Bu Blogda Ara

2 Mayıs 2022 Pazartesi

“SERMAYEM DERDİMDİR SERVETİM AHIM”

Trajik bir çağın yeniden ürettiği yan ürünler olarak, kalan ömrümüzü tamamlamak için, orijinal bedenlere yerleştirdikleri zihinsel kalıplar bu bedeni taşımaktan aciz görünüyor. Kapital yaşam düzeneğinin içerisinde Halaç pamuğuna çevrilerek öğütülmüş ruhların, orijinal ruhlarımız olduğunu düşünerek dört elle sarıldığımız bu hayattan mağlup olarak çıkmak sanki bahtımıza yazılan kaderimiz olmuş gibi…                                                                                                 

Hangi surda bir gedik açtık desek, kendimizi kaybederek aydınlığa koşan bedenlerimiz, ruhlarını satarak bu koşuya çıktıkları için, koşunun her aşamasında kendimizden bir şey eksilterek yolun sonuna varmak istiyoruz, ancak sona vardığımızda sanırım bize kalan orijinal ruhları olmayan donuklaşmış bir kadavra olan bedenlerimiz olacak…

Ruhlarımızı çalmak için mi acaba bizleri bu cafcaflı yaşamın kollarında hipnoz ederek kendimizden geçirdiler. Her birey kendinden emin, kimsenin kendisinden akıllı olmayacağına inanarak, bu dünya sinemasında sahnelerde hep başrol oyuncusu olarak oynamak isterken, hipnozun etkisinden ayılıp kendinize geldiğiniz zaman, figüranlarla kuşatılmış oyunculuk becerisi olmayan varlıklarla, sahnenin dolmuş olduğunu görüyorsunuz.

Güneşin tutulduğu ayın yatağından çıkmak istemediği, dünyanın hepten kararmayla yüz yüze kaldığı, küresel karanlıklar, bir fırtına gibi her tarafı dağıtarak taş üstünde taş baş üstünde baş koymamaya yemin etmiş gibi, evlerimizin anahtar deliğinden girerek yaşamımızın altını üstüne getirmişken, karamsarlıklar coğrafyasından nefesleri hep bize solutmakta…

Depresyonda olan bir yazarın ruh hali olarak mı görürüsünüz, yoksa yaklaşıyor yaklaşmakta olan diye avazı çıktığı kadar bağıran bir münadinin gerçekleri haykırması olarak mı kabul edersiniz, nasıl işinize geliyorsa öyle bakınız ama bu günlerin bize giydirdiği elbisenin ruhlarımızı çalarak,  bizlerin düşünsel ve algılama hücrelerimizi yok ettiği bilinmelidir. Rüzgârın dili olsa da, bize taşıdıklarının ne olduğunu ve içinde nasıl sinsi emelleri gizlediğini bir anlatsa, o zaman belki bizlerin uyanma vakti olur.

Eskiye özlem duymayı pek seven biri değilim aslında, yarınların hayallerini kurarken bu gün kendini unutmaktan da hiç hoşlanmam. Ancak öyle bir harami topluluğunun küresel zehriyle, evrenimizi ne kadar etkisi altına alıp bugünlerimizi yok ederek bize yarınların hayallerini kurdurarak nasıl diri diri bizi mezara gömmeye çabaladığını görünce, bugünleri kaybetmek üzere olduğumuzdan, bari yarınlarımızı da imha etmeyelim diye çırpınıyorum.

Yüreklerin haz almadığı, beyinlerin hazımsızlıktan yürekle arasındaki bağı, etki tonu yüksek susturucuyla patlatılan bombaların etkisiyle parçalandığı anda bedenlerimize sahip çıkalım, onları da hangi cenderelerinde domuz yemi yapacaklar onu bilmediğim için sabırsızlanıyorum… Yaklaşıyor yaklaşmakta olan diye uyarı tonu yüksek sloganlarla her ortama yazmak istiyorum.

Dışarıya çıkıyorum, sesiz çığlıklarım içime gömülürken, gözyaşlarım yüreğime akıp içinde kocaman bir deniz oluştururken, ben kurumuş sokaklarda bir dere kadar etkisi olmayan bir çiğ damlası gibi, kendi üstümü ıslatamıyorum. Buğulanmış gözlerim, kurşuni renkte yağmurun ağlamaktan kaçındığı ama acı çektiği gecenin derinliklerinde beni benden alıp ta gerilere götürüyor. O gerilerde acep ne kalmış olabilir ki, unutmak istediğim geçmişin kollarında derin uykuya nedir beni daldıran…

Bir ramazanı hüzünle uğurlarken benim ruhumda hangi kıvılcımları yakmış olabilir acaba? Gecelerim uykusuz gündüzlerim düşünceli midem boş, bedenim yorgun zihnim şaha kalmış çılgın bir at gibi her an kişnerken, ramazandan bana kalan, beni bana bırakıp yalnızlığımla beni avutup, gün batar batmaz sessizce birden kaybolup giderken içime saldığı gözyaşlarım…

Gelmeyecek ömrüm için mersiyeler söylense, geleceğim için naatlar yazılsa, bugünüm Fatiha okunarak mezara yollandıktan sonra, neden benim böyle yazılarla zamanımı harcadığımı, sanıyorum sormazsınız.  Günüm için bir şeyler yapmayıp, eski yaşadıklarıyla avunup onları anlatarak onunla avunup acılarını unutan olamadığım için, savunma mekanizmaları benim semtime pek uğramazlar. Ondan olsa gerek olduğum gibi konuşuyorum ve gördüklerimi görmemiş gibi davranmak ruhumu sıkan bir özellik olduğundan, herkes gibi o şekilde mutlu olamıyorum ben… Günü yaşarsam dünyanın en bahtiyarı oluyorum, yarınlarda dağıtılan hayal ve umutlara belimi bağlayamıyorum o gün gelir mi gelmez mi bilmiyorum, benim olan eldeki peşinatımı, alamayacağım belli olan, vadeli yüksek karşılıklarla değiştirmek istiyorlar. İşte buna ruhum alışkın olmadığından ben hep peşin yaşamaya alışkınım, çek senet vade, kredi kartı nedir bilmiyorum, bilsem de kapsam alanımda çekim gücü olmadığından, bunların yapacağı yayınlara ruhum tok olduğundan, kendi içimde kapalı devre yayınlardayım. Onun için benim anlatımlarım biraz iğneler insanları, sonrasında bir kurşun yemiş gibi acıtır, ardından sorgulama alarmı başlatır. Tabi ki bunlar insandan bedel ister, herkes elindekini bedel olarak vermek istemediğinden, hayalleri için mastürbasyon yapmamızı bekliyorlar. Biz hayallere haz satmayı bilmiyoruz. Yaşanan gerçekliğin acılarını gösterip anlamlı yaşamın kollarında ruhuyla insanların yaşamını sonlandırmasını istiyoruz. Ondan olsa gerek sağ sol orta uzak alt üst demeden, rota içinde kim ve ne varsa hepsine dokunarak, yolu işgal edenleri yoldan çıkarmak en büyük zevkim.

Ben şunu çok iyi bilenlerdenim, gerçeğin acısı, hayallerin yaşattığı en üst seviyedeki hazdan daha değerli ve makbuldür. Gerçekliğin acıları içinde yaşamı basu badel mevt bilirim, her günü haşre uyanır gibi yaşayarak, hayaller istasyonuna uğramadan, gerçekliğin haritasında kendime yer bulmayı çok önemserim… Usta Merhum Mahsuni’nin mısralarında olduğu gibi…

İşte gidiyorum çeşm-i siyahım

İşte gidiyorum çeşm-i siyahım

Önümüze dağlar sıralansa da sıralansa da

Sermayem derdimdir servetim ahım

Karardıkça bahtım karalansa da

Sermayem derdimdir servetim ahım

Karardıkça bahtım karalansa da

………………………………………………..

Bağladım canımı Haydar zülfün teline

Bağladım canımı zülfün teline

Sen beni bıraktın elin diline elin diline

Güldün Mahsuni’nin berbat haline

Mervan'ın elinden parelense de

Güldün Mahsuni'nin berbat haline

Aşağıdan yukarıdan yolun sonu görünüyor…

Erol KEKEÇ/01.05.2022/23.34


 

 

1 Mayıs 2022 Pazar

HAKİKATİ GİZLEMEK YANLIŞA TARAF OLMAKTIR!

Manipülasyon ve algı yönetimi günümüzün en rahat yönetme biçimdir. Eğer bu konuda gerekli ve yeterli bir beceriniz varsa, her zaman müşteriniz var demektir. Küresel üniter yapılanma, bölgesel ve yerel Milli oluşumların farklılığını ortadan kaldırmak için, o kadar kurnazca bir oyun oynuyor ki, gelecek nesiller bu oyunu kendileri için biçilmiş bulunmaz kaftanmış gibi gördüler. Manipülasyon sizin bakışınızı ve olayları anlama yönünüzü tamamıyla kuşatır ve size neyi nasıl algılatmak istiyorsa onu yapar. Genellikle bunda da başarılı olur. Çağımızın en kötü hastalığı böylesi bir virüsün tüm coğrafyalarda hızlı bir şekilde yayılarak yaşama imkânı bulmasıdır.

Ulusal devletlerin Küresel üniter devlet içinde eriyerek yok olma döneminin çok hızlı ilerlediğine şahit olmaktayız. Bu yeni devlet yapılanması sınırlardan çok, beyinleri yönetebilme ve ortak hazlar oluşturma algısı yaratan devlettir. Bu devletin yeri yoktur, sınırı ve gözle görülen belli bir güç ve kuvvet oluşturma gibi özelliklerini göremezsiniz. Ama Metafizik olarak üzerinizde sizi hep yöneten ve başınızı kesecek Sezar'ın kılıcı gibi durduğunu düşünerek yaşarsınız. Zaten Küresel Üniter devletin de, oluşturmak istediği algı budur. Bu devlet anlayışını oluşturmak için, az mı emek ve sermaye tükendi. Her şeyin sizin için yapıldığı anlatılarak, gelişen çağın insani yaşamı kolaylaştırdığı ve yaşam kalitesini arttırdığı vurgulanarak beyinlerde istila yaptı. Beyinleri kuşatan bu algı sonrasında Küresel bir otorite olduğunu, insanlık için ortaya attığı her uyarı ile bunu kanıtlamaya çalıştı.

Küresel Üniter devletin belli bölgelerde gözle görülen ayakları vardır, ancak bunların onunla ilişkisinin olduğunu kimse bilmez, apaçık ortaya çıkana kadar. Silah sektörüne, Gıda sektörüne, sağlık sektörüne, medya sektörüne, hükmedenler bunların temel ayaklarıdır. Ancak bunlar dışında belirleyici farklı unsurlarda bulunur, eğitim, din, bilim, teknoloji, sanat, kültür ve ideoloji gibi... Üniter küresel devlet diyebildiğimiz şebekenin varlığını korumak için, öncelikli ana ayaklar olmalıdır. Toplumları biçimlendirmek ve kendisine bağımlı kılmak için de ikinci ara bileşenleri devreye sokar. Her ne kadar siz farklı düşünmek isteseniz de onların evrensel(!)olarak ürettiği ideoloji herkesin benimsediği ideoloji olur. Dini farklılık gözetmeksizin hepsinde ortak nokta oluşturulur, hoşgörü gibi... Kültür ise kültürsüzlük olarak anlatılmaz ama herkese kültürsüzlüğü bir kabuk gibi giydirmenize rağmen, kültürü yaşatmanız çok zor olduğu için, Küresel şebeke kültürsüz bir yaşamı İnsanlık evrensel kültürü diye yedirmeyi becerir... Mesela giyim kuşamda dikkat ederseniz, dünyanın her tarafında yırtık yamalı ve her yanında bir delik olan elbiseler rahatlıkla giyilebiliyor. Ama bu bir toplumun kültürü olsaydı, ya aşağılanacaktı ya da ilkel bir yaşam olarak lanse edilecekti. Ancak bunları oluşturan küresel şebeke belli bir amaç doğrultusunda bunları hedeflediği için kimsenin oralı olmadığını, hatta 60'lık ninelerin bu kültürsüzlüğü benimseyerek yaşadığına şahit oluyorsunuz.

İkinci bantta aktarmaya çalıştığım özellikler, Küresel üniter Devletin kökleşmesi için kullanılan aparatlardır. Bunların yerleştirilmesi çok rahat olduğu için, bölgesel halklar ve farklı uluslar bu oyunlarda çok rahat rol alabiliyorlar. Onların rol tercihi zaten yoktur, rol ona verilir ve o da oynamak zorunda kalır. Kimsenin ilgisini çekmemiş olabilir ancak benim ısrarla direnerek kendi ülkemiz içindeki farklılıkları görünce onların durup dururken neden hemen ortaya çıktığını sorgulamaya çalıştığım çok olmuştur. Mesela Rabia diye bilinen ve Mısırdaki Sisi darbesiyle gündeme gelen dört parmak işareti çok doğal bir sembol gibi geldi hepimize. Ve öyle görmek istiyorduk, çünkü o işareti yapan bizden biriydi ve onun herhangi bir olumsuzluğa bizi götüreceğine hiç ihtimal vermezdik, ancak sorgulamanın insana kaybettireceği bir şey olamazdı. Zihinlerimize vurulan prangalardan zihinlerimizi biraz özgürlüğüne kavuşturmak bize ne kaybettirirdi ki, hemen korkarak sorgulamayı bir düşmanlık unsuru olarak görmek istedik. Sorgulamanın olmadığı yerde insanlığın her türlü tecavüze uygun zemine getirildiği bilinmelidir.

Rabia işaretiyle anlatılmak istenen daha sonra çeşitli mitinkilerde rahatlıkla anlatıldı. Önce İşaret olarak zihinlere kazındı, sonrasında anlamı açıklandı. Tek devlet, Tek Vatan, Tek Bayrak, Tek dil... Bunlar çeşitli anlamlara gelebiliyordu, milliyetçilik duyguları tavan yapan insanlar zevkten dört köşe oluyordu. Bunun dışında Kendi kaderlerini kendileri belirlemek isteyenler rahatsızlık duyup bu konuda yazılar yazıyordu, ayrıca dünyaya hükmeden Küresel baron şebekesinin keyfine diyecek yoktu. Çünkü onların oluşturmak istediği algı, bilerek ya da bilmeyerek en yetkili ağızlardan anlatılarak toplumda içselleştiriliyordu. Bundan sonraki akışın çok kolay olmasından dolayı bu çalışmalarla amaçlarına hizmet eden dünyadaki farklı devlet liderleri ödüllendirilmeliydi, âmâ kendilerinin anlaşılmaması için de belli zorluklar oluşturmaları gerekiyordu. Tam da dedikleri gibi yaptılar ve bunu başardılar.

Tek devlet Oluşuyordu, çünkü dünyaya hükmeden tek otorite vardı, soyut ama etkisi her yerden hissedilebiliyor hatta çok güçlü etkiye sahipti. Tek Vatan olmak için sözler veriliyordu, Lüksemburg’daki toplantıda Ülke liderlerinin saygı ve tazim duruşlarıyla ışıklar içinde açılışı yapılan, aslında çıplak Kralın görünmeyen gücünü kutsamaydı. Yani Dünya vatandaşlığı konuşulmaya başlandı, dünyanın güç dengeleri yeniden oluşuyor diyerek, dünyanın merkezini nötr göstererek herkesin dikkati bu güç merkeziyle bütünleştirilmek isteniyordu. Ne yazık ki bu görünmeyen soyut güç merkezi, insanların kurtarıcı olarak beklediği tek güç galine geliyordu. Bundan sonra Ülkelerin sınırları anlamını kaybediyor, doğrudan vatanın dünya olduğu tek tip canlı tasavvuru yapılıyordu. Bu canlılar için tek Bayrak oluşturuluyordu, bu bayrak Haz bayrağıydı. Toplumsal inançlar ve kültür üzerinden var olan değerler imha edilerek, insanın sadece libidoyla alakalı isteklerinin ön plana çıkarılarak kutsallaştırılması sağlanıyordu. Bunda başarı sağlandı mı dersiniz, büyük oranda sağlandı görünüyor, sadece ulaşılmayan Latin Amerika ve Bazı Afrika ülkeleri hariç tüm dünya halkları bu transa girmiş gibi... Diğerleri de zaten kendiliğinden katılmak zorunda kalacaktır. Ortak dil algısı ise başlı başına herkesin rahatlıkla konuşabileceği ve o dilde kendisini bulacağı bir dil olmalıydı. Bu duygu ve düşünceleri anlatmak için kullanılan yapay işaret sistemi olmaktan çıkacak, bir kaç kelimeden oluşacak teknolojik kuşatmanın dayattığı, dijital çağın dili olan soyutlanma dili olacaktı. Ne yazık ki bunda çok başarı sağlandı. İnsanlar arası yakınlaşmalar kurşunlandı. İletişim kanalları imha oldu, birbirini anlamayan ve anlamak istemeyen diller arasına girdi konuşma dili... Ortak dil teknoloji oldu, teknolojik yolla anlaşılamayacak kimse yoktu, ancak anlaştıklarınızla aynı mekânda olmanız birbirinizi görmeniz gerekmiyordu. Onun için her fert insan olarak var olan fert kimliğinden çıkarak birey oldu, sonrasında kendi gettosuna girerek yaşamını orada sürdürmeye başladı. Çünkü bu yaşamın insanları bir araya getirip tehlike oluşturması düşünülmüyordu. Tüm bunlar gösteriyor ki, size sunulan mavi boncuklar ile o boncukların içinde ne olduğu çoğu zaman saklı olabiliyor. İşte bu da bir manipülasyon sürecidir. Yani insanları istediğiniz şekilde yönetmek için, onların hoşuna giden sözler ve hedefler göstererek, onları peşinize takarak kendi hedefinize götürmüş olursunuz.

Manipülasyonda, Hedef daima gizli tutulur, hiçbir zaman gösterilmez, âmâ hedefe hizmet edecek insanların hoşuna gidecek bazı uyaranlara çokça yer verirsiniz, insanlar onları görünce peşinizden gelirler, sizin için o değerlerin bir anlam ifade ettiği düşünüldüğü için, sizlerin yanlış yapma ihtimaliniz düşünülmez. Dolayısıyla rahatlıkla amacınıza varmış olursunuz. Günümüzdeki manipülasyon yönetimi, doğruları söyleyerek sizi yalan olan bir hayata taşıma aracıdır. Yani Bir Koçu kasaba götürürken ona arpa vererek arkanızdan koşturmanız gibidir. Hatta olta balıkçılığı da böyledir. Aslında o balığı yakalayıp yemek istersiniz ama o balığa o isteğinizi açık açık belli ederek onu tutamazsınız. Oltanın iğnesi görülmeyecek şekilde ona yem yerleştirirsiniz, Balık kendisi için tam bir yiyecek olduğuna inanıp, onu yuttuğunda yem bitince iğne boğazına takılır ve ancak balıkçının onu yakalamasıyla iğne çıkar. Balığın sonu balıkçının hazı olur. İşte Manipülasyonla insanlık böyle kandırılmaktadır. Buna rağmen hala insanlık kendisi için yapılanların, onu kurtarmak olduğuna inanmaktadır. Yazıktır ben şahsen insanın bu kadar basit bir yaşamın kurbanı olacak düzeyde olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Allah öyle muhteşem bir donanım kurmuş ki, onun yazılımına virüs girdiği için, donanım iflas etmiş görünüyor. Bu yaşamları unutarak kendimizle olan hesaplaşmamızı çok ciddi yaparak ayağa kalkalım... Ve dünya devleti vatandaşı olmayacağımızı Küresel güçlere haykıralım... Millet olarak dosdoğru adam gibi nasıl yaşanılır bunu ortaya koyalım...

"Siz hala anlamayacak mısınız..."Rabbimizin bu mesajını anlayanlardan olmak umuduyla herkese selam saygı ve en içten muhabbetlerimi iletiyorum...

Erol KEKEÇ/30.04.2022/13.40

30 Nisan 2022 Cumartesi

NİCE KUTSADIKLARIMIZ ALLAH'A GİDEN YOLUMUZU TIKADI

İnsanların varlık dünyasında nesnelere, mekânlara, zamana ait göstergelere tarihe, şahıslara verdikleri önem, yükledikleri anlam ve kutsallık çoğu zaman bu kavramları önemli kılan asıl gerçekten insanların uzaklaşmasına neden olmaktadır. Bunun en açık örneklerine de yine yaşadığımız ortamlardan örnekler getirerek bu olumsuzluğu ortaya koymak mümkündür.

İslam dünyasının, kutsal zaman mekân ve tarih olarak, yaratıcı dışında bunların tapınılan bir mabut haline getirilmesi, yaşamın ne kadar da rotasından çıkarıldığının göstergesidir. Bir şehri önemli kılan şehrin kendisi değil, o yerde yaşanmış olan anılar ve o yerde hayata katılan değerlerden dolayı o şehir ön plana çıkmış gibi algılanır. Oysa maksat o şehir değil, orada yaşanan anlamlı hayat ve oradaki mücadelenin kendisidir önemli olan; bu algı ne yazık ki tersine dönmüş ve o mekân kutsallaşmış, o mekânda yapılan fiili eylemlerin amaç ve maksatları kavranamamıştır. Allah Resulünün doğum gününe naatlar yazılmış, o gün kutsal gün olarak kutlanmış ancak bu elçinin neden geldiği niçin mücadele ettiği ve mücadelesinin amacında ne vardı onlar hiç bir anlam kazanmamıştır. Resulün doğması bir kutsallık değildir. Resule biçilen görevden dolayı onun o görevi üstlenmesi onun varlığını değerli kılmıştır. O zaman burada asıl dikkate alınması gereken Resulün getirdiği ilkeler ve onun bizi götürmek istediği gücün azameti kavranıp, ona kulluk yapılması gerekirken, bizim bunlarla bir ilişkimiz kalmamış ya da son derece kıytırıktan hale getirilmiş, âmâ folklorik bir yaşamı kültür olarak devam ettirmek hayatımızın amacı haline getirilmiştir. Dolayısıyla bu algıyla Allah Resulünün önemi kişiliği ve onun mücadelesinin değeri bu anlayışlarla kavranamayacağı bilinmelidir. Bu algıların bir din olarak yaşandığı ortamlardan Allah'ın dini ve Resulün mesajı kaçar, bize bizim icat ettiğimiz din kalır.

Son iki gün içinde anılan veyahut ta kutlanan Kadir gecesi gerçeği de bunun gibidir. Kadir gecesini" Ramazanın son 10 günü içinde arayınız” diye söylenilen sözü Allah'ın Resulünün bir sözüymüş gibi tarihten günümüze taşımak, Resulün davasının anlamı ve onun getirdiği hakikatin özüyle uyum içinde olmadığını görmekteyiz. Takdir edilen bu gecenin takdire şayan olması, gecenin kendisinden kaynaklanan bir olay olmadığını düşünüyorum. Bu gece, insanlığı karanlıklardan aydınlığa götürecek olan nur geldiği için, bu güne dikkat çekilerek o nurun önemi hatırlatılmaktadır. “Bu Kitap sizi ancak doğru yola götürür “İşte bu kitabın inmeye başlaması o gecenin içinde olduğu için, o gecenin içinde insanlığa gelen değerin algıda seçicilik oluşturması amaçlanmaktadır. Gecenin kendisi bir zemin, kitap ise şekildir. Psikolojik açıdan şekil zemin ilişkisinde, zemin değil burada önem kazanan, şekil anlam ifade eder. Ve insanlık o şekle dikkat çekilmeye çağrılmaktadır. Ama ne yazık ki bizler hep parmağa takılıp kalanlardan olduğumuz için, parmakla anlatılmak ve gösterilmek isteneni hep atladık. Ondan olsa gerek, hayatlarımızda nice parmakları kutsallaştırdık o parmaklar kırılmadan asıl gerçeği görme basiretine kavuşamayacağız.

Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır, çünkü bu gecenin içinde Rabbinizin sözü yeryüzüne indi. O sözün tesiriyle yeryüzünün karanlığı aydınlandı ondan dolayı melekler bile o sözü takdir etmek için sabahlara kadar Allah'ın izni ile o söz karşısında kendilerinden geçtiler. Âmâ siz o sözü hiç görmek istemediğiniz gibi, sözün indiği geceye naatlar dizme derdindesiniz. “Allah iman edenlerin dostu onları karanlıklardan alıp aydınlığa çıkarır..."İşte, bu hakikat bu gece geldi, siz o geceyle her gün karşılaşmazsınız ama o gecede inenle her an muhatapsınız. Ama o geceye anlam kazandıran gecenin içindekileri hayatınızdan kovarak o gece tüm günahların af edileceğini bekliyorsanız ancak alacağınız karşılık boş beklemek olacaktır. Kur'an'ın hayata hükmettiği her gece takdir edilmesi gereken bir kadirdir. Ama hayatımıza Kur'an'ın uğramadığı kadir gecesi olsa da anlamı olmayan bir gecedir. Onun için bizler öncelikle bu kitabı bize gönderen yaratıcıyı hakkı ile takdir edebilsek ve ondan hakkı ile ittika edebilsek, Kur’an’ı hakkı ile okuyup, Hakkı ile rabbimizin istediği yolda mücadele edebilsek, yeniden doğuşumuzun gerçekleşeceğinden kuşkunuz olmasın... Ancak bunlardan uzak sadece kadir gecesine erişmiş olmak ve o gecede münzevi bir yaşam oluşturmak bizleri kurtarmayacaktır. Bu kitap en doğru olana götürtür. Bu kitap o gece inmeye başlayan hakikattir. Bu hakikate hayatlarında şahitlik yapmayanlara, ne geceler ne de gündüzler anlam katmayacaktır. Her gelen gece kadir olsa ne yazar... Onun için bizler öncelikle hayatımızın gaye amaç ve anlamını keşfederek, gönderilen kitabın yeryüzündeki amacını kavrayarak hayata başlamalıyız ki, hayattan bir beklentimiz olsun ve geceler kadir olmasa da kadir olarak takdire şayan geçsin...

Hakikatin anlamı, hakikat dışı objelere yüklendiği zaman, insanların hayatındaki kutsalların sayısı arttığı gibi, yaşama hükmeden ilahlardan geçilmez olur. Bu ilahları kutsallaştırarak insanlara bunu din diye dağıtıp, bundan uzaklaşanları da dinden çıkmakla ithaf edip, bir kaşık suda boğmaya çalışırız.571 yılının kutsallığı yoktur. O gün Allah’ın beyanını bize getirecek bir elçi dünyaya geldiği için belli bir tarihtir. Ama günün anlamı Resulün şahsından öte, gelecekte gelecek beyanın bu şahsın eliyle bizlere ulaştırılmış olması onu değerli kılmaktadır. Yoksa hepimiz et kemik yığınından farksızız. Onlar hayattan çıktığı zaman, şahısların tek başına anlamı, Yaratıcının kendi Ruhundan üflediği ilahi bir özellik barındırmasındandır. Bunun dışında kayda değer bir özelliği kalmıyor. Ancak Bu ruh Yaratıcısını tanıyarak ondan hakkı ile ittika ediyorsa, onun o duygu ve yaşamı amacına uygun eylemleri bir anlam kazanıyor. Onun için Rabbimiz der ki, “Kişiye ancak emeğinin karşılığı vardır."

Şunu anlamak, bizim insan ve sorumlu bir varlık olarak yaratılış gayemize uygun yaşamamızın göstergesi olur. Yeryüzünde Hiçbir kutsal tanımadan, Yaratanın bizim için tayin ettiği yaşam alanı içinde sadece ona kulluk yaparak, gönderdiği beyanı anlayarak hayatımızı anlamlı kılmamız, her anımızın bir kadir olmasını sağlar. Âmâ bunlardan yoksun yaşayarak hangi kadir gecesine kavuşursak kavuşalım bizim hayatımız takdir edilecek bir yaşam olmayacaktır. Onun için kadir gecelerini bekleme yelelim, oluşturduğumuz kutsallar önünde secde etmek için... Secde edilecek tek varlık var, o da kadir gecesinde Kur’an’ı bize rahmet olarak gönderen merhametlilerin en merhametlisi Allah'tır.

Evet, dostlar geçen zaman ve kaynağından uzaklaşan değerler içine çok farklı karışımlar alarak bize geldiği için, bunları arındırmak ve hayatımızı yeniden hakikatin rotasına oturtmamız kaçınılmazdır. Yoksa rotasız bir denizde her gelen dalgaya yem olan aşınan bir gemi gibi nerede ne zaman hangi dalga ile derinlere batacağımız anı beklemek zorunda kalırız. Rabbim bizleri Hakikati, Hakikat olarak alıp hakikatin şahidi olanlardan kılsın... Zaman çok hızlı, o halde Allah dışındaki kutsalları yok edelim, her şeyin değeri, Allah’ın onu değerli kılmasındandır. Allah’a bizi götürmeyen ve kendisiyle uğraştırıp aydınlıktan alıp karanlıklara götüren güçler ancak Tağutlardır. Tağutlaştırdığımız kişi, kurum, yönetici, din adamı, nefislerimiz, atalarımız tarihimiz bunların hepsinin bizi götüreceği karanlıklardan uzaklaşarak, Rabbimizin götüreceği aydınlığın kilidi, işte kadir gecesinde inen Kur’an’dır...

Rabbimizi, her namazda Fatiha ile önce övgülerle yüceltiriz sonrasında ona kulluk ettiğimizi, ancak ondan yardım dilediğimizi ve bizi gazaba gidenlerden uzak eylemesini istiyoruz ya, bunda samimi isek, Rabbimiz bize yolu gösteriyor... İşte, apaçık bu kitap Allah'tan ittika eden ve hakka yönelmek isteyenler için bir hidayet kaynağıdır..."Bu kaynaktan doymak bilmeden içenlere ne mutlu… Rabbim bizi buyruklarını anlayarak yaşayanlardan eylesin ve sadece kendisine bizi kulluğa kabul etsin, tüm ilahların etkisinden bizi uzaklaştırsın...

Selam muhabbet dua ve iyilik temennilerimle... Gelecek Olan Bayramın hakikaten mazlumlara öncelikle bayram olmasını rabbimden niyaz ediyorum... Herkesin bayramını tebrik ediyorum…

Erol KEKEÇ/29.04.2022/15.15

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!