Bu Blogda Ara

23 Aralık 2024 Pazartesi

Dürüstlük Söz mü Yaşam mı?

 Sevgili Dostlar,

Dürüstlük nedir, hiç şöyle durup sorguladınız mı? Bugün, çok sık telaffuz edilen ama maalesef giderek nadiren rastladığımız bu kavramın derinliklerine inmeye ihtiyacımız var. Dürüstlük sadece bir kelime midir, yoksa hayata anlam katan, ışık tutan bir değer mi? Gelin, bunu beraber düşünelim.

Öncelikle dürüstlük bir dağ gibi sapa sağlam yerinde durmaktır. Etrafında kopan fırtınalar, yağan yağmurlar o dağı yıpratabilir ama yerinden sökemez. İşte dürüst bir insan da bu şekilde olmalıdır. Hayatımızın akışında, çıkarlarımızın bize sunduğu cazip yollara sapmak yerine, ışığımızın sönmemesi için çaba sarf etmeliyiz. Fakat dostlar, gerçekten de böyle miyiz? Her birimiz için bu soruya dürüst bir cevap vermek şart.

Etrafımıza bakalım: Ailemiz, arkadaşlarımız, komşularımız ve hatta toplumun genel tablosu... Kaç kişi dürüsttür diyebiliriz? Bir söz verildiğinde arkasında duruluyor mu? Bir yüzünüze söylenenle arkanızdan konuşulan aynı mı? Dürüstlük, günümüzde sadece şekilsel mi yoksa gerçek manasıyla yaşanan bir olgu mu?

Sevgili dostlar, dürüstlük yalnızca doğru söylemekten ibaret değildir. Aynı zamanda bir sözü yerine getirme, verilen bir emaneti hakkıyla taşıma, hakkaniyete riayet etme ve kimseye zarar vermeme bilincini de kapsar. Bu çağda, insanların yalana, hileye, çıkara dayalı yaşama alışması, dürüstlüğün yerini vurdumduymazlığa bırakması hepimizin üzerinde düşünmesi gereken bir sorun değil midir?

Bugün özellikle dijital dünya, bu sorunun daha da büyük hale gelmesine sebep olmuştur. Sosyal medya hesaplarında insanlar, olmadıkları gibi görünmek için yalanlar söylüyor. Kimliklerini gizleyerek başkalarına zarar verenler, bir hata yaptıklarında sorumluluk almaktan kaçanlar, dürüstlük örtüsünü yırtarak kendilerini gün yüzüne çıkartıyor. Dostlar, bu biz miyiz? Gerçekten olmak istediğimiz bu mu?

İşte tam bu noktada, şu soruyu kendimize sormalıyız: Biz hangi dürüstlükten bahsediyoruz? Güçsüz ve mazlum birinin hakkını savunmayıp susan, ama köşe başında "Ben doğrucuyum" diyen insanlar dürüst olabilir mi? Sözünü tutmayan, sorumluluk almaktan kaçan biri şu hayatta hangi dağın zirvesine çıkabilir? Dürüstlük bir sorumluluk, bir taahhüttür ve herkesin bu emaneti taşıyabilecek cesareti olması gerekir.

Sizlere şu basit ama çok etkili bir hatırlatmayı yapmak istiyorum: Hayat, bir göz açıp kapama kadar kısacık. Bugün insanların gözüne baka baka yalan söyleyen, arkadan dolaplar çeviren, düşene tekme atanlar yarın hangi aynada kendilerine bakabilecek? Yaşanmış her şey bir bir kayda geçiyor ve gerçeğin üstüne asla bir perde çekilemiyor.

Dürüst olmak, aynı zamanda kendi çıkarlarımızı bir kenara koyarak adaletin yanında durmaktır. Peki, sizler bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bir şahit olduğunuz haksızlık karşısında süssüz bir kaya gibi yerinizde durabilir misiniz? Yoksa bu çağın çığırtısına kapılıp ışığınızı kaybetme tehlikesiyle mi karşı karşıyasınız?

Dostlar, gelin şu an kendimize bir söz verelim: Hayatta ne olursa olsun, dürüstlükten taviz vermeyeceğiz. Karşılaştığımız her durumda, hangi çıkarlar tehlikeye girerse girsin, gerçekten sapmayacağız. Dürüst bir insan olarak hayatımızı sürdürecek ve çocuklarımıza aynı değerleri aşılayacağız. Unutmayın ki, her birimizin bir dağ olma potansiyeli var. Bu dağın zirvesini hiçbir şeyin yıkmaması bizim ellerimizde.

Son sözümü şu şekilde tamamlamak isterim: Dürüst bir insan olmak kolay değildir. Ama dürüst olmadan şerefli bir yaşam sürmek de mümkün değildir. Haydi, gelin hep birlikte bu şairin dediği gibi yaşayalım: “Gözlerin görüp de dilin yalanı söylemeyecek kadar dürüst olsun.”

Sevgiler ve selamlar,

Bu yazı sona erdiğinde sıkça kendimize dönüp sorgulayalım: Dürüst olmak konusunda ne kadar çaba sarf ediyoruz?

Erol Kekeç/08.11.2024/Namazgah/İST

Yeni Osmanlıcılık-Tarihten Günümüze Toplumsal ve Siyasal Yansımalar

Tarih boyunca devletlerin ve ideolojik hareketlerin gelişim süreçlerini anlayabilmek, onları bir bağlam içerisinde değerlendirebilmek adına tarihsel, siyasal ve toplumsal perspektifleri dikkate almak hayati bir gerekliliktir. "Büyük Osmanlı" ya da "Yeni Osmanlıcılık" gibi ideolojik yaklaşımlar üzerine yapılan tartışmalar da aynı şekilde tarihsel ve güncel bağlamlarla ele alınmalıdır. Bu yazıda, Osmanlı mirası ve yeni Türkiye kurgusu arasındaki ilişki, toplumsal dinamikler üzerindeki etkisi ve bu yaklaşımın potansiyel tehlikelerini derinleştirmek adına, olayları tarihsel kökenlerinden başlayarak, neden-sonuç ilişkilerini irdeleyecek ve farklı olasılıkları göz önünde bulunduracağız.

Osmanlıcılık-Tarihi Kökleri ve Modern Bağlantılar

  1. yüzyılın sonlarından itibaren, Osmanlı Devleti'nin çözülme sürecinde farklı ideolojik yaklaşımlar ortaya çıktı. Bunlar arasında Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük gibi düşünceler vardı. Osmanlıcılık, dönemin başlıca entelektüelleri ve devlet adamları tarafından çok uluslu imparatorluğu ayakta tutma çabası olarak desteklendi. Amaç, din, dil ve etnik kimlik farkı gözetmeksizin tüm Osmanlı tebaasının "Osmanlılık" çatısı altında birleşmesini sağlamaktı.

Ancak, bu ideal, hem Batılı emperyalist güçlerin etkisi hem de Balkanlar ve Ortadoğu'daki milliyetçi hareketlerin yükselişi nedeniyle başarıya ulaşamadı. Osmanlıcılık, dönemin şartları altında uygulanabilir bir siyaset aracı olmaktan çıkınca yerini daha dar anlamda milliyetçiliğe ve pan-İslamizm gibi alternatif fikirlere bıraktı.

Yeni Osmanlıcılık-Günümüzdeki Temsili

"Yeni Osmanlıcılık," modern Türkiye'de zaman zaman farklı politik figürler ve hareketler tarafından bir kimlik unsuru veya ideolojik araç olarak kullanılmıştır. 1980 sonrası dönemde hız kazanan bu eğilim, Osmanlı İmparatorluğu'nun geçmişine dair romantize edilmiş bir anlatıyı yeniden popülerleştirerek bir "medeniyet inşası" çabasına dönüştürmekte. Bu çaba çoğunlukla şu unsurlar etrafında şekillenmektedir:

  1. Tarihsel Süreklilik İddiası: Osmanlı dönemine ait yönetim sistemi, kültürel değerler ve askeri zaferler, bugünkü Türkiye için bir ilham kaynağı olarak sunuluyor. Bu yaklaşımla halk nezdinde güçlü bir tarih algısı yaratılmaya çalışılıyor.

  2. Dış Politika ve Bölgesel Güç: Yeni Osmanlıcılık, Türkiye'nin dış politikasında daha aktif bir rol almasını, özellikle Osmanlı coğrafyasında lider bir ülke olarak görünmesini teşvik ediyor. Bu yaklaşım, Türkiye'nin Balkanlar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da etkisini artırma girişimlerinde gözlemlenebilir.

  3. Toplumsal Kimlik ve Kahramanlık Anlatıları: Yeni Osmanlıcılık, toplumsal kimlik oluşturma sürecinde "fetih," "kahramanlık," ve "büyük liderlik" gibi temaları yoğun biçimde kullanıyor. Bu şekilde tarihi figürler ve olaylar, ideolojik bir çerçevede halkın gözünde yüceltiliyor.

Kontrolsüz Güç ve Toplumsal Dinamikler

Bu yaklaşımın toplum üzerinde kontrolsüz bir şekilde genişlemesi ve sonuçta bir ayrışma sürecine neden olup olmayacağı sorusuna eğilmek gereklidir. Tarih bize, abartılı ulusal veya tarihsel kimlik anlatılarının, toplumların içinde çatışma ve kutuplaşmaya yol açabileceğini göstermektedir. Türkiye özelinde aşağıdaki sonuçlara dikkat etmek gerekir:

  1. Etnik ve Mezhepsel Ayrışmalar: Osmanlı mirası üzerinden inşa edilen bir toplumsal düzen, Türk kimliği dışında kalan unsurlar (Kürtler, Aleviler vb.) üzerinde dışlayıcı bir etki yaratabilir. Bu, toplumsal bütünlüğü tehdit eden çatlakları genişletebilir.

  2. Sınıfsal Çelişkiler: Kahramanlık ve milliyetçilik temalarına yapılan vurgu, ekonomik eşitsizlikleri örtmek ve sınıf farklarını göz ardı etmek için kullanıldığında, geniş kitleler üzerinde ciddi huzursuzluk yaratabilir.

  3. Demokratik Geri Çekilme: Bu tür bir ideolojik mobilizasyon, eleştirel düşüncenin önünü tıkayarak demokratik tartışma zeminini daraltabilir. Yönetim erki, geçmişin "şanlı dönemi" üzerinden haklılık üreterek mevcut politikaları dayatabilir.

Kahramanlık Destanları ve Propaganda

Kahramanlık anlatıları, Yeni Osmanlıcılık ekseninde halka benimsetilen başlıca araçlardan biridir. Bu araçlar genellikle sinema, dizi, tarih kitapları ve diğer medya platformları aracılığıyla popülerleştirilir. Amaç, bireylerde geçmişe karşı bir hayranlık uyandırarak modern siyaset için destek toplamaktır.

Ancak bu tür bir yaklaşımda, mitlerin gerçeklik algısını nasıl etkilediği önemlidir. Bir yandan, bireyler kolektif bir kimlik etrafında birleşirken, diğer yandan sorgulamadan uzaklaşabilirler. Bu durum da eleştirel düşünen kesimlerin marjinalleşmesine neden olabilir.

Yeni Osmanlıcılık, köklü bir geçmişi yeniden diriltme amacı taşıyan, ancak modern dünyada uygulaması karmaşık bir yaklaşımdır. Bu yazıda ele alınan ilişkiler zincirinden hareketle şu sonuçlara ulaşabiliriz:

  1. Yeni Osmanlıcılık, güçlü bir tarihsel kimlik yaratmaya odaklanmakla birlikte, toplumsal uyum açısından ciddi tehditler barındırır.

  2. Kahramanlık anlatıları, toplumun daha büyük ideolojik projelere kanalize edilmesi için kullanılabilir, ancak bunun bir bedeli olarak eleştirel düşünme gerileyebilir.

  3. Günümüzün çok kutuplu dünyasında, yalnızca tarihsel referanslarla bir geleceği şekillendirme çabası yetersiz ve risklidir.

Sonuç olarak, bu tür politikaların uzun vadeli toplumsal etkilerini değerlendirmek ve olası ayrışmaları engellemek adına, daha kapsayıcı ve eleştirel bir yaklaşımı benimsemek gereklidir. Bu metni okurken ulaştığınız noktada, size kendi bakış açınızı ve sorgulamalarınızı daha fazla derinleştirme çağrısında bulunuyorum. Her soru, daha büyük cevaplara giden bir köprüdür; bu yüzden sormaktan vazgeçmeyin.

Bahadır Hataylı/22.12.2024/Sancaktepe/İST

22 Aralık 2024 Pazar

Emevi Camii- Tarih Aldatma ve Gerçeklik

 

 Mekânların Hafızası ve İnsanın Aldanışı

Emevi Camii, tarih boyunca dinî, siyasi ve toplumsal anlamları bir arada barındıran, sadece müminlerin değil, aynı zamanda tarihçilerin ve siyasetçilerin de dikkatini çekmiş bir yapıdır. Ancak bu kutsallık atfedilen mekânın tarihi, başlı başına sorgulanması gereken bir "aldatma ve kandırma tarihi" gibidir. İçinde barındırdığı iki önemli türbe: Hz. Yahya’nın mezarı ve Hz. Hüseyin’in Kerbela’da kesilen başının bulunduğu rivayet edilen yer, bu camiyi özellikle  mazlumların ve tarih boyunca şiir gibi yazılmış trajedilerin merkezi haline getirmiştir. Ancak kutsiyet atfedilen bu mekân, gerçeklikten uzak siyasi manipülasyonun ve dinin halkları kontrol etmek için bir afyon olarak kullanılmasının en belirgin örneklerinden biri değil midir?

Bu yazı, Emevi Camii’nin tarihsel bağlamını, kutsiyetinin sorgulanması gereken yüzünü ve bugün Suriye politikasıyla ilişkisini akılcı ve eleştirisel bir çerçevede değerlendirmeyi amaçlamaktadır.

Tarihîn Derinliklerinde Emevi Camii

Emevi Camii, bugünkü Suriye’nin Şam (Damaskosu-Dımeşk) şehrinde yer almaktadır. Yapının tarihî, Romalıların güneş tanrısına adanmış bir tapınak inşa ettikleri döneme kadar uzanır. Daha sonra Hristiyanlığın yayılmasıyla bu tapınak, Hz. Yahya’nın mezarının bulunduğu kutsal bir kiliseye dönüştürülmüştür. 661 yılında Hz. Ali’nin ölümüyle birlikte halifelik makamını ele geçiren Muaviye, Emevi hanedanını kurmuş ve bu kiliseyi de zamanla bir camiye çevirmiştir.

İşte tam burada, tarihi bir mekanın dinî yüceltmeye hizmet eden bir sembol haline getirilme süreci başlar. Ama bu süreç sadece bir yapının mülk sahipliğinin değişimiyle değil; aynı zamanda, insanların tarihsel gerçeklikten koparılması ve dini duyguların manipüle edilmesiyle de alâkalıdır. Bugün Emevi Camii’nin kutsallığından bahsederken aslında, tarih boyunca şekilden şekile sokulmuş özgür bir düşünce alanının nasıl daraltıldığına da tanıklık ederiz.

Bir Kanlı Tarih-Hz. Yahya ve Hz. Hüseyin’in Türbeleri

Emevi Camii, sadece bir ibadet mekânı olmaktan çıkıp, kanlı tarihlerin suskun şahitliğini yapan bir türbe kompleksi haline gelmiştir. İçinde Hz. Yahya’nın (Yahya Peygamber’in) mezarı bulunduğu söylenir. Ancak bu mezarın ne kadar gerçekliği yansıttığı bir yana, Hz. Yahya’nın kanlı bir hikâyesinin burada türbeleştirilerek ölümsüzleştirilmesi, halkın dini hassasiyetlerini sömürmeye hizmet eden bir özellik taşır.

Daha da dikkat çekici olan, caminin bir köşesine inşa edilen özel bölmedir. Bu bölmeye Hz. Hüseyin’in Kerbela’da kesilen başının getirildiği ve burada muhafaza edildiği rivayet edilir. Hz. Hüseyin’in Kerbela’daki trajedisinin Emevi hanedanı tarafından gerçekleştirildiğini düşünürsek, bu türbenin varlığı tam anlamıyla bir ironiye işaret eder. Emeviler, Kerbela olayıyla ümmetin kalbine büyük bir yara açmışlar ve dinî birlik yerine, siyasi bölünmeyi tesis etmişlerdir.

Bu kanlı tarih, nasıl olur da bir kutsallık mekânı haline gelir? Bir elçinin ve Allah Resulü’nün torununun başı, neden bu kadar çok insanın özlemi haline gelir? Bunun yanıtını, dini afyon olarak kullanan siyasi aktörlerin halkları nasıl kandırdığını inceleyerek bulabiliriz.

Din ve Siyaset-Emevi Camii Örneği

Emeviler, tarih boyunca din sadece bir inanç sistemi olarak değil, aynı zamanda bir kontrol mekanizması olarak kullandılar. İslam’ın ilkeleri, yüksek ahlaki değerleri ve mazlumlara umut olan öğretileri; Emevi siyaseti altında kökten değişime uğradı. Din, adaletin ve hakkın tesisinden çok, biat etmeyenleri susturmanın bir aracı haline geldi.

Emevi Camii, tam da bu sürecin bir sembolü haline gelmiştir. Hz. Hüseyin’in türbesi, halkın mazlumlara duyduğu sevgiyi istismar eden bir siyasetin aracıdır. Kerbela’da şahit olunan kanlı vahşet, halkı susturmak ve Emevi hanedanının meşruluğunu sürdürmek için kullanılmıştır. Bugün bu mekanın kutsal olarak görülmesi, dini sorgulamayı reddeden bir anlayışı da beraberinde getirir.

Günümüz Suriye Politikalarıyla Tarihî Bağlamın Kesişimi

Bugün Suriye’de yaşanan siyasi ve toplumsal kaos, tarih boyunca süregelen benzer oyunları hatırlatır. Mezhepçilik, siyasi ayrışma ve halkın dini hassasiyetlerinin manipüle edilmesi, Emevi Camii’nin inşa edildiği dönemden bu yana değişmemiştir. Suriye’de bugün şiiler ve Sünniler arasındaki mezhep gerilimi, tam da Emevi hanedanının dini siyasetle birleştirerek uyguladığı politikaların modern bir tezahürü gibidir.

Emevi Camii, bugün hala ümmetin ayrışıklarla dolu hafızasını taşıyan bir semboldür. Bu ayrışıklıklar, tarih boyunca halkların ortak acılarını ve umutlarını birleştirmek yerine, onları birbirinden koparmış ve zayıflatmıştır. Bugün Suriye politikasında görülen çıkar çatışmaları, tarih boyunca coğrafyamızda yaşanan manipülasyonları hatırlatır niteliktedir.

Emevi Camii, İslam tarihinde derin bir öneme sahip olmasının yanı sıra, tarih boyunca çeşitli sembollerle yüklenmiş bir mekan olarak dikkat çeker. Ancak bu semboller ve anlamları sorgulamak, bizlere hem tarihsel hem de dini perspektiflerden çok boyutlu bir analiz yapma fırsatı sunar.

Emevi Camii, Şam’da yer alan çarpıcı bir yapıdır ve İslam tarihindeki önemli olayların birçoğuna şahitlik etmiştir. Ancak bu kutsal mekan, bir yandan halkı bir araya getiren dini bir merkezken, diğer yandan tarih boyunca çeşitli politik manipülasyonların ve ideolojik dayatmaların odağı haline gelmiştir. Camide yer alan Hz. Yahya’nın türbesi ve Hz. Hüseyin’in Kerbela’da kesilen başının saklandığı iddia edilen bölüm, bu mekanı sadece dini bir ziyaret yeri olmaktan çıkarmış, aynı zamanda tarihsel bir sembol haline getirmiştir.

Hz. Yahya’nın (Yuhanna) türbesinin Emevi Camii’nde bulunması, hem İslam hem de Hristiyan dünyası için önemli bir detaydır. Hz. Yahya, İslam’da peygamber olarak kabul edilirken, Hristiyanlıkta da kutsal bir şahsiyettir. Bu durum, Emevi Camii’ni bir hoşgörü ve birleşme sembolü haline getirebilirdi. Ancak tarihsel gerçeklikler ve siyasi kullanımlar, bu potansiyelin önüne geçmiştir.

Emevi Camii’nde Hz. Hüseyin’in başının bulunduğu bölüm, Kerbela olayını ve bu trajedinin etkilerini anlamak için çok önemlidir. Kerbela, sadece bir tarihsel olay değil, aynı zamanda İslam dünyasındaki mezhepsel ayrılıkların temel taşlarından biridir. Hz. Hüseyin’in başının bu camide sergilendiği iddiası, bu trajedinin sembolik bir yükünü de beraberinde getirir. Ancak burada şu soruyu sormak gerekir: Bir peygamber torununun başının bulunduğu bir mekanın kutsallığından bahsedebilir miyiz, yoksa bu durum, ıstırap ve zulmün anısını yüceltmekten mi ibarettir?

Emevi Camii’nin tarih boyunca siyasi manipülasyonlara maruz kaldığı bir gerçektir. Bu cami, Emevi halifelerinin iktidarının bir sembolü olarak inşa edilmiş ve bu yolla halkın özellikle dini duyguları manipüle edilmiştir. Emeviler, kendi meşruiyetlerini sağlamak için dini sembolleri ve mekanları kullanmaktan çekinmemişlerdir. Bu durum, aslında dinin halkları kontrol etmek ve iktidarını pekiştirmek için bir aracı olarak kullanıldığının en bariz örneklerinden biridir.

Bugün, Emevi Camii’nin çevresinde gelişen politikaları ve bu mekanın sembolik anlamlarını sorgulamak önemlidir. Suriye’nin içinde bulunduğu karmaşık politik atmosfer, bu gibi mekanların anlamını daha da tartışılır hale getirmiştir. Emevi Camii, sadece bir ibadet yeri olarak değil, aynı zamanda bir ideoloji ve propaganda aracı olarak da kullanılmıştır.

Günümüzde, Emevi Camii gibi mekanların tarihsel ve dini yükünü anlamak, toplumsal bilinç ve eleştirisel düşünce açısından son derece önemlidir. Bu gibi mekanların kutsallığını sorgulamak, dinin insanları kandırmak ve manipüle etmek için nasıl kullanıldığını gözler önüne sermek açısından kritik bir önem taşır. Din, bireylerin ruhani yolculuklarını destekleyen bir rehber olmalıyken, tarih boyunca çoğu zaman iktidar sahiplerinin elinde bir kontrol mekanizmasına dönüşmüştür.

Emevi Camii, büyük bir tarihsel ve dini mirası taşırken, aynı zamanda sorgulanması gereken çok sayıda meseleye de işaret eder. Bu mekanın öyküsü, sadece bir ibadet yerinin tarihini değil, aynı zamanda halkın dini duygularının nasıl manipüle edildiğini de anlatır. Bu nedenle, Emevi Camii ve benzeri mekanların öykülerini anlamak, sadece geçmişin izlerini takip etmek değil, bugünün dünyasını daha iyi anlamak için de bir anahtar sunar.

Sonuç olarak, Emevi Camii’nin tarihini ve bugün sahip olduğu sembolik anlamları sorgulamak, sadece bu mekana değil, genelde dini mekanlara ve sembollere yüklenen anlamların eleştirisel bir perspektiften incelenmesine de olanak tanır. Dinin bireysel bir inanca dayalı ruhani bir rehber mi yoksa toplumsal manipülasyonların arkasına gizlenen bir ideolojik aracı mı olduğunu anlamak, bizim düşünsel özgürlüğümüzü belirleyecek en önemli adımlardan biridir.

Bahadır Hataylı/20.12.2024/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!