Bu Blogda Ara

26 Haziran 2022 Pazar

BAŞKASININ YANLIŞLARI BİZİM YANLIŞLARI MEŞRULAŞTIRAMAZ

" Siz ey imana ermiş olanlar! Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun; herkes yarın için ne hazırladığına baksın! Ve (bir kez daha) Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun, çünkü Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır;"Haşr:18

"Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayınız! Onlar yoldan çıkanlardır."Haşr:19

Bu açıklamalar o kadar açık ki, Nasrettin Hoca'nın suya göndereceği çocuğu, suya göndermeden önce dövüp ondan sonra oğlum aman dikkat et testiyi kırmayasın tavsiyesini aklıma getirdi. İman ettiğimizi söylemek ve kendimizi bir değere dâhil etmek kolay, ancak dâhil olduğumuz o değerle ne kadar barışık ve ona uyumlu yaşadığımız baştan sona sorgulama konusu... Allah’a karşı sorumluluğumuzun bilincinde yaşadığımız bir ortamımız olsa, sahiden bu kadar olumsuzlukların üzerimizde bulut gibi bizleri kuşatması mümkün olur mu? Elbette olamaz. Ancak biz dine dâhil olduğumuzu söyleyerek hemen kurtulanlar için hazırlanmış olan bir listeye ismimizin kaydedildiğini sanıyoruz. Oysa insan, Mümin sabahlayıp kâfir yaşayıp mümin akşamlayıp, kâfir sabahlayabilir. Yani sürekli ruh hallerimizin ve yaşam alanınızdaki dinamiklerin değişimiyle iç içe olduğumuz bir hayatı yaşamaktayız.

Böylesi değişken bir dünyada kendimizi sabitlediğimizi sanarak, bir değeri benimsediğimizde onun bize sarılıp ayrılmayacağını sanıyoruz. Böyle ruh hali, canlı olan her insan için geçerli ve olması muhtemel bir hal olduğundan, Rabbimiz kullarına acıyarak yine uyarılarda bulunmaktadır. İşte, yukarıdaki ayetler bize bu alanda çok ciddi sorumluluklar yüklemektedir.

Sorumluluğun bilincinde olduğumuzu düşünmek, nelerle hesaba çekileceğimizi öğrenmek ve onları konuşarak kurtulacağımızı sanmak ise, olumsuz bir hayat tarafından kuşatıldığımızın göstergesidir.. Son dönem Müslümanım diyen bizler sorumluluğu, konuşmak ve sürekli tenkitler yaparak bir ağırlığın altına girmemek olarak algıladık sanırım. Çünkü herkese her şey hatırlatan çok fazla, ancak o ağırlıkların altına girip onu taşıyacaklar neredeyse yok... Peki, insan bunu hiç merak etmez mi? Sorumluluk eylemle alakalı bir durumu özetler. Eylemi olmayan söz ve düşüncelerin sorumluluk taşıdığı söylenemez. Eylemden uzak, her yerde seminer ve konferans verilmekte, ayrıca sohbet ortamlarda her şey konuşulmakta ancak gerçek yaşamda kimse kimsenin umurunda değilse bu nasıl bir sorumluluk bilinci...

Sorumluluk bilinci, kendi dışınızdaki yaşamlara dokunmak, onların yükünü hafifletmek ve onların varlık gayesine uygun yaşaması için gerekli ortamları hazırlamaya maddi ve manevi katkı oluşturmaktır. Bu katkılar yarınlarımız için bizden önce menzile varırlar ve bizi orada beklerler. Onun içindir ki, herkes yarın için ne hazırlayıp gönderdiğine baksın uyarısıyla karşılaşmaktayız. Sorumluluk, özgür irademizle yaptığımız eylemlerimizin sonucuna katlanmak olduğunu sanıyorum herkes bilir. Peki, yarınlarda bunlar karşımıza çıkacaksa, burada eylemlerimizi bilinçli yapmak zorunda değil miyiz? Bu bilinç yoksunluğumuzu yine rabbimiz bize hatırlatarak belli bir hedef doğrultusunda yaşamamızın gerekliliğini gündeme getirmektedir. Çünkü insanın bahanesi çok, yaşadığın zamana uyacaksın, ortamda ne varsa, sen de onlar gibi yaşamalısın, yoksa hayat durur diyerek hakkı öğütler gibi batılı öğütleyenlerle karşılaşmamak neredeyse imkânsız gibi... Bu algının ne kadar tutarsız ve insanı öz benliğinden uzaklaştırıp sorumluluk bilincini imha ettiğini Rabbimiz beyan etmektedir.

"Allah'ı hesaba katmayan sadece gördükleriyle avunan ve onun içinde boğulup Allah'ı unutan ve böylece Allah'ın ona kendisini unutturduğu kimseler gibi olmayın uyarısıyla bilinçli yaşama çağrı yapılmaktadır. Bu dünya böyle gelmiş böyle gider diye savunma yapmak için, bahane üretmek kadar basit bir yaşam olabilir mi? Bu dünyanın içinde herkes amacını unutmuş ve tek bir fert sorumluluğunun farkındaysa, bahane üretme hakkına sahip değildir. Bu dünyada şu ana kadar herkes kendinden habersiz yaşıyor diye, biz kendimizi unutarak sorumluluk bilincinden uzaklaşma hakkına sahip değiliz. “Müslüman, bulunduğu her ortamda Müslümanların ilki olmak zorunda ve Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmadan ona kullukla görevlidir. “Bu anlayışa sahip olmak, sorumluluk bilinciyle yaşamaktır.

Kitabın buyruklarına göre yaşamak için kitaptan haberdar olmamız gerekir. Kitap ile aramıza o kadar çok söz ve yaşamlar girmiş ki, onlarla meşguliyetimizden, sorumluluğumuzu bize hatırlatan kitaptan haberdar değiliz. Onun sözlerini müziksel bir uyum içinde kulağa hoş gelecek şekilde dinleyip transa geçmeyi kitaba göre yaşamak olarak algıladığımız sürece, biz kitaba uygun yaşayamayız. Kitap Allah'ın buyrukları olmasına rağmen, o buyrukların ne olduğunu merak edip yaşamak yerine, onunla transa geçip uyku modunu tercih eden, sorumluluktan kaçan bir yapımız var... Peki, böyle ruh halleri ile ne kadar hayatın içinde belirleyici olmayı bekleyebiliriz. Hayat bize çok yabancı biz hayatın dışında folklorik din öğretileri eşliğinde sükûn buluyorsak, bu kitap bizim için belirleyici bir manifesto olma özelliğini kazanamaz. Kitabın belirleyici olmadığı bir yerde, İnsanlar doğal olarak Allah'ı unutarak yaşamanın önüne geçemezler.

Kendinden ücra köşelerde yaşayanların, kendilerini yaratanın isteklerini anlayarak ve ona uyumlu yaşamalarını ne kadar bekleyebiliriz. Onun için, gelecek olan gelmeden önce kendimize dönmemiz gerekir. Kendine dönen Allah'a döner. Kendini bilmeyen, öz bilincinin farkına varmayanın, rabbini unutmadan yaşaması; nasıl mümkün olabilir ki?

Tüm yaptıklarımızı, yapacaklarımızı, zihninizde düşündüklerimizi, düşünmeyip içimizden geçenleri her yönüyle bilen yegâne güç sahibinin diyarında yaşadığımız halde, bunun bile farkında olmadan at koşturmaya devam ediyoruz. Siz ey imana ermiş olanlar! Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun; herkes yarın için ne hazırladığına baksın! Ve (bir kez daha) Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun, çünkü Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır;"Haşr:18

Başta söylediğim gibi sorumluluk, konuşmak ve yazmakla sonuca ulaşan bir durum değil, tamamıyla eylemsel yönü olan bir farkındalıktır. Okullarda şunlar şunlar anlatıldı, neden hala insanlarımız bu halde diye yakınarak, kendimizi kandırmamızın anlamı yoktur. Sorumluluk, okulda konuşmak yapmak değildir. Yaşam alanı içinde karşılıklı ilişki iletişim kurmak ve haberdar olarak yük almak, ya da ağırlık yüklemekle kendini açığa çıkarır. Bir pazarda satıcı müşterisine doğru davranmıyor, bir kilo diye verdiği ürün yarım kilo ise, ya da verilen parayı eksik verdin diyerek ek sıradan para istiyorsa, bu insan, okulunda sorumluluk bilinci kazanamadığı gibi kendisini de tanımadığı için, yanlışlar hayatta çok olduğundan, onlardan biri olmaya aday olabiliyor. Ondan dolayı, toplum içinde ilişkilerdeki değişimler olumlu yönde gözle görülecek düzeyde çoğalarak devam ediyor ve daha geniş kitlelerin hayatına mührünü vuruyorsa, işte o zaman sorumluluk bilincine göre yaşanılan bir hayattan söz edebiliriz.

Yarınlar süratle yaklaşırken, “yeni bir vahiyle karşılaşıyormuş gibi heyecanımız ve mücadele ruhumuz, Ey iman edenler Allah’a karşı sorumluluk bilincinizin farkında olun uyarısıyla "tutuşmuyorsa, kendimizle hesaplaşma zamanı geçiyor demektir. İman ettiğini iddia eden her fert, bu yüzleşmeyi acilen yapmak zorundadır. Dünya ve içindekilere sahip olup dünyalık zevklerimizi ve rahat yaşama isteklerimizi doyurup, kendimizi yarınlara hizmet eden bir serdengeçti olarak lanse etmemizin anlamı yoktur. Her insan kendi hesabının ne olduğunu çok iyi bilir, kendi yorumunu başkalarına bırakmayacak kadar da onurlu olduğuna inanıyorum. Bu anlayışa sahip olan ve ben Müslümanım diyen her fert, yaşadığı ortama neler kazandırdığına ve nelerin yok olmasına katkıda bulunduğuna vicdanını rahatlatacak şekilde iyi bakması gerekir. Bu sorgulamayı yapan her fert, yarını için, dünyada sadece Müslüman olarak kendisi varmış gibi hayata yeniden başlamalıdır. Çünkü bizlerin değerler açısından yaşadığımız ortama kazandırdıklarımız, kaybettirdiklerimizin yanında devede kulak kadar olmadığına inanıyorum. Bireysel ibadetlerin çoğalması camilerin dolması, oruç tutanların artması, haca gidenlerin yer bulamaması, değerlerin çok iyi karşılık bulduğu anlamına gelmemelidir. Müslüman denildiği zaman, eminlik, güvenirlilik, sadakat doğruluk adalet, örnek alınacak bir yaşam, tüketim kölesi olmamak, herkesin insanca yaşayacağı ortamların oluşması için mücadele eden, her ortamda hakem olarak özel çağrılan biri olamamışsak; ibadetlerin sabahlara kadar devam etmesinin hiçbir anlamı olmayacaktır. Çünkü onlar tamamıyla bireysel sorumluluklar içindedir. Oysa Rabbimiz kendisine karşı sorumluluğumuzun bilincinde olarak yaşamamızı istiyor. Bunun yolu toplumsal yaşamda, hayatı hafifletmek ve ağırlığı fazla olanların üzerindeki yükleri azaltabilmektir. Bunları yapmıyorsak, yarınlar için önden bir şey taktim edememişiz demektir.

Yaşadığımız ortamın olumsuzluklarını referans gösterip, kendi olumsuzluklarımızı meşrulaştırmaya çalışmaktan vazgeçmediğimiz müddetçe, Allah bizi aydınlığa çıkarmayacaktır. Müslüman olduğunu söyleyenlerin yaşamında şu söz gerçekten hakikatin yerini alan bir referans olduğu için, tüm duyarlılıklarımızı kaybettik. Öncekileri görmüyor musunuz, onlar neler yapıyordu, sadece kafayı bize takmışlar vs. gibi savunmalar insanın feraset ve basiret yönünü imha etmektedir. Çünkü batıl, Müslümanım diyenlerin dini gerekçeler oluşturarak batıla hayat vermesi, onun meşrulaşmasına neden olmuştur. “Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayınız! Onlar yoldan çıkanlardır."Haşr:19 Yoldan çıkmış olanların olumsuzluklarını örnek göstererek, kendilerinin doğru yolda olduğunu savunmaya geçenlerin tümü yoldan çıkmış olanlardır. Onun içindir ki Rabbimiz diyor ki, Allah’ı unuttuklarından dolayı kendilerini kendilerine unutturduklarımız gibi olmayın..."

Ey Müslümanım diyen ve öyle kalmak isteyen tüm kardeşlerim, gelecek yaklaşarak gelmektedir, yarınlar için önden ne taktim ettiğimize iyi bakalım ve vicdanen rahat olup olmadığımızı kontrol edelim, yoksa kötülüklerin din adına yaygınlaştıranları olarak, tarihe kaydedilecek toplumlar arasındaki yerimizi almaya az zaman kaldı...

Dünyada imkânları ele geçirerek insanlar nazarında kazandığımızı sandığımız itibarların hepsi bir gün yok olacak ancak Rabbimizin bize taktim edeceği itibarı kimse alamayacak..."İzzet Allah'ın Resulünün ve Müminlerindir. “Yoksa Allah'ın belirlediği izzet, şeref ve itibar dışında başka yerlerde itibar mı aramaktayız... O zaman vay bizim başımıza geleceklere..."Bu anlatılanlar birer haberdir ancak her haberin mutlaka bir gerçekleşme zamanı vardır..."Rabbimin bu uyarısından sonra yazacaklarımı burada noktalayarak rabbimden istikamet üzere dosdoğru bizleri yaşatmasını en içten kalbi dileklerimle talepte bulunuyorum...

Selam muhabbet ve dualarımla, selam Kâinatın üzerine olsun...

Erol KEKEÇ/25.06.2022/14.34


25 Haziran 2022 Cumartesi

ÖLÜMLERDEN ÖLÜM BEĞEN DEMOKRASİYLE EĞLEN(!)

Çağdaş demokrasi algısı ciddi bir köleleştirme sistemi desem sanırım abartmamış olurum. Demokrasiler Halkların oluşturduğu ve tercihlerini kendisinin yaptığı bir sistem değildir. İçerik ve sunum halkların dışında kurgulanıp halkın zorunlu beğenisine sunulan bir gerçekliktir. Bu gerçekliğin yapısal ve içerik oluşumunda halkların zerre katkısı olmamasına rağmen sanki bu halkların kendi sistemiymiş gibi onlara dayatılması da apayrı bir garipliktir.

Dört ya da beş yılda bir insanların önüne sandık koyarak o insanların özgür bir seçim yaptığını düşünmek, seçim yapan insanların düşünme melekelerini imha etmekten başka bir şey değildir. Bir toplum kendisini yönetecek sistemin oluşumuna hiç katkısı olmayacak, ancak bu sistemin kurucuları tarafından önüne konulan seçenekleri onayarak seçim yapmış olacak, doğrusu böylesi bir seçme durumu insan beyninin ırzına geçmek değil midir? Çağdaş demokratik yönetimler diye insanlığa pompalanan bu anlayış doğrudan insanların zihinlerine tecavüz etmesine rağmen, tüm halklar kendi tecavüzcüsünü alkışlayarak onunla zorunlu bir evliliğe mahkûm bırakılmaktadır.

Bizim toplumda çokça kullanılan ve herkesin ağzında sakız gibi çiğnenen şu söz aslında insanların uğradığı tecavüzden nasıl da memnun olduklarını da ortaya koymaktadır. “Ehveni şer “yani şerrin içinden de hafif olanı seçeceksin gibi giydirmelerle zihinler doğrudan imha edilmekte ve farklı algı ve anlayışların oluşturulmasının önüne geçilmek istenmektedir. Ehveni şer ne demek, sorgulayan yok, ancak şerrin hafif olanını tercih edelim gibi bahane üretmekte kimse bu algıların önüne geçemez. İnsanın ruhsal dengesini olumsuz etkileyen ve akıl hastalıklarının oluşmasına giden yolda çatışmalar önemli görev üstlenir. Psikologlar bu çatışmaların en tehlikelisini ruh sağlığı açısında birden fazla istenen güdünün etkisinde kalınan çatışmalar olarak izah etseler de, en azından insanların istediği arasından seçmek zorunda kalması, belli bir zaman sonra olumlu sürece girebiliyor. Ancak olumsuzluklar arasından seçmek zorunda bırakılan uyarıcılar, tamamıyla insanı aldatmaya ve imhaya dönük çatışma örneğidir.

Mahkeme de bir insana ölüm kararı verilmiş, ancak nasıl öldürülmek istendiğinin mahkûma sorulmasının sizce hayata nasıl bir katkısı olur. “Ölümlerden ölüm beğen demek “Eninde sonunda senin için ölüm var, ancak bunlardan birini beğenebilirsin demek kadar, insan onuruyla dalga geçilen başka bir ifade olamaz. Ehveni şer denilen hadise de böyledir. Hiçbir şerri istemiyorsunuz hepsinden kaçmaya çalışırken, birinin daha merhametli ve faydalı yanlarının olduğunu ballandırarak anlatıp, insanların tercihlerini yönlendirmek ciddi bir manipülasyondur. Bu algı yönetimiyle doğruyu açıklamaktan uzaklaştığınız müddetçe, insanlığı hep karanlıklarda yaşamaya mahkûm edersiniz.

Demokrasilerde iktidar ve muhalefet diye iki uç vardır. Sistem bunun üzerine kurgulanmış ve böyle oluşturulmuştur. Yani İktidara gelecek olanı da muhalefette kalacak olanı da sistemin kendisi oluşturuyor. Ancak hangisinin iktidar hangisinin muhalefette kalması gerekir, bu konuda sizlerin görüşüne başvuruyor, bu görüşe başvururken doğrudan sizin seçmenizi de istemiyor, sizin yönelimlerinizi ve tercihlerinizi de kendisi yönetiyor, sonrasında siz bunu seçtiniz diye, seçileni de seçenlere sahiplendiriyor. Siz onu seçtiğinize inanıp onu sahiplendikten sonra, size aitmiş gibi uğruna ölümlere gidecek bir akıl tutulmasını yaşar oluyorsunuz. Zaten oluşturulmak istenen bu, bu amaca ulaştıktan sonra kimin iktidarda kimin muhalefette kalmasının ne önemi kalıyor. Nihayetinde her iki durumda sizin için çıkmaz sokak var. Yani ölümlerden ölüm beğen dayatmasıyla size birini tercih yapmanızı istiyorlar. Siz de ehveni şer diyerek kendinizi pasif bir nesne durumuna sokarak tercihleri sizin yaptığınızı sanıp, sıradan bir objeye dönüşüyorsunuz. İşte tam da demokrasi kazığı budur.

İnsan, düşünme melekelerini imha ederek verilen tüm gıdaları almanın faydalı olduğuna inanır, anlatılan tüm masalları kendi geleceğimizi düşünenlerin (!)bize sundukları hakikatler gibi kabullendiğimiz sürece bizim gibi toplumların bu karanlıklardan kurtulup, aydınlığa ulaşma imkânı olmayacaktır. Çobanın mı oyu, yoksa şehirlinin mi oyu diye, siz tartışadururken birileri ikinizin de bir anlamının olmadığını gözünüze baka baka deklare ederek sizi sömürmeye devam eder.

Bir toplum kendi içinden kendi acılarını bilen, toplumun dilinden anlayan, lisanı hal ile toplumla iç içe yaşayarak toplumun nasıl kurtuluşa ulaşacağını kendisine dert edinmiş insanların mücadelesiyle ancak bu kölelik zincirlerini kırarak özgürlüğüne kavuşur. Özgürlüğüne kavuşmamış insanların seçim yapma ve tercih belirtme gibi komik bir oyundan uzaklaşması gerekir. İyi kötü, doğru yanlış, güzel çirkin, adalet zulüm vs. gibi toplumsal değer algılarının ne olduğunu anlamaktan ve tanımaktan uzak insanlar, nasıl ve hangi tercihi yaptıklarında sağlıklı bir yön çizmiş olabilirler ki!

Ey aydınlar, entelektüeller, akademisyenler, sorumluluk duyan herkes, insanları doğru bilgilendirmezseniz onlardan daha çok siz bunlardan sorumlu olacağınızı bilesiniz. Demokrasi yeryüzündeki kurtarıcı sistemin adı değil, kurtulmak isteyenlerin boynuna yuları geçirenlerin, bu yularla bağlananların hallerinden memnun olduğunun onayını, kendilerine onaylattırdığı sistemin adıdır. Zorla baskıyla emperyalist anlayışlarla sömürülmesi zorlaşan toplumları farklı yollarla sömürmek için daha yumuşak bir geçişle sömürmeyi sürekli kılmanın adı demokrasidir. İşi ehlinden alarak işin özüyle alakası olmayanlara verilen o işler insanlığa zulüm gözyaşı ve ölümden başka bir şey getirmemiştir. Nasıl bir yönetim ki kendini kabullendirmek için gözünü kırpmadan milyonlarca insanı katledebiliyor. Hakka dayanan ve Hak için olan bir sistem kendisini zorla kabullendirmez ve kabul etmeyenlere de zorla baskı kurmaz. "Dinde zorlama yoktur, doğruluk sapıklıktan ayrılmıştır, kim tağutu yalanlar Allah'a yönelirse o kopması imkânsız bir bağla Allah'a bağlanmıştır..."Bu ayet aslında bir yönetim sisteminin tüm koordinatlarını ortaya koymaktadır. Din bir yaşam biçimi, bir yaşam ve yönetim biçimini benimsemeleri için, insanları zorlamak ve onlara sistemi dayatmak yoktur. Ancak o sistemin tanıtımı ve anlaşılması vardır. Tağutların zalimlerin sömürücülerin bağımlığından kurtulanlar zaten o sistemin hak olduğunu bilir ona yönelirler. Ancak bir sistem kendisini benimsetmek için kan gözyaşı ve ölümleri reva görüyorsa o sistem meşrulaşamamış gayri meşru bir sistemdir. İşte, demokrasilerin tümü, yaldızlı ifadelerle anlatılmış olsa bile, insanlık yaşamını aslından uzaklaştırmak için fıtri yaşamın koordinatları ile oynayarak insanlığı imha çabasıdır.

Denize açılan bir geminin, dalgalarla nasıl boğuşacağını en iyi bilen kişi, onun ilmine sahip olan gemi kaptanı olmasına rağmen, gemideki yolcular biz bir seçim yapalım kim oyu çok alırsa o kaptan olsun derse, o geminin batması farz olur. Ancak ehli olan ilmiyle olaylara vakıf kişiye o ehliyet verilirse gemi karaya çıkar. Ne yazık ki demokrasi, böyle bir tercihe insanları zorlayan sistemdir. Dolayısıyla demokrasi diye bizlerin hafızlarına kazınan o sistemle insanların mutlu huzurlu adil bir yaşam ortamına kavuşmaları mümkün olmayacaktır. Onun içindir ki bize dayatılan tüm sistemleri sorgulayarak hakikate çıkacak aydınlatma fişeğini Rabbimiz bize vermesine rağmen biz hala kör karanlığa kurşun atmaya devam etmeye kararlı görünüyoruz. Dolayısıyla tüm atışların boşa gideceğinden şüpheniz olsa da arada bir isabet olursa onu da bahtınıza çıkan bir bir ikramiye olarak görün...

Ey insan, “Senin için ölümlerden ölüm beğen tercihini sana dayatanların, seni düşündüğünü söyledikleri tüm sözlerini ayaklarının altına al ve seni yaratıp rızık verenin nasıl bir yaşam ortaya koyman gerektiğini idrak et ve kendine gel... Yoksa bu sömürülme ölümle noktalanacak bir sonuç olmayacak, ölüm sonrasındaki hayatta da başımız beladan çıkmayacak çünkü buradaki kazanımlarımız önümüze konduğunda orada ölümlerden ölüm beğenme hakkımızı da kaybetmiş olacağız. Onun için diyorum ki, yaşamakla ölmek arasında bir tercih yap, yaşamak istiyorsan seni sen yapan ve insan olmaya yakın kılan değerlerini anla ve onlara göre yaşa ki, bir defa ölelim ve ölümümüz bir kurtuluş olsun yoksa ölüm bize zindan olabilir.

Ehveni şer, kati şer adı ne olursa olsun şerrin hepsi şerdir, Hak’ta haktır. “Haktan sonra dalaletten başka ne var ki..."Buyruğu hayatımıza bir umut olması dileğiyle siz dostlarımızın zihinlerini biraz yormaya çabaladım inşallah yormayı değmiştir...

"Hak gelince batıl yok olmaya mahkûmdur, Hak batılın beynini parçalar…"Bunlar bizim ellerimizle olmazsa Allah bizi giderir, yerimize başka bir toplum getirir onların eliyle de olsa bunu gerçekleştirir... Hiç olmazsa bizler bu yolda can vermeye aday olalım ne dersiniz?

Erol KEKEÇ/23.06.2022/13.57


22 Haziran 2022 Çarşamba

PSİKOLOJİK TRAVMALAR TOPLUMSAL TRAVMAYA DÖNÜŞMEMELİ

Psikolojik travmalar sosyolojik travmalara dönüştüğü zaman toplumsal kabulleri de kolaylaşıyor. Bireysel olarak yaşadığınız psikolojik olumsuzluklar sıradan bir vatandaşın bünyesinde vuku bulduğu zaman etkileme ve kabullenilme oranı da o oranda azdır. Ancak bu travmalar Belli bir yeri ve etkinliği olan kişilerin yaşamlarında ortaya çıktığı zaman toplumsal yaşamda rahat sindirilen bir hal alabiliyor.

Psikolojide herkesin bildiği rahatlama mekanizmaları var bunları savunma mekanizması olarak tanımlarız. Bazıları o kadar tehlikeli boyutlarda yaşamı etkisi altına alır ki kişi bunların etki alanından çıkıncaya kadar yaşamında bir gelenek haline gelebiliyor. İnsan normal yaşamın akışına aykırı tedirginlikler yaşadığında ve bunlardan kaynaklanan gerilimler ortaya çıktığında bunların etki gücünden kurtulmak için zaman zaman bunlara sarılarak kendini avutabiliyor. Ancak bu avunmalar süreklilik kazandığı zaman kronik bir hastalığa dönüşebiliyor. Ne yazık ki, gerilim katsayıları her geçen gün artan ortamlarda, bu mekanizmaların kullanımı giderek artış göstermektedir. Sonrasında gelinecek noktanın hesabı yapılmadan aşırı tepkisellikleri de beraberinde getirebiliyor.

Bahane üretme savunma mekanizmasının temelini oluşturmaktadır. Bireysel olarak başlayan bu travma süreci bazen öyle aşırı boyutlara gidiyor ki, toplumsal yaşamı allak bullak edecek çıkmaza insanları götürebiliyor. Genellikle ergenlik döneminin sığındığı bir sığınak olarak göze çarpan bu rahatlama mekanizmaları günümüzde toplumun geneline yayılan sosyolojik bir travmaya dönüştü. Eğitim kurumlarında haylaz çocuklar vardır, dersleri gayet başarısız olduğu için, öğretmen sınıfa girdiği zaman öğretmenin gözüne girebilmek için, ayağa kalkın oğlum hoca geldi gözünüz kör mü? Vs. gibi çıkışlarla sivrilerek rahatlamak ve kabul görmek isterler. İlkeli öğretmenler üzerinde bir etki bırakmasalar da genellikle bu öğrenciler bu çıkışlarıyla bulundukları ortamda sivrilir ve öylece kabul görürler. Dolayısıyla onların bu tavırları onları belli noktalarda rahatlatır ve başarısızlıklarını böylece kapatmaya çalışırlar. Ancak bu durum günümüzde o kadar yaygın hale geldi ki toplumsal yaşamın her noktasında olumsuzlukları örtmek için, insanların rahatlayacakları başka alanlarda sivrildiklerine şahit olmaktayız.

Son bir kaç yıldır yaşam kalitesinin ve ihtiyaçları karşılama imkânlarının aşağılara doğru sürekli alçalan bir grafik eğrisi çizdiği bir zamanda, hala bu davranışlara bahaneler üreterek kendilerini rahatlattıkları gibi, başkalarını da rahatlattıklarını sananları gördükçe; bu konuların sorgulamasının kaçınılmaz olduğunu gördüm ve bu gün sizlerle bu konularda biraz hasbihal etmek istedim.

Bir yönetici kendisinden kaynaklanan olumsuzlukların faturasını daima kendi dışındaki etkenlerde arayarak rahatlarken, bu kötü bir travma olmasına rağmen hala bazıları bu travmanın bir hikmetinin olduğuna inanarak yaşamını sürdürmektedir. Bu olumsuzlukların bir travma olarak görülmemesi ve rahatlama mekanizmalarının etkisi altında kalmadığına inanmamız için, insanın gerçeklerle yüzleşmesi gerekir. Gerçeklerle yüzleşmeyen ve gerçeklerden sürekli uzaklaşan insanlar, toplumsal travmaların oluşmasına neden olurlar. Geldiğimiz nokta ciddi anlamda toplumsal patolojik travmaların kökleşerek yayıldığına şahitlik etmektedir. Ancak bu vakaların yaygın hale gelmesine neden olanların hala bunları bir olumlu gidişat olarak tanımlamaları da apayrı bir vakadır.

Tüm psikologların ortak kanısı savunma mekanizmaları gerilim anlarında kısa süreli kullanıldığı zaman, gerilim yaşayan bünyede bir rahatlama meydana getirdiği için olumlu görülür. Ancak bu yaygın hale getirilip arkasına sığınıldığı zaman yaşamı olumsuz etkileyip kişiyi nesneleşen bir yaşama mahkûm ederler. Oysa bunları dikkate almayanlar daima bunlara sığınarak kendilerini haklı kılma mücadelesi içindedirler. Küresel virüs ortalığı sardığı ve belli ellerin insanların yaşamı üzerinde ciddi bir ifsat oluşturduklarını anlattığımız günlerde, yetkili ve etkili kurumlar tarafından potansiyel tehlikeli varlıklar olarak adlandırıldığımız ve kimsenin bu absürt çıkışlara inanmaması gerektiği anlatıldı. Ancak her türlü olumsuzluğun kökleşmesi sağlandıktan sonra aynı ağızlardan bu küresel güçlerin, küresel terörist olarak adlandırılmasının sizce ne kadar anlamı ve önemi olabilir.

Ekonomik yaşamın ciddi bir toplumsal sorun oluşturduğunu bilmeyen olmamasına rağmen, hala böyle bir durumun olmadığını ve bu olayları gündeme getirenlerin kendilerini istemeyen güçler ve onlarla işbirliği içinde olan içteki uzantılar olarak izahatının yapılması nasıl bir travma, bunu anlamak mümkün değil... Gelir düzeyi düşük ve düşük ücretle çalışan insanlar bu toplumda perişan bir hayatın açlığa dayanma diye(!) bir deneyin deney grubu olarak kullanılmalarına rağmen kimsenin gıkı çıkmıyorsa; orada ciddi bir sorun var demektir. İstanbul’dan Anadolu’nun bir yerinde cenazeniz olsa gidecek imkânlarınız olmuyor, gitseniz de gelecek zamanlarda yaşamınızın yerlerde sürüneceğini bilerek hareket etmek zorundasınız. Hayat bu kadar gerçeklerle dolu iken, hala bazılarının bu gerçeklerden rahatsız olmadan gerilimlerini azaltarak yaşamaları ancak savunma refleksleri geliştirmelerinden kaynaklanabilir. Yukarıda sözünü ettiğim öğrenci gibi bazıları da başarısız oldukları alanlardan kaynaklanan kaygı ve tedirginlikleri azaltmak için toplumda sivrilen davranışlar ortaya koyarak, o olumsuzlukları bastırıyormuş gibi görülseler de gerçekler acı üflemelerini yansıtmaya kararlı...

Yönetimin bir bakanı çıkıp, ekonomik kriz yoktur ancak muhalefetin yaygarası var diyorsa ve toplumda birçok kesimde bunlara inanabiliyorsa, bu durum toplumsal travmaya dönüşmüş bir psikolojiden başka bir davranışla açıklanamaz. Ey muhalefet, ey dış güçler gibi hitap cümleleri ile konuşmaya başlamayı, kişinin altından kalkamayacağı olumsuzlukları sloganik ifadelerle geçiştirmesi olarak görebiliriz. Bu kadar bahanelere sarılmak ve sürekli kişinin kendi sorumluluk alanlarındaki olumsuzlukların faturasını sırtına vuracağı sorumlu araması büyük bir travmatik durumdur. Ondan dolayıdır ki, toplumsal yaşam alanımız ciddi sorunlarla baş edebilmek için mücadele etmemizi gerekli kılmıştır. Eğer bu sorunları sorun olarak görmez ve sürekli dışardaki etkileyicilere sorumlulukları yüklemeye çabalarsak, hafifliyormuş gibi kendimizi hissetsekte, altından kalkamayacağımız ruhsal denge problemlerinin oluşmasına kapı aralarız. Toplum olarak ciddi bir mutsuzluk süreci yaşıyoruz. Bu sürecin ortadan kalkması için, sosyolojik travmaları toplum bazından kişisel sürece indirecek kadar alanını daraltmamız gereklidir. Bunu başaramadığımız müddetçe gelecek hayalleri kurmak, sadece uyuşturucunun etkisiyle bulutların üzerinde uçmaktan farksız olur.

Neden bireysel psikolojik bir vakıayı toplumsal vakıa içinde ele aldığımı merak edenler olabilir. Toplumla birey iç içedir. Toplum bireyden etkilendiği gibi, toplumda bireyi şekillendirir. Dolayısıyla toplum ve birey sürekli etkileşim halindedir. Karizmatik ve söz sahibi olan etkin ve yetkili kişilerin psikolojisi toplumsal yaşamın belirleyici dinamiklerini doğrudan yönlendirir. Toplum bu etkileme karşısında kendinden geçer ve çaresizlik içinde, sunulanları kabullenmekten başka çare bulamaz. Bu durum toplumsal travmanın genişlemesine ve yaygın hale gelerek kökleşmesine neden olur ve kronik vakaların oluşmasını sağlar. Son 0n yıl içindeki geçmiş yaşam alanımıza baktığımız zaman, savunma mekanizmalarını aktif olarak kullanan ve bu mekanizmaların yaşamda süreklilik kazandığı ortamları benimser olduk. Dolayısıyla hangi ayağınla yürüyorsun denildiği zaman hareket etmeyen ama düşünür olan kırkayağın durumuna düştük. Bu acınası psikolojik olumsuzlukları bir tarafa bırakmazsak planlamalarımız hep avucumuzda patlar. Onun içindir ki, kişilerin yaşamlarındaki olumsuzlukları, kişiyi özelleştirerek anlatmayı değil, sosyolojik vakıaya dönüşmesinden dolayı ele aldığımız bilinmelidir.

Gerçeklerle yüzleşmek, her zaman hayata yeni bir başlangıç yapmaktır. Ancak gerçeklerden kaçıp bahaneler üretmek potansiyel enerjimizi pasifleştirir. Yönetici ve tüm insanlarımıza naçizane çağrım, rahatlama mekanizmalarını hayatımızdan çıkaralım kısa süreli kişisel gerilimlerimizi azaltmak için, bütün bir yaşamı gerilimlere teslim etmeyelim. Gerilimli yaşamak ve sürekli gerilimlerden nemalanmak bu toplumun genel karakteri haline geldi. Oysa yaşam sükûnet ortamında anlamlı çıkışlar sağlar. Geleceğin öngörüsü olarak, sükûnet ortamında etki tepki sürecinden bağımsız kendinden yanmalı bir makine gibi kendisini yenileyen uygulamalara ihtiyacımız var; bu uygulamayı yapabilecek olanları her zaman baş tacı yapmaktır duruşumuz. Bahane üreterek rahatlamaya çalışanları da durakta bırakmaktır vazifemiz...

Çıkar iskelesinden gemiye binenler, hiçbir zaman olumlu ve olumsuzluk arasındaki ayrımı yapamazlar. Onların tüm doğruları menfaatlerinin artması ve devamıdır. Menfaatlerine bir dokunuş olduğunda çığlığı basarlar, yeni bir kaynak bulunca çığlıkları yerini sessizliğe bırakır. Ancak bizim böyle bir derdimiz olmadığı için hakikati, hakikat olarak ortaya koymak boynumuzun borcudur. Bu söylemlerimin ideolojik taraftarlık mantığı ile olayları ele alanları rahatsız edeceğini biliyorum, ancak onlara tavsiyem bir on dakikalığına beyinleri boşaltarak insani değerlere göre bu satırları ele almasıdır. O zaman doğruya yaklaşma imkânımız belki olur. Diğer durumlarda psikolojik travmaların toplumsal travmaya dönüştüğü ortamlarda bizler de birer vaka olarak yaşamaya devam ederiz.

Bizim toplumda çok ciddi anlamda birey toplum etkileşimi var, ancak bu etkileşim daha çok bireyden topluma devam ettiği için bireyler her yaptıklarını marifet bilerek yanlışlarında ısrar ederek bu yanlış süreci gelenek haline getirmeye başladılar. Bu geleneğin ortadan kalkması ve anlamlı bir yaşamın başlangıç yapabilmesi için herkesi yeniden bağımsız ve içten yanmalı araç gibi harekete geçmeye davet ediyorum. İşte o zaman belki kaderimiz değişir. Platonun deyimiyle, “İnsanlar kendi beyinsizlikleri yüzünden kaderlerinde olandan fazlasını yaşarlar..."Beynimizi doğru kullanarak kaderimizi kendimiz çizelim." İnsana ancak emeği var" gelin emeklerimizi zayi etmeyelim hep birlikte yeniden ayağa kalkalım ve kendimize gelelim yoksa yarınlar hep hastalıklı virüslerin kuluçkaya yattığı ortamlar olacak...

Sonsuz ikram ve merhamet sahibi rabbim sen bizim içimizi ve dileğimizi çok iyi bilirsin, hayra vesile olmak isteyen bu satırların şer olarak anlaşılmasına kapı aralama...

Selam saygı muhabbet ve dualarımla...

Erol KEKEÇ/21.06.2022/15.16




"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!