Bu Blogda Ara

30 Ağustos 2022 Salı

KADINA KİMSE ÖZGÜRLÜK BAĞIŞLAYAMAZ

Sanayi devrimi ile kadının iş yaşamına atılması ve ekonomik bağımsızlık kazanmasıyla özgürlüğünü kazandığı anlatılır. Oysa kadının ekonomik yaşama hızlı girmesi onun insani özgürlüklerinin törpülenerek, kadınsal yanının, insan olarak yaşama atmosferinin dışına çıkardığı bilinmez. Toplumsal yaşam insan unsuruna göre değil de, kadın ve erkek cinsleri dikkate alınarak şekillendiği zaman, hastalıklı bir yapının ortaya çıktığı muhakkak. Kadının ekonomik bağımsızlık kazandığı süreç olarak tanımlanan sanayi devrimi ve sonrasında, aslında insan, insan olarak yaşama ekseninden dışarıya çıkarılmış. Yaşamak amaç olmaktan çıkarılıp, doğrudan kazanmak endeksli bir hayat başlamıştır. Bu dönüşümün sonucu olarak geldiğimiz noktadan bu süreci ele aldığımızda, yaşama insani özellikler damga vuramaz hale gelmiştir. Daha sonra, yaşam nesnelere göre şekillenmiş ve insan hayatın genelinde, özne olmayı unutmuş, bir nesneye dönüşmüştür.

Toplumsal yaşamda aile bireylerinin kazanımları net olarak ortaya çıkarılıp ve cinslerin kazanımlarını hangi alanda tükettikleri sosyolojik olarak ortaya konsa, nesneleşen cinslerden kadın ve erkekten hangisinin daha fazla nesneleştiği ortaya çıkacaktır. Çalışan bir kadının kendisini daha cazip kılabilmek adına, kozmetik ve güzellik merkezlerine ne kadar harcamada bulunduğu, aslında özne olmaktan ne kadar uzaklaştığını da ortaya koyacaktır. Çünkü kadın kazancının büyük bir kısmını, kendisini karşı tarafa beğendirmek adına kullanır hale geldi. Erkekte bunları ranta çevirmenin peşine düştü. Dolayısıyla birileri ne kadar çok dekolte giyinip gösterişli hale gelirse beğenileceğini  düşündüğünden, karşı cinste de yeni bir eylem ortaya çıkardı. Erkekler ciddi bir röntgen aracına dönüştü. Yani kadının özgürlüğü denen iddia aslında kadını pasifleştirip, kendisine gösterilecek tepkiye ciddi bir uyarıcı gönderecek kıvama çıkardı. Böylesi yaşamlarda uyarıcıların ortaya çıkış ve bu uyarıcılara verilen tepkilerin içeriğine baktığımızda, insanların özgürleşmesinin ortadan kaldırıldığını ve doğrudan şartlı refleksle geliştirilen eylemlere kapı açtığını görmekteyiz.

İnsan denen varlığın kendisini tamamlaması için, iki kanadından biri olan, kadın ve erkek cinslerinin yara almasından dolayı, insan insan olmaktan çıktı ve ne idüğü belirsiz amaçsız varlıklara dönüştü. Sonrasında da beğenilmek ve beğenilerle hayatlarını anlamlı kıldığına inanan basit sıradan nesneleşmiş  varlıklar insan görünümü altında piyasayı doldurdu.Peki,böylesi bir atmosferde insanın insani bir kimlikle kendi doğasına uygun yaşayacağı ortamı ve eylemleri nasıl bekleyebiliriz ki...Bu göstergeler bize, insanın insani yaşam ekseninden uzaklaşıp, kendisi için çizilmiş olan ve bundan rant devşiren uyanık türlerinin oluşturduğu zindana hapsolduğunu göstermektedir.

İçinde yaşadığımız toplumla ilgili,  yaptığım bireysel çıkarımlarım neticesinde öyle sonuçlara ulaşıyorum ki, bunlar bireysel olmaktan çıkıp toplumsal öngörüye dönüşebiliyor. Yani değişim ve dönüşüm bireyle başlayıp çok kısa sürede toplumsal bir davranış haline gelebiliyor. Dolayısıyla sosyolojinin doğrudan araştırma alanını oluşturuyor. Toplumsal beklentiler,algılar,duygular,eylemler giyim kuşamlar diye yeni bir dalga hızla ilerliyor. Bu dalga başkalarını tedirgin ediyor mu bilmiyorum, ama ben de çok ciddi bir sorgulamaya neden oluyor. Acaba diyorum yaşamımızın sonuna doğru konuşabileceğimiz dertleşeceğimiz ortak bir değer kalacak mı, kendimize ait olan, bazen merak ediyorum. Çok hızlı esen rüzgarın önünde savrulan yapraklar haline dönmüş nesneleri andırıyor insan denen bu varlık. Küresel ortak yaşam ve kültür denen bu ucube yaşam, sera tabakası gibi evrenimizi kuşattı. Bu seranın altından çıkarak kendisine özgü doğal kültür oksijeni altında soluklananlara ne mutlu.

Kapitalizm olanca hızıyla insanlığı ciddi bir tüketim aracına dönüştürmeye devam ediyor. Dönüştürmüştü zaten, ancak geldiğimiz noktada yeni ürünleri üretmedeki bir üst modeller arasındaki üretim süresini kısaltarak, insanların haz debilerini de hızlandırıyor. Bunun sonu ilanihaye olmayacağı kesin. Bir noktada bu varlığın istek sınırlarının da dibine ulaşılacak; işte o zaman ne olacak diye düşünürken, insani yaşam alanının  dışında yeni bir özgürlük alanı diyerek insanları, küresel laboratuvarda deney kobayı haline getiriyorlar.

Neden neden; insan en mükemmel bir varlık ve kamil olarak yaratılmasına rağmen böyle bir açmazın içine sokuldu. Eğer birileri kitle iletişim araçları medya ve reklamlarla sizin özgürlüğünüzü savunur duruma geliyor ve size haklar vaat ediyorsa, sizi ancak yeni bir tüketim modeli haline getirmeyi amaçlıyordur. İnsanın özgürlüğü insanın elindedir. Onu kimse alma ve bağışlama hakkına sahip değildir. Kadınlara özgürlük diye ortaya çıkan ilk kıvılcımlara bakın, erkekler var ortalıkta, neden kadını çok mu düşünüyorlardı acaba(!)?Kadını düşünenler öyle bir tuzak kurdular ki, kadını bir reklam nesnesi olarak kullandılar. Çok az kadın ancak bunun farkına vararak aydın kimliğiyle kendini var kılabildi. Kapitalizm mutlak tüketici ve karar sahibine ulaşmak için, kadını bir paravan ve aparat olarak kullandı. Kadın her iş ortamında, kamusal alanlarda, toplu ulaşım araçlarında daha çok bedeniyle ön plana çıkarıldı. Bir aracın tanıtımında kadının gösterişli bacakları, sunulan araçtan daha öne çıktı, kimsenin bakmayacağı araçlar, kadının bacağını ve göğüs dekoltesini izlemek için gelen erkeklerle dolup taştı. Dolayısıyla kadına özgürlük denen şey, bir anlamda erkeğin gözünü doldurmak ve onların isteklerini kontrol altına alabilmekti. Maalesef ki, kapitalizm bunu çok başarılı bir yöntemle gerçekleştirdi. Sizin için iyi güzel olanları anlatarak herkesi bir zindana taşıdı. Oysa o zindan, insanlığın insanlık elbisesini çıkarıp, yeni bir bir nesneye dönüştüğü yaşamın kutlama merasim yeriydi, âmâ insan ne  olduğunu bilmedi ve bu gidişle de hiç bilmeyecek. Kadın ve erkek için yaşamda ayrı ayrı özgürlük alanı yoktur. Yaşam içinde İnsan için, özgürlük alanı vardır. Herkes bu yaşamın içinde özgürdür. Ne kadının ne erkeğin ekonomik bağımsızlık kazanması gibi bir noktadan başlayarak insanları aldatmanın anlamı yoktur. Kadın 1400 Yıl öncesinde, yaşamın ticaret üzere döndüğü bir ortamda en zengin iş insanı olarak biliniyor ve onun gibi yüzlercesinin olduğu muhakkak. O dönemde kadın bir nesne olarak yok, özne olarak hayatın içinde, oysa sanayi devrimi diye yedirilen süreç sonrasında kadın özne olarak hayatın içinde   olmadı, hep kullanılan bir nesne gibi görüldü ve bunun adı da özgürlük oldu.

Kadına özgürlük diye bağıranların hepsi kadının özgürlüğünü imha etme peşinde oldular. Kadını çok ciddi bir tüketim aracı haline getirdiler. Nesneleşmiş kadınlar günümüzde bayağı çoğaldı çünkü onlar her gün bir alış veriş ve moda mağazalarında gezerek nasıl daha fazla karşı cinste ilgi çekerek, onun kazanımlarını tüketiriz diye  akşamlıyorlar. Geleneksel kadın imajı da kayboldu, Yani nesnelerin sokakları doldurduğu bir yaşam almış başını gidiyor. Kadının nesneleşmesi kendisiyle sınırlı kalmadı, erkekleri de ciddi anlamda aynı kuyuya çekti. Dolayısıyla bütün bir küreyi kuşatması istenen yeni kültür, kadınların vücutlarıyla en ince noktalara kadar açıldığı, erkeklerin de bir film izler gibi röntgencilikte level atladığı bir döneme doğru yolculuk yaptırılmak isteniyor. Bunları doğru anlamak ve gerekli dönüşümleri yapabilmek için organizeli bir çalışma gerekiyor. Bu çalışmayı başlatacak olanlar aydın sorumlu ve nesneleşmekten uzak, tüketim kölesi olmayan amacı sadece yaşamakla sınırlı olan, kazanımları yaşama hizmet eden bir araç olarak gören aydın kadın ve erkeklerdir. Onlar da bu çalışmaların altında sorumluluk almak istemezlerse, küresel kapital devlerin bizleri de sağacağı günler çok yakın olacaktır.

Küresel kapitalistlerin insanlık için önerdiği hiçbir bilginin doğru bilgi olmadığına en içten inananlardanım. Bilim diye sundukları, kendi isteklerini insanlara dayatmak için, bilim kilisesinin otoritelerinin görüşlerini bize aktararak ,bizleri insanlığımızdan çıkaran çalışmalardır. Güç sahibi köleler kimseye özgürlük bağışlayamazlar.LGBT diye ortalığı kasıp kavuran yeni dizayn 1970'lerde ABD'de tescillenmiş ve bir hastalık olmadığı insanın biyolojik yönelimlerinin toplumsal ortamda ortaya çıktığı anlatılmış ve Cinsel yaşamlar tercih konusudur denmiştir. Bunların hepsi geleceği planlarlarken, üretimlerini tüketecek yeni kullanıcılar oluşturmaktan başka bir şey olmadığını iyi bilmek gerekiyor.

Yaşam alanlarımızda özgür bir kul olarak yaşamak istiyorsak, küresel zindanın özgürlük adı altında tüm insanlığı nesneleştirdiği bu zindanın parçalamak zorundayız. Kadın ve erkek birbirinin düşmanı değil, birbirini tanımlayan ve tamamlayan diyalektik süreçtir. Bir kuşun uçması için nasıl ki iki kanadın da sağlıklı ve sağlam olması gerekiyorsa, insanlıktan bahsedebilmemiz için de insanlığın iki kanadı kadın ve erkeğin bir bütün olduğu yaşam içinde ortaya konulmalı, biri diğerinin tetikleyicisi olmamalıdır. Bu da ancak küresel zindanlar ve uzantısı olan bölgesel zindanlardan kurtulduğumuz zaman olur....

Selam ve iyilik dileklerimle, tüm zindanları kaldıralım insanlığımızı haykıralım ve dünyanın tüm özgür kulları olarak, yeryüzüne huzur ve mutluluk taşımada birer öncü olalım...

Kalın sağlıcakla...

Erol KEKEÇ/30.08.2022/14.14




25 Ağustos 2022 Perşembe

ÇATIŞMA KARANLIĞIN HABERCİSİDİR

Toplumsal yaşam o kadar karmaşıklaştırıldı ki, kimin ne adına niçin bir tepki verdiğini anlamaz hale geldik. Gün geçmemiş olsun ki, sanal gündemler oluşturulmuş olmasın. Muhalefet kanadında yer alan ideolojik saplantıları olanlar, toplumsal ahlaka aykırı festivallere, il yöneticileri tarafından izin verilmediği zaman, özgürlükleriniz yok olmaya başladı diyerek bağırmaya başlıyorlar. Diğer taraf, kendini bilmez sadece biyolojik cinselliği ile kendisini tanımlayan bir yaratığın kışkırtma amacı güden sözlerinden yola çıkarak tepkilerini gösteriyorlar. Ne yazık ki iki uçta tepkilerinde insani bir tepki göstermenin ötesinde tamamıyla çatışma ve gerilim amaçlı bağırıyorlar.

Bir toplumda değerlerin dokunulmaması gereken noktaları neden hedef seçilir. Demek ki insanların sinir uçları belli eller tarafından kaşınmak isteniyor. Ancak Kitle kültürü bunu anlamaktan yoksun olduğu için, genelin gösterdiği tepkiler bütün bir toplumu kısa sürede kuşatıyor. Bu toplumsal keşmekeşliğin bir an evvel sonlandırılması ve insanların aydınlık zeminlerde  bireysel  iradi tepkilerini gösterebilecek seviyeye çıkarılması gerekmektedir. Ancak bu süreç, toplumun bu şekilde düşünmeden gösterdiği kitlesel tepkilerinden memnun olanların hoşuna gitmeyecektir. Çünkü onlar sorgulanmadan gösterilen toplumsal davranışlarla varlıklarını sürdürürler. Oysa, toplumun anlayış ve algılama seviyesinin çıtasını yukarı çıkarmak isteyen, hakikatten başka bir şeye şahit olmak istemeyen, sorumluluk sahibi anlayışalar ise daima topluma ışık olma çabası içindedirler.

İmam Hatipler Yıllardır herkes tarafından alttan alta ciddi sorgulama konusu olanlardan birisidir. İmam Hatiplere çocuklarını veren bizim gibi İmam Hatip mezunu aileler, geçmişle bu günü kıyasladıklarında çocuklarını öyle bir ortama gönderdikleri için bir anlamda acı çekerken, diğer tarafta İmam Hatip Liselerinin sayılarının artmasından ciddi rahatsızlık duyan ve her ne vesileyle olursa olsun, bu okullara saldırmak için hazır bekleyenler var. Yani her iki uç ta bir rahatsızlık duymaktadır. Ancak Muhafazakar insanlar, yüksek beklentiler içinde olduklarından bu beklentilerinin İmam Hatiplerde karşılanmadığını gördükleri için rahatsızlık duyarken, karşı taraf bunlar bizim yaşam alanlarımızı daraltarak bizi hayatın dışına atacaklar yakında, diyerek korkularından saldırıya geçmekteler. Ancak sonuç ortak olsa da nedenler farklı olduğu için insanların karmaşıklığını aynı başlık altında ele alamayız.

Muhafazakar kesim, karşıt tarafın beğenisini kazanma adına ve onlarla daha uyumlu bir hayatı paylaşmak için değerlerinin içini bile iğdiş etmesine rağmen, çatışmayı ortadan kaldıramamaktadırlar. Yani kemikleşmiş ve yürekleri kuşatmış ideolojik körlüklerin bir hedef olarak yaşandığı ortamda bunlar hiç yok olmayacaktır. Onun için toplumdaki her kesimin kendi değer sistemine göre yaşayacağı yaşam alanlarını oluşturmak zorunludur. Ancak o zaman bu keşmekeşliklerden ve farklı tarafın değer uçlarıyla oynamaktan uzaklaşılabilir. İslami Dayanışma oyunları adı altında o kadar çok karşı tarafa yamanmak isteyen algılar göze çarptı ki, bunun benzeri farklı bölgelerimizde yerel ürünlerin tanıtımı amaçlı yapılan festivallerle  gerçekleştirildi. Bu kadar çukura inmeye gerek var mı bilmiyorum. Oysa herkes kendi değeri ve anlayışı ile bir toplumda nasıl yaşanılacağını bilse, kimse  kimsenin yaşam alanına müdahale etmediği gibi, kimsenin yaşam alanımız daraltılıyor korkuları da oluşmayacaktır.

Cumhuriyetten bu yana ülkenin mütrefleri değişti, bu mütref sınıf her ortamda kendilerinin ayrıcalıklı bir yaşam hakkına sahip olduklarına inandıklarını görmekteyiz. Çünkü Yönetim böyle bir sınıf oluşturdu, dolayısıyla bunlar toplumsal yaşamdaki farklı kurumsal oluşumların mutlaka kendi onaylarıyla olmasını istiyorlar. Yeni ve farklı kurumsal oluşumlarda paylarının olmadığını gördüklerinde, devlet,laiklik,cumhuriyet gibi değerlerin tehlikeye girdiğini dillendirerek korkularını her fırsatta ortalığa saçıyorlar. Çünkü kendileri başkalarının yaşam alanlarını imha ederek, onların kaybedilen imkanlarından beslendikleri için böyle yapıyorlar. Kaybedilen bir şeyin tekrar kazanılmasının kolay olmadığını biliyorlar. Ancak bunlar her dönemin kazananı olmalarına rağmen hala toplumsal çatışmalardan faydalanarak kendi yerlerini sağlama almaya çalışıyorlar.

Bunların ayrıcalıklı yaşamı diğer tarafta da ayrıcalıklı yaşamların oluşmasını sağladı. Şimdi onlarda kazanımlarının yok olacağını toplumsal yaşamın kaosa döneceğini dillendirmeye başladılar. Aslında bu iki kesimin endişesi de kendilerinin hakları olmayan imkanların sahipleri olmaları, bunların ola ki bir terslikte ellerinden gidebileceği kokusu onları böyle bir düşünceye taşıyor. Oysa gariban kendi halinde işinde gücünde kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan, elindekine şükreden imansızlığına sabreden mazlum insanların böyle bir derdi yoktur. Onların tek derdi, varsa bir oğlu bir kızı, ilk dileği çocuklarının dinini, kitabını bilen, vatana Millete ve devlete hayırlı bir evlat olmalarıdır. Onların kazanımları kaybetme gibi bir endişeleri yoktur. Rızkın sahibi Allah'tır. Allah dilediğine verir, dileğinden alır inancı ile rahat ve mutlu bir hayat yaşarlar. Ancak bu mütrefler daha fazla harcamak daha fazla dünyaya kazık çakmak için, bu garibanların mutluluğunu da ellerinden almak istiyorlar. Çünkü ortalık karıştığı zaman bunların çocukları ister istemez bu karmaşaların herhangi bir yerinde bulunacaklar, dolayısıyla onların da huzuru gitmiş olacak. Yani belli kesimler, her şeye sahip olmalarına rağmen, garibanların mutlu ve huzurlu olmalarından da rahatsızlar. Çünkü onlar mutlu olduğunda karanlıklardan  ve bulanık sulardan balık avlama yasağı olabilir. Bu endişe onları yerinde oturtmuyor.

Toplumsal karmaşa ve kaotik zeminler yaratarak, insanları kitlesel düzeyde karşı karşıya getirme çabaları, her geçen gün artarak devam ediyor. Duyarlı sorumlu, vatanını ve Milletini seven insanların bu olumsuzlukların farkına vararak, insanlarımızı uyarmaları ve doğruya yönlendirmeleri zorunludur. Biz biriz..."Onlar birleştirilmesi gerekeni birleştirirler "Ayetine uygun yaşayan ve insanları hakikate götürmek için hiçbir menfaat gözetmeden Sadece Allah'a kul olanlara selam olsun...

Rabbim bizi bize düşürmek için karanlık oyun kurucuların hiçbirisine fırsat verme, "Sen oyun kuranların oyunlarını başlarına geçirensin...Sana hakkıyla kul olan ve sadece yeryüzünde halife olarak insanlığa hizmet edenleri sen yalnız bırakma ve onlara yardımını esirgeme...Biz zayıf kullarız Allah'ım "Senin indireceğin her hayra muhtacız..."

Vakarlı yaşayan ve boş olan şeylerden yüz çeviren kullar eyle bizleri...

Selam ve dualarımla...

Erol KEKEÇ/25.08.2022/12.53




24 Ağustos 2022 Çarşamba

MESLEKİ İTİBAR KİMSEYİ ADAM YAPMAZ

Sağlık sektörü ne kadar iyileşiyorsa içi de o kadar çöküşe gidiyor, sahiden neden böyle oluyor? Sanıyorum bir yerde veya bir çok yerde yanlışlıklar yapılıyor olsa gerek. Bu yanlışlıkların faturasını sistemsel olarak ifade etmek çok kolay, vurun abalıya misali...Ancak şunu bir kez daha anladım ki, hangi alanda olursa olsun, insan ahlak dışı yaşama sahipse, en iyi sistemi de kursanız anlamsız bir ortam oluşmaktadır. Ne yazık ki bizim sağlık sistemimiz de böylesi bir sorunla karşı karşıya gelmiş görünmektedir.

Bir toplumun varlığını devam ettirmesi için meslekler arasında karşılıklı bağımlılığa sahip bir yaşam vardır. Bu yaşamın herhangi bir noktasında kırılma olduğu zaman toplumsal yaşam ağı param parça olur. Hiçbir mesleğin birbirinden üstün yanı yoktur toplumdaki işlevi açısından. Mesleki yeterlilik toplumsal yaşama artı bir katkı sunuyorsa,o zaman ayrıcalık kazanır. Bu da bütün bir insanlık yaşamı dikkate alınarak yapılan çalışmalar sonrasında elde edilen yeni buluşlarla ancak izah edilebilir. Farklılık yaratacak yeni buluşları olmayan ve kolaylıklar sunmayan bir meslek, sadece mesleğin toplumsal prestijinden dolayı kişilere saygınlık kazandırmaz. Kişinin saygınlığı kişisel çaba ve gayretleri sonrasında oluşur. Çaba ve gayretten yoksun, insanların yaşamını kolaylaştırmaktan uzak, sadece mesleki statüsel saygınlıktan dolayı kişisel saygınlık bekleyenler, böyle bir hakka sahip değildir. Özellikle son dönemde Sağlık kurumlarımızda böylesi bir dramı yaşamaktayız.

Mesleki olarak tabiplerin, toplumda bir beğenisi olmasa, devlet mezuniyet sonrasında hemen işe alıp mecburi hizmet şartı koşmasa, kaç öğrenci Tıp fakültesini tercih eder. Eğri oturup doğru konuşmak gerekiyor. Eğer bugün toplumda Ziraat mühendisleri mezun olur olmaz hemen işe yerleştirilmiş olsalar, sanıyorum en zeki ve çalışkan çocukların tümü onu tercih eder. Çünkü insanların okul  tercihini belirleyen, onların ilgi alanları yetenekleri ve çalışma yaşamında  severek yapacağı bir iş olmasından kaynaklanmıyor. Böyle tercih yapanlar yok mu elbette var. Ancak genel çoğunluk içinde bunların adı bile okunmaz. Dolayısıyla bir insanın bir fakülteden mezun olmuş olması, onun önünde eğilmeyi gerektirmiyor. Hangi alan olursa olsun fark etmez. Toplumda işlevi olan her mesleğin bir saygınlığı vardır. O saygınlığın devamlı hale gelmesi,o meslekte görevli olan insanların mesleklerinin rollerini en iyi şekilde yaparak insanlara katkı sunmasına bağlıdır. Bu katkıyı sunmayan hangi meslekten olursa olsun saygınlığını kaybettiği gibi, mesleğin toplumsal saygınlığının ve cazibesinin de kaybolmasını sağlar.

Adaletin yerine gelmediği, parası olanın yanlışta olsa haklı olarak mahkemeden çıktığı bir yerde, karar vericilerin saygınlığı sıfıra indiği gibi, hakimlikte ayaklar altına düşer. Bir öğretmenin, öğretmen olduğundan dolayı velilerin öğrencilerin onun önünde saygı duymasını beklemesi de aynıdır. Mesleki sorumluluğunu en güzel yerine getirip saygınlık kazanmadığı sürece...Kolluk gücünde görevli bir memurun, beline silahını bağladığı zaman kendisini ayrıcalıklı can alacak Azrail gibi görme hakkı yoktur. Bunun en kötü örneğini kendi hayatımda yaşadım, gecenin saat 01.00'i uzun yoldan geliyoruz,Dudullu gişelerinde Trafik memuru, arabayı sağa çekmemi söyleyerek arabanın önüne atıldı. Ailemle birlikte, çocuklar küçük, hayırdır inşallah memur bey dediğimde, sağ farın yanmıyor dedi. O zaman bakalım yanıp yanmadığına dediğim zaman, sen bin arabaya ben bakayım dedi, hayır birlikte bakacağız, oğlum arabanın kısa ve uzun devresini aç kapa dedim, memur şok, bunu beklemiyordu. Yanıyor, ehliyetimi ruhsatımı alayım dediğimde, senin arabada film cam var bağlayacağız, isterseniz gecenin bu vaktinde benimle film çevirmeye kalkmayın memur bey, üzerinizdeki üniformanız beni aşağılama hakkını size vermiyor. Devlet bana bir zarar gelmemesi için sizi görevlendiriyor ve adil uygulamalar yapmanızı sizden istiyor dediğim zaman, Polise mukavemetten arabanızı bağlıyorum der demez ben de şalterler attı. Memur Bey bakın arabada iyi bir değneğim var, asayiş çağırın yoksa onu oradan alırım vallahi kafa göz koymam dağıtırım o belindeki silaha güvenme demiştim. Asayişten emniyet amiri geldi arabaya baktı ailemi görünce, ceza yazdınız mı dedi, memur, hayır deyince o zaman ehliyet ve ruhsatı getir. Hocam bunlar genç, bunları biz eğiteceğiz dedi ve çağırayım helalleşin dedi. Memur geldi ve dedi ki hocam özür dilerim hakkınızı helal edin, ben de zaten İzmir körfez dershanesinde öğretmenlik yaptım Risale-i Nurdan geliyorum der demez benim ona cevabım Cehennemin dibinden gel demek oldu. Önce insan ol sonra diğerleri ol, adil ol, kendi acziyetinin faturasını başkalarına kesme, insanlara zulmetme hakkı ile adam gibi görevini yap hakkım helal diğer, tüm durumlarda zehir zıkkım olsun demiştim. Şimdi bu örneği neden buraya yazdığımı soranlar olabilir. Yani bir mesleğin saygınlığından dolayı kendi kişisel eksikliğini telafi etme yoluna gidenler her meslekte kaybederler, bundan dolayı bunu paylaşmak istedim.

Sağlık kurumlarımızda ne yazık ki, son bir yıl içinde bu mesleki itibarsızlık giderek artmaktadır. Ben şu kadar okul okudum, geceleri şu kadar nöbet tutuyorum, ameliyatlara giriyorum vs. gibi gerekçelerle, özel bir iltimas beklemektedir. Hemen söyleyeyim, bunlardan dolayı sen bunları bekleme hakkına sahip değilsin,o saygınlığı hak edecek mesleki rollerini oynamaya bağlı olarak onlara ulaşabilirsin. Meslekler arasında en yüksek maaşı alırken, sana o parayı bu işleri yapasın diye veriyorlar. Diplomalarınla övünerek sana özel bir ayrıcalık oluşturasın diye özel taktim edilen bir para değildir o.Yaptığın işin karşılığını yapıyormuşsun gibi düşünülerek o maaş sana veriliyor. Ama yapıp yapmamak senin vicdanına bırakılıyor. Ancak öyle bir vicdanı olmayanlar son dönemde bayağı artmaya başladı. Ondan dolayıdır ki, hastanelerimize gidip te sorunsuz oradan çıkan bir hasta bulmak neredeyse mümkün olmayacak duruma geldi. Neden bu oluyor diye sorgulamayalım mı, hep hastalar cahil,anlayışsız,sabırsız ve insanlığını kaybetmiş varlıklar olarak değerlendirilip, cezalandırıldığı zaman, tabiplerden kaynaklanan sorunlar çözülmüş olmuyor. Demek ki, sorunlar tek boyutlu oluşmuyor. Sistemsel sorunlara, çalışanlardan kaynaklanan sorunlar da eklenince, hayat kaosa dönüyor. Peki, neden insanlar kendilerine bu tarz çıkış yolları oluşturmaya çalışırlar. Bundan 17 yıl öncesiydi, özel bir kurumdan maaşlarımızı alamamıştık dershanecilik yapıyorduk, son iki ay kalmıştı sınava. Öğretmen arkadaşlarla bir toplantı yaptım ben de öğretmendim. Değerli dostlar bu çocuklar bizim çocuklarımız her biri ne umutlarla buraya geldiler ve sınav heyecanları dorukta, ne olur bu çocuklara bunu yansıtmayalım. Geçinecek kadar paramız varsa bu çocukları yarı yolda bırakmayalım. Bunları en iyi şekilde hazırlayalım ve sınav sonrasında o kurumdan paranızı alma işini ben üstleniyorum herkesin alacağını alacağım dedim. Öğretmen arkadaşlar ceplerinde yol parası ile derse geldi, öğlenleri çok aç kaldık, âmâ o işi en güzel şekilde sonuçlandırdık. Öğrencilerimiz çok güzel okullara yerleşti, Kadıköy'de bir kafede arkadaşlarla birlikte o çocukların tercihlerini yaptık. Burada insanlıktır devreye giren ancak ne yazık ki, biz insanlığımızı kaybettiğimiz için devlet kurumlarımızı kendi seviyemize indirmeyi başardık. Yazıktır bu toplumun değer sistemleri bunu hak etmiyor.

Acil hasta olan kayınpederimi, dün İlhan Varan Eğitim ve Araştırma hastanesinde tedavi ettirdik, gerekli işlemlerden sonra, Ürolog kan sulandırıcı kullanıyor bu hasta özellikle hemen kardiyoloğa görünün ve o ilaçlarla ilgili yeni bir program yapsın demesine rağmen, ne yazık ki, kardiyologlardan hiçbiri bakmadı ve surat asarak kendisini gaf dağında görüyordu. Ben duyarlı bir insan olarak bu görüntüden utanç duydum. Dersin ki bu tabip sabahlara kadar Laboratuvarda araştırma ve deney yapmış dünyayı kurtarmak için yeni sağlık formülünü bulmuş. Bu görüntüleri gördükten sonra insanlar, bu mesleklere olan saygıyı, tabiplere göstermiyorlarsa, bunun nedenini tabipler biraz kendilerinde aramaları gerekiyor. Tamamıyla organizeli bir örgütlenmenin olduğuna inanıyorum. Kim kime kin ediyor. Doktorun görevi hastaların sağlık problemlerini çözüme kavuşturmak, karşılığında da maaşını almak. Maaşlarını almalarına rağmen, sanki hastalara özel bir lütuf yapıyormuş gibi davranmalarını anlamıyorum.

İdealist olarak bu mesleği seçmiş olanların sayısı neredeyse yok denecek kadar...Çok önemli olan bir konuda kendi alanlarında bilimsel buluşlar gerçekleştiren, kaç tabibimiz var Allah aşkına...Demek ki, genellikle insanlar bu mesleği Toplumsal saygınlığından dolayı tercih ediyor. O zaman herkes görevini hakkıyla yapmak zorundadır. Kimse kimseye babasının hayrına bakmıyor  cemiyet toplumlarında. Rasyonel bir iş bölümü var. Kimse toplumsal yaşamın işleyişini durdurma hakkına sahip değildir. Hangi meslekten olursa olsun, devlet bu anlamda gerekli cezai müeyyideleri uygulamak zorundadır. Hastaneler geçmişle kıyaslandığı zaman kıyas yapılamayacak düzeyde fiziki ve donanım açısından iyileştirilmesine rağmen, böyle bir tablo ile karşı karşıyaysak elbette bunları sorgulamak hakkımızdır. Bu açıklamalarım kimseyi kırmak için değildir, ancak gerçekleri görmek zorundayız. Hiçbir meslek ülkenin şımarık çocukları haline getirilmemelidir. Yoksa o zaman toplumsal yaşam çamura batar.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen, canla başla, en kalbi duygularla insanlara yardımcı olmak için mesai gözetmeden çaba harcayan tabiplerimize saygı ve sevgilerimi iletiyorum. Rabbim onların azmini artırsın, insan için çalışma isteklerini daim eylesin. Bu yazım aynı zamanda yetkili birimlerin dikkatini hastanelerimize çekmeye dönüktür. Bu süreç kısa zamanda yeniden düzenlenmeli, yoksa bu aksamalar kangrene dönüşerek çok ciddi bir hekim sorumsuzluğuna yol açabilir.

Bunun en açık örneği de 2022-2023 eğitim öğretim yılı için Tıp Fakültelerinde 900 kontenjan açığının ortaya çıkmasıdır. Nedeni ise Tabipliğin mesleki toplumsal saygınlığının giderek azalması, insanların yönelimlerinin yönünü değiştirebiliyor. İnşallah gelecek süreçte tüm mesleklerin itibarını koruduğu kimsenin kimseye fil dişi kulelerden bakmadan merhametle yaklaştığı günlere kavuşuruz.

Selam ve muhabbetlerimle hayırlı aydınlık günler sizlerin olsun...



Bahadır Hataylı/23.08.2022/17.09



"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!