Bu Blogda Ara

24 Haziran 2023 Cumartesi

İNSANLIKTIR KURTULUŞU İNSANLARIN!

İnsanın kurtuluşu ancak insanlıkla olur. İnsanlık dışında insana dayatılan kurtarıcı anlayışların hepsi insanı kendi zindanına taşır. Batıdaki Hümanizman anlayıştaki insanlık yaklaşımı her ne kadar insanlığın içinde küçük bir zerre olsa da insanın kurtuluşu böylesi sloganik, felsefik ve ideolojik yaklaşımların içinden çıkacağı bir problem değildir. Dolayısıyla insanı, ancak insanlık kurtarır dediğimde, insanın yaratılış kodlarındaki insanlık tanımlamasının doğru ve o kodlara yüklendiği şekliyle anlaşılması ve yaşamda karşılık bulmasıyla gerçekleşecektir.

İnsan, kurtuluşunu, kendi türünün ifsat unsurlarının yeryüzü cennetini inşa etmek istediği bozgunculuk iklimi içinde ararsa, hepten tufana uğrayacağını anlamalıdır. Şeytanın karargahında eğitim alan ve onun adına insanları kurtaracağını iddia ederek, insanlığın tüm gen haritasını yerle yeksan eden yeryüzü ifsat çetesinin insanlığa sunacağı iyi hiçbir şey asla olamaz. Onların tek amacı var, insanı yaratılış kodlarından uzaklaştırarak mutlak gücün dışında bir hayat yaşayabileceklerini ikna etmeye çalışmasıdır. Bu konuda belli bir yere kadar mesafe aldığını söyleyebiliriz, ancak bu yol anlık kopabilecek özelliktedir. Allah’a rağmen Allah’tan bağımsız bir yaşamın kurbanları olarak kullanacağınız insan, yaratan ile arasına bir duvar örüldüğü zaman, insana ait olan enerjisini kaybeder ve sonrasında (enerji)dinamizmden yoksun sadece kullanılan bir nesneye dönüşmüş olur. Bu durum, insanı her ne kadar kurtaracağını ve dünya da cenneti vaat eden şeytani bir yaklaşımın anlayışı olsa da insanı psikolojik ve ruhsal bunalıma sokacağı için ondan istediği faydayı alamayacağı gibi, onun pasif bir nesneye dönmesiyle yeni kurbanları bunlar eliyle yakalayamayacağını anlayınca, şeytanın askerlerinin işi de zorlaşıyor.

İnsanı kullanacak şeytani güçlerin planları, insanın genetik kodlarıyla savaşarak, insana iyilik vaadinde bulunarak ona yaklaşmasıdır. Bu tarz yaklaşım insanın kendi iç yapısındaki kodlarla açıkça savaştığı için, istenilen verim alınamıyor. Ama, şeytani güçlerin programcıları, insanın insanlığı barındıran genetik kodlarıyla çatışmadan, yanlışları hedefleyerek doğruları anlatarak hedeflerine varabilirlerdi. İşte, burada yaratan devreye girerek onların planlarını uygulayacakları yöntemi onlara vermiyor ve onları açıkça ortaya çıkarıp, insanlara, insanlığı yeniden inşa etmek için bunlardan kurtulmasının yolunu gösteriyor.

Yaratıcının, yaratılış kodlarına insanlığın değer haritasını koymadığını ve herkesin kendi tecrübelerinden elde edeceği bulgulara göre yaşayacağını sanıyorsak bu büyük bir yanılgıdır. Allah’ın yaratmasında mükemmellik ve bir düzen vardır. Onun eksik yaratması imkansızıdır. Allah yarattığı her şeyi mükemmel yarattığı için his olarak gelip geçen şeytani üfürmeler bir hava gibi kodların üzerinden geçebiliyor, ama, o kodların özüne girecek güç ve kuvvete sahip olmadığı için, sadece çırpınıyor. İnsanın yaratılış kodlarındaki sistem ile, fabrikada üretilmiş içi dolu sert bir demire rüzgârın etkisi ne kadar ise, şeytan ve askerlerinin insanın fıtrat kodları üzerindeki etkisi de ancak o kadardır. Sadece sürekli esen ve meşgul eden bir üfürme yaptığı için şeytanın, insanın tüm fıtrat haritasındaki kodlarına nüfuz ettiği sanılır. Oysa onun öyle bir gücü yoktur. O sadece aldatmak için çevrede dolaşır, âmâ insan kendi özündeki o kodları fark eder ona göre bir yaşam düşlerse, yeryüzü şeytanlarının hepsi avucunu yalamak zorunda kalır. Onun içindir ki insanın kurtuluşu insanlığın fark edilip yaşamda karşılığının olmasına bağlıdır. İnsanlığın, atmosferimizde her yere yayılan bir hava gibi dağılmasını yayılmasını ve onun etkisine göre biçim almasını sağlayamazsak insanı kaybetmiş olacağız. İnsan ancak insanlık haritasında sağlıklı ve özgürce yaşayabilir. İnsanlığın olmadığı ve her an hayattan kovulmak istendiği bir ortamda, insan çılgınlık peşinde koşan bir maymuna döner. Ne yazık ki, geldiğimiz nokta da oradan oraya her an farklı şekil ve kalıplara giren, görüntüde insanı andıran maymuna dönen yaşamın tam ortasında bulunmaktayız. Bu yaşamın zamanla her tarafta legal hale gelmesi, insanlığın illegal bir yapı olarak görülmesine neden olur. Hatta maymuna dönen yaşamlar, maymunlaşmış yaşamlara aykırı olan ve insanca yaşamak isteyenleri izole ederek toplumdan uzaklaştırmaya çalışırlar. O kadar ileri giderler ki, onları bulaşıcı hastalık taşıyan bir virüs olarak anlatırlar. Bu değişimin yaşanmasının temelinde insanın fıtrat haritasındaki kodlardan uzaklaşması ve şeytanın karargahından gelen nefeslerle yaşamını sürdüreceğini sanması vardır.

Yeryüzü şeytani güçleri, her ne kadar şeytan olarak görülmüyor olsalar da onlar tüm çabalarıyla şeytan ve askerlerine hizmet eden ins topluluğu olduğu için, insanları bu kadar kolay aldatabiliyorlar. İnsanı ancak insanla aldatabilirsiniz. İnsanın dışında farklı bir varlığın insan üzerinde böyle yıkıcı bir etki bırakmasını tasavvur edemezsiniz. Bizi bizden olanlar ancak yıkar ve düşmanın galip gelmesini sağlar. Şeytan Ademoğlunu aldatmak için verdiği sözün arkasında duruyor tüm atlı yaya askerleriyle, insanı kendinden koparmaya çalışıyor. Bu çabayı devamlı kılanlar ise kendine asker edindiği yeryüzü ifsat güçlerinden oluşan insanlardır. İnsan şeytana asker olduğu zaman, Allah ile doğrudan savaşa giriyor ve diyor ki, senin gelecekte vadettiğin cenneti gören yok gidip gelene zaten rastlamadık. Ama bizim anlattığımız cennet herkesin gözü önünde dünyada olduğu için, insanlar onun tüm imkanlarına sahip oluyorlar. O zaman senin ahiretteki cennetin mi yoksa bizim dünyadaki cennetimiz mi daha çok misafir ağırlayacak göreceksiniz diye meydan okuyorlar. İnsanlardan oluşan şeytanın ifsat gücü mutlak galip gelemeyeceğini anladığı için kendi ilahlığına da toz kondurmuyor, sürekli dünyayı kasıp kavurma derdinde. Böylesi bir yaşamda karşılaştığımız kimlik bunalımı biyolojik kimlik bunalımı değil, insanlık kimliğine dayanan bunalımdır. Dolayısıyla bizler insan olduğumuzu anlar ve kendi iradi kararlarımızla, insanlık kimliğini yeniden elimize alırsak, dünyada Yaratılışımıza savaş açan hiçbir güç bırakmayız. Yaratılışımızı kabul etmeyenler elbet olur. Ancak onu değiştirmek ve onunla savaşarak onları kendisine köle yapmak isteyenler olmayacaktır.

İnsanlık, yeryüzündeki en kuşatıcı ve evrensel değerdir. Diğerlerinin hepsi insanlığın içine serpilmiş olan parçalardır. İnsanlık, yaratılırken ruhlar aleminde fıtrat kodlarına yüklenmiş olan ademe öğretilen bilginin tam kendisidir. Meleklerin ve başka varlıkların haberdar olmadığı o bilgi insanın kodlarına yüklenmiştir. Âdem, eşyanın tümünün bilgisini anlatmasına rağmen diğerleri Adem’in anlattıklarının ne olduğunu bilmiyorlardı. İşte, Ademin anlattığı bilgi insanlığın tanımı ve içeriğidir. Bu içerik yeryüzünde kapsayıcı ve kuşatıcı evrensel bir değer olduğu zaman, nasıl ki varlık, altında sıralanan tüm diğer kavramları içlem kaplam açısından kapsamına alıyorsa, insanlıkta diğerlerinin tümünü kapsamına alır. Böyle bir bakış açısı ve yaklaşımla yeryüzünü yeniden inşa etmek istediğimizde sanıyorum bu değerlere karşı çıkacak şeytanın doğrudan askerleri dışında kimse olmayacaktır.

İnsanlığın dirilmesi için, tekrar ediyorum fıtrat kodlarının sistemli olarak yerleştirildiği insanlık haritasını ortaya çıkaralım, üzerindeki kiri pası temizleyelim öncelikle insan olarak yerimizin neresi olduğunu tespit edelim, sonrasında insanlığı konuşalım…İşte, o zaman dünyanın çehresinin kısa sürede nasıl değiştiğine ve çekici hale geldiğine şahit oluruz. Böyle değil de herkes kendi ideolojik saplantılarını ve öğrendiği dinsel inanışları insanlığı kurtaracak bir araç olarak dayatır ve onlara göre bir kurtuluş reçetesi sunmaya çalışırsa, şunu biliniz ki hiç kurtulamayacağınız kapıdan zindana girmiş olursunuz. “Ey insan Kerim olan Rabbine karşı seni aldatan nedir diyor Rabbimiz, âmâ ey Müslüman diye başlamıyor. Demek ki İnsan olduğumuz zaman zaten İslam olmuş olacağız. Onun için benim naçizane fikrim önce insan ve insanlık hayatı ortaya çıkmalı ki, bunlar göverdiği büyüdüğü zaman özel yaşam alanları insanların inançları ve ideolojileri olur. Dolayısıyla her ferdin kendi yaşamıyla ilgili olan özel değerlerini herkese dayatması insanlığın imha edilmesi olur. Allah, İslam olarak tek din gönderdi, İlk vahiyden son vahye kadar. Hepsi Tevhitti. Allah’ın gönderdiği Tevhit dini Fıtrattır. Fıtrattan uzaklaşıp insanlıklarını unutanlar için gönderilen tek dinin adı İslam’dır. Yani İslam Fıtratın dışında olan bir şey değildir. Dolayısıyla İnsanlıktan uzaklaşıldığında bir rehabilite ve yeniden düzenlemek için gelen değerler, İnsanlık bütünü içinde olduğu için, onları bayraklaştırarak insanlık sanki Allah’ın istemediği ve fıtrata yerleştirmediği, sonradan ortaya çıkan bir yaklaşımmış gibi düşünülüp öcü muamelesi görmesi, insanların cehaletinden başka bir şey değildir. Dolayısıyla Tüm İnsanları İnsanlık değerleri altında fıtrat kodlarının yayıldığı haritada yaşamaya davet ediyorum…Bizim tek kurtuluşumuz o haritadaki yerimizi gecikmeden almak ve haritayı canlı hale getirmektir.

Sorgulayan anlayan algılayan ve gerekli tavrı koyarak bir an evvel insanlık çizgisi üzerinde dosdoğru mücadeleye başlayan ve başlamak için diz çöküp bekleyen tüm kardeşlerime selam muhabbet ve iyilik dileklerimi yolluyorum…

Kalın sağlıcakla….

Erol KEKEÇ/23.06.2023/13.08/Namazgah/İST



23 Haziran 2023 Cuma

KENDİ SİSTEMİNİ BOZAN İNSAN FESADIN KAYNAĞIDIR

“Allah’ın sana verdiği serveti O’nun yolunda harcamak suretiyle ahiretini kazanmaya çalış. Dünyadan da nasibini unutma. Allah sana nasıl ihsanda bulunduysa, sen de başkalarına öylece ihsanda bulun. Ülkede bozgunculuk çıkarmaya kalkışma. Çünkü Allah bozguncuları sevmez!” Kasas:77

İnsan muktedir olduğuna inandığı zaman, kazanımlarının asla elinden çıkmayacağını düşünür ve o şekilde yaşamaya başlar. İnsanın böyle bir ruh haline bürünmesi onu gerçeklerle yüzleşmekten uzaklaştırır, daima kafasında kurduğu hayatın devam edeceğini hesaplar. Bu hesaplar, insanı kendi oluşturduğu zindanına taşır ve o zindanın dışındaki yaşamların hep olumsuzluğunu düşünür. İnsan için bu başlangıç onu var olma hedefinden uzaklaştırır. Ontolojik olarak varlık gerekçesinin dışında yaşamaya başlar. İnsanın ontolojik olarak varlık gerekçesinden uzaklaşması, epistemolojik olarak doğruya ulaşma imkanını da kaybetmesine neden olur. Kendi varlık yasasını anlamamış ve onun dışına çıkmış bir varlığın, bu yaratılış kodlarının, elde etmesi gereken bilgi belge ve becerilere ulaşmasını beklemek ve öyle bir çaba içinde olmak sonuçsuz kalır.

Mutlak yaratan öyle bir sistem kurmuş ki, bu sistemin işleyişinde ön aşamadaki kodlar çalıştırılmadığı ya da atlandığı zaman sonradan gelenlerin çalışması da mümkün olmuyor. Mesela bir yazılım programında bile bunları görmek mümkündür. O sistematik sürecin takip edilmesi gerekir. Adınızı soy adınızı girmeden nereli olduğunuzu ne iş yaptığınızı, yazamıyorsunuz ve o ekran size açılmıyor. İnsanın yaptığı basit bir yazılımda bu sistematiği görüyoruz da Allah’ın mükemmel yarattığı bu sisteminde öyle bir kodlama yazılımının olmadığını mı düşünüyoruz. Öyle ise bu çok büyük bir yanılgı olur. Ondan dolayıdır ki, ontolojik olarak varlık gayesini anlamamış olan bir varlığın, nasıl sorularıyla muhatap olacağı epistemolojik sürece başlaması da mümkün olamamaktadır. Neden ve niçin var oldum sorusu içindeki bilgisel süreç kavrandığı zaman, sonrasında bu varlığın bu gayeye ulaşabilmek için vereceği çaba, bilginin geniş boyutta önüne açılmasına ve o işin hikmetine vakıf olmasına onu götürecektir. Ondan dolayıdır ki, Yaratıcı, yukarıdaki ayette diyor ki, Allah’ın sana verdiği serveti, onun yolunda harcamak suretiyle ahiretini kazan…Servetin ontolojik gerekçesinden habersiz olan bir varlığın, onun hedefinin gerçekleşmesi için nerede harcanacağı bilgisine ulaşması da mümkün değildir. Dolayısıyla ahiret diye bir yaşamı kazanmak ve oraya ulaşmak için de elindekileri, kendisine ahirette büyük pay verecek olanın isteği doğrultusunda harcamasını da düşünemezsiniz. Çünkü önceki aşama kavranmadan anlaşılmadan onunla ilgili gerekli işlemler yapılmadan sonraki ekran açılmayacaktır. Daha sonra gelecek olan açılımlar da açılmadan kapanacağından, insan zamanını sermayesini, işlemeyen ve bir yere kendisini götürmeyen bu yolda tüketerek bir şey yaptığını sanacaktır…İnsanların çoğu zanna göre yaşar zaten. Zanlara göre hayat kurmak, insanın için ön kötü bir yoldur. İnsan bu mağara ortamından çıkarak kendisiyle tanışması için, öncelikle ontolojik gayesini anlamalı ondan sonra bu gayeye ulaşabilecek süreçleri takip etmelidir. Ancak o zaman insan olarak var olmanın gereğini yerine getirmiş olacaktır.

İnsanın, bu ayetteki süreci doğru yaşaması için, öncelikle kendisiyle olan sorunlarını doğru analiz edip ilk yaratılma gayesiyle hayata başlangıç yapması gerekir. Kendisiyle ilgili doğru saptamalara girişmeyen ve sadece rüzgârın estiği taraftan bana ne gelir diye beklenti içinde olan bir varlık zaten insan olamaz. Çünkü insan dinamik değişken üretken yenilenen, aklı ile ayrım yapabilen aynı zamanda vicdanen bir terazi olan varlıktır. Bu varlığın bu donanımları hiç kabul edilerek bir nesne gibi doldur boşalt anlayışıyla hareket etmesini istemek ve öyle yaşayacağını iddia etmek ona yapılacak en büyük zulüm ve hakarettir. Bilimin ürettiği ve teknolojinin bize sunduğu ürünlerden cep telefonumuzu bir çiviyi çakmak için kullanmak ne kadar mantıksız ve onun donanımlarını ve fiziki yapısını imha etmek ise, insanı amacı dışında bir alanda görmek istemekte aynı durumdur. Onun için insan öncelikle insan olduğunu anlamalı ve o uğurda ayağa kalkmalı ki, ulaşması gereken bilgilere doğru kanaldan varsın. Yoksa kendisi için tuzaklar kurmaya devam edecektir.

Allah, tüm uyarılarında insanı varlık gayesi ile yüzleştirmek ve onu kavrayarak yaşamaya çağırmaktadır. Çünkü o gayenin dışında olup, yaratılma gayesinin hedeflediği bir yaşamın içinde olmak mümkün değildir. Bunu özetleyecek çok açık örneklere rastlayabiliyoruz. Mesela bir okulda öğretmen olarak görev yapan biri, kafasında okula müdür olarak atanmak varsa ve onun için çalışmalar yapıyor o uğurda kitaplar okuyup mevzuatı kavramaya çalışıyor, hatta ders dışında sürekli müdür gibi davranarak o moda girmişse, bu şahsın okulda çok başarılı bir öğretmen olmasını ve öğretmenlik mesleki bilgilerini geliştirerek insanlara faydalı çalışmalar yapmasını bekleyemezsiniz. Belki beklersiniz, ancak sadece beklemekle kalırsınız, çünkü onun kafası hedefi başka yerde ama fiili olarak öğretmenlik yapıyor. Bu şahıs hem başarısız olacak hem de inanmadığı ve benimsemediği bir işi yapacağından, kısa sürede itibarını kaybederek sıradan ve kimsenin dikkate almadığı bir kişiliğe dönüşebilir. Yani ne için var iseniz o olmak zorundasınız, öyle değil de siz kendinize bir plan yaparak o planı uygulamaya kalkarsanız, ontolojik gerekçenizden uzak olacağınız için anlamsızlıklarla dolu bir uğraş alanı yaratmış olacaksınız. Hayat böyle bir düzeneğe bağlıdır. Bunlar yaşadığımız evrenimizde bizlerin hayatına damga vurması zorunludur. Bu zorunluluğu sıradanlık olarak değerlendirip öyle hareket ettiğimizde hayatlarımız sıradanlaşacaktır.

Yukarıdaki açıklamalardan sonra Rabbimizin bu buyruğundan anladığımı sizlerle paylaşmak isterim. Allah’ın ihsanda bulunduğu nimetleri harcamadan, ahireti kazanmak mümkün değildir. Allah’ın verdiği nimetleri onun belirlediği yolda harcayarak ancak ahirete bilet kesebiliriz. Ancak sadece bu yeterli mi değil, âmâ ahireti kazanmanın en önemli yolu olduğunu düşünüyorum. Allah’ın verdiği nimetleri onun yolunda harcamaktan kaçınanın, Allah’a gidecek diğer eylemlerde de gerekli itinayı göstermesi kolay değildir. Ahireti kazanma mücadelesi verirken de dünyadan nasibini unutma, ancak bu nasip senin kullanıp tüketebildiğin ve bedensel yaşamının canlılığını koruyup rabbin için yapacağın çalışmaları aksatmayacak olandır. İsrafta bulunman ve istediğin gibi har vurup harman savurman, nimetin sahibini hesaba katmamaktır. Bunu gözetebilmek için, nimetin mutlak sahibini bilmek ve o nimetlerin varlık ve verilme gerekçelerini doğru anlamak gerekir. Nimetin sahibini dikkate almamak ve istediğimiz gibi istediğimiz koşullarda onu harcamak ve biriktirerek sonrakilere daha rahat dünya yaşamı geçirmeleri için bırakıp onunla övünmek yaratanın, rızkı verenin dikkate alınmamasıdır. Rızkın sahibini dikkate almayanlar, elindeki imkanların kendi çabası olduğuna inandığı anda, dünyada bir fitne kaynağı olmuş demektir. Kendisine bir ihsan olduğunu bilerek bu ihsanı, Allah’ın kullarına ihsanda bulunarak dünyadaki nasibini de unutmamak, yaratılış gayesine ve rızkın verilme hedefine uygun yaşamak olur. Allah böyle bir hedefle yaşayanların ancak ahireti kazanacak davranışlarda bulunduğunu anlatıyor.

Eğer bir toplumda insanlar, keşke filancanın sahip olduklarına bizde sahip olsaydık, görecektiniz ben nasıl lüks hayat oluştururdum diye düşünmelerine ve onların kendinden tarafa meyil etmesine sebep oluyorsa, bu fesadın kendisidir. Onun içindir ki, mal mülk dünyada fitnenin kaynağı olmayacak şekilde, onu verenin istediği gibi onun istediği yerde harcanmalıdır. Ancak o zaman Allah için harcanmış olur. Ancak insanlar çoğu zaman kazandıklarını kaybettiklerinde bu kaybetme ahmaklığını Allah verdi Allah aldı diyerek kendisinin de çok iyi biri olduğunu vurgulamaya çalışır. İnsanın çok iyi bir kul olması, onun elindeki imkanların yok olmasıyla açıklanamayacağını anlaması gerekir. Kişinin yönelimleri  onun hayatında çok önemli köklü değişimlerin olmasına neden olabilir. Şayet, Kul Allah’a yakın olacak fıtratta ise, ona verilen mal mülk, onu Allah’tan uzaklaştıracak ve kendi hevasının peşinde koşacak nitelikte ise, Allah bu kula acıdığından ve günaha batmaması için elindeki imkanları onun elinden alır. Bu ona rahmettir gazap değildir. Ancak kullar çoğu zaman bunu Allah’ın bir gazabı olarak görüp, çok iyi biri olsaydım ya da sen o kadar değerli biri olsaydın Allah senin elindekileri alır mıydı diye kendi akılsızlığıyla açıklamaya çalışır. Bunların hepsi bir zandan ibarettir. Allah zandan kaçınmamızı, verdiğine de vermediğine hamd etmemizi istiyor. Çünkü her ikisinde de bir hayır vardır.

Allah’ın kendi hazinesinden bol bol verdikleri nasıl ki iyi ve kötü olmanın bir nedeni olamazsa, vermedikleri için de aynı durum geçerlidir. Kişinin iyi ve kötü olmasının nedeni onun yönelim ve varlık gayesine ne kadar uygun yaşayıp yaşamadığıyla anlaşılır. Allah’ın gönderdiği elçilerden Süleyman (as)’a her türlü imkanları sunmuşken, Muhammed (as)’ı ise arkadaşları ile birlikte hicret ederek başkalarının yardımına ihtiyaç duyacak duruma getirmiştir. Dolayısıyla mal ve mülkün olup olmaması üstünlük ve üstün olmama işareti olamaz.

İnsanların üstün olup olmaması, onların yönelim ve ihmallerinden doğmaktadır. Dünya ve içindekiler çok sevimli geliyor yığdıkça yığıyor ve senin dışındakilerinde Allah’ın bir ayeti o ayetlerin tepelenmemesi, dimdik ve dosdoğru yaşamalarının gereğine inanırsan, imkânlarını Allah için harcar ahireti tercih edersin, yok böyle bir gaye yoksa o zaman yeryüzünde fitne kaynağı olur bozgunculuğun çıban başı olur, insanların yaratıcıdan uzaklaşmasına bir etken olursun…Karun’un sapmasındaki en önemli gerekçe de zaten bu olduğu bilinmelidir. O mütekebbirleşti ve bunların hepsini ben kendi bilgi ve becerilerimle elde ettim ben bu insanlardan farklı olmam gerekir dedi, elindekilerin onu koruyacağını ve kurtaracağını düşündü. Toplumun içine çıktığı zaman herkes ona verilenlerin kendilerine de verilmesini arzuluyorlar ve başka bir şey düşünmez olmuşlardı. Bu bir fesat unsuru olduğundan Allah rızkın mutlak sahibinin kim olduğunu insanlara göstermek ve onların ibret alıp yaşarken hakikati kavramaları için o bozguncuyu yerin dibine geçirdi. Karun ne kendini ne malını ne köşkünü koruyabildi ne de kendisinin yardımına kimse gelebildi. İşte Allah her ne olursa olsun varlık gayesinin dışında kullanılan yaratılmışların heba olmasını istemiyor ve onları aslına döndürüyor.

Karun’un yerinde olmayı isteyen ama imkânı olmayanlar bu gerçekliği gözleri ile görünce vay demek ki, rızık Allah’ın elindeymiş onu dilediğine verip dilediğinden alırmış biz kendimize zulmettik diyerek yakınmaya başladılar. Bazen imkanlar bir fitne kaynağı olduğu gibi, imkansızlıklarda bu fitnenin yaygınlaşmasına aracılık edip kökleşmesine katkı sunabiliyor. Ondan dolayıdır ki, hiçbir insan içinde bulunduğu yaşamın kendisine verilen bir nimet ya da gazap olduğunu düşünerek yaşamamalıdır. Her iki durumda bir rahmettir, insan ontolojik gayesine uygun yaşarsa, ancak ondan uzaklaşırsa her iki durum da bir gazap sebebi olur.

Rabbim, bizleri verdiklerinde cimrilik etmeyen zenginlerden, fesatçıların elindekine göz dikerek ona ulaşmak için gece gündüz plan kurarak onları ele geçireceği günü hayal edip varlık gayesini unutan imkânsız fakirlerden eylemesin. Her durumda da sadece Rablerini hatırlayarak ondan başkasının önünde eğilmeyen onurlu vakarlı, istikamet üzere dosdoğru olan kullarından eylesin…Dünya yaşamımızın huzur bulması için, kâinatın tevhidi gibi hayatımıza tevhit egemen olmasına çabalayan gönül eri kullar arasına girerek ahireti kazanan kullar arasına bizleri de kat Allah’ım…Bizim dünyamız darmadağınık ahiretimizin ne olacağını bilmiyoruz, senin rahmetin inayetin olmasa bizler senin karşına gelmekte mahcup oluruz. Allah’ım bizleri mahcup eyleme, gönülden seni arzulayan ancak yaşadığı dünyanın çarpıklıkları hayatlarını tarumar eden tüm kullarının dünyasını düzenle ahiretini hayır eyle içine bizleri de kat, sen her şeye gücü yetensin Allah’ım…

Rabbim bizleri hayırda yarışan, ihsan ettiğin ve bu ihsanı senin kulların ile paylaşan, Salih ameller hayatlarının vazgeçilmezi olan kullar eyle; bizler nefsimize zulmettik dünya ve içindekiler bizi kuşattı kalbimiz karardı, ancak senin aydınlığın bizi sana getirir…Rabbim biz senden gelecek her türlü hayra ihsana muhtacız bizleri nurunla aydınlat vicdanlarımızı adaletinle kuşat, merhametinle bizleri hesaba çek tüm ümidimiz ancak sensin Allah’ım….

 Bu içtenliklerimi sizlerle paylaşma güç ve kuvvetini veren rabbime hamdederek makalemi sonlandırıyorum…Selam saygı muhabbet ve iyilik temennilerimle kalın sağlıcakla…

“Allah’ın sana verdiği serveti O’nun yolunda harcamak suretiyle ahiretini kazanmaya çalış. Dünyadan da nasibini unutma. Allah sana nasıl ihsanda bulunduysa, sen de başkalarına öylece ihsanda bulun. Ülkede bozgunculuk çıkarmaya kalkışma. Çünkü Allah bozguncuları sevmez!” Kasas:77

Erol KEKEÇ/22.06.2023/15.04/Namazgah /İST



22 Haziran 2023 Perşembe

DEVLET HER ŞEYE ULAŞMALI ULAŞAMIYORSA SORGULANMALI

Bir toplumda güç ve imkanların belli ellere verilmesinin amacı, onların kendi yaşam düzeylerini erişilmez kılmak için değil, aksine toplumsal yaşamda oluşacak karakaşa kaos ve aşırılıkları kontrol altına alarak toplumsal kardeşlik, birlik ve beraberlik duygularının devamına ve gelişmesine katkı sunarak yaşamın huzurlu olmasını sağlamaktır.

İlkçağ site(şehir) devletlerinin ortaya çıkmasından bir nebze haberi olanlar, devletin varlık sebebini ve gücün neden belli ellerde olmasının önemini ve gereğini anlar. İnsanlar ilkel toplayıcılık ve avcılık yaşamından yerleşik yaşama geçişleriyle birlikte, elde ettikleri ürün fazlalıklarını başkalarıyla paylaşmak istedi ve bunların karşılığı olarak da farklı ihtiyaçlarını giderme ihtiyacı doğdu. Dolayısıyla bu istek ve çabalar beraberinde ekonomik piyasayı ve toplumsal etkileşimi ortaya çıkardı. Bu ortamlarda zaman zaman insanlar arası haksızlıklar ve aşırı rekabetler yaşamı zorlaştırmaya başladı. Bu durumdan rahatsız olan piyasadaki insanlar, bu olumsuzlukların önüne geçmek için ferdi olarak altından kalkamayacakları sorunların üstesinden gelmek için, organizeli bir yapı oluşturarak insanlar üzerinde yaptırım yapacak tek güç olarak bu yapıyı güçlendirmek istediler. Bu yapının varlığı o beldenin tüm insanlarının kendi yapmak istediklerini bu güç aracılığıyla yaparak, adil ve paylaşımcı bir yaşamın oluşmasını sağlamaktı. Yani devlet birilerinin menfaatinin koruyanı değil, toplumsal yaşamın kargaşaya neden olmadan düzenli bir şekilde sürekliliğini sağlamak için oluşmuştur. Bu durum daha sonralarda daha aktif ve güç kullanabilecek tek kurum haline gelmiş hatta belli dönemlerden sonra kutsallaştırılarak dokunulmazlık zırhına bürünmüştür. Devletin dokunulmazlığı adalet hakkaniyet koruyuculuk, merhamet ve yönetiminde olan insanların her an sorunlarını çözmesinden doğmuştur. Durup dururken oraya görev için gelenlerin, toplumdan topladıkları vergileri kendi aralarında paylaşarak hesapsızca istedikleri yere harcamasından doğan bir kutsallık değildir. Devlet görevlilerinin aşırı zenginleşmesine göz yuman bir devlet anlayışı zaten toplumsal kaotik ortamların doğmasının yegâne sebebidir. Devleti yönetenler, toplumda ayrıcalıklı bir sınıf haline geliyor ve otoriteyi ele geçirdikten sonra, istediklerini zenginleştiriyor, istediklerinin mal varlıklarına çökerek onların sahibi oluyor ve istediği yere aktarıyorsa, devlet doğuştaki fonksiyonelliğine bağlı olarak kendisine atfedilen kutsallığını kaybeder, insanlara zulmeden despotik bir araca dönüşür. Ne yazık ki, günümüzdeki çağdaş devlet tanımlamaların neredeyse istisnasız büyük çoğunluğu böylesi bir despotlukta level atlamış görünmekteler. Bazı anarşist kuramcıların devlet hakkında söyledikleri, devlet soğuk kanlı canavarların en soğuk kanlısıdır derken bir tecrübeye göre böyle açıklamalar yaptıklarını da anlamış oluyoruz.

Devlet, belli bir zümrenin çıkarlarının korunmasını öncelikli ilke olarak göremez. Çünkü devlet, yönetimi altında bulunan tüm insanlar adına o görevi üstlenmiştir ve toplum onu organizasyonun tek sorumlusu olarak görürken, kendisinin uğraşamayacağı alanların da devlet tarafından yerine getirildiği güvencesiyle yaşamına devam eder. Ancak devlet tarafından korunduğu ve güvence altına alındığına inandığı noktalarda çürümüşlükleri ve kontrolsüzlükleri gördüğü zaman devlete ve devletin gücüne olan inancını kaybeder. Dolayısıyla insanların devlete olan güvenlerini kaybetmesinin temel nedeni yönetici olarak getirdiği insanların devleti işlevsiz ve denetim yapamayan hantal bir yapıya taşımalarıdır. Devlet denetim yapamıyor demek bu çürümüşlüğün en açık örneğidir. Devlet, tebaasından gözünü kırpmadan tüm vergileri alıyor, yetmiyor bir daha alıyor hatta tükettiği oksijene kadar vergi alacak duruma gelmesine rağmen, vatandaşın normal bir yaşam sürmesini sağlayamıyor ve toplumdaki kaotik çıbanları bulup tedavi edemiyorsa, devlet nerede ya da devlet yok mu gibi haykırışları duymak devletin en tabi hakkı olur. Devlet, kendisinin oluşturduğu ya da kendisi görevini yerine getirmediğinden dolayı denetimsizlikten kaynaklanan problemlerin verdiği acılardan rahatsız olan ve bu acıların altında inim inim inleyen insanların acısına çare olmak ve onları dindirmek yerine, onların devlete karşı potansiyel tehlike oluşturduğunu söyleyerek, toplumsal ayrışmaya ve toplumsal çatışmaya sebebiyet vermekle, meşruiyetini kaybettiğini görmesi gerekir. Bir devletin temel meşruiyet gerekçesi kanunlar değil, toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından kabul görmek ve benimsenmektir. Kanunlarla kendisini meşru kılmaya çalışan ve bu kanunlar yaşama aykırı olduğundan dolayı benimsemeyenleri de bastırmaya çalışırsa, devlet tam bir deve dönüşür. O zaman da varlık gerekçesini kendisi tehlikeye sokar.

Ne yazık ki, bizim toplumda devlet bu saydığımız olumsuzlukların neredeyse tamamını iliklerine kadar yaşamasına rağmen, hala en güçlü devlet bizim devlet gibi kıytırıktan sloganlar atarak geçmişteki savaşları diziler haline getirip onlarla övünerek bir çıkar yol bulmaya çalışmak, yolların sonuna gelindiğinin kanıtı olur. Hangi devletler geçmişteki tarihi başarıları destanlaştırarak ayakta kalmıştır. Yaptıklarınız çok güzel ise tarihinizdeki güzelliklerin bu başarılarınıza ışık tuttuğunu anlatmanız sizin geçmişe saygınızdan ve kökünüze sahip çıktığınızdandır. Ancak toplumsal yaşam olarak çamura saplanıp kaldığınız bir dönemde onlara sığınıp onlardan medet umanların hiçbirisi aydınlık yarınlara çıkamamıştır ve de çıkamayacaktır.

Ülkemiz gerçeğini dikkate alırsak, corona salgını döneminde herkesi evlere tıkayan devlet istediğini yapıyor, istediği malın fiyatını belirliyordu ancak geldiğimiz noktada piyasaya gücü yetmiyor demek devlete en büyük hakarettir. Piyasa aldı başını gitti, kimin eli kimin cebinde belli değil, insanlar sinir katsayıları yükselmiş yüksek gerilim hattında bulunduğundan her an patlamaya hazır bir bomba gibi, bir etki beklerken siz bunları hiç görmeyeceksiniz ama devlet güçlü dünyanın her tarafına uzanıyoruz diyerek masallar anlatacaksınız. Kendi içindeki sorunları çözememiş devletler hiçbir zaman güçlü olamazlar. Güçlülüğün en açık göstergesi kendi sorunlarını en aza indirgemektir. Kendi sorunları olan bir insanın nasıl ki başkalarına yardım etme ve onların sorunlarını çözüme kavuşturması mümkün değilse, devletler için de böyledir.

Devlet yetkilileri, halkın devlete neden bu yetkileri verdiğini ve nasıl bir yaşamı devletten bekledikleri için bu kadar vergiyi karşılıksız gözlerini kırpmadan hibe ettiklerini anlamadıkları müddetçe, toplumsal sorunların üstesinden gelinemeyecektir. Bugün ülkenin her tarafındaki açık alanlar sıfır araç ahırlarına dönmüş, evler kiralık verilmeyerek bekletiliyor, sebzeler meyveler çöpe atılıyor, esnaflar kafalarına göre istediği gibi fiyat arttırıyor, bir ayakkabı alacak gücünüz kalmamışsa, devlet ben güçlüyüm diyorsa yalan söyler. Çünkü devlet hiyerarşisi içinde görev yapanlar geçimlerini sağlasınlar diye onlara özel bir yaşam alanı tahsis edilmedi, insanların huzur ve mutluluğu için devletin tüm birimlerinde bir aksama olmadan devlet en uç noktalara kadar yetersiz kalmasın, öyle insanlar çalıştırsın ki, halk içinde karmaşa kaos oluşturup haksız kazanım sağlayacak olanlara fırsat vermesin diye bunları orada görmek istiyor. Bundan dolayı da bir beklenti içinde, halkın devletten beklentisi gayet doğal ve devletin bu beklentileri yerine getirmesi de onun rollerini oynamasıdır. Ancak ne hikmetse devlet kendi görevlerini yerine getirmediği halde neden bunları yapmıyorsun diyenlere de sen devleti eleştiremezsin sen kimsin diyerek, yırtıcı dişlerini göstererek hemen canavar kesiliyor. Devletin Ali kıran baş kesen olarak görüldüğü bir yerde hiçbir zaman devlet sorunları çözmek ve insanları mutlu etmek gibi bir derdin içinde olmaz. Devlet, kurumları işgal eden kişilerin arzu istek ve gelecek kaygılarını korumak adına çırpınırsa, bu da halkın sömürülme süresinin henüz sona gelmediğini gösterir.

Şunu artık birileri anlamalı, devletin işleyişini en güzel şekilde devam ettirerek, insanların yaşamlarını kolaylaştırsınlar diye göreve getirdiklerimiz bizim kendilerini göreve getirme gerekçemize kulak versinler. Devlet vatandaşa verdiği imkanları babasının hayrına vermiyor, kendisi toplumdan ayrı bir kuruluş ve oluşum değildir. Devlet belli kişi grup ve kurumlara barajın kapılarını sonuna kadar açarken, belli kişi ve kuruluşlara da barajların kapaklarını kapadıktan sonra alttan sızanlara ağzınızı dayayın yoksa canınızı okurum diyerek başına güvenlik görevlisi koyan olamaz. Ama ne yazık ki bizim ülkemiz de bu acı trajik yaklaşım ve uygulamadan nasibini alıyor, hatta o kadar fazla alıyor ki baraj kapaklarından damlayan suların bile, yatak boyunca tüm arazileri sulayacak bir su taşıdığını iddia edenlerin yalakalıklarını koro halinde devlet orkestrası eşliğinde milli marş olarak söyleyecek duruma getiriyor. Şahsen kendi adıma ifade ediyorum, ben böylesi uygulamaların her geçen gün ruhuma ve vicdanıma dokunduğu bir çağda, bu uygulamaları yapanlar ve onlara alkış tutanlarla aynı havayı teneffüs etmekten utanmaya başladım. Ondan dolayı hala hatırlatma ve uyarılarımı yapmaya devam ediyorum…

Devleti, devlet olarak piyasada görmek istiyoruz, bunların hepsi devletin yapacağı bir şey değil deniyorsa, o zaman devlet bize yaşamı cehennem edenlerin cehennemine odun taşıyor ve bu odunların yanması için ateşi temin ediyor anlamına gelir. Biz, bizi yakanların cehenneminin ortağı devlet istemiyoruz, devleti, cehennemi söndüren ve cehennem oluşturanları kendi cehenneminde yakan güçlü kuvvetli, vatandaşını koruyan merhametli elleriyle her ocağa ulaşan bir devlet istiyoruz. Bunu yapamayacaksa bunu da açıkça deklare etsin ki başımızın çaresine biz bakalım, bu hayatın acısını kaldıramaz olduğumuzu beyan ediyorum…

Basınç çok yüksek bu basıncı bu bedenler kaldıramaz, üsten bu basınç artıkça alttan ne kadar tazyikli akacağını ve patlayacağını düşünmek bile istemiyorum. Bazı durumlar var ki bunlar zamana bırakılmadan ivedilikle çözülmesi ve zamanla da bağlayıcı boyuta getirilmesi gerekir. Benim, devletin yapmasını istediğim ve görüp üzerine yoğunlaşmasının şart olduğunu anlattığım mesele tam da budur. Fazla uzatmaya gerek yok uyanmak isteyene bir buse yeter uyanmak istemeyene de ne söylersen söyle hatta domuz çanına vur heba…Heba olmayacak hatırlatmalar olması dileğimle selam saygı muhabbet ve iyilik dileklerimle…

Kalın sağlıcakla…

Bahadır Hataylı/21.06.2023/ 13.56/Namazgah/ST



"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!