Bu Blogda Ara

21 Ekim 2024 Pazartesi

Toplumsal Adalet-Eğitim Sistemi ve Ücretli Öğretmenler

 

Eğitim, bir toplumun kültürel, sosyal ve ekonomik yapısını şekillendiren en temel unsurlardan biridir. Bir ülkenin kalkınması ve ilerlemesi için eğitim sisteminin adil ve eşit bir şekilde işlemesi gereklidir. Ancak, Türkiye’de eğitim sistemi, özellikle ücretli öğretmenler gibi bazı gruplar için adaletsizlikler ve eşitsizliklerle doludur.

Toplumsal adalet, bireylerin haklarına ve fırsatlarına eşit erişim sağlaması gerektiği ilkesi üzerine kuruludur. Eğitimde, bu ilke öğrenciler arasında fırsat eşitliği, öğretmenlerin adil ücretlendirilmesi ve çalışma koşulları gibi birçok alanı kapsar.

Ücretli öğretmenler, Türkiye eğitim sisteminde sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Ancak, bu öğretmenlerin çalışma koşulları genellikle diğer kadrolu öğretmenlere kıyasla çok daha kötü durumdadır. Örneğin, bir ücretli öğretmen, haftada 30 saat ders verse bile, sadece girdikleri ders saatleri kadar ücret alır ve çoğunlukla asgari ücretin altında bir maaşla çalışmak zorunda kalırlar.

Ahmet Bey, 5 yıldır ücretli öğretmenlik yapmaktadır. Haftada 30 saat ders verirken, sadece girdiği ders saatleri için ücret alır. Bu, onun aylık maaşının asgari ücretin altında olmasına neden olurken, sosyal güvenlik primleri de sadece ders saati kadar yatırılır, bu da gelecekte emeklilik hakkı kazanmasını zorlaştırır.

Ücretli öğretmenlerin düşük maaşları ve güvencesiz çalışma koşulları, eğitimde kalite sorunlarını da beraberinde getirir. Bu öğretmenlerin motivasyonu düşer ve bu durum, öğrencilerin eğitim kalitesini olumsuz etkiler. Ücretli öğretmenler, kadrolu meslektaşlarına göre daha az eğitim ve destek alır, bu da onların mesleki gelişimlerini sınırlar.

Ücretli öğretmenler, adil bir ücretlendirme ve sosyal güvenlikten yoksundur. Bu durum, onların iş güvencesi olmadan çalışmasına ve sosyal haklardan mahrum kalmasına neden olur. Devletin bu öğretmenlere sunduğu çalışma koşulları, aslında bir tür modern kölelik olarak nitelendirilebilir.

Kamu hizmetlerinde adalet ve eşitlik, demokratik bir toplumun temel taşlarından biridir. Ancak, Türkiye’de kamu görevlileri arasında büyük farklılıklar vardır. Örneğin, cami görevlileri ve vaizler gibi bazı kamu görevlileri, günlük birkaç saat çalışırken tam maaş alırken, ücretli öğretmenler ve diğer geçici çalışanlar, tam zamanlı çalışmasına rağmen düşük maaşlarla yetinmek zorunda kalır.

Mehmet Hoca, bir camide vaiz olarak görev yapmaktadır. Günlük olarak sadece birkaç saat çalışmasına rağmen, tam maaş alır ve sosyal güvenlik haklarından tam anlamıyla yararlanır. Bu durum, aynı toplumda yaşayan ve daha fazla çalışan ücretli öğretmenler arasında büyük bir adaletsizlik duygusuna yol açar.

Bazı kamu görevlileri, ek görevler alarak “huzur hakkı” adı altında ekstra gelir elde eder. Bu durum, özellikle yönetim kurulu üyelikleri gibi pozisyonlar için geçerlidir. Bu tür ek gelirler, genellikle yüksek miktarlarda olabilir ve kamu kaynaklarının etkin ve adil bir şekilde kullanılmadığını gösterir.

Kamu hizmetlerinde liyakat, adaletin sağlanması için temel bir ilkedir. Ancak, liyakat ilkesinin ihmal edilmesi, kamu hizmetlerinde adaletsizliklere ve toplumsal güvenin zedelenmesine yol açar. Bu durum, özellikle atamalarda ve terfilerde kendini gösterir.

Ekonomik adaletsizlikler, toplumsal katmanlaşmayı derinleştirir. Ücretli öğretmenler gibi grupların düşük maaşlarla çalışması, onların ekonomik olarak zayıf kalmasına neden olur ve bu durum, toplumun diğer kesimleriyle olan gelir uçurumunu genişletir.

Adaletsizlikler, bireylerin psikolojik durumunu olumsuz etkiler. Ücretli öğretmenler gibi gruplar, çalışma koşulları ve düşük ücretler nedeniyle sürekli bir stres altında yaşarlar. Bu durum, onların motivasyonlarını düşürür ve toplumda genel bir huzursuzluk yaratır.

Toplumsal adaletin sağlanması için, kamu hizmetlerinde liyakat ilkesine dayalı bir sistem kurulmalı ve eğitimde fırsat eşitliği sağlanmalıdır. Ücretli öğretmenler için daha adil ücretlendirme ve sosyal güvenlik hakları tanınmalı, kamu kaynaklarının adil ve etkin kullanımı sağlanmalıdır.

Ücretli öğretmenlerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve adil ücretlendirme sağlanması, eğitimde kaliteyi artırabilir ve eşitsizlikleri azaltabilir.

Vergi sisteminin adil bir şekilde düzenlenmesi, ekonomik eşitsizlikleri azaltabilir. Zengin sınıfın vergi yükünün artırılması ve vergi kaçakçılığının önlenmesi, toplumsal adaleti sağlamak için önemlidir.

Toplumsal adalet, bir toplumun sağlıklı ve sürdürülebilir bir şekilde gelişmesi için elzemdir. Eğitimde ve kamu hizmetlerinde adaletin sağlanması, toplumsal barışın korunması ve gelecekte daha adil bir toplumun inşa edilmesi için gereklidir. Bu makale, Türkiye’de eğitim ve kamu hizmetlerinde adaletsizlikleri ele alarak, bu sorunların çözümüne dair öneriler sunmayı amaçlamaktadır.

Bu şekilde, toplumsal adalet ve eğitim sistemi önemi vurgulanmış, adaletsizliklerin etkileri ve çözüm önerileri detaylı bir şekilde ele alınmıştır.

Bahadır HATAYLI/Ağustos-2024/Sancaktepe

19 Ekim 2024 Cumartesi

Modern Dünyanın Prangaları-Refahın Bedeli ve Gerçek Özgürlük Arayışı"

 Bu konuşmamda, modern yaşamın insan özgürlüğü üzerindeki etkilerini sorgulayan derin bir bakış açısıyla sizlere hitap etmek istiyorum. Günümüzde refah düzeyi arttıkça, insanların bağımlılıklarının da aynı oranda arttığını gözlemlemek oldukça açık. Dışarıdan bakıldığında, hayatın kolaylaştığı, daha çok imkana sahip olduğumuz, her türlü ihtiyacımızın karşılandığı bir düzen içinde yaşıyor gibiyiz. Ancak, bu refahın altında yatan gerçek, belki de çoğumuzun fark etmediği, çok daha derin bir problem var: bu imkânlar bizi özgürleştirmek yerine, daha da köleleştiriyor.

Refah düzeyinin artması ile yaşantımıza giren her yeni nesne, her yeni alışkanlık, aslında bizi daha çok bağımlı hale getiriyor. Çünkü bu nesneler, sadece işimizi kolaylaştırmakla kalmıyor, aynı zamanda hayatımızın merkezine yerleşiyor. Telefonlar, bilgisayarlar, arabalar, sosyal medya platformları... Tüm bunlar, modern dünyanın bize sunduğu, özgürlüğümüzü kısıtlayan birer pranga haline geliyor. Başlangıçta bu nesnelere sahip olmak, onlara erişmek bir özgürlük gibi görünse de, zamanla bu nesnelere bağımlı hale geldiğimizi fark ediyoruz. Onlarsız bir hayatı hayal edemez hale geliyor, onları kaybettiğimizde ise eksik, yetersiz ve mutsuz hissediyoruz.

Kapitalizmin asıl amacı da işte burada ortaya çıkıyor: sürekli tüketen, sürekli daha fazlasını isteyen, elde edemedikçe mutsuz olan bireyler yaratmak. Kapitalizm, mutluluğun sahip olduğumuz şeylerde gizli olduğunu sürekli vurguluyor. Yeni bir telefon, daha iyi bir araba, daha şık kıyafetler... Bunlara sahip olduğumuzda mutlu olacağımızı zannediyoruz. Ancak gerçekte olan, sürekli bir eksiklik hissi içinde yaşamak. Çünkü sahip olduğumuz her yeni şey, bir sonraki arzunun temelini atıyor. Kapitalizmin dayattığı bu döngü, bizi tatminsiz ve mutsuz kılmaktan başka bir işe yaramıyor.

İşin acı yanı ise, modern dünya bu döngüyü normalleştiriyor. Herkesin daha fazlasını istemesi, sahip olamadığı şeyler yüzünden mutsuz hissetmesi, hatta bu hissin doğal karşılanması, bireyin gerçek anlamda kendini bulmasını engelliyor. İnsan, sahip olduklarıyla tanımlanıyor ve özgürlüğü de sahip olduklarına indirgeniyor. Bir zamanlar özgürlük, düşünebilmek, sorgulayabilmek, hayatın anlamını aramak iken, şimdi özgürlük; sahip olabilmek, kullanabilmek ve tüketmek anlamına geliyor.

Kapitalizm, insanları birer "iyi kullanıcı" haline getirdi. Yaratıcılık, düşünce, derinlik gibi insani yetiler yerini, tüketim yeteneğine bıraktı. Bu, insanın kendi varlığını ve anlamını kaybetmesine yol açtı. Hayat, kapitalizmin sunduğu bu "refah" illüzyonu içinde sıkışıp kalmış, birey ise sahip olduklarının efendisi değil, kölesi haline gelmiş durumda. İnsan, özgürlüğünü satın aldığını zannederken, aslında köleliği satın alıyor. Sahip olduğu her şey, onu biraz daha tutsak ediyor.

Bir düşünün: Sahip olduğumuz bu teknolojik cihazlar, lüks eşyalar ya da modern dünyanın sunduğu imkanlar, gerçekten bizi özgürleştiriyor mu? Yoksa bizi daha mı çok bağlıyor? Bağımsızca bir gün geçirebiliyor muyuz? Telefonumuz yanımızda olmadan bir saat bile huzurlu hissedebiliyor muyuz? Tüm bu sorular, aslında modern yaşamın sunduğu refahın gerçek yüzünü gösteriyor. Sahip olmak özgürlük değildir. Gerçek özgürlük, sahip olmadıklarımızdan da bağımsız olabilmektir. Mutluluğu, huzuru ve yaşamın anlamını dışsal nesnelerde aramak, insanın kendini kaybetmesine neden olur.

Bu döngüden çıkmak zor mu? Evet, oldukça zor. Çünkü modern toplum, bu köleliği normalleştirmiş durumda. İnsanlar, sahip olamadıklarında mutsuz hissediyor, eksik olduklarını düşünüyorlar. Ancak gerçek şu ki, özgürlük ve mutluluk, sahip olduklarımızla ilgili değildir. Bilakis, sahip olduklarımızdan bağımsız olabilmekle ilgilidir. Bir şeylere sahip olmanın, onları kullanmanın ötesine geçebilmek, yaşamın anlamını maddi şeylerde aramamak gerçek özgürlüktür.

Dolayısıyla, modern yaşamın sunduğu refah, insanın özgürlüğü pahasına elde edilmiş bir refahtır. Bu refah, insanı düşündüren, sorgulayan, anlam arayan bir varlık olmaktan çıkarıp, sürekli tüketen, sürekli daha fazlasını isteyen bir varlık haline getirmiştir. Kapitalizm, insanları bu tüketim döngüsü içine çekmiş ve bu döngüden çıkamayan bireyler, farkında olmadan kendi köleliklerini satın almışlardır. Ancak gerçek özgürlük, sahip olduklarımızla değil, sahip olmadıklarımızdan bağımsız olabilmekle ilgilidir.

Bu yüzden, hayatımızı sorgulamalı, mutluluğu ve özgürlüğü gerçekten nerede aradığımızı düşünmeliyiz. Tüketim döngüsünden çıkabilmek, kapitalizmin dayattığı bu kölelikten kurtulabilmek, insanın kendi varoluşunu yeniden keşfetmesi anlamına gelir. Unutmayalım ki, gerçek mutluluk ve özgürlük, maddi şeylerde değil, içsel huzurda ve anlam arayışında yatar.

Bahadır Hataylı/19.10.2024/08.14/Sancaktepe/İST

Aldırma Yürü

“Yola çıktığın andan itibaren unutma ki, her adım bir sınavdır. Senin yolun kolay olmayacak, yolların en zoru olacak. Çünkü sen, sıradan bir yolu değil, dosdoğru yolu seçtin. Kalbinin rehberliğiyle yürüdüğün bu yol, her adımında seni biraz daha olgunlaştıracak, biraz daha derinleştirecek.”

"Yürü"

Yol senin önünde, ama sen nereye gittiğini bilmeden yürüyorsun. Bu sana ilk başta ürkütücü gelebilir, çünkü insanlar genelde ne yapacaklarını bilerek ilerlemek isterler. Ama işte senin yolun, tam da burada başlıyor: Bilinmeyeni kabul etmek, belirsizlik içinde adım atmaktan korkmamak. “Aldırma,” diyor içindeki o bilge ses, “yürü.”

Bu yürüyüşün sıradan bir yürüyüş değil, içsel bir yolculuk olduğunu anlaman uzun sürmeyecek. Yol, bazen yalnız hissettirecek, bazen de seni yolda bulduğun insanlar şaşırtacak. Ama sen hep içindeki sesi dinleyeceksin, çünkü bu ses seni asla yanıltmayacak.

İnsanlar, yolculuklarında kendilerini korumak için pek çok şey taşırlar: Zırhlar, silahlar,vs.. Ama senin için bu yolda tek koruyucun yüreğin olacak. Yüreğine güven. İçindeki inanç, seni her türlü tehlikeden koruyacak. “Göğsüne yüreğinden başka bir muska takma,” diyor o ses. Çünkü bu yol, fiziksel bir zırhla değil, manevi bir zırhla geçilir. Yüreğin; seni koruyacak olan tek gerçek güçtür.

Bu yol, seni tehlikelerle dolu engin dağlardan, derin vadilerden geçirecek. Korkacaksın belki, ama her korkunda yüreğinin sıcaklığını hissedeceksin. O sıcaklık, sana asla yalnız olmadığını hatırlatacak. "Yüreğin yanında olduğu sürece, başka hiçbir şeyden korkma," der gibi.

Haritaya ihtiyacın var, evet, ama bu harita sıradan bir harita değil. Senin haritan vahiydir. Herkesin elinde kağıttan yapılmış haritalar olabilir, yolunu göstermek için teknolojiye güvenenler olabilir. Ama senin için vahiy, en gerçek ve şaşmaz rehberdir.

“Vahiy haritan, nebi kılavuzun olsun,” diyor bilge ses. Peygamberlerin yolunu izlemek, seni her daim doğru yolda tutacak. Onlar, en büyük zorluklar karşısında nasıl direndilerse, sen de direneceksin. Onların sabrı, senin sabrın olacak. Onların umudu, senin umudun olacak. Vahiy, sana yolunu gösterecek, karanlık anlarda ışık olacak. Vahyin ışığına sarıl, çünkü o ışık seni karanlıktan çıkaracak.

Akıl Pusulan Olsun

Ama unutma, bu yolculuk sadece inançla değil, aynı zamanda akılla da yapılır. Aklın, senin pusulandır. O pusulayı kaybettiğin anda yönünü bulamazsın. Akıl, sana nerede durman gerektiğini, nerede hızlanman gerektiğini söyleyecek. O yüzden her adımda aklını kullan, çünkü bu yolculuk hem kalbin hem de aklın bir arada hareket ettiği bir süreçtir.

“Aklını devre dışı bırakma,” diyor içindeki ses. “O, sana yol gösterecek olan bir pusuladır. Akıl olmadan, inancın yön bulamaz.” İşte bu yüzden aklın, senin en değerli yardımcın olacak. Yolda karşına çıkan her durakta, aklını kullanacaksın. O duraklarda mola vereceksin, ama mola verdiğin her anı bir öz eleştiri süreci olarak değerlendireceksin.

İman Sermayen, Amel Azığın Olsun

Yolculuğuna çıktığında yanında neyi alacaksın? İnsanlar genelde para, yemek, su alır. Ama senin yolculuğunda daha farklı azıklara ihtiyacın var. İman, senin sermayen olacak. Her şeyin kaybolsa da, imanının sana yol göstereceğine inan. Çünkü iman, seni her zaman doğru yola yönlendirecek olan en değerli azıktır.

Ve amellerin... Amel, bu yolda ilerledikçe seni güçlü kılacak olan tek azıktır. Yalnızca inanmak yetmez, inandıklarını hayata geçirmen gerekir. Amelin olmadan iman eksik kalır, iman olmadan amel anlamını kaybeder. İkisini bir arada tutmalısın.

Sevgi Yakıtın, Ahlak Karakterin Olsun

Ama sadece iman ve amel yetmez. Yolda ilerlerken sevgi, seni besleyecek olan yakıtın olmalı. Sevgi olmadan bu yolculuğu yapman imkânsız. Sevgi, sana her adımda güç verecek. Sevdiğin insanlar, inandığın dava, uğruna mücadele verdiğin hakikat... Hepsi, seni yürümeye teşvik eden birer güç olacak. Sevgi, sadece seni değil, etrafındaki her şeyi de değiştirecek.

Ahlak ise senin karakterin olacak. Bu yol, ahlaklı olanların yürüyebileceği bir yol. Ahlak, seni koruyacak, seni insan yapacak. Ahlak, yolculuğun en zor anlarında bile seni doğru yolda tutacak olan en güçlü kalkanın olacak. “Edep aksesuarın olsun,” diyor ses, çünkü bu yolda edep her şeydir. Edepsiz bir yolculuk, insanı sadece yolun dışına savurur.

Merhamet Sıfatın, Şeref ve İzzet Adın Olsun

Ve merhamet... Merhamet, bu yolculuğun olmazsa olmazıdır. Merhamet olmadan, insan sadece kendi yolunu değil, başkalarının da yolunu kaybeder. Bu yolda sadece kendin için yürümüyorsun, başkaları için de yürüyeceksin. Başkalarının acılarını dindirmek, onlara yardım etmek senin görevin olacak. Merhamet, seni insan kılan şeydir.

Merhamet, sadece güçlü olanın zayıfa acıması değildir. Merhamet, zayıfın bile güçlüye şefkatle yaklaşabilmesidir. “Merhamet sıfatın olsun,” der bilge ses, çünkü merhamet, seni sadece insan yapmaz, aynı zamanda seni daha yüce bir varlık haline getirir.

Şeref ve izzet, adın olacak. Yolda ne olursa olsun, şerefinden taviz verme. İzzet, senin adın olacak; çünkü izzetsiz bir yolculuk, seni zillete sürükler. Yol boyunca onurunu, haysiyetini, insanlığını korumak zorundasın. Çünkü bu yol, haysiyetini yitirmiş olanların yolu değildir.

Doğru Yol-Çoğunluğun Değil, Düşünenlerin Yolu

Bu yol, her ne kadar zorlu olsa da, çoğunluğun gittiği yoldan farklıdır. “Doğru yol, insanların çoğunun gittiği yol değildir,” der ses, “düşünen öz akıl sahiplerinin yoludur.” Çoğunluk her zaman haklı değildir. Çoğunluk, genellikle kolay olan yolu seçer. Ama senin yolun zor olan, ama doğru olan yoldur.

Bu yol, herkesin anlayamayacağı bir yoldur. Zira düşünen, sorgulayan, gerçeği arayan insanların yoludur. Çoğunluğun peşinden gitmek, seni her zaman doğru yola çıkarmaz. Sen, aklını ve kalbini birleştirerek kendi yolunu bulmalısın. O yüzden, bu yolda yalnız kalmak seni korkutmasın. Zira yalnızlık, bazen doğru yolu bulmanın ilk adımıdır.

Her Mola Öz Eleştiri Durağıdır

Yolculuğun boyunca sık sık mola vereceksin. Ama her mola, bir öz eleştiri durağı olacak. Kendi içine bakacaksın, yaptıklarını sorgulayacaksın. “Yolda vereceğin her molayı öz eleştiri durağında vermelisin,” der ses. Çünkü yolun ortasında durup geri dönmek, ilerlemekten daha zor olabilir. Ama bu öz eleştiri, seni daha güçlü kılacak, seni yeniden doğrultacak.

Tövbe... Tövbe, işte tam da bu öz eleştirinin sonucudur. “Unutma, tövbe öz eleştiridir,” diyor ses. Tövbe, insanın kendini sorgulamasıdır. Ne mutlu bu yola ve bu yolda giden yolculara, selam olsun o yolda giden ve gidecek olan tüm yolculara...

Bahadır Hataylı/18.10.2024/15.15/Namazgah/İST


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!