Bu Blogda Ara

18 Nisan 2022 Pazartesi

BEN SİZİ KURTULUŞA ÇAĞIRIYORUM, SİZ BENİ ATEŞE ÇAĞIRIYORSUNUZ

 "Ey toplumum! Sebep ne ki; ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz beni ateşe çağırıyorsunuz."

"Siz beni, Allah’a nankörlük etmeye ve hakkında hiçbir bilgim olmayan şeyi O’na ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Bense sizi o Aziz ve Gaffar olana davet ediyorum."

"Sizin beni çağırdığınız şeye, ne dünyada ne de ahirette asla ve asla dua edilemez/onun dünyada ve ahirette çağrı hakkı yoktur. Dönüşümüz-varışımız Allah’adır. Aşırılığa sapanlarsa ateş halkının ta kendileridir."

"Size söylemekte olduklarımı yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Allah, kullarını iyice görmektedir. "Mümin/41-44

Ey Rabbim! Bizleri sadık olan ve hakkaniyetle bütünleşmiş, ruhlarını sadece sana teslim eden kullarından eyle… Rabbim biz, kurtuluşa çağıranların, çağrılarını yok etmek için elimizden geleni yaparız. Onların mesajları anlaşılmasın diye hemen yüksek sesle onları boğmak isteriz. Toplumsal geleneğimiz bu bizim. Bağırarak çağırarak hakikati anlatanlara karşı koyup, onu bastırmak isteriz. Velid Bin Muğire’nin, Allah’ın Resulünün ağzını kapayarak anlattıklarının başlarına geleceği endişe ve korkusunun etkisinden kurtulmak için yaptığı eylemin aynısını yaparak, devekuşu gibi kafamızı kuma gömerek yaşamayı, gelmekte olandan bizi koruyacağını sanırız.

Alışılmış yaşamlarımızın vermiş olduğu nefsani hazlarına, hakikati tepeleyip geçmeyi tercih ediyoruz. Ondan olsa gerek hakikatin kıvılcımlarının yansıdığı ortamlardan gözlerimizi kapayarak hızlıca geçmeyi yeğliyoruz. Rabbimiz biz bizi unuttuk, çünkü seni unuttuk, seni unutunca sen bize bizi unutturdun… Rabbim kendisini unutmuş olan bu biçare aciz nefsinin peşinde koşmaktan yorulmayan, ama hakikat için attığı ve atacağı her adım için nefes nefese kalan bizler nasıl edelim ki, gelmekte olan gazap ve bizi sarmakta olan ateşin kuşatıcılığından beri olalım…

Rabbimiz, biz yaşadıklarımızı bilerek yaşayanlardan değiliz, çıkarlarımıza ne uygunsa onu alıp kutsallaştırırız, çünkü çıkarlarımızı korumanın adının hakikati korumak olduğuna inanarak bu günlere geldik… Bu günlerimizi kaybedersek biz bu kazanımlarımızı bir daha nasıl elde ederiz. Onun için sen bizim bu çıkarlarımızı da katında hakikat eyle(!)Be hey zavallı nefis, senin bu kadar çukura indiğin ve çıkarlarını korumayı hakikat olarak savunup başkalarının da bu çıkarları savunduğunu görünce avazın çıktığı kadar bağırmaktan ve yırtılmaktan vazgeçmezsen sen hep aşağılanan ve çukurdan çıkamayan bir zavallı olarak kalacaksın… Yaşadıklarını Vahiymiş gibi sahiplenip onları korumak için de, bir köpek gibi her tarafa saldırınca seni Yüce Rabbimiz nasıl tanımlar ey çukura düşen nefis, ”Onun üzerine varsan da ondan uzaklaşsan da onun durumu dilini sarkıtıp soluyan köpek gibidir.”

Ey toplumum sizin sebebiniz nedir yahu, sizi kurtuluşa çağıranları siz ateşe çağırıyorsunuz? Kendinizi yakarken bırakın bari sizin kurtuluşunuzu isteyenleri yakmayın… Kendi nefislerinizin kazandıklarını taşımaktan aciz iken, bir de hakikate şahitlik edip elinizden tutanları da bataklığınıza taşımak isterseniz, kurtuluşunuz olmaz ve ateşin sizi kuşatması zorunlu hale gelir.

Rabbimiz, biz hakkında hiçbir bilgimiz olmayan şeyleri sana ortak koşmaya ve sana karşı nankörlük yapmaya alıştık, bu alışkanlıklarımızı terk etmek ve sadece sana kul olarak gelmek o kadar zor ki bedel istiyor… Biz bunların altından nasıl kalkalım, çağırıcılar bizi gafur ve rahim olan tek güç sahibi sana çağırıyorlar, âmâ biz o günün nerede ne zaman vuku bulacağını bilmiyoruz. Oysa inatlaşıp savunduklarımızın karşılığını yaşarken de hemen alabiliyoruz. Peşin alımları biz çok seviyoruz, bir verip on almak bizim tabiatımızda var… Manevi olarak kazançlar hep yarınlarda geleceği söyleniyor, âmâ bizler gözlerimizle gördüklerimize inanıyoruz, sen de gözle görülmüyorsun, bize hatırlatanların söyledikleri de ya olmazsa deyip burada tıka basa üstümüze başımıza dökerek götürmek istiyoruz. Dünyaya bir defa geliyoruz o halde tüm hazları burada tadalım diyoruz.

Herhâlde doğru düşünüyoruz değil mi(!)  ?

Ya bir daha bunlara kavuşamazsak diyoruz, yanlış anlaşılmasın biz ahirete cennet ve cehenneme de inanıyoruz zaten, amenna ve sadakana(!) Bunların hepsini bilgi olarak biliyoruz çünkü atalarımız da bizlere bunları anlattı, hatta onlar bizim kadar bu dünyaya sarılmıyorlardı, ancak onlar yanlış yapmış olabilir diyerek, biz dört elle sarıldık. Allah güzelliklerin hepsini Müslüman kulunun üzerinde görmek istediğini bildiğimiz için, yaptığımız malikânelerin tuvaletlerinin musluklarını en ala altın kaplamalı yaptırdık… Seccademizi otomatik yaptık, Tekbir getirmek için kıbleye yöneldiğimizde hemen seccade geliyor, karşımıza Kâbe resmi geliyor, tam bir huşu içinde ibadetimizi yapıyoruz(!) tüm bunları sen bizim üzerimizde güzellikleri gör diye yapıyoruz başka amacımız yoktur. Zaten cennette bunların en güzeli yine bizi bekliyor…(!)

Rabbimiz senin elçilerin bizi, gafur ve rahim olan sana çağırdılar, biz de aslında iyilikleri düşünüyorduk ama nankörlük ve şirk olduğunu bilmeyerek sana ortak koşmaya onları çağırdığımızı bize söylediler. Peki, bizim yaptıklarımız şirk olsa bu kadar insan bunları yapabilmek için çabalar mı, acaba diyorum yoksa bizi çağıranların imkânları olmadığından ya da bizim sahip olduklarımıza sahip olmadıklarından bize öyle şeyler anlatıyor olabilirler mi(!)? Ne bileyim insanın kafasına takılıyor işte, biz o kadar çabaladık bunlara sahip olabilmek için, gecemizi gündüzümüze kattık, şimdi zekâtımızı da vermiyor değiliz; kimse bize karışamaz en lüks olanları tabi ki yaşarız… Biz böyle öğrendik şimdi bu kadar mezhep imamları yanlışta bunları bize anlatan bunlar mı doğru?

Rabbimiz bizler böyle bir din bezirgânlığı ile karşına gelmek ve huzurunda bulunmaktan hayâ ediyoruz. Bizi nankörler ve bilmediğimiz konularda sana şirk koşan, asi olan kullar topluluğundan uzak eyle…

Rabbimiz biz dünya ve ahirette asla kendisine çağrılmayacak nesneleri putlaştırdık ve bunları putlaştırdığımızı bile anlamadık, sana kulluk yapıyor gibi onlarla haşir neşir olduk. Onların bağımlısı haline geldik, onlar olmazsa veyahut ta onları kaybedersek yaşayamayacağımızı sandık. Ondan dolayı onları kutsallaştırdık, onun yanında başka kutsallar nasıl oluşturabiliriz ki, ya yeni söylenenler bizim bu imkân ve kazanımlarımızın tekrar elimizden gitmesine neden olursa, o zaman biz perişan oluruz ondan dolayı bunları bizden alma rabbim bunlarla birlikte bizi kabul et…(!)Rabbimiz maymun iştahlı doymak bilmeyen nefislerin elinde paçavraya dönen kullar olduğumuzu bilmeden, bir de kalkıp senin dinin adına yaşadığımızı, yaşadığımız pislikleri de insanlara din diyerek satmaya başladık, insanlığın senin dininden uzaklaşmasında başrol oynadık, sonra bu işler neden böyle oluyor diye sorumlu aramaya kalktık diyememenin vicdani sorumluluğuyla kendimizi rahatlatmak için polyanacılık oynayarak yeni bir yaşam tarzı tanımlamaya başladık… Rabbim sen bizleri affet bağışla ateş azabnı bizden uzak eyle… Rabbim bizleri idrak eden bulunduğu halden dönmeden Allah’a yakın olmanın imkânsız olduğunu anlayan, basiret ve vicdan ehli kullarından eyle… Rabbim sen bizi hakikate ulaştırmazsan bizler ancak cehennem odunu olarak bu dünya hayatını tamamlar ama cennette baş köşkte yer alacağını sanan tüm amelleri boşa giden ve senin lanetine uğrayanlardan oluruz. Sen bize acı Allah’ım bizim halimiz perişan…

Rabbimiz senin katından gelen mesajı net olarak aktaran kullarına biz kulplar takarak, onların temiz kalmak isteyenlerden olduğunu söyleyerek bizleri bölüp parçalıyorsun diyecek kadar da onlara saldırıyı kendimize bir görev bildik. Yavan aşımızda yağ yokken, tadından yenmiyor bunları yerseniz şifadır diyen gibi, bizler de masallar, mitolojiler uçtular kaçtılar mucizeler kerametlerle transa girip manevi olarak rahatlarken, böyle bizi düşündüren bu kullar hakikaten bizi rahatsız etmeye başladı.(!) Allah her şeyi affeder diyoruz, onlar bize hayır Allah bilmediğiniz bir şeyin ardına düşmeyin diyor, biz bunları nasıl öğrenelim hocalar şeyhler babalar dedeler, sofiler anlatıyor biz de onlardan öğreniyoruz biz onların yalancısıyız şimdi biz bundan nasıl sorumlu olalım…(!)

Rabbimiz biz gerekçe ve bahane üretmede üstümüze kimseyi tanımıyoruz, biz de çözüm çok her şeye verilecek bir cevabımız vardır. Demek ki dini çok iyi biliyoruz. Mesajları veren yaşamlarımızla acaba yaptığımız zalimliklerden nasıl kurtulup kendimize geleceğiz. Rabbim biz kendi nefsimize zulmettik… Hakikati bile bile yamulttuk, menfaatlerimize uygun hale getirmek için, zamanın koşulları farklı diye yeni bir tali din oluşturduk. Zamanın dini bizim dinimizi alıp götürdü. Öyle bir sel gibi geldi ki tali bir yol değil de sanki otoban gibi tüm araçlar oradan yolculuk yaptı. Biz de hasbel kader kendimizi onun içinde bulduk, ondan sonra nasıl yapalım da en azından fazla kaybetmeyelim diye, değişik fren sistemleri oluşturmaya başladık. Ramazanda yardımlar yaptık, oruçlarımızı fakir fukaranın evinde açtık, Namazlarımızı kıldık, her kurumun başına bir ilahiyatçı getirdik, okullara seçmeli Kur’an dersleri koyduk, İmam Hatiplerin sayısını arttırdık, camileri çoğalttık yani dinimizin emirlerini her ortama taşıdık bunun yanında ufak tefek hatalarımız da olmadı değil, bal tutan parmağını yalamasın mı, ama besmeleyle yaladılar,(!) insanlarımız bir denizin içinde yüzerken herkes orada yüzüyorsa, tabi ki kardeşlerimizde yüzdü ama onlar gemiyi karaya çıkarmayı başardılar. Her şeyi insanlık için yaptık… Mesela adamın 1000 metre kare arsası var, birinin de 700 metre kare var, ama arada çok büyük fark var, o ancak onu yapabilecek durumda ise ona 5 kat imar verdik, âmâ 1000 metre kare olana 5+5 verdik kötü mü ettik; adamın fazladan iki dairesi olurken bize de 3 daire kaldı. Müslüman zengin olmalı, yeminle söylüyorum kendimiz için bunu yapmadık, sırf Müslüman zengin olmalı düsturuna uymak için yaptık…(!)

Herkes bizim kurumlarda, elden para aldığımız iddiasında bulunuyor doğru olabilir, âmâ bir sorun bakalım biz onları almazsak bir başkası mutlaka onu alacak nerede harcayacağı belli değil, hiç olmazsa biz alıp onları hayır Kurumlarında, hayır işlerinde harcıyoruz, kötü mü yapıyoruz elbette değil, ama gel bunu bazı haktan adaletten bahsedip başka bir şey bilmeyenlere anlat, adamlar anlamıyorlar ki, sanki biz dini bilmiyoruz elbette biliyoruz ama bunlar gerekli… Biz bunların hepsini yaparken yeminle söylüyorum besmelesiz asla yapmıyoruz Allah’ım sen bizleri affet(!)

Usulsüz bir şeyler yaptığımız iddia ediliyor, doğrudur usulsüz olabilir, âmâ biz Müslüman iş adamları oluşturmak zorundayız, onların lehine bir dosyayı imzalarken asla abdestsiz ve besmelesiz imza atmadık… Allah bunların hepsini görüyor…(!)

Rabbim biz dinden bunu anladık anlamadıklarımızı da dinden olmayabilir diye tepki gösterdik onları bir kaşık suda boğmaya çalıştık. Çünkü bir şey anlaşılmıyorsa çok tehlikelidir. Bu anlaşılmayanları herkes anlamak isterse o zaman biz bunlarla nasıl baş edebiliriz, onun için onların anlaşılmasının önüne geçip, bölücü hain ve vatan bayrak düşmanı diye onları yok ederek işimizi kolaylaştırdık… Allah’ım tüm bu yaptıklarımızı sen hayırlara vesile kıl, biz her şeyi Milletimiz için yaptık(!)

"Sizin beni çağırdığınız şeye, ne dünyada ne de ahirette asla ve asla dua edilemez/onun dünyada ve ahirette çağrı hakkı yoktur. Dönüşümüz-varışımız Allah’adır. Aşırılığa sapanlarsa ateş halkının ta kendileridir."

"Size söylemekte olduklarımı yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Allah, kullarını iyice görmektedir."

Rabbimiz gözlerin ve gönüllerin sana döneceği günde biz kullarını hüsrana gidenlerden eyleme… Sen bize acı, bize merhamet et bu ramazanın içindeki tüm hayırları sana gönülden yönelen dualarda seni anan ve eylemleri ile hakka şahitlik edenlere, mazlum ve mahrumların üzerine yağdır… Biz nefislerimize zulmettik Allah’ım, nefislerini arındıran kullardan eyle bizleri mutmain kullar olarak katına kabul et…Amin…

Bahadır Hataylı/18.04.2022/01.54


ZULÜM OTAĞINDAN ADALET GEÇİTİ OLAMAZ

Yılanlar nasıl kabuk değiştirdiklerinde zehirleri yok olmuyor ve yılanlıklarından bir şey kaybetmiyorlarsa, zulüm de böyledir.  Dünyanın göbeğinde yaşayan ve dünyanın kulu olmuş zalimler de bazen kabuk değiştirmiş gibi görünseler de, zalimliklerinden bir şey kaybetmiyorlar. Zulmün bulunduğu ortam, onu bir aparat olarak kullananların kimlik, düşünce ve bulunduğu yerin şekline göre şekil değiştirmesi; onun insanlara verdiği acıyı hafifletmiyor. Onun içindir ki zulmün değişik ellerce yapılıyor olması, zulmü hafifletmiyor ve ona meşruluk kazandırmıyor.

İnsanlık tarihi boyunca zulüm ve zalimlikler birlikte var olmuş. Zalim varsa zulüm oluşmuş. Zulüm varsa birileri onu uygulamak için gözünü karartıp zalim olarak ortaya çıkmıştır. Yani fiil ve fail birbirini tamamlamıştır. Ancak bu zalimlerin zihinsel şekillenme şekli ve o zihne doldurulan bilgi kırıntıları, kaynağını nereye dayandırıyorsa, zulüm de o bilgi kırıntılarının kimliğiyle ortaya çıkmıştır. Göçebe ve ilk toprağa yerleşmiş ziraat topluluklarında zalimler derebeylerinden oluşurken, toprağa yerleşmeyle birlikte topraktan elde edilen imkânları kim ele geçirmişse onun adıyla zulüm anılmış, Ortaçağ Avrupa’sında skolastik kilisenin baskısı toplumu biçimlendirdiği için zalimler kilise babaları, zulüm de kilise adına işlenmiştir. İmparatorluklar ve krallıklar da ise, kral ve imparatorlar zalimlik yapmışlar. İslam toplumlarında ise din ve yönetim birlikte anıldığı için, zulüm hem din hem de gücünü dine dayandıran yöneticilerin, yönetim anlayışlarıyla zulüm yerini almıştır. Muaviye’den bu güne kadar Halifelik adıyla anılan yönetim anlayışında zalimlik bizzat halife eliyle uygulanmıştır. Halife de kendisine bu hakkı veren gücün, din olduğunu iddia edip, dini kurumsal bir yapı oluşturduğu için, din de bir zulüm aracı haline gelmiş, halifenin zulmünü meşrulaştırmış ve onaylamıştır. Yani zulüm hangi anlayış ve yaşamla sahneleniyorsa o isimle yaşam alanına inmiş ve insanları yaşamdan bıktırmıştır. Zulmün bu değişik isimler ve ortamlara göre değişiklik göstermesi, zehrinin ve yaydığı acının olmadığı anlamına gelmiyor. Zalim ve zulüm çehresini yeniden tanımlasa da bu kabuk değiştirme onun zehrini imha etmiyor. Onun içindir ki, zulmün her türlüsüne karşı olmak ve onurluca mücadele etmek insan olan herkes için gerekli bir tavır olmalıdır.

Zulüm, günümüzde o kadar çok değişik çehrelere bürünmüş ki, onun zulüm olduğunu anlayanlara aşk olsun. Sizin hayatınızı düşünen ve hayatınıza kolaylıklar getireceğini söyleyen bilim ve teknoloji eliyle bazen ortaya çıkabiliyor. Çoğu zaman da eğitim ve okul müfredatlarıyla karşınıza çıkıyor. Ama siz onları sizin yardımınıza gelen bir havari olarak görüyorsunuz. İçinde yaşadığımız küreselleşme ve dijital çağın kazanımları diye insanlığa yedirilmek istenen, aslında dijital çağın zulmünü gizleme ve örtme taktikleridir. Dijital yaşam çağı, bütün bir insanlığın hayatını ipotek alıp, kendi belirlediği doğrultuda onları yönlendirip, insanlığın yeteneklerini imha edip, insanın kendi eliyle yaptığı araç ve gereçlere insanlığı teslim etmiş olması zulmün daniskasıdır. İnsanlık bu gün, dijital çağın belirleyenleri arasına sıkışmış bir köle olduğu halde, kendisine yapılan zulmün farkına bile varamıyor. Oysa insanın kendi iradesi dışında onun hayatına rota çizenler varsa, bu bir zulümdür. Ve bu zulmün pençesinde yok olmayla yüz yüze kalan insanların hayatları hakkında belirleyici bir adım atmaları mümkün değildir. Çünkü hayatlarına müdahale eden zulümdür. O müdahaleyi benimsemek ve onunla yaşamaya alışmak ise köleliktir. Dolayısıyla insanlık bu gün dijital çağın elinde kullanılan bir maskaraya dönmüştür. Bu çağın zulmünün adı, yenidünya ve insanlığın çağ atlaması, yaşamın daha bilinçli ve farkında olması vs aldatmacalarla insanlığı kuşatan bir ahtapot gibidir.

Bilim ve teknoloji ise, insanlık çağının en üst düzeydeki kazanımı olduğu anlatılarak, bu kazanımlar insanlık için yanlış yapmaz diyerek, insanlık bilim ve teknolojiyi bir put haline getirmiş ve bilim adamı geçinenlerden oluşan engizisyon mahkemelerinde alınan kararlar bağlayıcı hükmünde olduğu için, yapılacak tüm icraatlar içinde zulüm barındırır. Bilim adamlarının dayatmaları bir kilise dayatmasından farksızdır. Çünkü günümüzde bilim, Küresel siyasal şebekenin kontrolünde insanlığı ikna çabasında kullanılan bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunu bizim ülkemizde de son üç yıl içinde fazlasıyla görme şansına sahip olduk(!)Corona salgını döneminde Bilim kurlu diye oluşturulan ekibin söyledikleri dışında bir farklı anlayış boğulmuş ve bölücülükle suçlanarak çoğu insan yargılanmıştır. Sebebi ise Bilim eliyle uygulanan zulme zulüm dediklerinden… Çağımızın Küresel zulüm mekanizması, bizim ülkemizde de özellikle sağlık alanındaki bilim adamlarını çok iyi kullanarak insanlarımıza fazlasıyla zararlar verdiği ortadadır. Yani küresel zulmün Bilimle meşruluk kazanarak bizim ülkemizde de yaygın bir kanat olarak varlığı meşruluk kazanmış ise; zulüm ciddi kabuk değiştirmiş demektir.

İslam dünyasında Zulüm, daha çok yöneticilerin dini geleneklere zulmünü dayandırarak, kolay sindirilen bir vitamin şurubu gibi içilmesine neden olmuştur. Besmele ile başlayın, Toplumun canını okuyun, kimsenin zoruna gitmez, canı acıyan tekbir getirir, Acıtan da tekbir getirir, dolayısıyla alan memnun satan memnun olur. Böylesi bir ortamda dini kullananın zalim olduğuna kimseyi ikna edemezsiniz, eğer bir besmele çekip ardından iki rekâtta namaz kılıyorsanız, siz baş tacısınız… Irak’ta Sünni Saddam’ın Irak Halkına yıllarca acı çektirmesinin arkasında zaman zaman camiye gitmesi ve halkın içinde Kuran okuması, onun zulmünü perdeledi hatta zulmünde bile bir hayrın olabileceği tartışılır olmuştu. Emevilerle zirve yapan zulüm Yezit döneminde ayyuka çıkmış olmasına rağmen, Yezidi’n namaz kıldığı, o dönemde camiler saraylar yapılarak bir medeniyet inşa edildi diyorlar. Böylesi bir çapulculuğu da İslam medeniyeti diye algılayanlara, siz Yezidi’n zulmünü ve onun zalimliğini nasıl anlatabilirsiniz. Çünkü Yezit, Zulmüne dini bir gerekçe oluşturup, dini referans gösteriyordu. Yani zulüm insanların başına bir din olup inebiliyor… Bu durum sizi asla aldatmamalıdır. Zulmün mantığı kaynağı ve ayrım noktaları çok açıktır. Buna rağmen insanlar kullanılan bazı kelime ve kavramların arkasına sığınarak bir zulmü meşrulaştırma çabası içine giriyorsa, öylesi toplumları uyandırmanız mümkün değildir. Ağalar zulmünü marabalarının çoluk çocuğunu koruduğunu ve onlara iş ve aş verdiğini söyleyerek zulümde sınır tanımaz. İnsanlara bunu anlattığınız zaman ağamız bize ekmek verir ve bize hiç yanlış yapmıyor diyerek onu övgüyle yâd etmeye başlar…

Eğitim sistemleri insanların doğal yapılarını doğal olmayan kalıplara zorla sokarak sokamadıklarını tehlikeli bir mayın gibi tanımlayarak zulmünü devam ettirir. Ama bunu yaparken zulüm olarak değil, yeteneklerin önünü açtığını, onu geliştirdiğini ve çok büyük çalışmalara imza atacağını anlatarak sürdürür. Oysa doğal yetenekleri alıp onları ya cendereye koyarak imha eder, ya da baş edemediği yetenekleri tehlikeli bularak toplum dışına atmak için onu izole ederek işe yaramaz hale getirir. Bunu neden yaptığını sorgulayamazsınız; çünkü söz sahibi kendisi olduğu için, zulmü de insanları düşünüyormuş gibi sindirterek yapar.

Tekrar konumuzun başına döndüğüm zaman zalimlerin ve zulmün kabuk değiştirerek her dönemde farklı tanımlamalarla orta çıkması sakın sizlerin zihnini bulandırmasın. Zalim her dönemde kendisi için yaşam alanları oluşturmak zorundadır. Bunları oluştururken de kendisinin zalim olduğunu söyleyerek bu işi yapmaz. O her ortamda sizin için bir kurtarıcı olarak karşınıza çıkar. Mesela üçüncü dünya ülkelerinin sömürülmekte geç kalan kaynaklarının sömürüsünün onayını onlara yaptırmak için, Demokrasi diye bir isimle insanları sömürmenin başka versiyonunu buldular. Demokrasi de, dinin bir zulüm aracı olması gibi bir başka zulüm aracıdır. İçine insanların hoşuna gidecek bazı güzel kavram serpiştirmesi yapmak, onun zalimliğini ortadan kaldırmıyor. Çükü zulüm kabuk değiştirerek hızla kendisine farklı yaşam alanları açmaktadır.

Sizin adınıza, sizi sizden çok düşündüğünü söyleyenler, sizlerin tüm kaynaklarını yağmalayıp tüketiyorsa, şunu biliniz ki zalimlerin zulmü altında inliyorsunuz demektir. Allah’ın adalet sıfatının yeryüzündeki tecellisi, insanlığın huzurlu mutlu ve her insana yetecek rızıkların yaratıcının verdiği şekliyle dağıtılması için ölümüne mücadele eden ve sizi rahatlatanlar yok, ama size gelecekte güzel günler göstereceklerini vaat edenler çoksa, biliniz ki zulmün fark edilmeyecek cenderesine sıkıştırılmışsınızdır.

Bukalemun gibi her ortamın değer sistemleri içinde yer bulan ve sizin kutsadıklarınızla size yaklaşanlar, sizi imha etmek için çabalıyorlardır. Ben sizi en doğru bildiğime götürüyorum… Diyen Firavun aynı zamanda zalimliğini insanlara unutturmak için, “Musa ve kardeşi Harun’un sizin dininizi değiştirmesinden ve yeryüzünde bozgunculuk yapmasından endişe ediyorum diyerek, Zulmünün onayını, yine zulmettiği İsrail oğullarına yaptırır. Zalimlerin zulmünün araçlarının yakıtı, zulme uğrayanların gözyaşı ve kanlarından oluşur. Bunları ortadan kaldırmak isteyenler, zulmün her çeşidine karşı uyanık diri ve akleden olarak yaşama doğru çerçeveden bakması gerekir. Bunu başarabilenler zulmün yok olmasına katkı sunar, bunu dikkate almayanlar zalimlerin arkları arasında yok olmaya mahkûmdur.

Rabbim zulmetmekten zulme uğramaktan bizi uzaklaştır. Adaletin şahitleri kıl bizleri… Selam muhabbet ve dualarımla… Bahadır Hataylı/17.03.2022/01.18



16 Nisan 2022 Cumartesi

GÜN DOĞMADAN YARINLAR OLMAZ

 Hayatı, yaşadığınız günün nimetleri içinde yaşarken, yaşadığınız dönemin canlı tanıkları olacak bir şahitlik yapamazsanız, geçmişin yaşamlarını konuşarak bir iş yaptığınızı sanırsınız. Yaşanmış olanları gündemin ilk sırasına koyarak onlarla zamanınızı meşgul ediyorsanız, yaşamıyorsunuz demektir. Yaşamak için, geçmişin geçen günlerini ya da geçenlerin hayatlarındaki olumlu ve olumsuzlukları anlatarak kendi yaşamınızın rotasını belirliyorsanız yaşamlarınızın doğru bir rotası olmaz.

Rota çizmek, yaşamak zorunda olduğumuz hayat için gereklidir. Bu hayatı, geçmiş kaybettiklerimiz ya da bir daha dönme imkânımız olmayan, harcadığımız günlerimizi referans alarak yönetemeyiz. Yaşamak için bize bahşedilen her günümüzün bir plan ve programı vardır yaratıcının katında. Ancak yaratıcının yaptığı plan ve programın hayatımıza doğru damgasını vurması için, bizlerin günlük yaşadığımız anla ilgili doğru programlarımızın olması gerekir. İnsan kendi hayatının bugününü planlamaktan yoksun olursa, gelecek beklentileri ulaşamayacağı bir hayal olacağı gibi, geçmiş yaşamı da gerçekliği olmayan bir masala döner. Onun için bizi ilgilendiren zaman, içinde yaşadığımız andır.

Ne yazık ki yaşadığı anı doğru değerlendiremeyenler, her dönem için geçmişten kahramanlıklar ve kendi oluşturdukları masallarını gündem yaparak rahatlama seansları uygulayabilirler. O da bizi bizden alıp farklı bir gezegende gezdirirken yaşadığımız evrene bizi yabancılaştırır. Yaşadığı evrene insan neden ve niçin yabancı olur dersiniz, eğer insan geleceğin hayalleri içinde hülyalarla gününü gün ederken geçmişi unutmak veya onları düşünerek bu gününü atlayıp geçiyorsa, o zaman insan hepten kaybeden tarafta yer alır. Çünkü kazancımız sermayemizdir. Sermayesini boşa harcayan ama elinde olmayan sermayeyle yarınlarda ulaşamayacağı planlar yaparsa, bu planlar pratiğe aktarılmayan sermayemizin bir hayal ürünü olduğunu, rüyadan uyanan kişinin gerçekle karşılaşınca avucunu yalaması gibi bizlerde avucumuzu yalamak zorunda kalırız.

Rüya âlemindeki vaatler nasıl ki uyandığımız anda yok oluyorsa, geleceğe dönük hayallerimiz, bu günü olmayan temeliz bir istek listesinin sıralanması olarak oluşuyorsa böyle bir tavır ancak bir avunma sendromudur. Ne hikmetse insan geçmişin masalları ve geleceğin hayalleri arasında yaşarken, üzerinden geçtiği köprünün ne olduğunu anlamadan ömrünü tüketir. Geçmişle gelecek arasındaki ömür köprüsünden nasıl bir hızla ve hangi eylemleri yaparak geçtiğimizi bilmek zorundayız. Köprüye tanık olacak kadar uyanık ve diri değilsek, geleceğin güzel coğrafyası olarak karşımıza çıkacağını sandığımız, ömür haritasındaki vatana kavuşamayacağız.

Dün geçti gitti cancağızım yarın gelip gelmeyeceği belli değil, oysa bu gün elimizde o halde bu günü yaşamak lazım diyen Rumi, bu süreci ne kadar güzel ifade etmektedir. Çünkü günü, anı konuşmak insana ciddi bir rahatsızlık verir. Kişi kendisiyle konuşmaktadır, aynanın karşısına geçip gerçek kendisini görme imkânını bulur günü yaşadığı zaman. Âmâ geçmişi konuştuğunda ya da onunla günlerini meşgul ettiği zaman ne dışardan ne içerden ona rahatsızlık verecek etkileyici bir uyarıcıyla karşılaşması çok zor. Neden? Çünkü geçmiş bir bedel istemiyor hayatımızdan, onun için ne kadar gündem yaparsak yapalım bizi etkileyecek rahatsız edici yanı pek fazla değildir. Sizin dışınızda sizin yaşamınızdan rahatsız olanlar bile geçmişi her gün konuşmanızdan bir rahatsızlık duymaz. Biz geçmişte şöyle devletler kurduk,600 yıl dünyaya hükmettik 36 milyon metre kare toprak parçasına sahiptik diyerek her gün beş vakit bunu anlatalım kimse bundan rahatsız olmaz. Çünkü aktif ve etkileyen bir dinamizme sahip olmayan geçmiş, hareket gücünden yoksun olduğu için sadece sizi meşgul eder ve zamanınızı onunla harcamanıza sebep olur. Gelecekte bundan çok farklı değildir. Biz gelecekte şunları yapmak istiyoruz dünyaya hükmedeceğiz, her yere nizam götüreceğiz, imkânlar insanlar arasında adil paylaşılacak, onun için yarınların hayalleriyle yatıp kalkıyoruz diyerek istediğiniz kadar konuşun isterseniz, her yerde yarınları anlatın size dönecek geri dönüşüm sıfır olacaktır. Çünkü bu gün yoksa yarın olmaz. Yarınlar anlatılmaz, bugün yaşanılır pratik ortaya çıkar, yarınlar bu günün pratiklerine göre şekil alır. Adamın biri kış günü akşam komşusuna misafirliğe gitmiş, bayağı bir muhabbet geçmişin masalları anlatılmış dinlenmiş, onunla duygusal ortam oluşmuş, vakit bayağı ilerlemiş. Misafir komşu eski köy evlerindeki bacanın altındaki ocaktan ısındıkları için, ateş sönmeye gelmiş odun tükenmiş ama misafir hala kalkıp gitmiyor, ev sahibinin uykusu basmış, buna rağmen komşu külleri karıştırıyor ve ocakta köz arıyor o sırada da ev sahibi komşusuna diyor ki, komşu bu sene niyetlendim Haca gideceğim diyor. Ev sahibi dayanamamış ve patlamış, be adam sen ocağın başından kalkıp evine gidemiyorsun haca nasıl gideceksin diyerek sert çıkışmış…

İşte bizim yaşamımız ocağın başından kalkıp eve gidemezken yarınlarda neler yapacağını anlatan adamın durumu gibidir. Onun için de elimizde gözle görülen anlamlı bir yaşamı bulmak oldukça zordur.

Bu günü konuşmak çok sakıncalıdır. Kendimizle konuşuyoruz, kendimizi hesaba çekiyoruz, kendimizi aşıp yanlışları görüp konuşuyoruz doğruları alkışlıyoruz bu da enerji ve zaman demektir. Bu bedeli ödemek fedakârlık gerektiriyor. Bu fedakârlığı ve zorlukları göze alamayan pasif edilgen duruma gelmiş hayatın her anı bir nesneye dönüşmüş varlıklar olarak, hayaller kurduğumuzda bir iş yaptığımızı sanıyoruz. Hayaller, bir değer üzerine bina edildiği zaman hayata değer katar ama olmayan bir yaşamın geleceği olarak düşünüldüğünde, çıplak kralın durumuna döner ama herkes kralın üzerinde elbise var sanır. Bu konuya ait birkaç örnekle konuyu izah etsek faydalı olacağı kanısındayım. Bir iş yerinde çalışan insanı düşünelim, genel müdür oradan ayrıldığı zaman olumlu ve olumsuzlukları hemen anlatılır, ancak yeni gelmiş olan bir genel müdür varsa onun aleyhine kimse konuşmaya cesaret edemez ancak iyi tezahürat yapılır ve pohpohlanır. Çünkü o hazır orada ve icrada olduğu için aleyhine olacak bir söz sizin iş hayatınızı bitirebileceği için, o perdeye kimse yaklaşmaz ve ürkerler. Yani gündem her zaman acıdır. Onun sorumluluğunu kimse üstlenmek istemez, ondan dolayı da bu tür ortamlar ahlar vahlar ya da hasret çığlıkları ile geçen geçmişten, doğrudan hülyalara dalınacak bir yaşama geçiş yaptıklarından ayaklarına bir taşın değmesini istemedikleri için bugünü atlayarak geçerler. Dolayısıyla acılar hayatlarının gıdası olur ama bunu fark edemezler. Politikacıların yine geçmişle ilgili ekmek tüp, yağ kuyruklarından bahsettiğini hatta ekmeği karneyle aldıklarını anlattıklarını görürsünüz, âmâ bu gün var olan kuyrukları söylemenin faturası olacağı için kimse onu gündeme getirmeyi düşünmez… Onun için insanlarımıza avazım çıktığı kadar bağırarak diyorum ki, horul horul uyku çektiğiniz ve uyanmak istemediğiniz hipnotize eden geçmişten gelen uykularımızdan uyanalım. Yataklarımızda yatarken geleceğin hayallerini kurarak düş görmekten kurtulalım ve yürümeye hangi adımla başlamak gerekiyorsa o adımı atalım. Yoksa adım atmaya hasret kalacağımız bir gelecek yakın tarihte bizleri bizden alıp götürecektir.

Medine de ashap neden Rabbimiz bizi savaşa sokmuyor bir an evvel savaş olsa da bu müşriklerin boyunlarını vursak diye hayal kurarken, hayallerinin çoğaldığı ve güllük gülistanlık bir düş ortamında yaşarken Savaşa çıkmaları onlara emredildi. Savaşı isteyen o ashap’ şimdi mi keşke şu zamanda olsaydı, hava sıcak, hurma mevsimi bunları devşirsek gibi bahanelere sarıldılar. Bunun üzerine rabbimiz o toplumu öyle dehşetli uyarıyor ki, ”Size ne oluyor ki, cihada çıkın denildiği zaman yerinize çakılıp kaldınız ellerinizdekini ebedi hayata tercih ettiniz, oysa cehennem ateşi daha sıcaktır.” Bazen deriz ya bekâra karı boşamak kolaydır diye… Evet, dostlar kişi elinde olanı ve olmayanı bilmeli, elinde olanlardan hareket ederek onlara bir anlam yüklerse hayat yaşamaya değer… Aksi halde pasif bir nesnenin yuvarlanmasını hayat diye tanımlamak insani bir özellikten uzak olur.

“Bu gün, kendin annen baban milletin insanlık canlılar âlemi ve Allah için ne yaptın diye hesap sorulacak günlerin arifesinde yaşarken, kendimize gelemeyeceksek; hayallerimizin hiçbir anlamı olmayacaktır. Duyarlı, vicdanlı, sorumluluk sahibi anın kıymetini bilen herkese çağrım bu günü olmayanın yarını olmayacaktır. Onun için bu günlerimizin sahibi olalım ve bu günlerimizi boşa heba eden yaşamlardan uzaklaşıp, ayağa kalkalım ve bir adımda olsa o adımı atıp yorulmaktan korkmayalım. “Ey Elçi Müminleri savaşa teşvik et… Yani mücadelenin olmadığı bir yaşam her türlü mikrobu barındırır. Hastalıklar hep durgun ortamlarda çıkar. Düşüncede yaşadığımız durgunluğu akışkan kılalım ki, eylemlerimiz an’a ait olsun… Yoksa düşünceler pasifleştiği zaman yarınların planını yapar, bu günden koparız. Bu günden kopmak demek diri diri mezara girmek için mezarcıyı beklemek olur.

Geçmişle avutan, yarınların hayallerini kurduran bu günü unutturan her anlayış düşünce fraksiyon ve siyaset algısı, insanlığı imha planıdır. Bu ihanetlere boyun eğen herbir insanoğlu hüsrandadır. Hüsranı hayra çevirmek için Güneşin doğumuyla her gün yeniden doğalım ve kendimize gelelim, yoksa güneş bir daha üzerimize doğmayabilir… Koştukça koşanlara yemin olsun ki… İnsana ancak emeğinin karşılığı vardır, hayalleri ve beklentileri onu kurtarmayacaktır. Rabbim bizi anı yaşayan kullarından eylesin ki, yarınlardaki hesabımız kolay olsun…

Selam muhabbet saygı ve dualarımla…

Bahadır Hataylı/16.04.2022/02.05


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!