Bu Blogda Ara

14 Haziran 2023 Çarşamba

İNSANDAN İNSANA KÖPRÜ VARSA HUZUR YAKLAŞIR

“Sükûn bulup huzura ulaşasınız diye sizi yarattığımız özden size eşler yarattık…”

 Rabbimizin bu ayeti ile yaşamlarımız arasında nasıl bir ilişki var diye gerçek yaşama baktığımızda, hayatlarımız tarumar olmuş ancak hala kendimizi fildişi kulelerde görüp oradan aşağı inerek halimizi görmek istemiyoruz. İnsan o kadar kendi özünden uzaklaştı ki kendini bulan ve kendi özüne uygun yaşayanlara helal olsun demek düşüyor bize…

Bir türü meydana getiren iki ayrı parçadan oluşan bir bütün olduğumuzu, sanıyorum kavramadık. Dişiyi kendi başına yaşayan bir varlık, erkeği kural dinlemeyen bir yaratık olarak görmüş olmalıyız ki, iki parçayı ancak bu kadar birbirinden koparma çabası içinde olmalıyız. Yeryüzü, insan olunca değer buldu, insan yoksa yeryüzünün ne anlamı olabilir ki! Geçmiş makalelerimde dişi ve erkeği su ile toprak karşılaştırması yaparak açıklamaya çalışmıştım. Benim, Allah’ın Kitabı Kitabul Hikmetten anladığım, böyle olduğu kanısını bende uyandırdı. Toprak bir yatak, yuva tüm varlığın tohumunu orada barındırmasına rağmen, onları hayata kavuşturma gücüne sahip değildir. Onları canlandırıp yaşam alanına taşıyan sudur. Su olmadan toprak ne kadar verimli olursa olsun, hiçbir ürün ortaya çıkaramaz. Ama su ile karışımından kâinat oluşuyor. Mikro kozmos insanın varlığı da kâinatın bir örneğidir. Bu örneği anlamayan ve bundaki ayrıntı ve inceliklerden aciz varlıklar kâinatın işleyişini nasıl anlayabilirler ki!

Yeryüzü o kadar kirlendi ki, tağutlar haydutlar hakikati yamulttular ve kendilerini yeryüzünün tek hâkim gücü olarak adlandırdılar. Bunların belirlediği sınırlar içinde, o çerçevenin dışına çıkmadan onların istediği gibi bir hayatı oluşturma çabamız anlamsız bir korku senaryosuna döndü. Bu korku senaryosunda rol alan karşı cinsler, birbirini düşman bilerek, senaryo içinde kendilerine verilmiş ve biçilmiş olan rollerini canhıraş bir şekilde oynama gayreti içine girdiler. Sonrası malum, dağılmış bir yaşam, sonunu hızlandıran varlıklar, nefret ve kin üzerine oturmuş bir gelecek, hırs arzu ve isteklerden oluşan hayat listesi içinde bocalayan, kendinden uzaklaştıkça kendisini bulacağını sanan, beyinleri atalete uğramış bilinçleri kırılmış, algılama ve anlama yetileri iflas etmiş, muhakeme kabiliyeti bombalanmış insan diye isimlendirilen kof varlıkların anlamlı yaşam mı kuracağını sanıyoruz. Bu saydıklarım insanın kendinden kopuşunun görünen nedenleri…Bu kopuşta her ne kadar tağutlar, belli plan ve programları uygulayarak bir imha sürecini sürdürmüş olsalar da toprak buna uygun olmamış olsaydı, onlar bunu başaramazlardı. Ancak belli bir noktaya kadar gelmede başarılıdırlar. Bundan sonraki süreçte ne kadar başarılı olup olmayacaklarını, insanın kendine dönüşü ve mutlak hâkimin doğrudan yaşama müdahalesi ancak belirleyecektir. İnsan dirilip kendine gelir ve insani kimliği ile yeryüzündeki önemini kavrayarak toprak ile suyun birleşiminden verimli bir üretim gerçekleşirse, yaratan insana süre verecek, ancak öyle bir dönüşüm ve yönelim olmazsa hem tağutlar hem de bizler için hüsran olan bir sonla karşılaşacağız.

İki süjeyi insan olarak ele alıp öyle görmek istiyorum. Ancak yeryüzü evreninde dişil süje genellikle bir nesne olarak ele alınmış, erkek ise belirleyici bir süje hatta yaşadığımız evrenin tek belirleyeni olarak görülmüş, öylece yaşadığımız evren planlanmıştır. Bu süreç zaman ilerledikçe hastalıklı ortamların genişlemesini sağlamış ve giderek evrenimizi kuşatan nefes almakta zorlandığımız bir sera tabakası gibi yaşam alanımızı sarmalamış. Bu sera içinde kalan varlık insanın, iki parçası da aşırı gerilimlerden ve yaşadığı anlamsız mücadeleden etkilenerek birbirini kemirecek duruma gelmiştir. Aslında insanı yok etme planları bizi bu sarmalla kuşattıkları zaman başlamış oldu. İnsan bu sarmalın içinde olmasına rağmen bunun farkında olmadığı için kendini tamamlayan parçasını kendinden kopararak yaşayacağını ve daha anlamlı bir yaşam süreceğini sanmıştır. Ne yazık ki, birbirini itici iki farklı canlı gibi gören parçalar, kendi çıkmazlarının içine girerek mutlu bir hayatı düşleyen ama asla ulaşamayacakları bir düşün peşinde parçalanmaya başladılar. İnsanı bu mağaradan çıkaracak olan aydınlık yine kendi içindeki ruhun aydınlığına kavuşmasıdır. Ruhun aydınlığında yaşadıkları evreni tahlil ederlerse yeniden bir başlangıç yapabilirler. Aksi halde insan, içine girdiği bu sera içinde nefessizlikten bunalarak patlayacaktır.

Dünya ve içindekilere sahip olma ve sahip oldukları ile varlık evreninde bir değer kazandığını sanan varlık, kendisi için en büyük tuzağı kendisi kurmuş olur. Çünkü insanın değeri Ruhun uçsuz bucaksız kendi arayışıyla ancak anlam bulur. Bedenin hazlarını arttırmak ve onun daha kolay yaşayacağı imkanlara ulaşması, onun değerini belirlemez. Sadece insan sahip olduğu nesnelerle bütünleşerek onlarla kendini tanımlamaya başlar ki, bu durum insanın bir özne olmaktan çıkıp nesneye dönüşmesinin adıdır. Nesnelerin nerede ne zaman özneden daha üstün olduğu görülmüştür. Lokomotif olmadan arkasına takılan vagonların çok değerli olduğunu söylemek nasıl ki onları değerli kılmazsa, insanın kendisi olmadan, elde ettiği kazanımlarıyla değerli olacağını sanması da böyledir.

Bundan dolayıdır ki, öncelikle insanın evrendeki yeri ve değerini bilmek zorundayız. Evrenin bile anlamlı olup olmaması insanın idrakiyle ilgilidir. İnsan evreni anlamadan kendinin özne olup olmadığını bilemez. Aşık Veysel’in deyimiyle,” Güzelliğin on para etmez bu bende ki aşk olmasaydı. Yani algılayan bir özne varsa kâinatın anlamı ortaya çıkıyor. İşte, insan kâinatın anlamını anlayan tek varlık yeryüzünde…Ancak insanın bu değerini ondan alarak onu bir nesneye dönüştüren tağutların işlettiği çarklar arasında, insan eriyip giderken bunu fark ederek kendine gelmeyi düşünecek cesareti kaybettiği için bu günkü karanlıkların kurbanı olmuştur.

Ne yazık ki insanın önemli bir parçası olan ve insanı ortaya çıkaran tamamlayıcı unsura biçilen roller onu kendinden uzaklaştırıp, özgürlüğünü imha ettiği halde o özgürlüğüne kavuşmuş bir fert gibi ben buradayım sesime gel diyen kör ebe oyununda bir oyana bir buyana koşarak aradığını bulacağını sanmaktadır. Oysa aradığını zaten ondan alan sesime gel diyen tağutlar olduğunun farkında değil. Hafta sonu şehrin mağazalarını bir gezelim piyasada ne var acaba demiştik, gördüklerim karşısında hayal kırıklığı yaşamadım ancak gördüklerim benim tahminlerinin ötesinde insanlığın nesneleştiğini bana gösterdi. Mağazaların tamamı tıklım tıklım ve içindekilerin neredeyse yüzde yüzü dişil cinsiyetlerden oluşuyordu. Erkekler de var ancak onlar genellikle para ödeyen ya da eşleriyle oraya gelmiş olanlardı. Onlar sadece bir görüntüydü. Ancak tüketim dişillerin elindeydi. Böyle bir keşmekeşlik ve doyumsuzluk acaba neden olabilir, insanların geçmişte ulaşamadıkları isteklerine şimdi imkanları çoğaldığı için bilinçaltı patlaması mı yaşıyorlar diye düşünürken gördüğüm manzaralar öyle bir ihtimalin ancak yan ve etkileme yüzdesi düşük olan değişken olacağı izlenimini bende uyandırdı. Çünkü geçmişteki imkanlar sınırlı olduğu gibi alınacak ürünlerde sınırlı olduğundan böyle gecikilmiş bir istek patlamasının olması çok zordu. Ancak geldiğimiz noktadan baktığımızda, dişil cinsiyetin kaybolan kendisini bulacağını ona inandıracak çok ürün üretilmişti. Bu ürünlere sahip olduğunda kişi kendisi olacağını ve dışındakilerin kendisini fark edeceğini düşünüyor olabilirdi. Yani sahip olduğunu sandığı ürünler onun önüne bir tercih olarak konulmamıştı, onların hepsine ya da her birinden birine sahip olduğunda onları üzerinde göstererek, onlarla bir poz verip sosyal paylaşım sitelerinde onları paylaştığında ve ona gelecek beğenilerle daha bir fark edileceği inancı ona verilmişti. Bu duygularla değişik pozlar için değişik giyim kuşam alabilme çılgınlığı yarışına tutulanları gördüğümde, yaşam evrenimizin neredeyse tamamı nesnelerden oluşan varlıklara ev sahipliği yaptığını düşünmemek elde değildi. Bunları neden mi anlatıyorum, dişinin dünyası sahip oldukları ve olacakları ile kendisini tanımlayan bir nesneye ait olma kimliğiyle özetlenmişse, dünya zaten başımıza yıkılmış demektir. Yıkılan dünyanın enkazında aradığımız kendimizi ne kadar bulabiliriz dersiniz inanın onu ben de bilmiyorum…

“Başa döndüğümüzde, huzur bulup sükûnete kavuşup dinginleşmek için yaratılan eşler” Huzuru yeryüzü canavarlarının ürünlerine abonman olmakta buluyorsa, erkeği de elbet bu cazibe merkezi olanlardan hangisi nefsinin hoşuna giderse orada bulacağından kuşkunuz olmasın. Böylesi çelişkiler ve sıradanlıkların insanın önemini ve değerini alıp götürdüğü bir yaşamda sizler huzuru bulamayacağınız gibi, sadece birbirinizin huzurunu bozarsınız. Erkeğin elindeki oyuncağı telefonunu almanız onun dünyasını allak bullak eder, kadının tüketim çılgınlığına bir sınır koymanız onu depresif yapar bu defa psikologlardan çıkamaz hale gelirsiniz. Yani kendinden uzaklaşanların huzuru aradıkları her ortam, insanın huzurunu bozmada bir o kadar etkili olmuş ve önüne geçilemez bir savrulmaya yol açmıştır. İnsanın insanlığının imha olduğu, seçebilecek ayırıcı kabiliyetlerin ortadan kalktığı bir zamanda, onun ancak bir nesneye dönüştüğüne şahit olursunuz. İnsan yuvarlanan bir nesne olmamış olsa, kendi hayatını ona zindan edenlerin, bu kadar söz sahibi olmasını düşünebilir misiniz? İnsanlığı yok edenlerin planları hiçbir engel gözetmeden yoluna devam ediyorsa, yaşadığını sandığımız ve süje olduğuna inandığımız insanın, kendisini yeniden sorgulaması kaçınılmazdır. Sürüler ancak bir yerden bir yere götürülür, oysa insan seçim yetkisine sahiptir, gider. Olumlu ve olumsuzluktan herhangi birini yapana sorsanız neden bunu yaptın, öyle, yaptım işte cevabını alıyorsunuz, bu örnek onun bir süje olmadığının kanıtıdır. Sokak röportajlarında çoğu zaman denk geldiğim bazı kareler oldu, mesela, herhangi bir dine inanıyor musun, bilmiyorum, öyle mi, yani, mesela gibi kısa ve anlamsız sözcüklerle geçiştirdiklerine şahit oldum. Bu örnekler düşünebilme kabiliyetini kaybetmiş ve kendisini yormak istemeyen yollara yönlendirilmiş gerçek nesneleşmiş varlıklara birer örnektir. Böyle basit ve sıradan yaşama sahip varlıkların kendisi için, özünden ona huzur verecek ve sükunete erdirecek eşlerin var edilmesi ne kadar anlam ifade eder ki! Dolayısıyla anlamsız hayatlar gerçeklerin yerine geçer, herkes bu anlamsızlıkları insanın olması gereken yaşamı gibi düşündüğünde, o zaman huzur sizin mıntıkanıza uğramaz. Evlilik olarak bildiğiniz yaşamların geneli birbirinden kurtulmak için gün sayar. Ne yazık ki, yaşadığımız ortam ve dünyanın yaşam olarak geldiği nokta buralar oldu.

Konumuzun başına döndüğümüzde tekrar ediyorum, susuz bir tohum gövermez, toprak olmadan tohum kök salmaz ve su rahatlayacak yere hasret kalır. Tohumdan insana can veren Allah’ım, bizim dağılmakta olan yaşamlarımızın gerçek nedenlerini bize gösterecek aydınlık ve onları doğru anlayacak hikmet, gerekli tavrı koyacak kararlılık, devam ettirecek güç, sebat edecek direnç, karşılaşacağımız zorluklara dayanabilecek sabır, her şartta hakka ve hakikate şahitlik edecek, iyiliği anlatıp kötülüklerden (olumsuzluklardan) uzaklaştıracak enerji bağışla. Yoksa bu karanlıklar bizleri tüketecek, Rabbimiz gelecek günlerimizin aydınlık yarınlarda çizilen haritalarda bir cazibe merkezi olacak yaşamlar olmasını sağla, bizlere acı ruhumuzu özgürleştir, ufkumuzu aç, bize katından bir rahmet bağışla, yeryüzünde tüm insanlığın kendilerine bakarak hayatlarını düzenleyeceği bir saat kulesi gibi abideleşen hayatlar bize bağışla…Göz aydınlığı nesiller ve emin ellere kapıların emanet edildiği güven temelinde huzurun fışkırdığı ortama bizleri kavuştur…

Selam ve muhabbetle kalın sağlıcakla…Devam edecek….

Erol KEKEÇ/13.06.2023/13.34/Namazgah/İST.



12 Haziran 2023 Pazartesi

KENDİ ELİNİZLE KENDİNİZİ TEHLİKEYE ATMAYIN

“Allah yolunda harcamada bulunun ki kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın ve iyilik yapın. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever.” Bakaar:195

Ayetin ifade ettiği anlam ile bizlerin kafasındaki manaya baktığımızda ne kadar da Allah’ın ayetlerinden habersiz yaşadığımızı anlıyoruz. Hocalar, çocukken bize bu ayetleri anlatırken hep bedenen karşımıza çıkacak bir tehlikeden korunma olarak açıklarlardı. Oysa insana göz kulak, el ayak ve beyin verilmiş olmasına rağmen tehlikeleri göremiyorsa, bunlar işlevini kaybetmiş demektir. Bunlar tam olarak çalışıyor ve akli denge yerinde ise böyle bir eylemde kimsenin bulunması mümkün değil…Peki buna rağmen Allah böyle bir uyarıda neden bulunur diye hep kafama takmışımdır. Sonraki zamanlarda bu işin böyle olmayacağını burada çok ince bir çizginin hatırlatılıyor olduğunu anladığımda öğrendiğim tüm bilgileri imkânım olsaydı zihnimden silip atacaktım.

Allah yolunda harcamayan, biriktirip onun başında onları saymakla meşgul olanların hepsi kendi eliyle kendisini tehlikeye atmıştır. Allah’ın kula verdiği nimetleri Allah’ın istediği yolda harcamayanlar en tehlikeli işi yaparlar. İnsanın kendi yarınlarını hesaba katmadan yaşaması kadar tehlikeli ne olabilir ki! Verilen tüm nimetleri, kişi kendi beceri ve kabiliyetini kullanarak elde ettiğini düşünerek onlarla avunup onunla övünerek diğer insanlardan farklı bir yaşama sahip olduğunu söyleyerek, Allah’ın verdiği nimetleri Allah için harcamadığı zaman kendi eliyle kendisini tehlikeye atmıştır. Kendisini tehlikeye atmayı göze alarak elde ettikleriyle övünenler başkalarının yaşamlarına nasıl dokunabilirler ki!

Yeryüzüne insanın geliş gayesi yeryüzünde Allah’ın yasasına uygun bir yaşam sürdürmektir. Allah’ın yasasını çiğneyerek, her ferdin kendi yaşamıyla alakalı belirleyicileri kendisinin oluşturması bir sapkınlık ve tehlikeli yolda bir yolculuktur. Bu yolda insan kendisini her an tehlikede görmek zorundadır. Tehlike Dünyalık bir cisimle her an karşılaşmayı bekleyerek paranoyak yaşamak değildir. Bunlar olabilir, ancak tehlike bunlar değil, Allah için harcamamak kadar tehlikeli başka ne olabilir ki!

Bir yolun hakkı maksimum 80 km. hızla gitmek ise insan orada 150 ve daha fazla sürat yaparsa çok tehlikeli bir yolculuk yapar ve her an nerede nasıl yuvarlanacağını kendisi de kestiremez. İşte aynen böyle, Allah tüm yaratılmışların rızkına kefil olmasına rağmen, insan ondan çok daha fazlasına sahip olabilmek için, hırsının kurbanı olmayı hep arzular. Oysa o yolun hız limiti belirlenmiştir. O hız aşıldığı zaman her an tehlikeyle karşı karşıya kalır. Yaratanın kendi katından bol bol verdiği insanlar, bu imkanlarını Allah için onun kullarının yararına hesapsız harcamaları gerekir, o zaman çok fazla hız hırsı olan birinin, hızlı yaşayarak tehlike oluşturmaktansa, gittiği her yerde biraz durup dinlenip doğayı yaşamı tefekkür ve idrak ederek bir yolculuk yapması nasıl ki onu sükunete erdirirse, imkânı olanların imkanlarını düşkün ve ihtiyaç sahiplerine harcaması da onların sükunete ulaşmasını sağlar. Ondan dolayıdır ki Rahman, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın, Allah için infak edip harcama yapın diyor…

İnsan bu tehlikeyi anlamadığı ve onunla ilgili gerekli tedbirleri ve önleyici çareleri oluşturmadığı sürece, insanlık acılarla kıvranmaya mahkûm olacaktır. İnsanlığın kurtuluşu ancak ve ancak Allah’ın bu uyarılarını idrak eden kullar eliyle gerçekleşecektir. Kapitalizmin sağmal ineği, materyalizmin kölesi dünyaperest varlıklar insanlığın kurtuluşuna asla katkı sunamazlar. Cehennemdeki irinden bal bulacağını sananlar nasıl bir yanılgı ve boş bekleyiş içindelerse, Allah’a kul olmayan ve sadece Allah için harcayıp kendilerini tehlikelerden korumayanlar da yeryüzüne asla bir huzur getirmezeler. İnsan tehlikelerden korunmak için, öncelikle kayıtsız şartsız yaratana özgürce kul olması, La-İlahe ile hayatındaki tüm ilahların varlığına son vermesi gerekir. Ancak ondan sonra Allah yolunda harcayacak duruma gelebilir. Allah için harcamaya ayırdıklarımız kendi istek ve arzularımızın doyumsuzluğuna ayrılanın yanında küçük bir zerre ise, o zaman yine kişi kendini kandırmak için uğraşır.

İyilikte yarışmayanların hayatı hep tehlike içindedir. Ne zaman nerede o tehlikenin kendisini kuşatacağını bilemez. Ey dünyaya tapan ancak Allah’a kul olduğunu sanan kapitalizmin sağmal inekleri, Kapitalizmin verdiği arpa ve saman sakın sizi aldatmasın, onun tek amacı daha fazla süt alabilmek içindir. Seni en lüks teknelerde beslemesi, altın varaklı teknelere yiyeceklerini koyması seni düşündüğünden değildir. Senin ona bağlılığını koparmaman içindir. Ona bağımlılığın tükendiğinde kendine gelip, hayatını tehlikelerden kurtaracağını bildiği için, seni hep bağımlı olarak yaşatıp mayın tarlasında dolaşmanı istemektedir. Oysa Allah seni yaratan olarak, yarattığı bir varlığın heba olmasını istemediğinden, sana tehlikenin nerede olduğunu söylüyor ve o tehlikeler seni kuşatmadan kendi verdiği nimetleri yine kendi istediği yerde harcamanı istemektedir. İşte, senin tek kurtuluşunun yolu budur. Bunun dışında aradıklarının hepsi anlamsız ve seni senden alıp anlamsız bir arayışta seni avare etmektir.

Verilen nimetlerin sahibinin Allah olduğunu bilen ve onun huzuruna vardığında her zerresinin hesabını vereceğini bilen kullar, bu nimetlerin sahibinin isteğine hiç aksi davranır mı? Ancak ona inanmayanlar onun isteğinin dışında sadece kendini manevi olarak rahatlatmak için bir kısım harcamalarda bulunur. Ancak o durum neye benzer biliyor musunuz, hız limiti belli olan bir yolda, belli yerlerde o hız limitini aşarak istediğin hızda yol gitmendir. İşte Allah’ın verdiği nimetleri onun istediği gibi değil de kendi istediğimiz gibi onun yolunda harcadığımızı sanıyorsak bu da bizler için ciddi bir kayıp olur. Onun için insan öncelikle kendisine gelmek zorundadır.

Yeryüzünde iyiliklere öncülük eden ve iyiliklerin yaygınlaşmasına katkı sunanlar ancak tehlikeleri atlatabilirler. Allah’a rağmen Allah’tan bağımsız yeryüzünde cenneti kurmak isteyen kapitalizmin baronları, yeryüzünde iyiliklerin yok olması için küçük tüketici abonmanlarını da kendi cennetlerine taşıdılar. Bu süreç insanlığın yaşamını çok tehlikeli bir yarın kenarına ev kuran örümceğin durumuna benzetti. Dünya ile mutlu mutlu olanlar, dünya dışında bir yaşamın geleceğini unuttu. Dünya dışında bir yaşamın varlığını unutandan başka kim uçacağını bildiği halde yarın kenarına bir ev kurarak onunla övünür ki! İnsanlık dünyaperest olduğu halde hala kendisini çok değerli bir varlık gibi görme hastalığından da kurtulamıyor. Hayat, ancak yaratanın dışında başka bir varlığın olmadığına yakinen teslim olan ve bu yaşamı noktaladıktan sonra ona gideceğini bilen anlayışlarla anlam kazanır. Bunun dışındaki uğraşların hepsi ancak insanı karşılaşacağı tehlikelere her an biraz daha yaklaştırmaktadır. Bu tehlike burada vuku bulacağı gibi buradaki mesai bittikten sonra da gelebilir, âmâ mutlak geleceği unutulmamalıdır.

Huzuru sadece yaratanın belirlediği yaşama sadık kalarak elde edenlerin, dünya ve içindekilere önem vermemesi onların önemsizliği olarak anlaşılmasın. Onlar imarata çok önem verirler, ancak bu imarattan elde ettikleri, yaratılanların varlığına hizmet ettiği zaman anlam kazanır. Akan su pis olmaz derlerdi eskiler, ancak gölet halinde olan sulardan içilmemesi, her türlü pisliği içinde barındıracağı söylenirdi. Ondan dolayı bizler akan suyun kaynağını görmesek te ondan içerdik, âmâ göl halinde biriken suları hiç içmezdik çünkü onlar orada durduğu müddetçe her türlü pisliği içinde barındıracağına inanırdık. Bu söz Allah’ın bu ayetini doğru idrak etmemiz açısından ne kadar da iyi bir örnek. Su gibi aziz olasın derken bir anlamı vardı, yani su gibi tüm kurumuş bitkilere ulaşmak her toprağa canlılık götürmek ne kadar güzel bir eylem. Ondan dolayı su gibi aziz olup eldeki imkanlarımızı dünyanın her yanındaki ölüme terk edilmiş kalplere ve yüreklere taşıyalım ki, onların vaktinden önce yok olmalarının önüne geçelim. Çünkü onların hepsi Allah’ın bir ayetidir. Kitaptaki bir ayetin yanıp yok olmasını istemediğimizde samimiysek, Allah’ın canlı ayetlerine aynı hassasiyetleri gösterelim ve Allah’ın kitabını koruyalım; bu iş bize verilmiş, işte bunun adı iyiliktir. Bu iyilikler içinde yer almayı düşünmez miyiz?

Akalım dostlar bir akar su gibi, ölmekte olan yürekleri sulamak için, gölet gibi biriktirerek kendimizin bile sonrasında iğreneceğiz bir servetin tutsaklığının pençesinden kurtularak kendi elimizle kendimizi tehlikeye atmayalım…

Su gibi aziz olan aziz dostlar, hayat bugün var yarın yok, bizden sonra şunu şuraya bunu oraya, diğeri nereye harcanacağının belli olmayacağı, mülkiyeti bize ait olmayan servetlerimizi, malı mülkü verenin istediği yerde harcayarak, infak etmeye ne dersiniz…Allah şüphesiz bizlerin sinelerinin özünde nelerin saklı olduğunu bilir. Bunlardan uzaklaşmak zor, nefsimiz bunlarla avunduğu için, onlar olduğu ve bizim kontrolümüzde durduğu zaman çok değerli olacağımızı bize içten içe fısıldayabilir, ancak şunu bilelim ki, nefis ancak insana kötülük fısıldar. Oysa Alemlerin Rabbi Rahman hep doğru olana bizi çağırır, Rahmanın çağrısına mı yönelelim yoksa bizi bizden alıp kendisiyle bizi tanımlayan kazanımlarımıza mı kulak verelim. Tercih insanın kendisinin…Siz Allah için harcadıklarınızın kayıp olduğunu düşünmeyin onlar bire yedi başak vererek ve üzerinde de yüzlerce başı olan bir ürün gibidir. Siz su gibi akarsanız, hangi suların size nerede katılarak sizin suyunuzu çoğaltacağınızı ve debinizi yükselteceğinizi bilemezsiniz, ancak Allah bunların hepsinden haberdardır. Ey dostlar, Allah’ın çağırdığı ve teşvik ettiği yolda yürümeye kararlı isek, Rabbim bizi ve insanlığı diriltecektir. Aksi durumda kendi ellerimizle kendimizi attığımız tehlikelerin, bizi kuşatacağı günlerin çok yakın olduğunu bilelim…Allah hep doğruyu söyler…

Onun da bir dostu vardı ona hep dünyalıkları anlatır, onlara sahip olmasını ve onları kimseye vermemesini isterdi, ancak o bir su gibi aziz olup akmayı tercih etti ve ölü canlara hayat verdi, ahirete gittiğinde baktı ki, kendisine iyiliği anlattığını sandığı o dostu cehennemin ortasında ateşin içinde, o zaman dedi ki, sen ne kötü bir dostmuşsun, az kalsın beni de kendin gibi yakacaktın, iyi ki senin dediklerini yapmadım dedi. İşte biz onu Cennete ödüllendirdik,

” Genişliği yer ve gökler kadar olan Rabbinizin cennetine koşun çalışanlar bunun için çalışsın…” Rabbimin sözü üzerine söylenecek söz tükendiği için makalemi burada bitiriyorum har daim Rabbimizin isteklerine göre yaşayan kullardan olmak ümidiyle selam muhabbet ve iyilik dileklerimle kalın sağlıcakla…

 

“Allah yolunda harcamada bulunun ki kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın ve iyilik yapın. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever.” Bakaar:195

Erol KEKEÇ/12.06.2023/12.49/Namazgah/


7 Haziran 2023 Çarşamba

VAY ONLARIN HALİNE

“Yemin olsun, size hakkı getirdik ama çoğunuz haktan tiksiniyorsunuz.

Yoksa bir iş ve oluşta kesin karara mı vardılar? Kuşkusuz, biz de kesin kararlıyız.”

Zuhruf:78-79 

Yemin olsun ki sizin Haktan haberiniz var, ancak sizin hakka karşı kalpleriniz o kadar katı ki, çıkar ve menfaatlerinizi korumak için hakkı görmek istemiyorsunuz. Yaşarken birinin kahramanlıklarının anlatıldığına şahit olanınız var mı? Ya öldüğü zaman ya hastalandığı ya da başına önemli ve dönüşü olmayan bir kaza geldiğinde o kişinin kahramanlıkları, cesareti anlatılarak onun ölümünün unutulması istenir. Ancak ne kadar destanlar anlatsanız da bir yere ecel gelmişse hangi destanı ve kahramanlıkları anlatırsanız anlatınız, hakikat sizi yakalayacaktır. Aslında bu tarz çırpınışların bünyesinde hakikati görmek istememek ve hakikatle yüzleşmekten kaçış olduğu bilinmelidir.

Bu ayetler hakkında toplum olarak kolaylıkla, bunlar müşrikler ve iman etmemiş olanlar içindir diyeceğimizi biliyorum. Oysa hakikatle yüzleşmek istemeyen ve bildiğini okuyan herkes için kapsayıcı olduğu bilinmelidir. Çünkü Kitabın ayetleri evrensel ve herkes için geçerlidir.

Dünya ve içindekilerden beklentileri yüksek olanlar, hakikatin anlattıkları ile dünyadaki beklentileri uyuşmadığında, hakikate saldırıyı bir yaşam biçimi olarak görürler. İnsanlık tarihi boyunca böyle olmuştur, bundan sonra da böyle olacağından kuşkunuz olmasın. Nuh (as)’dan İbrahim (as)’a, ondan Musa (as)’a ondan da Muhammed(as)’ kadar hakikatin karşısında olanlar hep aynı çılgınlığı ortaya koymuşlardır.

Nuh (as), toplumuna hakkı söyleyip, ifsattan kaçınmalarını bir ve tek olan Allah’a dönmelerini, Allah’ın zulmedenlere azabının fena olacağını defalarca anlatmasına, hatta bin yıldan 50 yıl eksik olmak kaydıyla, kendi toplumu içinde uyarılarda bulunmasına rağmen, onlar hakikatle yüzleşmek istemediklerinden sulara gark olup boğulup gittiler. Hakikatin evrende bir ağırlığı vardır, o ağırlık evrenin üzerine çöktüğünde diğerleri bunun dibinde kalmaya mahkumdur.” Hakkı batılın üzerine salarız da hak batılın beynini patlatır. “Hak gelince batıl zaten yok olmaya mahkumdur.”

Dünyanın şımarık varlıkları, hakikati basitleştirmek ve kendi yaşamlarından farkı olmadığını söyleyerek onun itibarını küçültmek için çeşitli gerekçeler ileri sürerler mesela, Nuh (as)’a Ey Nuh sen de bizim gibi gezip dolaşıyorsun, çoluğun çocuğun var çalışıyorsun senin bizden ne farkın var ki bunları anlatıyorsun, ahiret hesap gibi anlattığın şeyler hem de çok çok uzak onların bize ulaşması ve bizi yakalaması mümkün değil diyerek dalga geçtiler. Ama Allah’ın onlara verdiği cevap öyle harika ki, o cevapların aynısının bizim içinde geçerli olduğunu bilelim…” Yer sarsıldıkça sarsıldığı ve içindekileri dışarıya fırlattığı zaman, insan ne oluyor der, bugün Rabbinin kendisine vahyetmesiyle yer size haberlerini anlatıyor…” Hani sizler hakikatin olmayacağını ve onun öylesine söylenilen sözler olduğunu iddia ediyordunuz, o zaman gelen gazap karşısında gücünüz varsa kendinizi koruyun da görelim…

İbrahim (as) kavmine dedi ki, Ey kavmim neden yemeyen içmeyen hareket etmeyen kendilerine faydası olmayan bu putlara  tapıyorsunuz, İbrahim sen bizim putlarımıza şimdi karşı mı geliyorsun, ben bunlara neden taptığınızı anlamak istiyorum, biz babalarımızı ecdadımızı bunlara taparken bulduk, biz de onların yolundan gidiyoruz, peki atalarınız bir şey bilmeyen yanlış yoldalarsa yine mi atalarınızın yolundan gideceksiniz…Siz azgın bir kavimsiniz Allah’ı bırakıp düzmece ilahlar edinip onlara kulluk ediyorsunuz, ”ben sizi ve taptıklarınızı ret ederek bir ve tek olan Rabbime gidiyorum, sizinle benim aramda ebedi bir kin ve düşmanlık başlamıştır, bu zulmünüzden vazgeçip tek olan Allah’a yönelinceye kadar…Ey İbrahim sen bizim ilahlarımızla dalga mı geçiyorsun,andolsun ki Nemrut ve adamları seni yakmak için odun topluyorlar bunu bil dediklerinde,İbrahim:”Benim rabbim bana yeter, o ne güzel bir Mevla ve o ne iyi bir yardımcıdır…”diyerek kıyamını sürdürdü. Allah’ın böyle sadakat ehli bir kuluna cevabı, ona kul olmak isteyenlere ne kadar güzel bir uygulamadır…” Biz de ateşe dedik ki, ey ateş İbrahim’e karşı serin ve esen ol”.

Musa(as) Ey Firavun, İsrail oğullarını bırak onlar benimle gelsinler, sen onlara zulmediyorsun…Sen kimsin ki bana bunları söylüyorsun, sen benim sarayımda sahipsiz büyüdün, benim ekmeğimi yedin, şimdi de kalkmışsın bana akıl vermeye çalışıyorsun…Ben Alemlerin Rabbi Allah’ın elçisiyim, hakkı getirdim ona uymanızı istiyorum…Firavun Ey Haman bana bir kule yap ta Musa’nın rabbi ile görüşeyim bakalım derdi neymiş gibi, hafife almalarla başlayan firavunun itibarsızlaştırma taktikleri onun sonu oldu. Musa her türlü saldırı küçümseme karşısında vakarlı tavrını ortaya koydu ve Rabbinin kendisine vahyetmesiyle Firavunun sonunu hazırlayan son yolculuğa çıktı…Ey Musa at elinden asanı ve asanın gidiş geliş otoban yol olduğunu göreceksin. Denizin üzerinde bir yol açıldı Musa ve beraberindekiler o yoldan geçerken Firavun ve askerleri onun peşine takıldı, neredeyse yakalanacaklarını sanan İsrail oğulları, endişeyle durumu izlerken Musa ve Firavunun ordusu arasına sular girdi Musa’ya yol olan deniz onları içine aldı. Hakikatin düşmanları hep bu son perdeye şahit olmuşlardır. Yaşarken tövbe edip hakka teslim olmadıkları sürece son çırpınışları onlara fayda etmemiştir. Firavun, ben de Musa ve Harun’un Rabbine iman ettim dedi boğulurken, gelen cevap şimdi mi, hayır sen boğulanlardansın…” İşte Mutlak galip Allah’tır” siz hala anlamayacak mısınız?

Allah’ın Resulü Muhammed (as)kendi kavmi içinde bilinen güvenilen emin kişi olmasına rağmen, hakikatin temsilcisi ve uyaranı olarak topluma açıklamalar yaptığında, ona her türlü iftira ve yalanı atarak hakikatle yüzleşmek istemeyen dünyaperestler ortaya çıktı. Sen bizim dinimizi değiştirip ailemizi birbirine mi düşürmek istiyorsun…İman eden gençler kesin bir ayrılışla Allah’a dönüyorlar ve toplumun dinini temsil eden babaları anaları bile olsa onların sözüne itibar etmiyorlar ve Hakkın yanında yer alıyorlar. Bunun en güzel örneği de Mekke’nin en yakışıklı, kızların çok arzuladığı ve sokaklara çıktığı zaman keşke Mus’ab beni alsa diye peşinden koştukları en zengin ailenin çocuğu Mus’ab’tı. Mus’ab tüm zenginliklere rağmen onları terk ederek Hakkın yanında yer almıştı. Bunu gören Mekke zalimleri ailelerimizi birbirine düşürdün evlat ile ebeveyn arasını açtın, sen bozguncusun diyerek kendilerini hakikat, hakikati yalan olarak görmek istediler. Hatta sana mı kaldı bunları hatırlatmak böyle bir elçilik gelecek olsa söylediklerinde haklı olsan bunlar elbette daha zengin ve saygın kişilere gelmesi gerekmez miydi diyerek inatlarını sürdürdüler. Ne yazık ki, tüm hakikat düşmanları aynı gerekçe ile hakka karşı çıktılar. Peki, günümüzde farklı mı dersiniz, maalesef batıl ve şirk her dönemde aynı mantık ve farklı oyunlarla sahnedeki yerini alıyor.

Siz kendinize göre kararınızı verin, Rabbim her şeyin kararını kendi vermektedir. Müfsitlerin yok oluşunun da, hakikatin yeryüzünde hakikat olarak anlaşılmasının vaktinin gelip gelmediğinin de kararını o verecektir. Hakikatin yeryüzünde kabul görmesi ve çağa damga vurma zamanı geldiyse, tüm dünyaperestler ne yaparsa yapsınlar avuçlarını yalamaktan öteye gidemeyeceklerdir.

Allah’a yemin ediyorum ki, Hakkı söyleyenlerin hakkın anlaşılıp yaşamasından başka bir beklentileri yoktur. Ancak dünya ve içindekilerle mutlu olup, diğer insanların ve canlıların yaşamını ortadan kaldırmaya çalışan zalimler bunu anlayamazlar. Onlar sanır ki, hakikat savaşçıları onların sahip olduklarına göz koymuşlar…Hayır hayır onlar sadece Allah’ın ayeti olan tüm canlıların hedefine uygun yaşaması için, onların yaşamını kolaylaştıracak imkân ve araçların yeryüzünde adil ve hakkaniyet ölçeğinde paylaştırılması ve herkesin mutlu olması için çabalıyorlar.

Hakikatin hakikat olarak anlaşılmamasının önündeki en büyük engel, zalim ve dünyaperestlerin kendi karanlıklarının fark edilmemesi için her gün evreni bulanıklaştırmalarıdır. Evrenimizin bulanıklaştığı bir yaşamda, kimlerin neye sahip olduğunu, kimlerin neleri kaybettiğini de anlaşılmaz kılarsınız. Böylece bu karanlık oyun kurucuları yaşamı devam etmiş olur. Oysa hakikat ortaya çıktığında onun aydınlığı tüm eşyanın bilgisini size doğru verir, o zaman insanların iradelerinin önündeki engeller ortadan kalkar dileyen dilediği gibi davranacak duruma gelir. Ama bunlar anlaşılmadan herkese aynı muamele yapmak ayetleri tepelemek olur. Yani bir ayetin doğru anlaşılması, onunla ilgili bir ortam olduğunda tam ortaya çıkar. O ayetin mana bütünlüğüne uygun bir zemin yoksa o yetin anlamını anlamakta ve yaşamakta zorlanırsınız. İşte Karanlıkların hakikati örtmedeki fonksiyonu da böyledir. Onun için hakikat savaşçıları aydınlatıcı yıldızlardan farklı değiller. Onlar sadece hakikatin şahitliğini yaparlar. Onların bu örnek kişiliği hastalıklı toplumlarda ve yaşamlarda anlaşılmaz ve pek iyi karşılanmaz. Hastalıklı olan ve aralarında çatışma ve rekabet olan iki farklı grup için de hakikat aynı anlaşılır. Bazen onlar, bazen onlar hakikatin kendilerine dokunan kısmıyla hemen karşı olurlar. Bu gruplar bazen çok fazla olur. Çünkü Hakikat kimsenin menfaatini gözeterek onların varlığını korumak adına ortaya çıkmaz, onlar doğrudan hakkın adaletin ve yeryüzünde huzurun kaynağını yaymak isterler ve yaratılmış olan tüm canlıların yaşamlarının korunmasını isterler. Dolayısıyla dünya ve içindekilerden başka bir şeyi olmayan ve ahirete de kesin olarak inanmayanlar hep hakikate düşman olurlar. Çünkü hakikat onların ayrıcalıklı bir varlık olmadıklarını yaratılan olarak yaratılmışlar arasında barış içinde herkesin hak ve hukukuna uyarak yaşamalarını ister.

Bilmeden, idrak etmeden, kesin bir dayanağı olmadan yanında haktan gelen bir kitabı olmadan yüz çevirenler kesinlikle haktan tiksinenlerdir. Bunların hesabı Allah’a kalmıştır. Bunlar ile ilgili çok fazla efor tüketmeye, sürekli kısa ve belirli olan ömrün verimli zamanlarını onlara harcayarak geçirmek, Allah’a asi olmak değil midir?

Sen hatırlat, öğüt ancak iman edenlere fayda verir…Doğru olduğuna inandıkları bilgileri yaşarken, haktan tedirginlik duyanlara sen hatırlatmalarda bulunsan da onların yaşamında doğrunun egemen olmasına ve doğruya yönelmesine etki edemezsin. Çünkü onlar yaptıkları her olumsuzluğu alkışlayan kitlelerin varlığına sahip olduğu için, tüm yaptıklarını marifet ve lütuf olarak bilip öyle yaşarlar…Yanlışları tercih edenleri doğruya çağırmak çok zor ve onların doğrunun yanında yer alacaklarını beklemekte bir o kadar hayal olur. Onların hayatındaki olumsuzluklar, bir gelenek olarak yaşanılır ve savunulur duruma gelmişse, bu, hata ve yanlış sınırlarını aşarak bir tercih olmuştur. Olumsuzlukları tercih yapanlara ne kadar hakikati hatırlatırsan hatırlat onlar için birdir ve onlar inanmazlar onların durumunu yüce rabbimiz açıklıyor, bize düşen kendi nefsimizi temize çıkarmadan hakkı hak olarak bilip hakkın yanında olmaktan başka amacı olmayan isteklerimizin rabbimizin katındaki değerlerle süslendiği bir hayatı gönülden arzulamak ve o uğurda mücadele etmektir. Rabbim hak üzere yaşadığımız müddetçe yar ve yardımcımız olsun hakkın dışında içimizde oluşan istekleri de rahmetiyle temize çıkarsın bilerek hata yapmaktan bizleri uzaklaştırsın, bilmeyerek yaptığımız hatalarımızı da bağışlayıp tövbelerimizi kabul etsin…Âmin

Herkesin ona döndürüleceği vakit hızla gelmektedir. Bu açıklamalardan sonra Rabbimin ayetiyle noktalıyorum, onun sözünün üzerine söz söyleyecek kimse yoktur…

Selam muhabbet ve dualarımla kalın sağlıcakla….

“Bırak onları, kendilerine vaat edilen günlerine kavuşuncaya değin dalıp gitsinler; oynayıp oyalansınlar!

Göklerde ilah olan da O, yerde ilah olan da O. O'dur Hakîm, O'dur Alîm. Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin mülkü/yönetimi kendine ait olan o Allah'ın şanı yücedir. Kıyamet saatine ilişkin bilgi O'nun katındadır. Siz de O'na döndürüleceksiniz.”

 Zuhruf:83-85

Erol KEKEÇ/06.07.2023/12.32/Namazgah: İST


 

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!