Bu Blogda Ara

6 Ocak 2023 Cuma

CEHENNEME ADIM ADIM….

Yeryüzü o kadar kirlendi ki, ne tarafından baksanız kirlenmiş tarafıyla karşılaşıyorsunuz. İnsanlık bu kirlenmiş küre üzerinde son nefesini veriyor gibi, ancak hala kendini mutlak sahipmiş gibi görmekten de geri kalmıyor. Böylesi bir evrende yaşıyor olmak temiz olduğunuzu iddia etseniz de sizi temiz kılmıyor.

İnsanın kültürel, düşünsel ve yaşamsal katkı kalitesi açısından hep evrimleşme yaşadığı söylenir, oysa evrim olumlu, karmaşık ve daha kapsamlı bir yöne gidiş ise, insanlık neden bu kadar ucuzladı ve basit sıradan bir canlıya dönüştü bunu kimse konuşmak istemez. İşte bugün sizlerle göremediğimiz ve üzerinde kafa yormak istemediğimiz insanın bu bilinmeyen yönlerini ele almak istiyorum.

Kâğıt sayfalarında yazılı olan ve herkesin kutsal bildiği ilahi buyruklara saygılı olduğunu söyleyen her fert, acaba neden, canlı gözle görülen ilahi burhanları görmek istemez ve onlarla ilgili bir gayreti, yaşamdan kayıp zaman olarak değerlendirir. İlahi olan kitapların hepsine bu dinlerin müntesipleri inanır ve onları kutsal bilir, ancak o kitapların yeryüzünde korumak ve yaşatmak istediği ayeti herkes inkâr etmekte ve yok saymakta yarış halindedir. Canlıların tümü Allah’ın gözle görülen apaçık ayetleridir. Bu ayetlerin tahrip olduğu evrende, kitabi ayetlerin korunduğunu ve onların hala değişmediğini söylemek insanın kendi aklı ile alay etmesi ve bunu da anlamayacak kadar basiret yoksunu olduğunun göstergesidir. Kutsal kitaptaki emir yaşatmak, paylaşmak, kolaylaştırmak, ulaşmak ve yardımlaşmak olduğu halde bu ayetlere uyulduğu söylenilen evrende, varlık sahnesindeki göstergeler farklı ise, demek ki, kutsal kabul edilen kitapla, kitaba inandığını söyleyenlerin hiçbir alakası ve bağı yoktur.

İnsan kendi yaptığı icraatlarında kesin kati uygulamalar yaparken, yaratıcının gönderdiği buyruklara neden bu kadar duyarsız ve öylesine davranır. Acaba Yaratıcının emirleri kendi beyninin direktiflerinden daha mı basit ve sıradan, uyulsa da olur uyulmasa da mı olur deniyor. İşte bu yaklaşım insanın serüvenini kurtuluşu olmayan yarın kenarına getirdiği halde, insan hala anlamlı bir evrim sürecinden geçtiğini sanır. Bir binanın yapımı öncesinde onun bir projesini yapıyorsunuz ve proje, gerekli değerlendirme kriterlerinden geçtikten sonra başlama ruhsatını alıyor ve inşaatı yapıyorsunuz. Ona uyulmadığı taktirde yıkım kararı çıkabiliyor, ya da yeniden düzeltilmesi için ceza alınıyor. İnşaat işiyle uğraşan herkes kendi ülkemizde bunu bilir ve o mevzuata uygun işler yaptığı zaman ürünlerinin bir anlamı olduğunu görür. Peki inşaat işleriyle uğraşanların hepsinin yaptığı binalar bir rüzgarla savruluyor ve yıkılıyorsa, nasıl bu mevzuatlara uygun yapıldığı iddia edilebilir. Şayet o mevzuata uygun yapılmış olsa bile mevzuattaki kurallar, yaşamda karşılığı olmayan kurallar olduğu için o zaman kurallar ve kaideler sorgulanmaya başlar. İşte bir yaşamı kurmak isteyen kaide ve kurallar doğru bir yaşam ortaya çıkarmıyorsa sorgulanması kadar doğal bir durum olamaz. Biz bu örneği yaratıcının gönderdiği ilahi buyrukları ile kıyaslarsak, ilahi buyruklar değişmeyeceğine ve içinde yaşama aykırı vakti geçmiş bir kaide ve kural olmadığına göre, o zaman yaşam kaide ve kurallardan bağımsız oluştuğu için yaşamın anlamsız ve karanlık bir dehliz olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. O zaman kitaptaki uyarılara göre bir yaşam oluşturduğunu söyleyen insanlık ne kadar doğru söyler. Yaşamda karşılığı olmayan tüm binaların yıkıldığı bir ortamda, proje dışı inşaat yapılması gibi bir durum ortaya çıkar. Yaşamda böyledir, kitabın oluşturmak istediği bir hayat yeryüzünde yoksa o zaman tüm ayetler imha edilmiş kaçak bir yaşam oluşturulmuştur. O kaçak yaşam ortadan kaldırılmadığı ve yeni bir yaşamın kodları projeye uygun geliştirilmediği müddetçe depremler hep bizim canımızı alacak ve acılar üstümüzden gitmeyecektir.

Bir Mushaf’ın yere düşmesinden rahatsızlık duyduğunu söyleyenler, Allah’ın en açık ve en değerli ayetleri yerlerde sürünürken bunlardan acı duymuyorsa, ilahi kitabın hiçbir tarafında yer alamaz. Siz gördünüz mü kutsal kitaplara inandığını söyleyenlerin kitabın sayfalarını parça parça ederek bir kısmını çok yukarıya bazılarını ayaklar altına bir kısmını kuyulara ve bir kısmını da ateşe atıp o kitabı çok sevdiğini söyleyenleri, hayır göremezsiniz. Çünkü o kitaba inandığınızı söylemeniz yaşam alanınızda bir şeyleri harcamadan bunları iddia ettiğinizi biliyorsunuz. Ancak Allah’ın canlı ayetleri için fedakârlık yapacaksınız, emek vereceksiniz seveceksiniz, bataktan çıkarıp güç kaybedeceksiniz, elinizdekileri onlarla paylaşıp, ezilen bir ayeti dirilteceksiniz, bunu yapmak öyle kolay değil…Ancak Kutsal kitabı bir proje olarak görüp yaşam alanında hayatı yeniden inşa etmek isteyenlere çok kolay gelir.

İnsan sahip olduklarını arttırdıkça dünyaya olan bağlılığı onun kutsal ve ilahi olan yönünü hep törpüledi ve insan bir çamur yığını haline geldi. Çamur yığını içinde bir aydınlatma aygıtı olamayacağı için, insanlığın geldiği noktayı evrimin en gelişmiş noktası olarak görmek insanı tanımamaktır. Gelişen insanlık değil, kaybedilen insanlığın yerini alan istek ve arzuların çamura batmış birikinti tortularıdır kabaran, bunu hala anlamayacak mıyız?

Günde yirmi beş bin ayetin canlı canlı imha olup toprağın altına girdiği bir evrende, hangi inancın ayetlerinin tahrif olmadığını söyleyebilirsiniz. Yaratıcının yeryüzündeki ayetlerini görmeyenler onların yaşaması için gerekli olan can suyunu onlara çok görüp daha fazla obur olmak ve konforlarını artırmak için yaşayanların hiçbiri Kutsal kitabın ayetlerine inandığını söylemesin…Yeryüzünde Allah’ın vermiş olduğu rızka kavuşamadığından biçare düşmüş garip guraba var ise, o zaman inandığını söyleyenlerin hepsi neye inandıklarını bir sorgulasınlar. Proje sağlam, demek ki kaçak yaşam oluşturulmak isteniyor. O yaşamların yeryüzünde karşılığı yoktur. Yeryüzündeki cehennemin kendisine ulaşmasından korkanlar şunu bilsin ki, ayetlerin imha edildiği bir evrende herkese o cehennemde bir yer var…Cenneti düşleyerek yaşıyor olmanız cehennemi transit geçtiğinizin göstergesi değildir. Bu evrende, Allah’ın üstün yarattığı ayetlerinden bir kısmının ateşte yakıldığı bir kısmının kuyulara doldurulduğu bir kısmının ayaklar altında ezildi bir yaşamda, yeryüzünde kutsal ayet kalmamıştır. İnsanlık kitabı parçalanmış ve o kitabın bazı sayfalarının korunaklı yerlerde olduğunu sanmanızın hiçbir anlamı olmayacaktır…Herkes için dünya bir cehennem olmaya doğru hızla ilerlerken, hala evrimsel bir değişim geçirdiğimizi sanan küçülmüş beyinler irkilip kendine gelsin ki belki yanan ayetler kurtarılırsa ateşin etkisi azalır ve bizler yanmaktan kurtuluruz…Yine kendiniz için yapın onlar için olmasın…

Yanan kitabi bir ayet değil, Allah’ın yarattığı en yüce ayet yok oluşun kenarında, sahip olduklarını korumaya çalışırken kendisini kaybediyor insan…Elveda edemeden biriktirdiklerine İsrafil’in çalacağı son düdüğe hazırlıklı olmalı…O gün çok yakın belki şimdi belki sonra yaklaşıyor yaklaşmakta olan….

“İnsanların hesabının görüleceği zaman çok yaklaştı, ancak onlar daldıkları gafletle hala yüz çeviriyorlar…” Enbiya:1

Selam ve muhabbetlerimle bu uyarının hepimizin dirilmesine vesile olması ümidiyle….

Erol KEKEÇ/05.01.2023/Namazgah/Çamlıca /İST

                                               



2 Eylül 2022 Cuma

TECRÜBE PAHALI OLMUYORSA KIYMETİ HARBİYESİ VARDIR

Hakikaten konuşmak istemiyorum, ancak bu kadar lakayt ortamlara şahit olunca kendimi tutamıyorum ve klavyeye sarılıyorum. Yoksa kendi kendimi imha edeceğim. Ülkenin gariban insanlarının kendi evlerine harcamadıkları paraları vergi olarak toplayan asil(!) devletimiz bazı kenelere paçayı kaptırmış onlar bizi sülük gibi emiyorlar.185 milyon parayı iç eden birisi kalkmış, kendi iradesi dışında tesettürsüz fotoğraflarının yayınlanmasını gündem yaparak, cennetteki (!)köşkünün sarsıldığını anlatmaya çalışıyor. Böylesi bir çirkef yaşamı nasıl hoş görecek kadar asaletimizi karakterimizi ve şahsiyetimizi kaybettik bunları görünce tüm cinlerim şaha kalkıyor.

Böylesi çirkef yaşamlardan insan olan insan hiç mi rahatsızlık duymaz. Nedir bu rezaletler anlayan ve gerekçe gösterip savunacak çukura düşmüşler varsa, oradan seslensinler de belki bizim göremediklerimizi bize gösterirler.(!)Sosyal paylaşım sitelerinde ve bazı köşesiz köşe yazarlarının cibilliyetsiz yaklaşımlarını görünce bir kaç satırı karalama ihtiyacı duydum. Adam çirkefliğin boyutunu değil de kadının özel yaşamının dışarıya yansıtıldığının ahlaki olmadığını anlatıyor. Hiç mi sizde zerre kadar şahsiyet yoktur yahu, bunları bile savunacak kadar omurgasızlığı nasıl kaldırabiliyorsunuz. Milleti kandırarak onların oyu ile bu makamlara gelmiş olanlar, milletin gözüne baka baka Milleti soyup soğana çeviriyor, hala bizlerin hiç gıkının çıkmaması isteniyor, bu şahsiyetsiz kalem oynatan solucanlar tarafından...

Birilerinin pisliklerini örtmek için, din kitap bayrak vatan devlet birlik beraberlik ve dava gibi kavramlar, pislik örten bir bez haline geldi. Neden kendi pisliklerine bunları referans göstererek yaşam alanlarını genişletmek isteyen bu yaratıkların çirkef tavırları, Müslümanız diyen topluluklar tarafından adam gibi gündem yapılmaz. Hani Allah'a inanıyorduk, yalan söylemeyelim hiçbir şeye inanmıyoruz çıkarımız dışında, Allah'ın gazabı gelip yerle yeksan ettiği zaman anlarız kime inandığımızı... Küresel krizler gerekçe gösterilerek insanları yaşamdan koparan ve hayatı sırtında yük haline getirip umutları imha eden, mutsuzluğu bir yaşam biçimi olarak sunan bu zihniyet yapısı değişmediği sürece, bu tür solucanların yaşam alanlarımıza pis izlerini bırakacağı muhakkaktır.

Organize suç örgütü lideri bunları söyledi, onun kimler tarafından kullanıldığını biliyor musunuz gibi basit sığ ve düşünme becerisi olmayanların savunma refleksleri benim beynimi cırmalamaya başladı. Kimin kim tarafından kullanıldığı bu saatten sonra umurumda değil, ancak bu milleti her gelen kullanma derdinde olduğunda şüphem yoktur. Gizli ortamlarda film çevirip yatağa girenler ortaya çıkan çocuğu sahiplenmek istemiyorlar. Bu pislik kime aitse o pisliği temizlemek onlara yol açanlara aittir. Ancak bırakın temizlemeyi bir savcı çıkıp bu nedir yahu deme becerisini gösteremiyor. O zaman insan ister istemez sormak zorunda kalıyor, bu işler acaba organize işler olabilir mi diye? Organize işler değilse bu kadar Milletle alay eden pislikleri ortaya dökülmüş olanlar hakkında savcılar harekete geçip bir sorgulama başlatmazlar. Sorgulamayı bırakın böyle konuşanlar vatan millet ve dava düşmanı olup çıkıyor ve herkes bunları yok etmek için kuduz mikrobu taşıyan it gibi karantinaya almak istiyor. Nedir bunlar ben artık anlamakta ve algılamakta zorlandığım için belki entelektüel insanlar bu halime bir çare olur diye satırlara aktarıyorum.(!)

Mantar biter gibi, akademisyenler çoğaldı, baktığın ve konuştuğun zaman iki kelimeyi bir araya getiremeyen üniversiteye şoför olarak girip prof’luğa kadar yükselenleri görünce hiçbir şey konuşmaya gerek kalmadı diye kendi inimize çekilmeye çalışıyoruz ama tahammül gücümüzün sınırı pik yaptığından dayanamaz duruma geliyoruz. Onun için olumsuz olan her şeyi sorgulayarak hakikate şahitlik yapmak için çırpınıyoruz. Yıllar öncesinden logarın patladığını içinden bazı yamalarla bu işlerin olmayacağını defaten yazdım. Hatta dört bakanın yaptığı çirkeflikler gündem olduğu zaman bunlara sahip çıkılıp, balkonlardan poz verildiği gün bu iş bitmiştir demiştim ancak herkes dışarıdan bazı güçlerin bunları kullandığını ve davaya zarar vereceğini anlatarak hep insanları avuttu. Ancak geldiğimiz noktada insanları avutacak sermaye de kalmadı ve herkes neyin ne olduğunun farkında... Ben kendi çocuğuma motivasyon amaçlı para vererek oy kullandırırken, geldiğimiz noktada akşam bana söylediği baba bu saatten sonra Senin oyun olmasa X partisinin hepsini idam edecekler ne olur o bir oy nelere kadir diye yalvarsalar, eğer ben o X partisine oy verirsem Allah benim belamı versin diyorsa benim kızgınlığımın sebebini anlıyorsunuz sanırım...

O Dört Bakandan birinin çocuğu Üniversiteye hazırlanırken benim öğrencimdi ve yakından tanıdığım haylaz bir çocuktu. Ancak o dönemde o bakanın, ismi B...ş olan çocuğunun ofisinin aylık kirasının 40 bin dolar olduğunu duyduğumda insanlığımdan utanmıştım. Böyle bir ortam olur mu, selim akıl sahiplerine soruyorum. Bunları niye mi anlattım. Bundan 10 yıl önce yapılan olumsuzluklar savunulduğu zaman, eyvallah belki bu içerdeki şebekenin kendi çıkarı için bunları kötü göstererek hainliklerini gizleme planı olabilir diye hep temkinli yaklaştık. Ancak geldiğimiz noktada o günlerin kat be kat fazlasıyla aynı çirkeflikler devam ediyorsa söylenecek söz kalmamış demektir.

Belki bu pislikler ortadan kalkar ve adam gibi adamlardan oluşan bir ortama kavuşuruz diye beklerken, adamlığımızı kaybedecek karanlık günlere gelmek ne kadar acı... Peker’in kim olduğu ne yaptığı beni ilgilendirmiyor. Dün önemli bir iş adamı olarak piyasalarda dolaşıp konferanslar verdiği ve iktidarın yanında olduğunu gösteren sözler söyleyerek, sakın öyle bir şeye yeltenmeyin sizleri kanlarınızda boğarız derken alkış alıyordu. Bu gün olumsuzlukları söylediği zaman kimin adamı diyerek sorgulayan ve yalan olduğunu anlatmaya çalışan bir yığın köşe dönen dallama yazarlar çıkıyor. Ancak şu kadarını söyleyeyim ki, Sedat’ın söylediklerinin var olduğunun %95 inin bilgisine ben de vakıfım ancak kimin kimle bağlantılı olduğunu videolarla ortaya koyacak becerim olmadığı ve dikizcilik diye bir mesleğimiz bulunmadığı için eksikliklerimiz oluyor. Onları da Sedat tamamladığı için hiç bir kuşku duymuyorum... Aslında Sedat'ın yaptığı bu iktidar döneminde dönen yanlışları ortaya koymaktan çok, bu sistemin işleyiş düzenini tüm karanlık yönleriyle ortaya koyduğu için insanlarda inandırıcılık buldu. Gençlikle ilgili bir araştırma yapılsa organize suç örgütü diye adlandırılan şahsın, yarışta tek adam olarak geçileceği günlere gelmişsek nasıl bunları sorgulamayalım... Üst yöneticilerin belli kişileri kötü polis bazılarını iyi polis gösterme yanlışları son bulmalıdır. Bir sistemin kendisi hedef haline gelmiştir. Kötü ve iyi birbirinden ayrı değerlendirilmiyor bundan sonra, iyi var ve bu iyi söz sahibi ise, buna rağmen kötüler hepten icra işlerinin başındaysa, bu uygulama sahicilikten uzak olur. İnsanların hayata ve düşüncelere bakışında çok ciddi değişimlerin olduğu bilinmeli, bu süreçten iyi bir ortamın doğmayacağı idrak edilmeli köklü kalıcı ve sahici uygulamalara geçilmelidir. Ülkeyi üç beş kişinin solucan gibi emmelerinin önüne geçilmelidir. Ülkenin imkânları ülke insanı arasında adil paylaşılmalı, avantajlı olanlara farklı, avantajı olmayanlara farklı davranmaktan uzaklaşılmalı, liyakat ve ehliyetin dışında kimseye avantaj tanınmamalıdır. Bunu yapmak istemeyen ve dava bayrak vatan, devlet gibi değerleri öne çıkararak insanlar toparlama dönemi yavaş yavaş yok olmaya gidiyor. Şunu unutmayalım ki eskiden söylemiştim tekrar söylüyorum, “Devenin yardan yuvarlanmasına neden olan bir tutam ottur. “Deve ota hasret gerisini düşünmesi gerekenler düşünsün, benden bu kadar hatırlatma yeter diye düşünüyorum...

Kalın sağlıcakla...

BAHADIR HATAYLI/01.08.2022/14.15


30 Ağustos 2022 Salı

KADINA KİMSE ÖZGÜRLÜK BAĞIŞLAYAMAZ

Sanayi devrimi ile kadının iş yaşamına atılması ve ekonomik bağımsızlık kazanmasıyla özgürlüğünü kazandığı anlatılır. Oysa kadının ekonomik yaşama hızlı girmesi onun insani özgürlüklerinin törpülenerek, kadınsal yanının, insan olarak yaşama atmosferinin dışına çıkardığı bilinmez. Toplumsal yaşam insan unsuruna göre değil de, kadın ve erkek cinsleri dikkate alınarak şekillendiği zaman, hastalıklı bir yapının ortaya çıktığı muhakkak. Kadının ekonomik bağımsızlık kazandığı süreç olarak tanımlanan sanayi devrimi ve sonrasında, aslında insan, insan olarak yaşama ekseninden dışarıya çıkarılmış. Yaşamak amaç olmaktan çıkarılıp, doğrudan kazanmak endeksli bir hayat başlamıştır. Bu dönüşümün sonucu olarak geldiğimiz noktadan bu süreci ele aldığımızda, yaşama insani özellikler damga vuramaz hale gelmiştir. Daha sonra, yaşam nesnelere göre şekillenmiş ve insan hayatın genelinde, özne olmayı unutmuş, bir nesneye dönüşmüştür.

Toplumsal yaşamda aile bireylerinin kazanımları net olarak ortaya çıkarılıp ve cinslerin kazanımlarını hangi alanda tükettikleri sosyolojik olarak ortaya konsa, nesneleşen cinslerden kadın ve erkekten hangisinin daha fazla nesneleştiği ortaya çıkacaktır. Çalışan bir kadının kendisini daha cazip kılabilmek adına, kozmetik ve güzellik merkezlerine ne kadar harcamada bulunduğu, aslında özne olmaktan ne kadar uzaklaştığını da ortaya koyacaktır. Çünkü kadın kazancının büyük bir kısmını, kendisini karşı tarafa beğendirmek adına kullanır hale geldi. Erkekte bunları ranta çevirmenin peşine düştü. Dolayısıyla birileri ne kadar çok dekolte giyinip gösterişli hale gelirse beğenileceğini  düşündüğünden, karşı cinste de yeni bir eylem ortaya çıkardı. Erkekler ciddi bir röntgen aracına dönüştü. Yani kadının özgürlüğü denen iddia aslında kadını pasifleştirip, kendisine gösterilecek tepkiye ciddi bir uyarıcı gönderecek kıvama çıkardı. Böylesi yaşamlarda uyarıcıların ortaya çıkış ve bu uyarıcılara verilen tepkilerin içeriğine baktığımızda, insanların özgürleşmesinin ortadan kaldırıldığını ve doğrudan şartlı refleksle geliştirilen eylemlere kapı açtığını görmekteyiz.

İnsan denen varlığın kendisini tamamlaması için, iki kanadından biri olan, kadın ve erkek cinslerinin yara almasından dolayı, insan insan olmaktan çıktı ve ne idüğü belirsiz amaçsız varlıklara dönüştü. Sonrasında da beğenilmek ve beğenilerle hayatlarını anlamlı kıldığına inanan basit sıradan nesneleşmiş  varlıklar insan görünümü altında piyasayı doldurdu.Peki,böylesi bir atmosferde insanın insani bir kimlikle kendi doğasına uygun yaşayacağı ortamı ve eylemleri nasıl bekleyebiliriz ki...Bu göstergeler bize, insanın insani yaşam ekseninden uzaklaşıp, kendisi için çizilmiş olan ve bundan rant devşiren uyanık türlerinin oluşturduğu zindana hapsolduğunu göstermektedir.

İçinde yaşadığımız toplumla ilgili,  yaptığım bireysel çıkarımlarım neticesinde öyle sonuçlara ulaşıyorum ki, bunlar bireysel olmaktan çıkıp toplumsal öngörüye dönüşebiliyor. Yani değişim ve dönüşüm bireyle başlayıp çok kısa sürede toplumsal bir davranış haline gelebiliyor. Dolayısıyla sosyolojinin doğrudan araştırma alanını oluşturuyor. Toplumsal beklentiler,algılar,duygular,eylemler giyim kuşamlar diye yeni bir dalga hızla ilerliyor. Bu dalga başkalarını tedirgin ediyor mu bilmiyorum, ama ben de çok ciddi bir sorgulamaya neden oluyor. Acaba diyorum yaşamımızın sonuna doğru konuşabileceğimiz dertleşeceğimiz ortak bir değer kalacak mı, kendimize ait olan, bazen merak ediyorum. Çok hızlı esen rüzgarın önünde savrulan yapraklar haline dönmüş nesneleri andırıyor insan denen bu varlık. Küresel ortak yaşam ve kültür denen bu ucube yaşam, sera tabakası gibi evrenimizi kuşattı. Bu seranın altından çıkarak kendisine özgü doğal kültür oksijeni altında soluklananlara ne mutlu.

Kapitalizm olanca hızıyla insanlığı ciddi bir tüketim aracına dönüştürmeye devam ediyor. Dönüştürmüştü zaten, ancak geldiğimiz noktada yeni ürünleri üretmedeki bir üst modeller arasındaki üretim süresini kısaltarak, insanların haz debilerini de hızlandırıyor. Bunun sonu ilanihaye olmayacağı kesin. Bir noktada bu varlığın istek sınırlarının da dibine ulaşılacak; işte o zaman ne olacak diye düşünürken, insani yaşam alanının  dışında yeni bir özgürlük alanı diyerek insanları, küresel laboratuvarda deney kobayı haline getiriyorlar.

Neden neden; insan en mükemmel bir varlık ve kamil olarak yaratılmasına rağmen böyle bir açmazın içine sokuldu. Eğer birileri kitle iletişim araçları medya ve reklamlarla sizin özgürlüğünüzü savunur duruma geliyor ve size haklar vaat ediyorsa, sizi ancak yeni bir tüketim modeli haline getirmeyi amaçlıyordur. İnsanın özgürlüğü insanın elindedir. Onu kimse alma ve bağışlama hakkına sahip değildir. Kadınlara özgürlük diye ortaya çıkan ilk kıvılcımlara bakın, erkekler var ortalıkta, neden kadını çok mu düşünüyorlardı acaba(!)?Kadını düşünenler öyle bir tuzak kurdular ki, kadını bir reklam nesnesi olarak kullandılar. Çok az kadın ancak bunun farkına vararak aydın kimliğiyle kendini var kılabildi. Kapitalizm mutlak tüketici ve karar sahibine ulaşmak için, kadını bir paravan ve aparat olarak kullandı. Kadın her iş ortamında, kamusal alanlarda, toplu ulaşım araçlarında daha çok bedeniyle ön plana çıkarıldı. Bir aracın tanıtımında kadının gösterişli bacakları, sunulan araçtan daha öne çıktı, kimsenin bakmayacağı araçlar, kadının bacağını ve göğüs dekoltesini izlemek için gelen erkeklerle dolup taştı. Dolayısıyla kadına özgürlük denen şey, bir anlamda erkeğin gözünü doldurmak ve onların isteklerini kontrol altına alabilmekti. Maalesef ki, kapitalizm bunu çok başarılı bir yöntemle gerçekleştirdi. Sizin için iyi güzel olanları anlatarak herkesi bir zindana taşıdı. Oysa o zindan, insanlığın insanlık elbisesini çıkarıp, yeni bir bir nesneye dönüştüğü yaşamın kutlama merasim yeriydi, âmâ insan ne  olduğunu bilmedi ve bu gidişle de hiç bilmeyecek. Kadın ve erkek için yaşamda ayrı ayrı özgürlük alanı yoktur. Yaşam içinde İnsan için, özgürlük alanı vardır. Herkes bu yaşamın içinde özgürdür. Ne kadının ne erkeğin ekonomik bağımsızlık kazanması gibi bir noktadan başlayarak insanları aldatmanın anlamı yoktur. Kadın 1400 Yıl öncesinde, yaşamın ticaret üzere döndüğü bir ortamda en zengin iş insanı olarak biliniyor ve onun gibi yüzlercesinin olduğu muhakkak. O dönemde kadın bir nesne olarak yok, özne olarak hayatın içinde, oysa sanayi devrimi diye yedirilen süreç sonrasında kadın özne olarak hayatın içinde   olmadı, hep kullanılan bir nesne gibi görüldü ve bunun adı da özgürlük oldu.

Kadına özgürlük diye bağıranların hepsi kadının özgürlüğünü imha etme peşinde oldular. Kadını çok ciddi bir tüketim aracı haline getirdiler. Nesneleşmiş kadınlar günümüzde bayağı çoğaldı çünkü onlar her gün bir alış veriş ve moda mağazalarında gezerek nasıl daha fazla karşı cinste ilgi çekerek, onun kazanımlarını tüketiriz diye  akşamlıyorlar. Geleneksel kadın imajı da kayboldu, Yani nesnelerin sokakları doldurduğu bir yaşam almış başını gidiyor. Kadının nesneleşmesi kendisiyle sınırlı kalmadı, erkekleri de ciddi anlamda aynı kuyuya çekti. Dolayısıyla bütün bir küreyi kuşatması istenen yeni kültür, kadınların vücutlarıyla en ince noktalara kadar açıldığı, erkeklerin de bir film izler gibi röntgencilikte level atladığı bir döneme doğru yolculuk yaptırılmak isteniyor. Bunları doğru anlamak ve gerekli dönüşümleri yapabilmek için organizeli bir çalışma gerekiyor. Bu çalışmayı başlatacak olanlar aydın sorumlu ve nesneleşmekten uzak, tüketim kölesi olmayan amacı sadece yaşamakla sınırlı olan, kazanımları yaşama hizmet eden bir araç olarak gören aydın kadın ve erkeklerdir. Onlar da bu çalışmaların altında sorumluluk almak istemezlerse, küresel kapital devlerin bizleri de sağacağı günler çok yakın olacaktır.

Küresel kapitalistlerin insanlık için önerdiği hiçbir bilginin doğru bilgi olmadığına en içten inananlardanım. Bilim diye sundukları, kendi isteklerini insanlara dayatmak için, bilim kilisesinin otoritelerinin görüşlerini bize aktararak ,bizleri insanlığımızdan çıkaran çalışmalardır. Güç sahibi köleler kimseye özgürlük bağışlayamazlar.LGBT diye ortalığı kasıp kavuran yeni dizayn 1970'lerde ABD'de tescillenmiş ve bir hastalık olmadığı insanın biyolojik yönelimlerinin toplumsal ortamda ortaya çıktığı anlatılmış ve Cinsel yaşamlar tercih konusudur denmiştir. Bunların hepsi geleceği planlarlarken, üretimlerini tüketecek yeni kullanıcılar oluşturmaktan başka bir şey olmadığını iyi bilmek gerekiyor.

Yaşam alanlarımızda özgür bir kul olarak yaşamak istiyorsak, küresel zindanın özgürlük adı altında tüm insanlığı nesneleştirdiği bu zindanın parçalamak zorundayız. Kadın ve erkek birbirinin düşmanı değil, birbirini tanımlayan ve tamamlayan diyalektik süreçtir. Bir kuşun uçması için nasıl ki iki kanadın da sağlıklı ve sağlam olması gerekiyorsa, insanlıktan bahsedebilmemiz için de insanlığın iki kanadı kadın ve erkeğin bir bütün olduğu yaşam içinde ortaya konulmalı, biri diğerinin tetikleyicisi olmamalıdır. Bu da ancak küresel zindanlar ve uzantısı olan bölgesel zindanlardan kurtulduğumuz zaman olur....

Selam ve iyilik dileklerimle, tüm zindanları kaldıralım insanlığımızı haykıralım ve dünyanın tüm özgür kulları olarak, yeryüzüne huzur ve mutluluk taşımada birer öncü olalım...

Kalın sağlıcakla...

Erol KEKEÇ/30.08.2022/14.14




"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!