Bu Blogda Ara

24 Ağustos 2022 Çarşamba

MESLEKİ İTİBAR KİMSEYİ ADAM YAPMAZ

Sağlık sektörü ne kadar iyileşiyorsa içi de o kadar çöküşe gidiyor, sahiden neden böyle oluyor? Sanıyorum bir yerde veya bir çok yerde yanlışlıklar yapılıyor olsa gerek. Bu yanlışlıkların faturasını sistemsel olarak ifade etmek çok kolay, vurun abalıya misali...Ancak şunu bir kez daha anladım ki, hangi alanda olursa olsun, insan ahlak dışı yaşama sahipse, en iyi sistemi de kursanız anlamsız bir ortam oluşmaktadır. Ne yazık ki bizim sağlık sistemimiz de böylesi bir sorunla karşı karşıya gelmiş görünmektedir.

Bir toplumun varlığını devam ettirmesi için meslekler arasında karşılıklı bağımlılığa sahip bir yaşam vardır. Bu yaşamın herhangi bir noktasında kırılma olduğu zaman toplumsal yaşam ağı param parça olur. Hiçbir mesleğin birbirinden üstün yanı yoktur toplumdaki işlevi açısından. Mesleki yeterlilik toplumsal yaşama artı bir katkı sunuyorsa,o zaman ayrıcalık kazanır. Bu da bütün bir insanlık yaşamı dikkate alınarak yapılan çalışmalar sonrasında elde edilen yeni buluşlarla ancak izah edilebilir. Farklılık yaratacak yeni buluşları olmayan ve kolaylıklar sunmayan bir meslek, sadece mesleğin toplumsal prestijinden dolayı kişilere saygınlık kazandırmaz. Kişinin saygınlığı kişisel çaba ve gayretleri sonrasında oluşur. Çaba ve gayretten yoksun, insanların yaşamını kolaylaştırmaktan uzak, sadece mesleki statüsel saygınlıktan dolayı kişisel saygınlık bekleyenler, böyle bir hakka sahip değildir. Özellikle son dönemde Sağlık kurumlarımızda böylesi bir dramı yaşamaktayız.

Mesleki olarak tabiplerin, toplumda bir beğenisi olmasa, devlet mezuniyet sonrasında hemen işe alıp mecburi hizmet şartı koşmasa, kaç öğrenci Tıp fakültesini tercih eder. Eğri oturup doğru konuşmak gerekiyor. Eğer bugün toplumda Ziraat mühendisleri mezun olur olmaz hemen işe yerleştirilmiş olsalar, sanıyorum en zeki ve çalışkan çocukların tümü onu tercih eder. Çünkü insanların okul  tercihini belirleyen, onların ilgi alanları yetenekleri ve çalışma yaşamında  severek yapacağı bir iş olmasından kaynaklanmıyor. Böyle tercih yapanlar yok mu elbette var. Ancak genel çoğunluk içinde bunların adı bile okunmaz. Dolayısıyla bir insanın bir fakülteden mezun olmuş olması, onun önünde eğilmeyi gerektirmiyor. Hangi alan olursa olsun fark etmez. Toplumda işlevi olan her mesleğin bir saygınlığı vardır. O saygınlığın devamlı hale gelmesi,o meslekte görevli olan insanların mesleklerinin rollerini en iyi şekilde yaparak insanlara katkı sunmasına bağlıdır. Bu katkıyı sunmayan hangi meslekten olursa olsun saygınlığını kaybettiği gibi, mesleğin toplumsal saygınlığının ve cazibesinin de kaybolmasını sağlar.

Adaletin yerine gelmediği, parası olanın yanlışta olsa haklı olarak mahkemeden çıktığı bir yerde, karar vericilerin saygınlığı sıfıra indiği gibi, hakimlikte ayaklar altına düşer. Bir öğretmenin, öğretmen olduğundan dolayı velilerin öğrencilerin onun önünde saygı duymasını beklemesi de aynıdır. Mesleki sorumluluğunu en güzel yerine getirip saygınlık kazanmadığı sürece...Kolluk gücünde görevli bir memurun, beline silahını bağladığı zaman kendisini ayrıcalıklı can alacak Azrail gibi görme hakkı yoktur. Bunun en kötü örneğini kendi hayatımda yaşadım, gecenin saat 01.00'i uzun yoldan geliyoruz,Dudullu gişelerinde Trafik memuru, arabayı sağa çekmemi söyleyerek arabanın önüne atıldı. Ailemle birlikte, çocuklar küçük, hayırdır inşallah memur bey dediğimde, sağ farın yanmıyor dedi. O zaman bakalım yanıp yanmadığına dediğim zaman, sen bin arabaya ben bakayım dedi, hayır birlikte bakacağız, oğlum arabanın kısa ve uzun devresini aç kapa dedim, memur şok, bunu beklemiyordu. Yanıyor, ehliyetimi ruhsatımı alayım dediğimde, senin arabada film cam var bağlayacağız, isterseniz gecenin bu vaktinde benimle film çevirmeye kalkmayın memur bey, üzerinizdeki üniformanız beni aşağılama hakkını size vermiyor. Devlet bana bir zarar gelmemesi için sizi görevlendiriyor ve adil uygulamalar yapmanızı sizden istiyor dediğim zaman, Polise mukavemetten arabanızı bağlıyorum der demez ben de şalterler attı. Memur Bey bakın arabada iyi bir değneğim var, asayiş çağırın yoksa onu oradan alırım vallahi kafa göz koymam dağıtırım o belindeki silaha güvenme demiştim. Asayişten emniyet amiri geldi arabaya baktı ailemi görünce, ceza yazdınız mı dedi, memur, hayır deyince o zaman ehliyet ve ruhsatı getir. Hocam bunlar genç, bunları biz eğiteceğiz dedi ve çağırayım helalleşin dedi. Memur geldi ve dedi ki hocam özür dilerim hakkınızı helal edin, ben de zaten İzmir körfez dershanesinde öğretmenlik yaptım Risale-i Nurdan geliyorum der demez benim ona cevabım Cehennemin dibinden gel demek oldu. Önce insan ol sonra diğerleri ol, adil ol, kendi acziyetinin faturasını başkalarına kesme, insanlara zulmetme hakkı ile adam gibi görevini yap hakkım helal diğer, tüm durumlarda zehir zıkkım olsun demiştim. Şimdi bu örneği neden buraya yazdığımı soranlar olabilir. Yani bir mesleğin saygınlığından dolayı kendi kişisel eksikliğini telafi etme yoluna gidenler her meslekte kaybederler, bundan dolayı bunu paylaşmak istedim.

Sağlık kurumlarımızda ne yazık ki, son bir yıl içinde bu mesleki itibarsızlık giderek artmaktadır. Ben şu kadar okul okudum, geceleri şu kadar nöbet tutuyorum, ameliyatlara giriyorum vs. gibi gerekçelerle, özel bir iltimas beklemektedir. Hemen söyleyeyim, bunlardan dolayı sen bunları bekleme hakkına sahip değilsin,o saygınlığı hak edecek mesleki rollerini oynamaya bağlı olarak onlara ulaşabilirsin. Meslekler arasında en yüksek maaşı alırken, sana o parayı bu işleri yapasın diye veriyorlar. Diplomalarınla övünerek sana özel bir ayrıcalık oluşturasın diye özel taktim edilen bir para değildir o.Yaptığın işin karşılığını yapıyormuşsun gibi düşünülerek o maaş sana veriliyor. Ama yapıp yapmamak senin vicdanına bırakılıyor. Ancak öyle bir vicdanı olmayanlar son dönemde bayağı artmaya başladı. Ondan dolayıdır ki, hastanelerimize gidip te sorunsuz oradan çıkan bir hasta bulmak neredeyse mümkün olmayacak duruma geldi. Neden bu oluyor diye sorgulamayalım mı, hep hastalar cahil,anlayışsız,sabırsız ve insanlığını kaybetmiş varlıklar olarak değerlendirilip, cezalandırıldığı zaman, tabiplerden kaynaklanan sorunlar çözülmüş olmuyor. Demek ki, sorunlar tek boyutlu oluşmuyor. Sistemsel sorunlara, çalışanlardan kaynaklanan sorunlar da eklenince, hayat kaosa dönüyor. Peki, neden insanlar kendilerine bu tarz çıkış yolları oluşturmaya çalışırlar. Bundan 17 yıl öncesiydi, özel bir kurumdan maaşlarımızı alamamıştık dershanecilik yapıyorduk, son iki ay kalmıştı sınava. Öğretmen arkadaşlarla bir toplantı yaptım ben de öğretmendim. Değerli dostlar bu çocuklar bizim çocuklarımız her biri ne umutlarla buraya geldiler ve sınav heyecanları dorukta, ne olur bu çocuklara bunu yansıtmayalım. Geçinecek kadar paramız varsa bu çocukları yarı yolda bırakmayalım. Bunları en iyi şekilde hazırlayalım ve sınav sonrasında o kurumdan paranızı alma işini ben üstleniyorum herkesin alacağını alacağım dedim. Öğretmen arkadaşlar ceplerinde yol parası ile derse geldi, öğlenleri çok aç kaldık, âmâ o işi en güzel şekilde sonuçlandırdık. Öğrencilerimiz çok güzel okullara yerleşti, Kadıköy'de bir kafede arkadaşlarla birlikte o çocukların tercihlerini yaptık. Burada insanlıktır devreye giren ancak ne yazık ki, biz insanlığımızı kaybettiğimiz için devlet kurumlarımızı kendi seviyemize indirmeyi başardık. Yazıktır bu toplumun değer sistemleri bunu hak etmiyor.

Acil hasta olan kayınpederimi, dün İlhan Varan Eğitim ve Araştırma hastanesinde tedavi ettirdik, gerekli işlemlerden sonra, Ürolog kan sulandırıcı kullanıyor bu hasta özellikle hemen kardiyoloğa görünün ve o ilaçlarla ilgili yeni bir program yapsın demesine rağmen, ne yazık ki, kardiyologlardan hiçbiri bakmadı ve surat asarak kendisini gaf dağında görüyordu. Ben duyarlı bir insan olarak bu görüntüden utanç duydum. Dersin ki bu tabip sabahlara kadar Laboratuvarda araştırma ve deney yapmış dünyayı kurtarmak için yeni sağlık formülünü bulmuş. Bu görüntüleri gördükten sonra insanlar, bu mesleklere olan saygıyı, tabiplere göstermiyorlarsa, bunun nedenini tabipler biraz kendilerinde aramaları gerekiyor. Tamamıyla organizeli bir örgütlenmenin olduğuna inanıyorum. Kim kime kin ediyor. Doktorun görevi hastaların sağlık problemlerini çözüme kavuşturmak, karşılığında da maaşını almak. Maaşlarını almalarına rağmen, sanki hastalara özel bir lütuf yapıyormuş gibi davranmalarını anlamıyorum.

İdealist olarak bu mesleği seçmiş olanların sayısı neredeyse yok denecek kadar...Çok önemli olan bir konuda kendi alanlarında bilimsel buluşlar gerçekleştiren, kaç tabibimiz var Allah aşkına...Demek ki, genellikle insanlar bu mesleği Toplumsal saygınlığından dolayı tercih ediyor. O zaman herkes görevini hakkıyla yapmak zorundadır. Kimse kimseye babasının hayrına bakmıyor  cemiyet toplumlarında. Rasyonel bir iş bölümü var. Kimse toplumsal yaşamın işleyişini durdurma hakkına sahip değildir. Hangi meslekten olursa olsun, devlet bu anlamda gerekli cezai müeyyideleri uygulamak zorundadır. Hastaneler geçmişle kıyaslandığı zaman kıyas yapılamayacak düzeyde fiziki ve donanım açısından iyileştirilmesine rağmen, böyle bir tablo ile karşı karşıyaysak elbette bunları sorgulamak hakkımızdır. Bu açıklamalarım kimseyi kırmak için değildir, ancak gerçekleri görmek zorundayız. Hiçbir meslek ülkenin şımarık çocukları haline getirilmemelidir. Yoksa o zaman toplumsal yaşam çamura batar.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen, canla başla, en kalbi duygularla insanlara yardımcı olmak için mesai gözetmeden çaba harcayan tabiplerimize saygı ve sevgilerimi iletiyorum. Rabbim onların azmini artırsın, insan için çalışma isteklerini daim eylesin. Bu yazım aynı zamanda yetkili birimlerin dikkatini hastanelerimize çekmeye dönüktür. Bu süreç kısa zamanda yeniden düzenlenmeli, yoksa bu aksamalar kangrene dönüşerek çok ciddi bir hekim sorumsuzluğuna yol açabilir.

Bunun en açık örneği de 2022-2023 eğitim öğretim yılı için Tıp Fakültelerinde 900 kontenjan açığının ortaya çıkmasıdır. Nedeni ise Tabipliğin mesleki toplumsal saygınlığının giderek azalması, insanların yönelimlerinin yönünü değiştirebiliyor. İnşallah gelecek süreçte tüm mesleklerin itibarını koruduğu kimsenin kimseye fil dişi kulelerden bakmadan merhametle yaklaştığı günlere kavuşuruz.

Selam ve muhabbetlerimle hayırlı aydınlık günler sizlerin olsun...



Bahadır Hataylı/23.08.2022/17.09



23 Ağustos 2022 Salı

NE BU ŞİDDET BU CELAL BİRADER!

Öyle günlere geldik ki yorulmamak elde değil. Sembollerin bayraklaştırılarak ,uğruna her türlü  söz ve saldırıları göze alarak canhıraş bir şekilde ortaya çıkmayı, isterdim ki değerlerin ayaklar altına alınıp anlamsızlaştırılmasına karşı da olsaydı. Ne yazık ki, sembollerin hayata egemen olduğu kadar değerlerin hayatta anlam bulamadığına şahit olmaktayız.

Bazı dönemlerde insanlar öyle hale geliyor ki, canlarından can gidiyormuş gibi patlamaya hazır bir bomba haline gelebiliyorlar. Son günlerde kendini bilmez, toplumdan uzak, kafasında oluşturduğu gettoya bilim diyen bir anlayışın temsilcisi, akademik apoletin en zirvesine çıkmış, Üstün Dökmen 'in yaptığı açıklamalara gösterilen tepkiler buna en açık örnek oluşturmaktadır. İster istemez insanın zihnine takılıyor, bu başörtüsü bu kadar önemli ve hayati bir meseleyse, neden hayat her geçen gün çamura daha fazla yaklaşmaktadır. Bunu söylerken Üstün Dökmenin yaptığı açıklamaların doğru yerinde bir açıklama olduğunu falan söylemediğim gibi, zerre kadar da olumlu bakmadığımı bildirmiş olayım. Ben onun tarafından değil, değerlere sahip çıktığını söyleyen bir toplumun gerçekten değerlere ne kadar sadakatli yaklaştıklarını anlamaya çalışıyorum.

1994 yılından itibaren benim kendi ailemden üç kardeşim ve Eşim Başörtüsünden dolayı okul hayatlarını sonlandırdılar dönemde laiklik adına insanların en temel doğal insani hakkının nasıl ellerinden alındığını biliyorum. Okullarını yarıda bırakıp daha sonra yeniden sınava girerek okullarını bitirenler olduğu gibi, yaşama atılıp çocuklarıyla uğraşan aile bireyleri de Var. Biz başörtüsüne en sadık samimi ve bir değer olduğuna inanarak yaklaşanlardandık  ve hala da öyleyiz. Ancak onun bir değer olmaktan çıkıp sadece sembolik bir öğe olarak ortalıkta var olduğu bir zamanda, bu kadar aşırı tepkileri yorumlamakta şahsen zorlanıyorum. Yani diyeceğim o ki,2000  öncesi anlamlı olan ve bir değer olarak varlık sahnesinde yerini alan başörtüsü, şimdi sadece insanların yaşam tarzlarından bir libasa döndüğü muhakkak. Böyle olunca bununla gerilimler oluşturmak ve sürekli gündemde tutarak toplayıcı ve bağlayıcı bir arma olarak kullanılması sahiden ne kadar ciddiyet içerir.

Psikoloji ve Psikiyatrinin oluşum ve gelişim sürecine bakıldığı zaman, bu süreçte Müslüman Psikologların, kabul gören anlayış içindeki yeri neresi. Bilim diye ortaya çıkan bu çabaların tamamında kendi dışınızdaki yaşamlar belirleyici iken, bu belirleyici ölçütler içinde ölçülere göre bilim adamı unvanı alanların, böyle bir açıklama yapması da o kadar doğal olur. Yani sizin anlayışınıza göre oluşturduğunuz bir bilim algısı yokken ,onların kendi belirledikleri anlayış içindeki ölçülere göre, objektif bir psikoloğun nasıl olması gerekir tezini, kendi taraflarından açıklamaktadırlar. Biz onların kendi arenalarındaki yaşamdan pay almak için tepki mi ortaya koyacağız, yoksa kendimize özgü insanın, temel fıtri doğal özelliklerini dikkate alarak farklı bilimsel anlayışlar mı geliştireceğiz. Yabancısı olduğumuz bir yaşamın içindeki bilimde yer almaktansa, kendi değer sistemlerimiz insan fıtratını kuşattığı için, ona göre yeni anlayışlar geliştirip bunların pabucunu dama atmamız gerekmez mi? Ne yazık ki kendisinden uzak, kendisi hakkında görüş beyan etmekten aciz olanların, etkiye tepki gösterdiği gibi, bizler de hemen  sesimizi yükseltiyoruz. Teki göstereceğimiz ses yoksa kış uykusuna yatıp, yaşamın keyfini çıkarmaya çalışıyoruz.

Şahsen ben Muhafazakar ve İslamcı yaşamı gündeme getirip onunla hemhal olduklarını söyleyen bizim cenahın samimiyetine karşı aşırı şüphelerim oluşmaya başladı. Bir caminin kapısına bir şey bırakıldığında, başörtüsü ile ilgili bir cümle sarf edildiğinde, Mushaf  kitap, bir cahil çocuk tarafından tekmelendiğinde,gösterdiğimiz hassasiyeti neden başka alanlarda göstermiyoruz. Bu çifte standart bir yaşam, çok mu hoşumuza gitmeye başladı. "Vay o ölçü ve tartıyı eksik yapanların haline" Diyen ayet var ya, işte o bir çifte standarttır. Bu çifte standart algı ve bakıştan arınmadığımız, tepkilerimizi tarafsız ortaya koymadığımız sürece anlamsız bir yaşamın bağıranları olmanın ötesine geçemeyiz. Yaşamın içinde öyle haramlar helaller çiğnenerek hayat bozuk para gibi işe yaramaz hale gelirken, kimsenin bunlara bir tepkisinin olmaması ancak sembolik bir durum olduğunda hiç gündemden düşmeyecek düzeyde etrafı kuşatması, sizce de ne kadar doğru ve tutarlı olabilir.

Aslında bu konu hakkında görüş beyan etmeyeyim diyordum, ancak sosyal paylaşım ağlarına baktığımda birçok entelektüel sandığımız kişilerin Üstün Dökmen şöyle dedi diyerek yaptıkları paylaşımı görünce yazmak zorunda hissettim kendimi...Bu, bir yaşamın tüm yaptıklarının anlamsızlığını anlatmak değil, ancak anlamsız yaşamlardan kurtulmak gerektiğine inanmaktaydım.

Eğer bir değer sistemi varsa ki var.O zaman bu değer sisteminin toplumsal boyutlu olanına neden hiç önem vermiyoruz. Bireye özgü olanları bayraklaştırıp, yaşamın anlam bulması için gerekli olanları görmezden geliyoruz.Hırsızlık,talan,gasp,aldatma,adaletsizlik,ahlak yoksunluğu, adam kayırma,liyakatsizlik,rüşvet,faiz,taraftarlık gibi olumsuzluklar hayatımızın her alanını kuşattığı halde kimsenin sesi çıkmazken, başörtüsü olduğunda herkes avazı çıktığı kadar bağırıyor. Saydığım olumsuzluklara bir gerekçe oluşturulacağına aynı tepkiler verilmiş olursa, bu gün o şahıs bu meseleleri gündem bile yapamazdı. Demek ki sorun, bu değerlere sahip çıktığını söyleyenlerin lakayt tavırlarından beslenerek bugünlere geliyor. Rahmetli babam derdi ki, evladım başkasının gözündeki dikeni  söylemeden önce, kendi gözündeki merteği görmen lazım, yoksa kedini çok sağlıklı sanırsın, oysa gözün akmak üzere ama sen karşındakinin gözündeki diken için çabalarsın...

Hayati öneme sahip olan ve sonraki nesillere bir gelenek olarak aktarılması gereken değerleriniz yerde sürünürken, bunların ayaklar altına alınmasına sebep olanlar bizim tarafımızda olanlarsa, önemli değil, ancak dışarıdan birisi yaparsa çok tehlikeli onun için ona saldırmak lazım diye düşünen anlayışların hepsi, anlamsız bir yaşamın sürüklenen nesneleri haline gelirler. Ben böylesi bir anlayışı aile içi ilişki ve dışarıdaki ilişki şekline benzetiyorum.Afedersiniz toplumda öyle sağlıksız ilişki biçimleri var ki Sosyologlar buna nasıl bir çare olmayı düşünüyorlar acaba? Kız ile baba arasındaki ahlak yoksunu bir ilişkinin dışarıya yansımaması için, anne kızına baskı yapar aman ha kızım sesini çıkarma, duyarlarsa perişan oluruz, hatta inanmamaya çalışır baban seni çocuğu olarak sevmiştir gibi laflarla geçiştirmeye çalışır. Yani anlaşılan (!) Kol kırılıp yen içinde kalır. Ancak dışarıdan aynı olay başkaları tarafından yapılmak istendiğinde meydanda linç edilir. Bu anlayış ne insani ne İslami'dir. Onun için biz değerlerimize sahip olduğumuzda değerlerin kimsenin babasının malı olmadığı, adı düşüncesi ne olursa olsun kimsenin onu sulandırma hakkına sahip olmadığını deklare etmediğimiz müddetçe, söylenilen sözlerin ve gösterilen tepkilerin anlamı olmayacaktır.

Aydınlık düşüncelerde buluşmak ve İnsani drurşumuzla,insanlığa örnek olacak İslami değerlerin, üzerinde iğrenç durmadığı kullardan olmak dileğimle kalın sağlıcakla...

Selam saygı muhabbet ve dualarımla hayırda yarışanlardan olmak umuduyla...

Erol KEKEÇ/23.08.2022/12.42



21 Ağustos 2022 Pazar

ÖNCELİĞİ DOĞRU SAPTAMAYANLAR SAMAN OLURLAR

Nereden nasıl başlayalım diye sürekli konuşmalarımızın olduğuna herkes şahit olmuştur. Bu yaklaşımlar her ne kadar içinde bir samimiyet barındırmış olsa da, sorunların çözümüne bir katkı sunmadığı müddetçe boş zaman geçirmekten başka bir şey olmayacaktır. Bundan dolayıdır ki, toplumsal sorunların her geçen gün çoğalarak yayıldığı ortamlara olumlu katkı sunacak olanlar, nereden nasıl başlayalım diye fazla düşünürlerse  onlar düşünürken hasta kan kaybından yaşamını kaybedebilir.

Toplumsal sorunların çözümünde hayati ve temeli oluşturan problemler gözden kaçırıldığı zaman, ayrıntılarda boğulmak ve bir çok alanda enerji sarfiyatı yapmak istenilen sonuca insanları götürmeyecektir. Bizim karşılaştığımız birçok ortamda da sürekli bu yaklaşımlar gündeme geldiği için bunlara bir açıklık getirmek gerektiğini düşünüyorum. Ayağa kalkamayan ve açlıktan kıvranan bir insana, senin için tatiller düşünüyoruz, sağlıklı ortamlar oluşturuyoruz, hatta gelecek günlerde senin düğününü herkesin beğeni ile baktığı düğün salonlarında yapacağız vaatlerimizin hepsi anlamsız ve soruna deva olmayan boş lakırdılar olur. Sorunun kaynağı doğru tespit edilip öncelikler sıralamasına dikkat edilmezse, çoğu zaman bu iyilik temennileri bir şer'e dönüşebiliyor. Kan kaybeden bir hastanın, sağlıklı koşullarda ameliyatının yapılması, doktorların dışarıdan getirilmesi,hastene ortamına neyle götürüleceğinin konuşulması hastayı ölüme terk etmek olabilir. Tüm bu öncelikleri doğru saptayıp, öncelikle hastanın kan kaybından ölmesinin önüne geçmek gerektiğinin bilinmesi gerekir.

Yaklaşık 15-20 yıl öncesi Belediyelerin Gençlik merkezleri kurduğu Bilgi evlerinin yaygınlaştığı dönemde Gençlerle ilgili yapılan çalışmaların büyük çoğunluğunun anlamsız ve fuzuli kaynak israfı olduğunu söylediğim zaman, bazı arkadaşların buna itiraz ettiği olurdu. Ne yapalım, herkesin bar,gazino,disko,gece kulübü gibi ortamlara gençleri çekeceğine bizler buralara çekelim ve zamanlarını bu ortamlarda geçirmesini sağlayalım, kötü iş yapmış olmayız. En azından gençlerimizin kötü ortamlara gitmesinin önüne geçeriz, ve belli  bir yöne de kanalize ederiz, hatta bu gençler x partisine üye de olduklarında aidiyet oluştururlar ve sonrasında bunlar doğruyu yakalamış olurlar diyerek görüş belirtirlerdi. Naçizane ben bu anlayışların anlamsızlığını ortaya koyar hedefli ve ne yaptığını bilen bir sürü olmaktan kurtulmuş tercihlerini kendilerinin yapacağı aydınlık ortamlara bu gençleri taşıyalım. Dini ibadetler belirleyici bir özellik olmaktan çıkarılmalı ve bu gençler önce insanlık kapısından içeriye girsinler bırakalım inançlarını kendileri tercih etsin derdim. Hatta bizlerin insanlara bir dini dayatma ve herkesi o ortamda görmek isteme gibi bir beklentimiz ve lüksümüzde olmamalıdır. Ancak evrensel insani ve ahlaki öğretileri anlatmak ve onunla hemhal olmalarını sağlamak istememiz gayet doğru ve doğaldır derdim. Geldiğimiz süreç açısından geriye dönüp baktığım zaman, bu haykırışlarımızın ne kadar anlamlı ve olması gereken çıkışlar olduğunu bugün daha iyi anlıyorum.

Bir yaşamın olumsuzluğa sürüklendiğini gördüğümüz zaman ivedilikle aman bir an önce bunları durduralım, ne olacak, ya şöyle olursa gibi kaygı endişe ve korkulara göre bir adım atıldığı zaman sonu hep karanlık olacaktır. Kaynağı doğru tespit edilmemiş bir sorun hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın sorun olmaktan çıkmayacaktır.

Sahip oldukları imkanlardan kaybetmek istemeyen ve bulunduğu yaşam standartlarının üzerinde bir hayatı daim düşleyen anlayışlar, kendi ortamlarında olan sorunları çözüme kavuşturamazlar. Çünkü bu anlayışlar sahip olduklarımı kaybedebilir miyim acaba diye, içinde bir düşünce barındırdığı müddetçe sorun kavramına da yabancı yaşar. Ancak sorunlar genişleyerek kendi yaşam alanlarını da kuşatmaya başladığında acı acı haykırır. Peki, bu anlayışlar sorunlara içtenlikli bakabilirler mi dersiniz? Ben şu ana kadar kedi yaşam seviyesinden bir şey kaybetmeden sorunları sorun olmaktan çıkaran hiçbir anlayışa şahit olmadım. Bir işe öncülük edecek olanlar  öncelikle,  hayatları sorun olan insanların, bu sorunun kaynağında kedisinin büyük payının olduğunu hesaba katmalıdır. Terazi dengede durmazsa hiçbir şeyi  doğru tartamazsınız ve ölçülü bir yaşamı ortaya çıkaramazsınız.

Bir genci iş yerinde çalıştırmak isteyen patron, genci asgari bir yaşama mahkum etmeye çalışırken bir de elaman bulamıyoruz diye ortalığa çıkıp bol keseden atarken, gençlerle ilgili yapmak istediği çalışmalarda ne kadar samimi olduğunu söyleyebilirsiniz. Samimi olmayanlar, sorunlara samimi eğilemezler. Gençler samimi olmayan mesajlara hiç karşılık vermiyorlar ve o mesajlar gençlikte bir karşılık bulumuyor.Buna rağmen hala elimizdeki kaynakları boşu boşuna israf etmekten kendimize gelemiyoruz. Neden, çünkü manevi haz alarak afyon kullanıp ta rahatlayanlar gibi kolumuz kanadımız aşağı düşüyor ve çok önemli işler yaptığımıza inanıyoruz. Çok mu önemli, az mı önemli onu tartışacak durumda değilim ancak sorunlar doğru tepit edilip, sorunun kaynağı olanlar, sorun çözmekten vazgeçip ellerindeki imkanları,sorunların tespitini doğru yapmış ve o alanda gerçekçi mücadele edecek ortamlara aktarmadığı müddetçe, kendimiz çalar kendimiz dinleriz bunu gayet iyi biliyorum...

Nereden başlayalım demiyorum, şu an biz neredeyiz, önce onu doğru tespit edip kendimizi doğru yerde konumlandıralım. Nerede olmamız gerekiyor, imkânlara sahibiz diye sorunların doğru çözümünün bizden geçmediğini anlamalıyım. Sorunu, gerçekten sorun olarak doğru tespit etmiş ve o alanda doğru bir çalışma yapacak olanların,  sorumluluk almalarının çok önemli bir eylem olduğunu bilelim. Damdan düşmeyen insanların, akıl vermelerini bir yana bırakacağız. Damdan düşen bir insanın, çektiği acıyı nasıl bertaraf ettiğini dinleyip bu acılar da bir gün son bulacak mesajına kulak vereceğiz. İşte o zaman damdan düşen ya da düşmeye aday olanlar can kulağı ile, acı çekenlerin, tecrübelerini  ve kendilerini bir düstur edinecekler. Aksi durumda ben şuna yakinen inanıyorum ki, Gelecek dönemler gençlik ile eski kuşak ve imkân sahipleri arasında çok haşin duvarların örülmesine neden olacaktır.

Nereden başlamak lazım  bu sorunları çözmek için diye, illa bir başlangıç yapacaksak başlangıç kendimiz olmalıdır. kendini sorunun kaynağında bir etken olarak görmeyen anlayışlar hiçbir sorunun çözümüne katkı sunamazlar. Şunu kafaya iyi kaydetmek gerekir, imkân sahibi olmak demek, sorunda bir katkısı olmamak anlamına gelmiyor. Çünkü gençliğin bu kadar kendini boş bırakmasının arkasındaki temel nedenlerin başında, imkan sahiplerinin, imkânlarını gençlere doğru rehberlik yapacak alanlara harcamamış olması yatıyor. O zaman, bu gün çalıştıracak elaman bulamıyoruz diye neden yakınıyorlar anlamış değilim. Kendisi hep iş veren ve imkanların sahibi, âmâ diğerleri kendisine bağımlı yaşamak zorunda diye düşünen anlayışlar çoğaldığı müddetçe, bu günlerimizin harekete geçen anlamsız yaşamı, yarınların kuşatan korkulu gerçeği haline gelecektir.

Toplumsal sorumluluk bilinci olmayan insanlar, toplumsal yaşama hiçbir katkı sunamazlar. Kirlettikleri doğayı, kazandıkları topraklarda yaşayan canlıları, atıkları ile zarar verdiği ortamları düşünmeden ve bunların yeniden hayat bulması için kazanımlarının büyük bir çoğunluğunu toplumsal sorumluluk bilinci ile bu alanların yeniden hayata döndürülmesi ve kendisini yenilemesi için harcamadığı sürece, ortalıkta gezerek şunlar şunlar yapılmalı ve şuradan başlamalıyız gibi beylik lafları ile sorun çözdüklerini sanmaları onları gözden düşürmekle kalmaz. Gençlerin yaşama inançlarını da ortadan kaldırır. Onun içindir ki, yaşamın içinde olacağız, acıyan yerin şiddetini ve önceliğini iyi tespit edip oradan hayata dokunacağız. Diğer dokunuşların hiçbirisi bu taşı yerinden oynatacak kuvvete sahip değildir.

Son olarak diyorum ki, beyinlerimizi değiştireceğiz, isteklerimizin adını ihtiyaç listesinden çıkaracağız, bizim dışımızda yaşayanların da en az bizim kadar yaşamını devam ettirme hakkına sahip olduğunu bileceğiz, önce kendimiz kendimize inanacağız, sonra inandırmak için çaba harcamayacağız, kendisine yanan ateşin başında ısınmak için beklememek, insan onuruna yakışmayacağını bileceğiz. Biz başkası için yandığımızda onlar da buna inandığında, ben şuna inanıyorum ki, kimsenin söndüremeyeceği bir alevle bütün bir insanlığı ısıtabiliriz. Bu bizim elimizde,o zaman kendimizi doğru konumlandıralım, sorunları doğru tespit edelim, öncelik sırasını iyi bilelim ve bir hedef uğruna insanların yaşamasına katkı sunalım, kurallarla yaşamı çekilmez kılmayalım. O zaman yeme yanında yat, bu hayata doyum olmaz ve gençler bizi dışlayan değil baş tacı yapan ellerimiz ayaklarımız olurlar gözlerimize bir fer olup daha uzun mesafedeki nesneleri görmemize katkı sunarlar. O halde kalkalım ve bir daha oturmayalım.Yaşam,sorumluluk duyarak yaşayanların omuzlarında anlam bulacaktır. Ne mutlu anlamlı bir yaşamın oluşması için zihin beden ve yürek enerjilerini doğru kanala aktaranlara...

Selam ve muhabbetlerimle noktalarken içli dualarda buluşarak toplumsal sorumluluk bilinciyle dosdoğru doğrulup kendimize gelmeyi Rabbimden niyaz ediyorum...

Kalın sağlıcakla.....

Erol KEKEÇ/20.08.2022/13.58



"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!