendisi için değil, başkaları için de yaşaması gerektiği, her dini anlayışın özünde yer alır. Dinî liderlerin ve inananların, sevgi ve fedakarlığı yeniden hatırlaması şarttır.

Dostlar,

Bu saydıklarım yalnızca sorunlarımızın bir özeti. Ancak çözüm, hepimizin içinde. Daha bilinçli, daha vicdanlı, daha sorumluluk sahibi bireyler ve toplumlar olursak, bu sorunların her biriyle başa çıkabiliriz. Unutmayalım; bizi yok edecek unsurlardan kaçınmak, yalnızca kendimizi kurtarmak değil, gelecek nesillere daha iyi bir dünya bırakmak demektir. Gelin, bu mücadeleyi hep birlikte verelim.

Erol Kekeç/08.01.2025/Sancaktepe/İST

Adaletsiz Rejimi Adaletle Yıkınız-Alkışlar Önüne Kansız Ellerle Çıkınız

 


Adaletsizlik, toplumların en eski ve en tehlikeli hastalıklarından biridir. Tarih boyunca birçok medeniyet, adaletsizliğin yayılmasıyla çöküşe sürüklenmiştir; örneğin, antik Roma'da yozlaşma ve sosyal eşitsizlikler imparatorluğun dağılmasında büyük rol oynamıştır. Modern çağda da adaletsiz uygulamalar, toplumları kutuplaştırarak sosyal huzursuzluklara yol açmıştır. Güçlünün hukuku yazdırdığı, zayıfın ezildiği, hakkın, emekçinin ve mazlumun sesi duyulmadığı bir sistemin ömrü uzun değildir. Ancak bu ömür, insanların suskunluğu, korkusu ve tepkisizliğiyle uzar. Bugün burada, tarihten aldığımız derslerle, adaletsiz rejimlere karşı nasıl adaletle savaşabileceğimizi konuşacağız.

Adaletsizliğin Karakteri Nasıl İşler?

Adaletsizlik, ilk başta bir damla zehir gibi sinsice yayılır. Bir yasa, bir karar, bir taviz... Örneğin, özgürlükleri kısıtlayan bir yasa çıkarıldığında, insanlar "geçici bir önlem" diyerek bunu küçümseyebilir. Ya da bir lider, adil olmayan bir karara imza attığında, "şartların gereği" diye düşünülerek tepki gösterilmeyebilir. Ancak bu küçük gibi görünen adımlar, bir adaletsizlik zincirinin ilk halkalarını oluşturur. "Bu kadarından bir şey olmaz," diyerek göz ardı edilen her adaletsizlik, sonraki büyük felaketlerin zeminini hazırlar.

Bir adaletsiz rejim, kendi varlığını sürdürebilmek için öncelikle korkuyu besler. Korkunun temel kaynağı, cezasızlık ve göstermelik cezalandırmadır. Adaletsizlikle yoğrulan bir rejim, "herkesin eşit olduğunu" iddia eder; ancak eşitliğin gerçek anlamda uygulanmadığı her yerde adaletsizlik kaçınılmazdır.

Tarih boyunca gördük ki, adaletsiz rejimlerin çöküşü hep aynı yöntemle olmuştur: İnsanların bilinçlenmesi ve kitlesel harekete geçmesi. Bu harekette kan dökülmeden, kalem ve kelam ile savaşılmışsa, uzun vadede toplum daha sükunetli bir yeniden inşa süreci yaşamıştır. Bugün amacımız da budur: Adaletsiz rejimi, adaletin şafağıyla yok etmek.

Adaletle Yıkılan Duvarlar

Adaletsiz rejimler birer beton duvar gibidir. Sadece sert darbelerle kırılmaz; şöhretlerinin altındaki çürük temel, adaletsizlikle atılmış yasalar, baskıyla susturulmuş halk sesleri ve yozlaşmış liderlerin kendi çıkarları için attıkları yanlış adımlarla ortaya çıkarıldığında, kendileri de yıkılır. Bu yıkılışı hızlı ve etkili hale getirmek için aşağıdaki yollar izlenmelidir:

  1. Hakikati Savunun: Adaletsiz rejimler hakikatten kaçar. Yanlış bilgiler yayarak halkın gerçeklere ulaşmasını engeller. Bu nedenle, birinci önceliğiniz hakikati savunmak olmalıdır. Hakikat, en güçlü silahınızdır.

  2. Eğitim ve Bilinçlendirme: Adaletsiz rejimlerin en korktuğu şey bilinçli bireylerdir. Eğitim, cehaletin karanlığını aydınlığa dönüştürecek bir meşaledir. Toplumu, hakları ve adalet anlayışı konusunda bilinçlendirin.

  3. Pasif Direniş: Adaletsizliğe tepki göstermek, mutlaka sert ve yıkıcı olmasını gerektirmez. Gandhi’nin pasif direniş ilkesi, bu konuda en iyi örnektir. Örneğin, İngilizlerin tuz tekeli kanunlarına karşı başlattığı 'Tuz Yürüyüşü,' basit bir eylem gibi görünse de, milyonların katılımıyla bir direniş hareketine dönüşmüş ve İngiltere’nin sömürgeci politikalarını ciddi şekilde sarsmıştır. Sessiz oturma eylemleri, boykotlar ve sembolik gösterilerle rejimi zayıflatabilirsiniz.

  4. Medya ve Sosyal Medyanın Gücü: Bilgi, bugünün en değerli varlığıdır. Adaletsizliğin belgelerini, masumiyetin görüntülerini ve hakikatleri yayın. Toplumun her kesimine ulaşmak için medya ve sosyal medya çok önemlidir.

  5. Toplumsal Dayanışma: Ayrılıkları bir kenara bırakın. Adaletsiz rejimler, toplumu bölerek gücünü korur. Birlik olun, dayanışma ruhuyla hareket edin. Komşularınıza, iş arkadaşlarınıza, akrabalarınıza seslenin ve onların da yanınızda olmasını sağlayın.

  6. Hukukun Önünde Durun: Adalet, hukuk sürecinde ortaya çıkar. Hakkınızı mahkemelerde aramaktan korkmayın. Haksızlıkları belgeleyin, kayıt altına alın ve adaletin çarklarını döndürmek için mücadele edin.

Alkışlar Önüne Kansız Ellerle Çıkınız

Tarihte büyük liderlerin en etkileyici zaferleri, kan dökmeden kazandıkları olmuştur. Martin Luther King Jr., özgürlük ve eşitlik için savaşırken "rüyasıyla" hareket etti. "Benim bir rüyam var," dediği konuşmasında, insanların ten rengine göre değil, karakterine göre değerlendirildiği bir dünya özlemini dile getirdi. Bu hayali, milyonlarca insanı harekete geçiren barışçıl bir direnişin sembolü haline geldi. Mandela, güney Afrika'nın karanlık günlerini geride bırakması için sabırla mücadele etti. Onların izinden gitmeliyiz. Bu yol zor olabilir; ancak insanlığın onuru, hakkın ve adaletin zaferi bu yolla gelir.

Unutmayın, alkışlar en güzel silahınızdır. Kanla kirlenmiş ellerin karşısına, temiz ve barış dolu yüreğinizle çıkın. Adaletsiz rejimlere verilecek en iyi cevap, şeffaf bir vicdan, korkusuz bir duruş ve sevgi dolu bir mücadeledir. Adaletle yıkın, sevgiyle inşa edin. Kaleminizle savaşın, kelimelerinizle kazandırın.

Adalet her zaman galip gelir; sadece zamana ihtiyacı vardır. Bu zamana ışık tutmak, bizim sorumluluğumuzdur.

Bugünün çağrısı budur: Adaletsiz rejimleri, adaletin özüne sımsıkı sarılarak devirelim. Gelecek nesillere bırakabileceğimiz en değerli miras, adaletle taçlanmış bir toplumdur.

Erol Kekeç/09.01.2025/Sancaktepe/İST

Hayat Ve Ölüm

 

Para ile satın alınan sadakat, daha fazla para ile de satılır. Bu, insanlık tarihinin acı bir gerçeği ve insan doğasının çıplak gerçekliğidir. Sadakat, adından da anlaşılacağı gibi çoğu zaman bir bağlılık duygusu olarak kabul edilir. Ama bu bağlılığın temelinde ne vardır? Bir çıkar mı, yoksa sırf bir değer mi? Eğer bu bağlılık kısa vadeli çıkarların bir ürünü ise, daha büyük çıkarlar ortaya çıktığında ne olur? İşte tam da bu nedenle, insanın sadakati para ile müzakere edilebiliyorsa, bu sadakatin her zaman satılabilir olduğunu bilmek gerekir.

Başlayan her şey biter. Bu sade bir söz gibi görünse de, aslında yaşamın derin bir hakikatidir. Doğa, insanlar, gökyüzü, evren… Hepsi bir döngü içerisindedir ve döngü, bir sonla nihayete erer. Ama bu bitim, her zaman bir trajedi midir? Yoksa yeni bir başlangıcının habercisi mi? İnsanlar genelde sonların kederine kapılır; ama o sonun ardında yeni bir kapının açılıp açılmayacağını düşünmez. Başlayan her şey biter, evet, ama biten her şeyin ardından yeni bir şey başlar.

Büyük bir servet, büyük bir köleliktir. Bu, çoğu insanın fark edemediği bir paradokstur. Servet sahibi olmak özgürlük gibi algılanır; ama aslında öyle midir? Servet, sahip olan kişiyi koruma, arttırma ve yitirme korkularıyla zincire vurur. O kadar büyük bir sorumluluk yükler ki, insan kendi özgürlüğünü feda eder. Servetin gerçek anlamını sorgulamak gerekir. İnsanı mutlu eden servet mi, yoksa anlamlı bir yaşam mı?

Ölüm, bazen ceza, bazen bir armağan, çoğu zaman da bir lütuftur. Bu cümle, insan yaşamına dair çok çelişkili ama bir o kadar da gerçek bir durumu dile getiriyor. Bir insanın yaşamı son bulduğunda, gerçek anlamda ne sona erer? Bir trajedi mi, yoksa insanın çektiklerinden kurtuluşu mu? Tarih boyunca, ölüm hem bir son, hem de bir başlangıç olarak algılanmıştır. Ancak onun bu çoklu anlamı, bizim ona yüklediğimiz anlamlarla ilgilidir. Yaşamın anlamı, ölümle tamamlanır mı, yoksa ölümle birlikte yeniden tanımlanır mı?

Yeryüzünde gün ışığına layık olmayan nice insanlar vardır ama güneş her gün yeniden doğar. Bu ne kadar adil? Gün ışığına layık olmayan insanlardan kastımız, belki de kötülük yayan, başkalarının mutluluğunu çalan kişiler olabilir. Ama hayat, kendi adaletini doğadan alır. Güneş, kimin hak edip etmediğini sorgulamaz; ışığını herkese sunar. Bu bir adaletsizlik gibi görünse de, aslında evrenin tarafsız bir dengesi vardır.

Hayatı komedi sananlar, son espriyi iyi düşünsünler! Hayatı hafife almak, belki de kötümserliğe bir panzehir olarak görülür. Ama son espriyi düşünmeyen bir zihin, yaşamın sonunda hayal kırıklığına uğrar. Hayat, bir komedi sahnesi gibi algılandığında, trajedinin sert tokadı daha da çok hissedilir. Espri, derin bir farkındalıkla yapılmadığında, insan kendi zaafının kurbanı olur.

Yaşıyorsak, hâlâ umut var demektir. Bu, yaşama dair en sade ama en derin gerçeklerden biridir. Umut, insan ruhunun vazgeçilmez bir parçasıdır. Ama umudun kaynağı nedir? Sadece yaşıyor olmak mı, yoksa yaşamanın anlamına dair bir şeyler bulabilmek mi?

Aza sahip olan değil, çok isteyen fakirdir. Bu, insanın gerçek mutluluğu nerede bulacağına dair bir ışık tutar. Sahip olduklarımıza değil, sahip olmak istediklerimize odaklandığımızda, gerçek bir fakirliğe mahkûm oluruz.

Hayatı kaybetmekten daha acı bir şey, yaşamın anlamını kaybetmektir. İnsan, sahip olduklarını kaybetse bile, eğer bir anlam bulmuşsa yeniden başlayabilir. Ama anlamını kaybettiğinde, elindekiler ne kadar değerli olursa olsun, hiçbir şey ona yetmez. Yaşamın anlamı üzerine düşünmek, belki de insanın en temel ihtiyacıdır.

Unutmazsan senin, affetmezsen onun canı acıyacaktır. Unutma, affetmek ve unutmak sadece iyi insanların intikamıdır. Affetmek, bir zayıflık değil, bir güç göstergesidir. İnsanın kendi iç huzuru için gereklidir. Ancak affetmenin önemi, unutmakla birlikte gelir. Çünkü unutulmadıkça affetmek, tam anlamıyla gerçekleşmez. Bu yüzden affetmek ve unutmak, insanın kendi ruhunu özgürleştirmesidir.

Ey hayat, senin bu kadar önemli tutulman ölüm sayesindedir. Ölüm, hayatın değerini artıran, ona anlam katan bir gerçektir. Ölüm olmasaydı, yaşamın bir sonu, bir amacı olmazdı. İnsanlar, ölümün varlığını bilerek yaşarlar ve bu bilgi, onları hem korkutur hem de harekete geçirir. Hayatı anlamlı kılan, onun bir sonunun olmasıdır.

Unutma ki, birlikte olduğun insanın geçmişini kurcalamak, onunla kurmayı düşündüğün geleceği yok etmekten başka bir şeye yaramaz. İnsanlar, geçmişlerinden ders alırlar ama bu geçmişin sürekli gündeme getirilmesi, onların yeniden başlamasını engeller. Geçmişi kurcalamak yerine, geleceği inşa etmeye odaklanmak gerekir.

İnsanları tanımak için onları sınamaktan korkmayın; çünkü kaybedilmesi gerekenler, en önce kaybedilmelidir. Hayat, bazen insanların gerçek yüzlerini görmemiz için bize fırsatlar sunar. Bu fırsatları değerlendirmek, uzun vadede daha sağlıklı ilişkiler kurmamıza yardımcı olur. Kaybetmekten korktuğumuz şeyler, aslında bize zarar veren şeyler olabilir.

Gençliğinde bilgi ağacını dikmeyen, yaşlılığında rahatlayacağı bir gölge bulamaz. Gençlik, öğrenmenin, biriktirmenin ve geleceğe yatırım yapmanın zamanıdır. Bu zamanı boşa harcayan bir insan, yaşlandığında bunun bedelini öder. Bilgi ve tecrübe, insanın en değerli sermayesidir ve bu sermaye, gençlikte biriktirilir.

Hafif acılar konuşabilir ama derin acılar dilsizdir. İnsan, derin acılarını dile getiremediği için, onları içinde taşır. Bu acılar, çoğu zaman insanı olgunlaştırır ama aynı zamanda onu sessizleştirir. Derin acıların dili, suskunluktur. Bu, bir zayıflık değil, bir güçtür. Çünkü derin acılar, insanın en derinlerdeki gücünü ortaya çıkarır.

Ölüm her şeyi eşit kılar. İnsanların sosyal statüleri, servetleri, başarıları… Hepsi, ölüm karşısında anlamsız hale gelir. Ölüm, insanları aynı düzleme getirir ve bu, hayatın en büyük eşitleyicisidir. Ancak ölümün bu eşitleyici gücü, yaşamın anlamını sorgulamamıza da neden olur. Hayatta önemli olan, ölümden önce nasıl yaşadığımızdır. Geride bıraktığımız izler, bizim gerçek mirasımızdır. Ölüm, bu mirası değerlendirmek için bir fırsattır ve insan, bu fırsatı yaşamı boyunca inşa eder.

Bahadır Hataylı/09.01.2025/Namazgah/İST


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!