Bu Blogda Ara

10 Mayıs 2023 Çarşamba

İLAH OLURSA CİNSİYET FELAH BULMAZ İNSANİYET

“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve evlatlarınızdan size düşman olanlar çıkabilir; onlara karşı dikkatli olun! Bununla beraber eğer affeder, hoş görür ve kusurlarını örterseniz bu sizin için bir fazilettir. Hiç şüphesiz Allah da çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.” Tegabun:14

İslami düşünce adı altında tek eşle evliliğin olmazsa olmaz evlilik olduğunu, çok eşli evliliğin ise cahili bir adet olduğunu söyleyenler, acaba bu ayetteki eşlerinizden size düşman olanlar çıkabilir diyen ayeti nasıl değerlendiriyorlar. Yoksa tek eşli bir yaşamı mı anlatıyor. Buradaki anlamı iyi idrak ettiklerinde, bunu daha rahat anlamış olacaklar. Çok eşli bir evliliğin olduğu yerde, ancak eşlerinizden ifadesi kullanılır. Tek eşle evliliğin olduğu yerde böyle bir uyarının olması mümkün değildir. Demek ki, eşleriniz derken böyle bir yaşam var ki, o gündem yapılıyor. Ancak eskiye özgü bir yaşam olup sonraki yaşamda böyle bir uygulamanın olmayacağı ve kötü olacağı olsaydı, ifade, önceki alışkanlıklarınızdan kaynaklı evliliklerinizdeki çok eşliliğinizden size düşman olanlar çıkabilir demesi gerekmez miydi?

Şayet tek eşli olup ayrılan insanlar için kastedilmiş olsaydı, eşleriniz ifadesi kullanılmazdı. Yani her hâlükârda, birden fazla evliliğin olduğu anlaşılmaktadır. Peki, ben şunu sorgulamak istiyorum diyen insanlarımızın neden çok eşli bir yaşamı kaldırabilme tahammülleri yoktur. Kadınların ilk ileri sürdükleri gerekçe, ben kıskancım başkasını kaldıramam, çünkü insan içinde ancak bir kişiye sevgi besler, başka birine sevgi barındırırsa bu olmaz diye karşı çıkarlar. Ben de hemen soruyorum kadın erkeğin ilahı ve tek mabudu mu ki, sadece kalbi onun sevgisi ile dolup taşsın. Oysa Allah insanların göğüs boşluklarında birden fazla kalp yaratmamış derken, sadece kendi sevgisiyle o kalbin dolmasını ve başka mabutlar edinmemesini anlatmaktadır.

Çok eşli bir yaşamda, kadının tek dikkat etmesi gereken incelik ve olmazsa olmaz durum, erkeğin eşlerine adil davranıp davranmayacağı olabilir. Onun dışında eften püften kendi hırs ve algılarına dayanarak ben bunları kaldıramam anlayışı, Allah’ın ayetlerini içe sindirememek olur ki, Allah korusun bu durum küfre insanları taşır.

Bu ayet çerçevesinde ortamdaki yaşamlarımızı sorgularsak ciddi bir çözülmenin olduğuna şahit olacağız. Allah’ın helal kıldığını siz kendinize haram ederseniz, bu defa haram olanları helal kılarak onları yaşarsınız. O zaman da anlamsız ve günah yüklü bir yaşam ortaya çıkar. Bunu anlatmamdaki maksat, ayetlerin oluşturmak istediği anlamlı yaşamları hiçe sayarsak, anlamsız yaşamları anlamlı gibi yaşamamızdır. Sonrasında da neden ve niçin bu mutsuzluklar hayatımızı kuşattı diye, ev içi kuşkuların endişelerin kişiyi yiyip kemirdiği ve eşlerin birbirinin peşine dedektif koyduğu paranoyak yaşamların kurbanı olursunuz.

Hayat, Allah’ın belirlediği ve olmasını mutlaka istediği kendi kodlarından koparıldığı zaman, her gün aşınarak kendi karanlığına hapsolur. Bugün insanların mutsuzluğunun ve giderek yaygınlaşan insani bağlarının kaybolmasının arkasındaki en önemli etken, Allah’ın belirlediği koordinatların dışında bir yaşam oluşturma arzu ve isteğidir. Bundan 20 yıl öncesinde belli yerlerde eş değiştirme gibi bazı toplumsal patolojilerin olduğunu duyduğumda inanamamıştım, ancak geldiğimiz noktada internet sitelerinde bunların alenen reklamlarının girildiğini gördüğümde insanlığın, insanlıktan ne kadar uzaklaştığını ve kendini yok etmek için çırpındığını anladım.

İnsanın yaratılış fıtratını dağıttığınızda ortaya çıkacak oluşumların hepsi insanı darmadağın etmek için bir aday olur. Son 25 yıldır, ülkenin her yanına 1+1 veya 1+0 tarzı dairelerin yapıldığına ve bu dairelerinde genellikle palaza tarzı mekanlara yerleştirildiğini biliyorum. Buralar büyük oranda meşru görülmeyen yaşamların meşrulaştırılma mekanları oldu. Sonrasında da yeni isimler bulunmakta gecikilmedi. O burada yamuklusu ile yaşıyor. Ne demek Yamuklu manita vs. gibi ifadeler. Bu kavramlar tamamıyla Allah’ın meşru kıldığı bir yaşamı kötü göstererek, Allah’ın haram kıldığını helalleştirme davranışlarıdır. Ne yazık ki, Müslüman olduğunu söyleyen anlayışlar da bu tuzağa düştü, kadınlar eşlerinin öyle yaşamasına razı olabiliyor, âmâ onun ikinci bir eş almasına razı olmuyor. Bu durum, Kadın eliyle Erkeğin hayatının darmadağın edilmesinden başka bir şey değildir. Oysa Allah huzur bulasınız diye sizden eşlerinizi yaratık diyor.

İslam, zihinlerde devrimler yapmadığı sürece yaşamlar anlamlı bir yolculuk yapamaz. Zihin ve yürek iklimi fıtrat basıncının etkisindeki rahmet ile beslenirse, ancak o zaman, ortaya çıkacak yaşamlar tadından yenmez huzur adası olur.

Tarih boyunca belli kabilelerde de poliandri yani çok erkekle birleşen kadınların yaşamları olmuştur ve hala Hindistan’da Tota kabilesinde görülmektedir. Bu durum her ne kadar dişi için, bunu kabul eden toplumlarda arzulanır bir yaşam olsa da ben bunu insanın yaratılış ekseni üzerinde ele aldığımda tamamıyla rotadan çıkan bir eylem olarak görmekteyim. Anne sütü nasıl halis katıksız tertemiz bir süt ise, döllenme merkezi olan cinsiyette tertemiz bir yatağa, tertemiz katkısı olmayan tek bir siperim almak zorundadır. Ancak o zaman yüceliğini korur. Kadın bir toprak, erkek ise sudur. Toprak her ortamdan gelen zehirli kimyasal ne olursa olsun alırsa o toprak, toprak olma özelliğini kaybeder, üzerinde yetiştirmesi gereken bitkiyi yetiştiremez ve sonrasında verimsiz bir tarlaya döner. İşte, kadın verimli ve ne bitirdiği belli olan bir topraktır. Ancak erkek su gibi akışkan olduğu için birçok toprağı sulama özelliği vardır. Bir araziyi sular, ondan sonra orada işi bitince o suyu başka bir araziyi sulamak için kullanırsınız. Bu durum suyun fıtratının öyle yaratılmasıdır. Ama toprağı bir suyla suladınız ondan sonra toprağı başka bir suyla sulamak için farklı yerde akan bir suya taşıyamazsınız. Taşıması olmayan bir varlığı taşınacak duruma getirdiğinizde onun aslını bozarsınız ve sürekli kaybeder. Erozyona uğrar ve nerede nasıl birikinti haline geleceği belli olmaz.

Bunları anlatmamdaki amaç, kendi beklentilerimi karşılayacak ortamlar oluşturmak değil, insanı yeniden kendi fıtratıyla barıştırarak kaybedilen huzurun yakalanmasıdır. Evliliğin bitirilmesinin sebebi çok eşle evlilik asla olamaz, ancak sadakatin gayri meşru yollarla zedelenmesi, hırsızlık yüz kızartıcı davranışlar şiddetli anlaşmazlık, eşlerinin birbirine zarar vereceği iyileşmesi imkânsız akıl hastalıkları gibi etkenler önemliler arasındadır. Ama bir erkeğin aynı zamanda farklı bir kadınla evlilik yapması evliliğin dağılma gerekçesi oluyorsa, orada Allah’ın fıtrat üzere kurduğu aile yaşamı dinamitlenmiştir. İslam’dan bihaber olan yaşamlar zaten isteklerini istediği yerde doyuma ulaştırıyor ve buna kimse itiraz bile etmezken, çok eşle evlilik gündem olduğu zaman en çok itiraz edenlerin de onlar olduğunu görüyorsunuz. Böylesi çelişkilerin sera tabakası gibi insani değerlerimizi kendi kapsam alanına aldığı bir ortamda, benim söylediklerimin kolay anlaşılmayacağını biliyorum ama buna rağmen ifade etmezsem kendimi inkâr etmiş olacağım.

İnsani fıtratın parçalandığı bir yaşamda, arzular hiçbir yaratılma geni barındırmadan arzularını yaşarken, ilk itirazları da fıtrata dönüş hamlesine olur. Benim anlatmak istediğim bir din inanç değerlerini yaşama egemen kılmaktan çok, yaratılış kodlarını dikkate alarak insan olarak yaşamayı tercih etmemizdir.

Herhangi bir cinsiyeti aşağılamayı ve bir başkasının da üstünlüğünü ortaya koymuyorum ve öyle bir iddiam da yoktur. Hayat toprakta canlılık bulur. Topraktaki tohumun filizlenmesi de suya bağlı, ne su tek başına bir yaşam ortaya koyar ne toprak…İkisi bağımsız düşünüldüğü zaman anlamı olmayan avare bir zemin ve boşa akan bir sıvı olur. Ancak ikisinin izdivacından hayat fışkırır. DOLAYISIYLA ÜSTÜNLÜK BİRBİRİNE KARŞI DEĞİL, KENDİ GÖREVİNİ YERİNE GETİRİRKEN ORTA KOYACAĞI EFOR VE ÇABADADIR. Kendi yaratılış kodlarının dışına çıkmış olanın adı ne olursa olsun önemsiz anlamsız ve boştur. Dolayısıyla cinsiyetleri savaştıran yarıştıran insanlığı hayatın dışına atan tavırlardan kurtularak, hayatın fışkırdığı bir ortamın oluşması için gerekenlerin yapılması önemlidir.

Erkekler için çok eşlilik aslında ona tanınan bir ayrıcalık ve onu önemli kılmak değil, onun fıtratındaki var olan özelliklerini rehabilite ederek kontrol altına alarak yıkıcılığının önüne geçmektir. Örneklendirecek olursak, Fırat nehrini düşünelim ve üzerinde üç tane kocaman baraj var ve bu barajlar hem yaşam kaynağı oluyor hem de Fırat’ın yıkıcı gücünü kontrol altına alarak kontrollü akmasını sağlamış oluyor. Ancak bu barajlar yapılmamış olsaydı, o koca Fırat sadece denizlere karışacak ve yaşama artı bir katkısı olmayacaktı. O tarlalar da boş virane olarak kalacak bir tohumun gövermesini sağlamayacaktı. Ancak sular arazileri değerli kıldı ve orada bir iki bitki yetişirken birçok farklı bitki, kuş ve hayvan türlerinin barınağı haline geldi. Yani tarlalar gerçek değerine yükseldi ve ona kolay kolay paha biçilmez oldu. Erkek bir su demiştik, işte bu suyun anlamlı olması için meşru ve kontrolü belli olan rehabilite merkezlerinin olması kaçınılmazdır. Ancak kaçak belli kanallar açılarak oradan farklı yerlere sular götürülmek istenirse, o suların nelere mal olacağının hesabını yapamazsınız. Hem dökücü hem parçalayıcı hem de gittiği yerde o sulara nelerin karışıp nasıl kimyasal atıklar taşıdığını da anlamazsınız.

Bu açıklamalardan sonra diyorum ki, insanlık, yaratanın var ettiği fıtrat koordinatları içinde yaşamını yeniden diriltmelidir. Yoksa bir daha diriltemeyeceği bir yok oluşa kendini götürecektir. Naçizane tavsiyem meşru olan, yaratıcının belirlediği çizgileri yasaklayarak kendinizin oluşturduğu çizgileri beyaza boyarsanız, barışa değil savaşa gidersiniz. Allah’ın var ettiği çizgiler arası yaşam mutluluk huzur barış kardeşlik dostluk, yüklenme, hak, hukuk ve adalet getirir, âmâ sizlerin oluşturduğu çizgilerin içi ise bir kaos ve çıkmaz yaratır. Tercih insanın, ama derim ki, tercihlerimiz fıtrat koordinatları içindeki hayat olsun…

Makalemin sonuna yaklaşırken ayette vurgulanan düşmanlar olacağını bilerek, onlar üzerinden bir kin ve nefret ortamı değil oluşturulması gereken…Affeden bağışlayan kusurları örten faziletli davranışlar ortaya koymamız isteniyor. Allah, engin merhamet sahibi ve bağışlayıcıdır. Ayetin çerçevesi içinde konuyu ele almadığımı düşünenler olabilir, ancak buradaki amacım, ayetin ortaya koyduğu bir yaklaşımı doğru okuyarak hayatın diğer noktalarına dokunmaktı…

Erkekler bu yolla rehabilite edilirse, nesiller sağlıklı, psikolojik ve genetik özellikleri bilinen bir yaşam alanı içinde erdemli ve güven temeli içinde yaşamlarını sürdürürler. Yoksa geldiğimiz ve devam eden süreç G. Orwel’in dediği gibi, annesi babası belli olmayan çocukların daha değerli olduğu, anne ve babaları belli olanların kıyıda köşede horlandığı, anlamsız yaşamların pohpohlandığı, meşru zeminlerin sürekli aşağılandığı bir korku ütopyasına doğru sürükleniriz.

Erkekler, yaşamı sadece arzu ve istekler olarak görmekten çıkarak, yeni bir hayatın gövermesi için hayat taşıyan varlıklar olduklarını anlayacaklar, kadınlar da kendilerini erkeğin en üstün ilahı olarak görmekten çıkarak, erkeleri günaha teşvik eden özelliklerini ıslah edecekler…Yoksa bu gidiş her iki tarafın da çürümesine neden olacaktır…Çürümeden ayağa kalkalım Allah’ın helal kıldığını kendimize haram kılmayalım, Allah’ın haram kıldığını da kendimize helal kılmayalım yoksa akıbetimiz berbat olur…

Başka bir konuda buluşmak dileğiyle selam saygı muhabbet ve iyilik dileklerimle, doğru anlaşılmak muradıyla kalın sağlıcakla…

Erol KEKEÇ/08.05.2023/11.53/Namazgah/İST



26 Nisan 2023 Çarşamba

AİLE HUZUR BULUNAN EŞLERDEN OLUŞMALI

 “Kendileriyle rahatlayıp huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranıza dostluk sevgisi ve merhamet koyması O'nun ayetlerindendir. Düşünen bir toplum için bunda işaretler vardır.” Rum suresi/21

Ailenin ne olduğunu ve niçin olması gereğinin önemi kavranmadıkça, huzurlu aile birlikteliklerinin kurulması mümkün değildir. Aile, sadece cinsel hazların doyuma kavuşturulduğu karşılıklı nesnesel boyutlar olarak düşünüldüğü sürece, aile olmanın vereceği huzur ortaya çıkmayacaktır. Aile olmadan önce yaratılış fıtrat genleriyle uyumlu insan olmak gerekmektedir. İnsan olmamışların, insan için gerekli olan bir gelişim aşamasına gelmesini beklemek ve o aşamayı devam ettireceklerini ummak sadece bir bekleyiş olacaktır.

Kendinizin yaratıldığı özle uyumlu olmayan bir varlık sizin eşiniz olmadığı gibi, size huzurda vermeyecektir. Bu durum kan uyuşmazlığı ve doku uyuşmazlığı yaşayan organ nakilleri gibi bir durumdur. Nasıl ki organ nakli yapılırken karşılıklı uyum sağlayıp sağlamayacağı ne kadar önemli ise, aile için de huzur bulup bulmama, bir uyum halidir. Bu uyumun gerçekleşmediği birleşimler her ne kadar toplumsal kültürel baskılarla devam ediyor gibi görülse de bir gün mutlaka yaşamı sona erdirecektir. Doktor kontrolünde sürekli denetim altına alınan organ nakli yapmış hastalar nasıl ki sürekli yaşatılamayacaksa, böylesi aileler de yaşamayacaktır.

Huzur bulmamız için, bizim yaratıldığımız özden bizi tamamlayacak eşlerin yaratılması huzura ulaşmak içindir. Şayet bu huzur yakalanmamışsa öyle bir oluşum anlamsız ve sürekliliği de hastalıkların artmasına sebep olacağı gibi, hastalığın erken önleminin alınması fırsatını da kaçırmış olacaktır. İnsan kendisinin bir yaratılmış olduğunu ve bu yaratılan kendisinin eksik olan parçasının hangi parçayla tamamlanacağını düşünmeden, her türlü parçayı eksiğini tamamlamak için kullandığında, o eksiği tamamlanmadığı gibi, yol aldıkça, eksik olan kısmına yerleştirdiği parçanın organizmaya uyumsuzluk süreci onun daha fazla parçalanmasına ve zamanla da kaza yapıp yolun dışına çıkan bir araca dönmesini sağlayacaktır…

Günümüzde evlilikler ya duygusal yakınlaşmaların istem dışı sonucu ya da karşılıklı şirket kurmaya ve ortaklık şartlarını resmi kurallar çerçevesinde belirleyen ortakların mukaveleye imza atması şeklinde ortaya çıkıyor. Bu mukavelenin şartlarını belirleyen de daha çok maddi beklentiler ve tarafların ortaya koyacağı mal varlıkları oluşturuyor. Peki, böylesi bir sürecin sonucunda huzurlu bir yuvanın inşası mümkün müdür? Huzursuzluk üzerine bir mukavele imzalayıp evlilik kurmak isteyenlerin huzur beklemesi, gökyüzünde hiçbir bulut olmadan ya da yağmurun oluşması için şartlar yokken yağmur beklemekten farksızdır. Bu şartlar altında oluşan birlikteliklerin doğurduğu acı sonuçların insanları dayanılmaz kılması daha farklı yolların oluşmasına da neden oldu. Hatta evlilik şartları olmasa da karşılıklı anlaşarak bir yaşamı devam ettirme ve aynı ortamı paylaşma, aslına bakarsanız bu yaklaşımın huzur bulmada diğer iki seçeneğe göre daha olumlu sonuçlarını görüyoruz. İnsanlar karşılıklı yaşamlarını devam ettiriyor, birbirlerine saygı duyuyor ve herkes kendince istediği gibi yaşıyor, cinsel ihtiyaçlarını böylece karşılayıp adına da hayat arkadaşlığı ismini koyuyorlar. Bu durumda, toplum içinde kişilerin sahipli olduğu biliniyor. Yani birlikte yaşamaları toplumsal yaşam içinde legal hal alabiliyor.

Tüm bu saydıklarımız, aslında huzur bulmak için Rabbimizin kendimizi yarattığı özden bize eşler var ederek anlamlı bir yuva kurmamızı istediği doğal yaşamın dışına çıkıldığında ortaya çıkıyor. Peki, bu saydıklarımız insana huzur getiriyor mu dersiniz? İnsana huzur getiren evlilikler ve birleşmeler olsaydı, bu kadar cinayetler, boşanmalar aldatmalar ve sürekli evlerden kaçışlar, çocukların sokağa bırakılması olur muydu? Huzur bulmak için olmayan yakınlaşmadan sükûnet ve rahatlama beklemek ne kadar anlam ifade eder.

Uzun zamandır bu konular üzerinde yoğunluklu çalışmalar yapan biri olarak, insanların doğal fıtrat doğasından uzak oluşturdukları her yaşamın ellerinde patladığına şahit oldum. Sonrasında da her türlü güzelliklerin yaşanmasını hayal eden bireylerle muhatap oldum…Muhataplarımdan aldığım bulgular ve toplumsal yaşamda bir türlü dikiş tutmayan bu birliktelikler, insanlık evreninin koordinatlarını imha etme süreci gibi gelmeye başladı bana…

Ebeveynler çocuklarını evlendirmek istediklerinde bak kızım huzurunu sakın bozma diye nasihatte bulunarak kızını gelin ediyor, oysa huzurun ne olduğundan habersiz birinin huzur adına ne aradığını kendisi bile bilmediği halde, sadece duyduğu bir arzuyu çocuğuna da öğütlüyor. Onun huzurdan anladığı, kızının her istediğinin karşılanması cebinden parasının eksik olmaması, evinde dünyalıklarının olmazsa olmaz her türünün bulunması, eşi işiyle uğraşırken onunda evde kendi rahat edeceği bir ortamı daim eylemesi arzulanmaktadır. Yani dünyaya ait olan ne varsa bu isteklerin sorunsuz karşılanması huzurlu bir yaşam olarak taktim ediliyor. Sonrasında her şeyi olan bu eşler kendileri olmadıkları için birbirinden hemen usanıyorlar ve tanışmadıkları ruhlar başka arayışlara başlıyor. Tenlerin dokunması tanışma değil, tanışmanın dışa yansıması olduğu bilinse, o zaman önce ruhsal bir mukaveleye imza atmak kaçınılmaz olur. Ruhsal mukavelenin şartları gerçekleşmeden, pozitif antlaşmalar sizi eş yapmayacağı gibi kuracağınız birlikteliği de aile kılmayacaktır. Dolayısıyla aileler dağılmıyor, insanlar aile olmayı beceremiyorlar ve aile oluşturacak ruh dünyasında yaşamak istemiyorlar desek daha mantıklı olacağı kanaatindeyim.

Günümüzde insanlık, aile olmanın yollarını kapamak için tüm güçleriyle savaşır oldular. Kadının erkeğe, erkeğin kadına karşı özelliği ve dayatmaları anlatılarak iki özün mayalanmasını engelliyorlar. Çünkü bu iki özün ruhsal mayalanması oluşmadan, o karışımın tadından yenmeyecek bir aile oluşmayacaktır. Halis süt olsa da maya bozuksa, kıvamında ve doğal bir yoğurt yiyemezsiniz. Ailenin oluşumunun mayasını Rabbimiz vermiş, ruhsal sükunete kavuşmak ve huzur bulmak bu iki unsuru yaşamdan uzaklaştırdığınız zaman o aile bozuk maya ile kesilen bir süt sitilinin içindeki bozulmuş süte dönecektir ve dökmek zorunda kalırsınız ya da değeri çok düşük faydası olmayan lor olarak yersiniz sonrasında da peynir yediğinizi sanırsınız.

Günümüzdeki ailelerin büyük çoğunluğu kesilmiş süt ya da dökülmek zorunda olan süt şeklinde olmasına rağmen biz bunları gerçek sanıyoruz. İşte gerçek aile olacaklar, öncelikle ruhu huzura kavuşturmak, sükunete ulaşmak, eksiklikleri tamamlayarak yaşam alanında yol almak için, motivasyonu çok yüksek içten yanmalı bir araç gibi olmalıdır. Ancak o zaman, aile de güller açar mutluluklar gelir, her gün farklı bir gün ve bahar evi terk etmez. Kuşlar ötüşleriyle böylesi bir huzur ortamının havasını etrafa yaymaya çalışırlar. Biz böylesi ortamların varlığına şahit olmadığımız için yaşadığımız hayatları bulunması imkânsız kutsal korunaklı mitolojik değerler olarak algıladığımızdan, asıl huzur bulacağımız ortamlara hasret kaldık…

Arasında dostluk olmayan, kardeşlik hukuku parçalanmış, taşıma ve taşınma kararlılığı kalmamış, merhametin yerini gururun kibrin aldığı, açık arayıp karşılıklı atışmaların hız kesmediği, dakikalık havaların bir anda yerini karabulutlara bıraktığı, dünyalıkların hayata anlam kazandırdığı, sahip olunanların mutluluğun tek anahtarı olarak görüldüğü, kimsenin kimseyi umursamadığı, anne babaların köle ve cariye olarak bilindiği çocukların kazıktan boşanan  isteklerde sınır tanımadığı, maddi hazlar dışında hiçbir değeri önemsemediği, hızlı yaşayarak emek harcamak istemediği bir çağda, ailenin ne kutsiyetinden ne huzurundan ne sükunetinden ne merhametinden ne tarihselliğinden, ne de Rahmanın olmasını istediği bir birlikteliğinden söz edilebilir.

Ülkemiz gerçekliğini dikkate alırsak, boşanmaların ve aldatmaların hızla ivme kazandığı ve yeni neslin evlilikten korkup kaçtığı ve sorumluluk altına girmediği bir ortamda, sanal evliliklerin nasıl huzur getirmesini bekleyebilirsiniz. Huzur evliliğin mayası, bu maya olmadan hangi nesneleri maya olarak kullanırsanız kullanınız evlilik olmayacağı gibi, sükunete eren eşler de bulamazsınız.

Bekarken daha huzurlu ve mutlu olan sükunete ulaşmış gençler, evlenince huzurunu bozuyor, neden çünkü evlilik günümüzde sorunların arttırıldığı bir stres deposu olarak patlamış durumda…Böyle olunca eşler karşılıklı birbirini yük sayar oldular. Her eş kendi sırtındaki yükü atarak rahatlayacağını sandığı bir sürecin kollarında, huzursuz yaşarken hala huzur bulacağını sanıyor. Nasıl bir çelişki değil mi, huzurun olmadığı bir yaşamın içinde huzur bulacak yaşam arzulamak…

Konuşmaktan, paylaşmaktan, dertleşmekten, samimi duygusal bağlar kurmaktan, saygı ve muhabbetle bakışmaktan, içten içe pozitif anlamlı mesajlar yollayıp kalplerin birbirini yoklamasından uzak bir ortamda hangi mala mülke ve dünyalığa sahip olarak huzura kavuşabilirsiniz ki!

Sükunete ermek, huzur bulmak, dostluk kurmak, sevgi ve merhamet içinde yaşıyor olmak Allah’ın ayetlerindendir. Eğer düşünürsek bunlarda bizim için çok büyük işaretler vardır. Rabbimizin bu uyarısını hiç hesaba katmadan huzurun kıyısından geçmeden hangi huzur ortamında yaşamak için çırpınırsak çırpınalım batmak bize müstahak olacaktır.

Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura kavuşur, kalplerin Allah’ı anan huzurlu bir kalp olması için, kendimizi yarattığı özden eşlerimizi yaratan Rabbimize hamd ederek birbirimizi huzura çağıran ve huzur aşığı eşler olmamız dileğiyle…Aile olmaya ve adam gibi yaşamaya ne dersiniz…

Selam saygı muhabbetle, kalın sağlıcakla…

“Kendileriyle rahatlayıp huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranıza dostluk sevgisi ve merhamet koyması O'nun ayetlerindendir. Düşünen bir toplum için bunda işaretler vardır.” Rum suresi/21

Erol KEKEÇ/24.04.2023/14.40/Namazgah/İST.



21 Nisan 2023 Cuma

VAR OLMANIN YOLU ADALETTEN GEÇER!

“Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın.” Nisa:135

Hak hukuk gözetmeyenler, taraf olduğu kişilere çok yakın olduklarını kanıtlamak ve onların kaybetmesini önlemek için, böyle bir eylemde bulunurlar. Oysa bilmezler ki beni ve onu yaratan, yarattığına benden daha yakın olmasına rağmen, böyle bir çukura inmekle çok doğru bir eylemde bulunulduğu sanılır. Mutlak gözetenin kuşattığı ve her şeyden haberdar olduğu bir evrende, hak hukuk dengesini sağlama görevimiz olduğu zaman, daima kendimize yakın olana, düşüncesi inancı bize uyanı, korumak zorunda olduğumuza inanırız. O tarafa doğru ağırlığımızı belirtiriz ya da o tarafa ağırlık veririz. Çünkü koruyucu ve kurtarıcı bir özelliğimizin olduğunu sanırız. Bu nasıl bir anlayış ki, yarattığına bizden daha yakın olan bir gücün gözetiminde böyle bir hülleyi yapacak kadar küstahlaşabiliyoruz.

Böyle bir hırs ve koruyuculuk kahramanlıkları olmamış olsa, yeryüzünde zulmün bu kadar artmasını ve adaletin tecelli etmemesini düşünebilir misiniz? Adalet, adaletten taraf olduğunu söyleyerek adaletin şavktını kaydıranlardan çektiği kadar, kendi doğal değişim ve evrim sürecinde yaşadığı tekamülden çekmemiştir. Neden, kurutacı olarak ortaya çıkanlar, insanlığı, kendinden kurtaracak düzeye indirir. Tarihin hiçbir döneminde, Vahiyle gelen elçiler ve onların getirdiğine gönülden bağlı olanlar hariç, insanlığı kurtaracağız diye gelip insanlara mutluluk ve huzur getirdiği görülmemiştir. Yakın tarihimize baktığımızda bunların çoğuna bizler bile şahit olduk…Çavuşesku, Saddam, Stalin, Naziler, Hitler, Mısırda Sisi, Hafiz Eset bunların bazıları…Yani anlamamız gereken, insanlığın çektiği acılara son vereceğiz, sizleri özgür ve müreffeh bir toplum haline getireceğiz diyerek, sizleri aldatanların hepsi istisnasız, kendi içlerindeki hastalıklarını toplumsal hastalığa dönüştürmek için, sizi kendi karanlıklarında imha ederler. Bunlar karanlık bir ortamda, aydınlanmayan yaşamın terazisinin hangi kefesine bir ağırlık olabilirler ki? Aydınlık bir ortamda seçilmemiş, neyin doğru neyin yanlış olduğunun tanımının yapılamadığı bir ortamda, adalet asla ayağa kalkamaz. Adaletin ortaya çıkmadığı zeminlerde, ancak bilerek ya da bilmeyerek bir taraf olursunuz. Bir taraf olmanız sizleri de yok oluşun kenarına getirir ve yaşama dair karmaşık bir denklemle, çözümsüz problemler oluşturmak hayatın doğal akışı olarak yaşanmaya başlar.

Adaletin tecelli edeceğine inanılan ortamlarda, mahkemeye çıkan kişilerin mahkeme öncesi kendi lehlerine olacak çabaların harcanması için onu bunu araya koyması, hakimleri savcıları görmesi hatta bunlara maddi kazançlar sağlayacak vaatlerde bulunması düşünülebilir mi? Ne yazık ki, insan yeryüzünde tek sahip olarak kendisini gören bir zavallı olduğunu düşündüğü müddetçe, yeryüzünde adaletin denkleminin, bilinmeyen tarafında yer alarak bu denklemle doğru bir sonuca gitmesini bekleyemiyorsunuz.

Yaratanımız, özellikle, “Ey İman edenler (diye sesleniyor ve ekliyor), kendiniz anne babanız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olun ve adaleti ayakta tutun…” Tüm İnsanlara söylemiyor, çünkü insanlar kendi fıtrat kodlarından uzaklaşarak karmaşık bir hayatın savrulan yaprakları haline gelebildikleri için, doğrudan hakka yönelip yeniden iman edenlere bir çağrı yapılıyor. Vahye dayalı bir idrak mekanizmasının çarklarını doğru işletenler, ancak adaleti ayakta tutabilirler. Adaletin ayakta tutulmadığı ve hakka gerekli şahitliğin yapılmadığı ortamlarda, İman edenleri bulmak mümkün olmayacaktır. İman etmek, doğrudan hakkın dirilmesi ve adaletin tecelli etmesidir. Önce fert olarak adalet tecelli eder, fert olarak hayat bulan adalet, toplumsal yaşam içinde eksen alınan yegâne kıstas olur. Çünkü insanın fıtrat yazılımında bunlarla ilgili bilgi ve ona yönelim kodları mevcuttur. Ancak görülür bir eylem olduğu zaman, uykuya dalmış veya bir yerde unutulmuş bu fıtrat donanımlarındaki kodlar, fıtratın dışında kendisini gördüğünde ve bulduğunda onunla hemen reaksiyona geçebiliyor ve bir kıvılcım oluşuyor. Bu kıvılcım adaletin dirilme anıdır.

 Bu izahatın bizlere anlatmak istediği, siz İman edenler bu kıvılcımın temel ve yegâne kutup başlarısınız diyor. Bu kutup başlarında elektriklenme olduğu zaman yaşam hareketlenir. Yaşamın istenilen istikamette hareketlendiği bir yerde, Hak tecelli edince Batıl yok olur. Çünkü Hak, düzenliliktir, batıl ise düzensizliktir. Düzen ortaya çıktığı zaman o düzene yön vermek için araya girerek, parazit olmak isteyenler o çarklar arasında yer alamaz ve adalet ayağa kalkar. Adaletin ayağa kalkışı bir alemin dirilmesidir. Ondan dolayıdır ki, Yüce Rahman “Allah adildir ve adil olanları sever diyor…

Yeryüzünde bir kul olarak yaşamak isteyenler, öncelikle kendileri için belirlenmiş olan, yeryüzünün halifelik statüsüne uygun rollerini, yaratıcının tayin ettiği gibi yerine getirmek zorundadır. Yeryüzünün dirilmesi benim anladığım gibi yaşamamla olmuyor, nasıl yaşamam gerektiği gibi yaşadığım zaman ortaya çıkıyor.

Hiç kimse adına koruyuculuk kalkanı oluşturarak, adli ilahinin işleyiş düzenine dışarıdan bir katkı sunma hakkına sahip değiliz. İnsanın görevi, sadece adaletin doğru düzenli ve yaratılış ekseninde, yaratıcının belirlediği kurallar içinde devam edip etmediğine dikkat etmek ve bir eğilme varsa onu rayına döndürmek insanın görevi, diğer tüm sorumluluk ve sonuç Allah’ın elindedir. Buna uygun yaşanılan bir ortamda, hakkın dışında batıl bir hayatın genişleyerek yayılmasına şahit olamazsınız.

Eğer bugün yaşadığımız ortamda, insanlar adalet nerede, nasıl bir adalet bu, böyle hukuk olur mu diye yakınıyorlarsa, merak etmiyor değilim, acaba bunların aradığı nasıl bir şeydir diye…Ancak şunu anlayabiliyorum tüm bu yakınmalardan, aradıkları şey, yaşadıkları olumsuzlukların verdiği acıyı hafifletecek ve onları daha mutlu kılacak bir şey ama nasıl ve ne olduğunu onlarda bilmiyor…Bilmedikleri görmedikleri bir değerin tecelli ettiği ortamda rahat bir yaşama kavuşacaklarını biliyorlarsa, kim bilir onun bir uygulama gerçekliğini görseler nasıl bir yönelim ve istek oluşur. Ondan dolayıdır ki, Rabbimiz diyor ki, Hakkın şahidi ve adaleti ayakta tutanlar olun…Sürekli aynı yerde olan bir heykelin yanında resim çektirmek ve onlarla hayatlarını anlamlı kılmak isteyen insanlar, hayatlarına anlam katacak olan bu değerlerin yanında resim mi çekerler, yoksa yanında sabah akşam hizaya mı geçerler…Rabbimiz bu inceliği çok iyi bildiği için, İman edenlerden örnek olmalarını ve kim olursa olsun onlara meyil etmeden Hakkın şahitliğinde asla kusur etmemeleri ve adaleti ayakta tutanlar olmasını istiyor.

Zengin olmanız veya fakir olmanız size hiçbir ayrıcalık tanımaz, adaletin ayakta olduğu ve hakkın şahitliğinin yerine getirildiği yerde…Ben bir yaratılmış olarak, yaratandan daha mı merhametliyim ki, kendime yakın olanlar ile başka birileri arasında çıkan bir anlaşmazlıkta ağırlığımı yakınıma doğru meyil ettiriyorum. Allah’ın, onlara benden daha yakın olduğuna iman ettiğimde, bu algı ve idrak yürek coğrafyama egemen olduğu zaman böyle davranmam mümkün değildir. Ondan dolayı Rabbimiz Ey iman edenler diye sadece imanın kuşattığı kullarına bu uyarıyı yapıyor…

İman bir nurdur, Allah’ın nur vermediği kimsenin nuru mu olur. İman edenlerin dostu Allah olduğundan onları karanlıklardan çıkarıp sadece ve sadece aydınlığa götürür. Aydınlığın olduğu yerde nesnelerin tanınması ve tanımlanması kolaydır. İşte, adalet ancak aydınlık bir zeminde, hakka şahitliğin olduğu eylemlerin arasında ayağa kalkar. Müminler o kimselerdir ki, onların kendileri anne babaları bile olsa adaleti yamultmaz ve hakka şahitliklerinde asla kusur etmezler. Onlar birilerine yaranmak veya onların menfaatlerine uygun olup olmadığına bakmaksızın sadece insanlık abidesini canlandırmak için adaleti ayakta tutarlar, ancak o sütunun gölgesi kimin tarafına düşüyor, kimin tarafına düşmüyor onunla asla ilgilenmezler. Çünkü onlar bilir ki, Allah gölgede kalanı da gölge dışında kalanı da çok iyi biliyor görüyor ve onlara çok daha yakın…Bunda zerre kadar kuşku ve endişe taşımayanlar ancak yeryüzüne huzur ve barışın gelmesi için mücadele ederler…Bunların dışında kalanların tamamı hakkın sırtından geçinmek ve hakkı kendi isteklerine göre yamultmak için hep kendilerini koruma ve kollama ateşiyle yanıp kavrulurlar…

Böylesi açık ve net olan bir ortamdan uzaklaşarak heva ve hevesinin peşine düşerek adaleti imha edenleri, huzur istediğimiz yaşamın içinde öncü olarak görmekten kurtulamazsak karanlıklar bizi örten bir yorgan ya da nefes alamadığımız bir sera tabakasına dönecektir. Adalet dünyanın dengesidir. Dünyayı dengesiz hale getirenler önce adaleti kurşunladılar kendi çıkarlarının korunmasını ve elde ettikleri kazanımlarını arttırmayı adalet olarak tanımladılar. Böyle olunca adalete şahit olacak hiç kimse kalmadı…Yoksa heykellerin yanında resim çektiren insanların görüntülerine şahit olduğumuz gibi, bugün adalet ayakta dosdoğru duran insanlık abidesinin önünde nice canların resimlerine şahit olurduk…Rabbim sen bizleri Adaletin ayakta tutanı kıl ve hakkın şahitleri olarak canımızı al ve bizleri huzuruna mahcup olarak çıkarma….

“Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın.” Nisa:135

Rabbimin rahmetiyle bu ayetlerden oluşan hissiyatımı ve idrakimde oluşan bilgileri siz dostlarla paylaşmak istedim…Selam muhabbet ve iyilik dileklerimle adaletin tecelli edeceği bayramlarda buluşmak umuduyla herkesin mübarek bayramını en içten kalbi duygularımla tebrik ediyorum…Rabbim, afet yaşayan yerlerdeki kardeşlerimizin acısına derman olup, onları az da olsa dindirecek merhem olmamızı vesile kılsın…Yapılan işleri küçük görmeyelim…Kum tanecikleri de çok küçük ancak gördüğümüz kocaman dağ yığınları o küçücük kum taneciklerinden oluşmaktadır…Kum taneleri gibi koca dağları oluşturan hayırda yarışanlardan olmamız dileğiyle…Kalın sağlıcakla….

Erol KEKEÇ/19.04.2023/14.30/Namazgah-İST


                                                 


 

 

 

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!