Bu Blogda Ara

5 Mart 2022 Cumartesi

MENFAAT İNİNDEN TÜNELİN SONUNA VARILMAZ


Çıkarlarını korumak ve sizden nemalanmak için yanınıza sağdan ve soldan gelen şeytanın uşakları, hep dost kılığında karşınıza çıkarlar. Şeytan dostlarını öyle bir eğitmiş ki, onların kim olduklarını ve iç dünyalarını anlayıncaya kadar sizin ne içiniz ne dışınız kalır şavktınız kayar.

Çağımızın en melun özelliği, kimin kim olduğunu anlamakta çok zorluk çekmenizdir. Yaşamın odağında menfaatler ve çıkar, temel belirleyici etken olarak bulunduğu sürece, sizin gördüklerinizden yola çıkarak bir yargıda bulunup ona göre yaşamınızı yönlendirmek istemeniz, çoğu zaman sizi büyük bir hayal kırıklığına uğratabilir. Sizin yanınızda menfaatlerine hitap eden bir şey varsa siz yeryüzünde bir melek olursunuz ve sizden daha iyisi dalda kaysı, ama çıkarlarına uygun olmayan bir olumsuzlukla karşılaşırlarsa, siz onlar için hiç anlam ifade etmeyen bir yaratık bile olamazsınız, tüm ipliğinizi çingene pazarında satışa çıkarırlar…

Yaşadığınız dünyada boynu bükük ve mahcup biri olarak yaşamak istemiyorsanız, her daim uyanık ve diri olacaksınız. Uyanıklıktan kastım kurnazlık anlamında tilki olmak değil, doğru ile yanlışı ayırabilecek düzeyde ayık ve bilinçli olmaktır. Bu uyanıklık sizde yoksa attığınız her adımda sırtlan ve çakallar içinde yara almadan yaşamak, bahtınıza çıkacak bir lütuf olur. Çağımızın en sahtekâr çok kişilikli yaratıkları, mangalda kül bırakmadan savururlar, kendileri neredeyse doğruluğun yörüngesinde otururlar, tüm doğru adımlar onların onayından geçer, yanlış yaşamların içinde asla bulunmazlar, önemli kahramanlar ve kabul gören insanlarla mutlaka bir soy bağları vardır, ondan dolayı bu kadar da cesur olduklarına sizi ikna etmeye çalışırlar, âmâ bilmezler ki her türlü pislikleri nasıl da ortalığa dökülmektedir. Konuştukça çirkeflikleri daha bir su yüzüne çıkmasına rağmen, sizi aldattıklarını ve çok büyük kara geçtiklerini hesap edebilirler ama siz siz olup kendinize gelmezseniz, bu sansarlarla aynı havayı teneffüs etmek zorunda kalırsınız.

Kültürel değerler, bir anlam kaymasına uğramadan önce belki kendinizi bu kavramlarla tanımladığınız zaman yanlış anlaşılmalara sebep olmayabiliyordunuz, ancak geldiğimiz nokta itibarıyla tüm anlamsızlıklar kendilerini anlamlı kılma yarışına girdiği için, kendisini kabullendirmek adına kaç takla atacağını kestiremiyorsunuz. Bunları siz anlamadığınız zaman sizlere kaç takla attırıp hayatınızı yaşanmaz kılacaklarını da bilemiyorsunuz. Ondan dolayıdır ki, size kardeş dost ve sırdaş gibi yaklaşıp sizin imkânlarınızı kullanırken size sırdaş olanlar, kendileri öyle bir fedakârlık yapamıyorlarsa şuna emin olabilirsiniz ki, dost diye yanınızda barındırdığınız gözü kırpmadan çıkarı için sizi imha eder.

Aynı uyarıcı farklı kişiliklerde aynı davranışlarla farklı beklentiler ortaya çıkarabilir. Karşıdan baktığınızda can ciğer kuzu sarması sandığınız arkadaşlıkların, hiç de öyle kuzu sarması olmadığını, menfaatler ortaya çıktığı zaman görebilirsiniz. Biri candan severken, diğeri çıkarını gizleyerek aynı sevgiyi taşıdığını iddia ederek birlikte yol yürüdüğünüzü sanırsınız, bir yerde yorulduğunuzda ya da yol iki çatal olduğunda sizlerin aynı amaç uğruna mücadele etmediğinizi anlarsınız.

Menfaat ininde bir araya gelenler, menfaatlerine bir leke düşeceğini anladıkları an aynı inde sizi boğarlar. Ondan dolayıdır ki, tarihte Uhut savaşında, savaşı kazanmış olan Müslümanların tekrar savaşı kaybetmelerinin gerekçesi çıkarlar ile ideal değerlerin aynı ortamda bir araya gelip birbirini imha etmesi olduğunu görürüz. Menfaatlerini kaybedeceklerini düşünenler, herkesi kendileri gibi menfaat pazarında dolaşıyor sanırlar. Ondan dolayıdır ki, bir yola çıkıldığı zaman yolcuların yola çıkma hedeflerini iyi anlamazsanız o yolun bitmesi düşünülemez. Yolun her noktasında bir sorunla karşılaşırsınız, karşılaştığınız sorunlar sizleri yer bitirir. Dolayısıyla sorunsuz bir yol oluşturmak sizin kendi elinizde, insanların iç dünyalarında ne taşıdıklarını akılla değil de duygularla anlamak ister ve duygusal bakışla çözümlemek isterseniz, şunu biliniz ki sizi çözümleyecek ve anlayacak başka beyinlere hasret kalırsınız.

İnsan, İnsan olma hüviyetini kazanamamış sadece beşer kimliği ile evrende bir yer kaplıyorsa, ondan insani bir duruş ve evrende insani bir hacim oluşturmasını beklemek sadece sizi bekletir, ötesi olmaz. Onun içindir ki, yaşadığımız ortamda nelerle, nasıl, ne adına muhatap olup ilişki kurduğumuzu ve ilişkilerimizi belirleyen dinamikler nelerdir, onları en ince ayrıntılarına kadar tahlil ederek yolculuk yapmak her aklı başında insan evladı için elzem ve gereklidir. Bu tahlil yeteneğini ve irdeleme beyin gücünü yitirenler, her an her yerde tsunami gibi kötülük dalgalarıyla karşılaşacağını hesap etmelidir. Menfaat dalgaları sizlerin irfan ve arifane duygularını, kahpelik inceliğiyle delip içinize sızıp sizi yaralamayı çok iyi becerirler.

Bu karamsarlıklar arasında insana huzur hiç yok mu o zaman, ne yapalım nasıl yaşayalım ki, ne üzülen ne de üzen olalım diyeceğinizi tahmin edebiliyorum… Yaşadığımız dünyanın içinde bulunduğumuz çağının en belirgin yanlarından biri, her tür olumsuzluklarla karşılaşacağınızı hesap ederek, onların olma olasılığının çok olduğunu, olumlu bir tavır ve sonuçla karşılaşırsanız onun da bir mucize olduğunu hesap ederek yaşarsanız, en azından fazla üzülmeden yaşamınızı devam ettirebilirsiniz. Bu duygular içinde emin adımlarla yola koyulduğunuzda, yollar uzasa sonuç gecikse ya da yol yarıda kalsa bile, en azından ruh dünyanızda sarsıcı dalgalanmalara neden olmaz kaldığınız yerden kalkar devam edersiniz. Herkese kaldığı yerden yoluna devam edecek güce sahip olmasını temenni ederken, menfaat ininden gelenlerle aynı hedefe yol aldığımızı sanan zavallı beyin ve yürek yorgunlarından olup, duygusal bağlılıkların kurbanı olmadan dosdoğru yürüme gücünü bize bağışlayan mutlak güç sahibinden yolumuzu aydınlatmasını umut ederek herkesi selamların en güzeli ile selamlıyorum…

Erol KEKEÇ/04.03.2022/23.15

1 Mart 2022 Salı

POLİTİK CAMBAZLAR SİYASETE GÖNÜL VEREMEZ


Siyaset bir toplumda, inançlar ve insanların zaaflarının açığa çıkacağı duygusallıklar üzerinden yapılıyorsa, orada siyaset yapılmıyor demektir. Bir siyasi lider hiçbir zaman, insanların doğal yaşam alanlarıyla ilgili sorumluluklarını yerine getirdiği zaman, onlar için ayrıcalıklı bir ortam oluşturduğu vehmine kapılmamalıdır. Siyasetin temel amacı, toplumsal yaşamı en üst düzeyde nasıl yaşanabilir, onların yollarıyla ilgili çalışmalar yapmak, toplumsal birlik, kaynaşma, toplumsal süreklilik ve toplumsal yaşamın işleyiş kurallarını, herkese aynı yakınlıkta olmak kaydıyla doğru uygulamaktır.

Siyasetçi, kendi görev alanını ve görevinin amacını doğru algılarsa, kendisini toplum içinde farklı bir yerde görmemesi gerektiğini çok iyi anlar. Toplumdan ayrı bir yere çıktığını düşünen ve çıktığı yerden topluma bakarak, toplum için bir takım lütuflarda bulunuyormuş gibi davranırsa, o siyasetçi olma kimliğini kaybetmiş demektir. Siyasetçi, içinde yaşadığı toplumun bir aynasıdır. Aynı zamanda toplum da, siyasetçilerin hem terazisi hem de aynasıdır. Siyasetçi toplumsal yaşam içindeki yaşamdan etkilenmiyorsa hiç kendisini tartmıyor demektir. Hayatında bir değişim düzeltme ve yenileme yapmıyor dediğim dedik çaldığım düdük diyorsa, hiçbir zaman aynanın karşısına çıkmıyor demektir ki, aynada kendisini görmezse ancak böyle davranabilir.

Siyaset, Boşta kalmış insanların kanunlara dayanan gücün arkasına sığınarak güç sayesinde yaşam koşullarını erişilmez kılmak ve kanunların tanımış olduğu kanuni imkânları kendi çıkarlarını korumak ve çoğaltmak için kullanmakta değildir. Siyaset, toplumsal yaşamı kucaklamaktır. Toplumdaki insanları ideolojik, etnik köken ve inançlara göre sınıflandırıp ötekileştirerek kendisine yakın bulduklarını kollamak diğerlerini düşman bilmek hiç değildir. Siyaset, İdealizmin reel yaşama aktarılmasıdır. İdealleri olmayanların siyasete girmesiyle siyaset kirlenir. Gördükleri ve sahip olduklarının, hayatını anlamlı kıldığını düşünen ve onunla mutlu olup kimliğini sahip oldukları ile tanımlayanlar, siyasete girdikleri zaman siyasetin çıtasını çok aşağıya çekerler. Siyasetin çıtası ideallerle yukarı çekilir, reel toplumsal yaşam ile doğal yaşamın kanunlarına uygun davranmakta, siyaseti sürekli hale getirir ve devamlılık ortaya çıkar.

Medeni diyebileceğimiz düzeyde kanunları insani olan toplumlarda siyaset daha çok hukuk çerçevesinde devam eder. Bu hukukta siyasetçilerin belirlediği kurallardan oluşmaz, o alanda uzun soluklu çalışma yapmış bilim adamlarının birçok kez denemeleri neticesinde oluşmuş, sonuçlarının etkisinin herkese dokunduğu ya da kimseye olumsuz iz bırakmadığı kurallardan oluşur. Buna göre hareket etmek medeni toplumlardaki siyasetçilerin temel görevidir. Siyasetçiler birlikte yaşadığı toplumun savunma ihtiyacını yerine getirmek, yaşam kalitesini arttıracak ortamlar açmak, Fırsat eşitliğinin çeşitliliğini çoğaltarak dezavantajlı kimse bırakmadan, imkânları herkese sunmaya çaba sarf etmek, Kucaklayıcı davranarak, kendisini seçip seçmemesine bakmaksızın herkese hizmeti ve hoşgörüyü esas alarak toplumsal birliği korumakla görevlidir. Bunları görev tanımı içinde doğru algılamayan siyasetçiler, siyasetçi değil, sadece politik cambazlık peşinde koşarak kendi menfaatlerini toplumun genel menfaatleri gibi sunarak, onları arkasına alıp rahat hareket etme derdindedir.

Medenileşememiş toplumlarda kanunlar gücü ele geçirmiş iktidar sahiplerini korumak ve toplumla aralarındaki ayrışmanın aşılmaması için kullanılır. Toplumdan ayrılması onu yücelttiğini düşünüyor olmalılar ki, kendini seçenlerden kendisini korumak için kanunlar ve güvenlik birimleri oluşturarak farklı bir yaşam tarzını oluşturup, onu korumaya çalıştıklarını da bilmezler. Onlara sorsan her şey Millet içindir, kendileri için yapıyorlarsa namertler, ne hikmetse kendileri erişilmez fildişi kulelerinde yaşamaya başlarken, içinden çıkıp geldikleri toplum yerlerde sürünürken onlara dua etmekte de asla bir tereddütte düşmezler, hatta yedi canlı olsalar, altısını yöneticilerine verirken biriyle sürünerek yaşamayı göze alırlar… Çünkü onlar için önemli olan onları temsil edenin güllük gülistanlık bir hayatı olursa onlar da ondan kendilerine bir pay çıkarabilirler… Ama yönetenler pejmürde bir ortamda yaşarlarsa, bu onlara hiç yakışmaz çünkü yöneten her türlü haklara sahiptir. Onlar, Tanrının yeryüzündeki gölgesi olarak görülür ve o gölgeye dokunanı ateşe atmak imanİ ve ibadi bir görev haline gelir. Bunu yapmak için kanun hukuk gerekmez herkes kendince bu hakkı yerine getirebilecek meşru haklarının olduğuna inanır. Dolayısıyla böylesi ortamlarda her an bir başkasının yaşam hakkının elinden alınabileceği göze alınmalıdır.

Politik oyun kurucularını siyasetçi olarak gören toplumlar başlarına gelene katlanmak zorundadırlar. Politikanın içinde çok kişiliklilik de barınır, dolayısıyla sizin içinizde iken farklı vaatlerde bulunan, sizin içinizden makama geçtiği zaman farklı davranıyorsa, buna gücenme hakkınız olamaz; çünkü birçok kişilik ve kimliğinden, bulunduğu yere en uygun olanını oynamak zorundadır politikacı… Politikacı uzun soluklu bir bilimsel raporun uygulayanı değildir. Günlük tıkandığı yeri nasıl aşarım diye düşünür, günlük ve anlık düşünceleri toplumsal yaşamın uzun soluklu koruyucu kuralları haline getirmeyi de bir marifet bilir. Sonrasında buna itiraz edenler de kamu düzenini yıpratmakla suçlanarak ötekileştirilip, toplumsal yaşam içinde kuduz mikrobu taşıyan biri gibi dışlanarak aforoz edilir. Bu toplumlar medeniyetten yoksun oldukları gibi, bunları yöneten politikacıların da buraya medeniyet getirmesi mümkün değildir. Bu politikacıların olduğu yerde medeniyet olmaz, medeniyet varsa, oradaki yöneticiler, siyaset bilen insanlardan oluşur. Siyasetin toplum yaşamını cendereye alma yeri olmadığını anlamayanlar, toplumsal hayatı cehenneme çevirirler.

Üçüncü dünya ülkelerindeki yöneticiler tamamıyla çıkarlarını korumak üzere şartlı olarak yönetime gelmiş ve gözleri onun dışında başka bir şey görmeyen cambazlardan oluşur. Cambazlar ile cambazları seyretmek için gelen izleyiciler arasında nasıl bir ilişki var ise, bu toplumlardaki politikacılar ile yönetilen halk arasında da öyle bir ilişki vardır. Sirkte bulunan cambaz nasıl özel bir yapıya sahip ise, orada kimsenin o işi yapma beceresi nasıl yoksa bu toplumlarda yöneticilere de öyle bakılır ve onların dışında bir başkası bu işe yöneldiği zaman seyirciler tarafından imha süreci, kanuni güce gerek kalmadan hemen devreye girer. Her şey Vatan Millet ve devlet adına yapılır, çünkü devlet ile yönetimde olan politikacı aynı anlamı taşır. Onlara göre devlet yöneten, yöneten de devlettir. Dolayısıyla devlete karşı yapılacak saldırılar da kanuni olarak cezalandırılacak bir gerekçeye sahip olduğundan hemen devlete asi olarak adlandırılıp katli meşru hale getirilebilir. Bu toplumların karakterini, Hz. Yusuf dönemindeki halk çok iyi ortaya koyuyor. Önce Yusuf’a inanmakta zorlanan ve onu dışlayan halk, ne zaman ki ona uyduğunu söyledi ve onu gözlerinde yücelttiler, ondan sonra başka birinin onun yerini almasının mümkün olmadığına inandılar. Hatta Yusuf (as)’dan sonra, Allah kesinlikle bir başkasını göndermez diye yemin ederek, sapıklıklarında zirve yaptılar.

Üçüncü dünya ülkelerinin kaderi, siyaset adıyla politikacıların kurbanı olmak olmuştur. Bu toplumlarda insanların yaşam kalitesini yükseltecek çalışmalar olmaz, varsa yoksa yöneticilerinin hayatının kalitesinin yüksek olması önemlidir. Çünkü onlar zaten kendilerini yönetenleriyle özdeşleştirerek, ha sen yemişsin ha ben diyerek kendileri acından ölse de, yönetenleri işkembesini şiirmiş ise onlar da tok olduklarına inanır. Çünkü kimlik kişisel olmaktan çıkmış, toplumsal bir hüviyet kazanmıştır. Burada akılcı tutum ve davranışlar neredeyse yok gibidir. Duygular şaha kalkar, aşırı gerilim olur, bakışmalar bile insanlar arasındaki refleksleri hareke geçirmek için yeterli olabilir. Dolayısıyla insanların yaşamını düzenleyen kurallar objektiflik esasından uzak, ortama kişilere ve yönetimi ele geçiren politik anlayışa göre şekillenir. Ondan dolayı da herkes birbirine kuşkuyla bakar, toplumsal bağlayıcılık ve mana etrafında kaynaşma yok denecek kadar pısırık olur. “Gemisini kurtaran kaptan” deyimi toplumsal algının ne boyutta olduğunu ortaya koyması açısından çokça kullanılan bir söz olduğuna şahit olabilirsiniz. Bal tutan parmağını yalar gibi veciz sözler, insanları bağlayıcı bir hukukun olmadığını, herkesin sahip olduğu mevki ve makamın kazandıracağı imkânlardan rahatlıkla istifade edeceği meşru bir hak haline gelir. Oysa medeni toplumlarda İnsanlar bulundukları makamdaki rollerini oynayarak oradan elde ettiği kazancı ile başka taraftan ihtiyaçlarını karşılar ya da oradan karşılayacağı bir şey varsa herkesin sahip olduğu şartlarda istifade eder. Burada bal tutan parmağını yalayamaz, o parmağı hukuk kırar. Hukukun kıramayacağı bir parmak varsa, orada icrayı idare edemeyen bir siyasetçi var, ya da kırılacak parmağa gerekli cezai müeyyideyi uygulayacak hukuk sistemi işlevini yerine getiremiyordur veyahut ta işlevini kaybetmiş yeniden yapılanması gerekecektir.

Tüm bu açıklamaları yapmamdaki amacım, politik kurnazlıklarla toplumsal idareyi ele geçirmiş olanlar, kendilerini siyasetçi olarak tanımlıyor olsalar da siyaset ile politik algılar birbiriyle çok farklıdır. Siyaset, seyisten gelir. Bir atın tımarı nasıl yapılır, onu rahatsız etmeden ve kimseye tekme atıp başkasına zarar vermeden nasıl rahatlatılır; onu çok iyi bilmek ve uygulamak kaçınılmazdır. Bir atı tımar edemeyenler toplumsal yaşamı nasıl rehabilite edebilirler ki! Atları birbirine düşüren seyis nasıl ki seyislik görevini yerine getiremiyorsa, toplumsal barış, kardeşlik, toplumsal hukuk, toplumsal paylaşımcılık, toplumsal hedef birliği, yaşam kalitesinin getirdiği toplumsal mutluluk vs. yoksa orada yönetici siyasi bir yönetimi icra edemiyor demektir.

Bir yönetici, eğer toplumun bir kısmının sahip olduğu inançlar ve düşünceler üzerinden siyaset yapıyorsa bunun adı siyaset olamaz. Çünkü siyaset toplumdaki tüm insanları avantajlı duruma getirebilme sanatıdır. Toplumdaki grupları birbirine karşı avantajlı duruma getiren bir yönetici siyasetçi değil, olsa olsa politik kurnazlıklarıyla kendi ikbalinin kökleşmesini sağlamaya çalışıyor demektir. Buna en güzel örnek te firavundur. Firavun kendi halkını parçalara böldü, Kıptiler avantajlı duruma geldiler, İsrail oğulları ise avantajlı değildi. Hatta çoğu zaman öldürülüyor, öyle bir zaman geldi ki erkek çocukları ve erkekleri toptan öldürüldü. Firavunun buradaki temel amacı kendi bekasını sağlamlaştırmak için halkı fırkalara bölerek onlar birbiriyle uğraşırken kendisinin hedef olmaktan çıkarılmasını sağladı. Üçüncü dünya ülkelerinde ki yönetimlerin istisnasız hepsinin içinde firavunluk geni taşındığı için bakın hep insanlar birbiriyle uğraşır kimse yönetimin onları ne hale getirdiğini bilmez. Bu durum onların sömürülme katsayılarının artmasına neden olduğu gibi, yöneticilerinin de ömürlerine ömür katar. Bu zulmü sonlandırmanın tek yolu var, farkındalık bilinçlenme, toplumsal barış kaynaşma ve hedef birliği oluşturmaktır.

Siyaset, yöneticilerini seçerken ideal ve reel yaşamı kaynaştırarak, hukuk çerçevesinde bir yaşamı devamlı kılmak ve herkesi yönetimin şemsiyesinde gölgelendirecek, gücü ele geçirince menfaatlerini korumak için değil, adaleti tesis etmek için kullanacak yöneticileri belirlemeye, dikkat eder. Tarafsız olması çok önemlidir. Bir yönetici her tür inanç ve ideolojiden olabilir ancak onun uygulamaları bundan bağımsız olmak zorundadır. Yöneticilerin uymaları gereken yasalar daha önceden bilimsel ahlaki ve insani kriterlere göre objektif olarak oluşturulması gerekir ki, keyfi uygulamaların faturası kabarmasın. Yasama yürütme ve yargı birbirinden bağımsız olmadığı zaman kimsenin hakkı garanti altında değil demektir. Yasalar, tüm inanç ve yaşam tarzlarını dikkate alarak yapılmalıdır. Yasaların temeli ve üst çatısı insan, aradaki bölümlerde, yaşam tarzları ve inançlar yer alır. Âmâ hiçbir inancın bağlayıcılığı, bir başkasına baskı kurma hakkına sahip değildir. Bunu sağlayacak olan siyaset kurumudur. Siyasi olanlar kendi toplumunda ötekileştirici bir politika takip ederse, o politik anlayışa sahip olanlar gücün getirmiş olduğu rahatlıkla kendi dışında kalanların yaşam hakkının olmadığına bile inanabilir. Onun için siyasiler her ortamda söylemlerini iyi seçmek ve uygulamalarına dikkat etmek zorundadırlar. Padişah bir başkasının bahçesinden bir meyve koparırsa habersiz, adamları bahçeyi yağmalarlar sözünün gerçek olmaması için, siyaseti bilmek ve siyasi davranmak gerekir. Bunun yolu kuşatıcılık kucaklayıcılık doğallık, adalet ve etik değerlere dikkat ederek ne olursan ol yine gel. Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değil, ister Yahudi, ister Mecusi ister putperest ol ne olursan ol yine gel diyerek herkesi kucaklayan siyasetçiler hukuka göre davranıyorlarsa bilin ki, o ortama medeniyet gelmiştir.

Medeniyetin kuşatıcılığında yönetilen bir halk ve yönetimi medeni esaslar üzerine kuran hukuk, toplumun aynası olup adaleti omurga bilen, yöneticilerin yönettiği devlete hasret kalmışlar olarak, o güne kavuşmak ümidiyle, herkese mutlu gelecekte yaşamanın nasip olmasını diliyorum…

Selam ve sağlık dileklerimle…

Bahadır Hataylı/01.03.2022/00.40

28 Şubat 2022 Pazartesi

YAŞARKEN ÖĞRENDİM ÇOCUKLUĞUMA ÖZLEM DUYMAYI

İlkokulda dersliklerimizin hemen arkasında güllük diye isimlendirdiğimiz bir alan vardı, bahar geldiğinde sınıflarımızın penceresini açtığımızda gül kokularından içimiz gülerdi… Sıcaklar bastırdığında güllük ile bina arasında yol gibi küçük bir alan vardı, orada beş taş oynaya dalardık hatta oradan başka serin yer olmadığı için oralarda saatlerce uykuya dalardık… O günkü çocukluğumu düşündüğümde başımda ne stres ne ekonomi, ne savaş ne acı ne zalim hiçbir şey kalmıyor, ondan olsa gerek bugün onları düşünürken dalıp gittim kendimden…

Çocukluğumun baş döndüren mutluluklarını bugünden geriye dönüp özlesem de getiremiyorum ne gelir elden… O kadar dokunmuş ki içime sınıf arkadaşlarımın neredeyse hepsini okul numaralarıyla görüntülerini gözlerimin önüne getiriyorum; okulun bahçesinde coşkulu şekilde koşup oynarken buluyorum kendimi, biraz zaman geçince oturmuşuz bir banka sohbet ediyoruz, düşüncelerimiz farklı olsa da, birbirimizin bazen dizine, bazen omzuna kafamızı koyup kendimizden geçmişiz kötülük nedir bilmiyoruz, hiç yanımıza uğramamış… Yatılı okulumuz, bizim için sevginin, saygının paylaşımın kardeşliğin, candan geçmişliğin vatan millet sevgisinin yüreğimizi kavurduğu ve coşup kendimizden geçtiğimiz yerin adı olmuştu…23 Nisan günü Okuldan çıkıp Bayram günü ilçeye tören alanına yürürken, “Annem beni yetiştirdi bu vatana yolladı, “diye başlayan Eskişehir marşı ile yollara düşerdik, orman ve dereden seslerimiz yankılanır ve biz göğüslerimiz kabararak 20 yaşında genç delikanlılar gibi rap rap diye yolları aşındırarak yürürdük…

Hayatımız o kadar güzel ve mutluluk gülücükleriyle doluydu ki anlatamam, her konuşmamızdan ve birbirimize koşmamızdan güzel tomurcuk güller patlardı. Hiçbirimiz birbirimizi tanımadan o kapalı ortamda bir araya gelmiştik, ama orası bizim için bir kaynaşma ortamı olmuştu… Çocukluğumuzu hayallerimizi umutlarımızı sevgilerimizi kardeşliğimizi orada bırakarak çıktık oradan; ondan sonra gittiğimiz ortamlarda onlara bir daha ulaşamadık…

Ortaokul ve lisede orada kazandığımız kazanımlarımızı harcayarak kendi kişiliğimizi oluşturmaya çalıştık, sonradan aldığımız bilgilerin dışında hayat ve karakterimizi biçimlendirecek hiçbir güzellik bulamadık… Yani diyeceğim o ki, biz karakterimizin ve kişiliğimizin biçimlenmesini sağlayan değerleri ilkokul öğretmenlerimizden aldık; diğerleri sadece bizim bu kazanımlarımızı ya genişlettiler ya da törpüleyerek yok edip bizi erozyona uğrattılar…

İlkokul deyip geçmeyeceksiniz, belki bizimkisi bir şanstı, yatılı okula ben 6 yaşında gittim yani yedi yaşıma varmak üzereydim. Her şeyini kendin yapıyorsun. Yatağını topluyorsun, çoraplarını her gün yıkıyorsun, önlüğünü kendin giyersin, yemekhaneye sırayla gidiyorsun çıkan yemeklere itiraz etme hakkın yok, ya yersin ya aç kalır hastalanırsın… Köylerden gelmek o kadar kolay değil, zaten her çocuğun ailesinden biri anca ziyarete gelebilir, geldiği zaman gider başına toplanırız bizim yakınımız gelmiş gibi onları tanımasak ta onlarla biz de hasret gideririz… Sabah erkenden ezandan biraz sonra kalkarız hazırlanırız, sınıflara gider etüt yaparız etütten sonra bir çevre temizliği yapılır, ondan sonra yemekhanenin önünde sınıf sınıf sıraya geçeriz, lavabolarda ellerimizi yıkayarak kahvaltı için masalara geçeriz yaşımız yedi… O yaşlarda başladık hayatın yükünü sırtımıza vurmaya, o gündür bu gündür o sorumluluğumuz bizleri her ortamda heder etti ve acı çektirdi. Küçücük çocukken sırtımıza vurulan o ağır yük, sanki taşınmayacak, bir yerde bırakılacakmış gibi, hep o yükün nerde olduğunu merak ederek onu kaldırmak için bir gücümüz olacaksa, çaba harcamayı asıl göreviz bilerek yaşıyoruz…

Bizim okulumuz bir taneydi, başkası onun yerini asla tutamazdı, bazı Azrail gibi hocalarımız olsa da onlardan yediğimiz dayaklara bu günden baktığımızda belki onların çok aşırı fevri hareketleri dışındakiler olmasaydı, biz bu sağlam karakterleri oluşturabilir miydik diye de bazen sormuyor değilim… Siz yedi yaşında kendi banyonuzu yaptığınız oldu mu, bizim sırtımıza anamızın kesesi yedi yaşından sonra nerdeyse değmedi, yani kendi sırtımızı hep kendimiz keseledik kimseden bir medet ummadan karanlıkları delip aydınlık yolları hayal ettik… Güneşin her gün nereden doğacağını merak eder, erkenden çamlık dibine gider güneşin doğacağı anı beklerdik… Ama Güneşin batmasını hiç istemezdik çünkü zorunlu bir yatış başlar, çekilmez yatakhanedeki yerimizi alır, bir anda uykuya dalmayı isterdik ama nafile, her kafadan bir ses hindi yavruları gibi nereden geldiği belli olmayan bir uğultu kaplardı yatakhanelerimizi… Arada gizli gizli nöbetçi öğretmenlerimizin, lambaları yakıp içeriye girdiğini görünce hemen battaniyeyi kafamıza çeker nefes almayı bırakır, öğretmenimizin koğuştan çıktığını ayakkabılarından gelen sesin kesilmesinden anlardık...

Hayatımıza katılan o günkü düzenlilik ve sistematiklik, her zaman hayatımızın öyle gideceğine bizleri inandırmıştı. Oysa 50’li yaşlara geldiğimizde gördük ki onlar sadece kazandırılmış ideallermiş, hayat bambaşkaymış, alışılmış yanlış geleneklerin tuzağından çıkarak o düzenli yaşamı arzulamak her insanın harcı değilmiş, bunu da anladık… Yaşamları küçükken biçimlenmeyenlerin sonradan yaşamlarının biçimleneceğini bekleyerek, onlar üzerine bir yaşam düşlediğiniz zaman düşleriniz gerçeğe dönmeden sadece kendinizi avutarak yaşamınızı noktalıyorsunuz…

İlkokul deyip geçmeyeceksiniz, bize hep ağaç yaşken eğilir diye öğretilen bir deyim vardı, oysa ağaç yaşken düzeltilir diye bunu öğrenmiş olsaydık belki bu gün dosdoğru yaşamlara imza atan nesillerimiz olurdu. Ancak her öğretici kendisini eğitici olarak görüp yaş olan fidanlarımızı eğriltme derdine düştüğü için doğrulmanın nasıl gerçekleşeceğini hiç düşünemedi. Ondan olsa gerek bu gün yaşadığımız toplumda eğitilmiş ama doğrulmamış her tarafı yamuk, eğilen eğilene… Bir delikten geçebilmek için ne kadar eğilmeniz gerekiyorsa o kadar eğilmeyi göze alıyorsunuz hatta kırılmaya bile razı oluyorsunuz yeter ki geçebilesiniz…

Psikanalist anlayışta, kişilik 0-5 yaş arasında şekillenir,5-12 arasında biçinlenir,12-16 yaş arasında gelişime açık olur,16-23 yaş arasında da olumlu ya da olumsuz bir kalıba girer… Evet, bizler biçimlenme sürecinde hakikaten öğretmenler eliyle biçim aldık… O dönemde öğretmenlerimizin ideolojik düşünceleri vardı biz bunları biliyorduk, ancak onların öğretmenliği her zaman onların çok üzerindeydi, onları bizimle ilgilenmeye iten güç aldıkları para değil, mesleklerine olan aşklarıydı. Aşk bir yaşamdır. O yaşamı elde ederseniz âşık olduğunuza en güzel değerleri sunarsınız… Biz öğretmenlerimizin canının bir parçasıydık ve onları da canımızdan bir parça görürdük, ama asla saygıda kusur etmezdik, çünkü onlar bizi şekillendirip biçim kazandıran bizleri doğrultan bir heykeltıraş gibiydi. Onlardan kazandığımız değerleri aynısıyla uygulayarak ve üzerine de katarak daha renkli bir öğretmenlik yapmak nasip oldu… Öğrencilerimizi hep sevdik hep doğru olanı yapmaya çalıştık, not için bir öğrencimi asla kırmadım ve onlara not vermek için görev vermedim, sorumluluk bilinciyle yapmaları gerektiğine inanarak yapmalarının gerekliliğini kavratmaya çalıştım… Herkesin üstün ve eksik yanlarının olacağını, ama bunların bir ayrıcalık değil tamamlayıcı unsurlar olduğunu ancak insanlık için yapacağımız fedakârlıkların bizleri üstün kılacağını, yüreklere kazımaya gayret ettim… Bu ideal yaşamlarla öğrencilerimi buluşturduğumda, onların da o değerleri içselleştirdiğini gördüğüm zaman, beni hayatla tanıştıran ilkokul öğretmenime şükranlarımı bir borç bilip ona rahmet diliyordum…

Hayat böyle bir şey, devraldığınız güzellikleri üzerine daha fazla güzellik katarak gelecek nesillere aktararak iyilikleri ve güzellikleri bir gelenek haline getirip sürekliliğini sağlayabiliyorsanız anlam kazanıyor, aksi durumda sadece heder olup yok oluyorsunuz… Geldiğimiz süreç öğretmenliğin anlamsızlaştığı ve çocukların isteklerini okşayan ve onların taleplerine göre bir şeyler öğreten öğretici olmanın ötesine taşınmadığı için, okullar eğitim kurumu olma özelliğini kaybederek, görsel medyanın öğrettiklerini, yazılı olarak zihinlere nakşetme kuruluşları haline gelmiştir. Yani eğitim olmaktan çıkmış bir öğretim alanı olmuştur. Ondan dolayıdır ki, şuan şekil verip biçimlendirecek, eğriyi doğrultacak ortamlar gitmiş, tamamıyla akademik bilginin aktarıldığı yerlerin ilk temeli haline gelmiş ilkokullarımız… Böylesi ortamlarda öğretmenin istek ve motivasyonu yok olmuş, kendisi ışık olan olmaktan çıkmış, gelen mumları toplayarak çocuklara mumdan nasıl ışık aktarılabileceğini öğretmeye çalışan bir organizatör olmuştur. Öğretmenin asıl görevi yeniden tanımlanmalı, öğretmene göstermelik değer değil, hakikaten” bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” diyen Hz. Alinin verdiği önem ve değer verilmelidir. Öğretmenlik mesleği bir aydınlatıcı memba olduğu yeniden tanımlanmalı, öğretmenin emeğinin karşılığı herhangi bir parayla ölçülemeyeceği anlaşılmalı ve onun fedakârlığının bedelinin dünya ölçeğinde bir karşılığının olmayacağı idrak edilmelidir. Bu sorumluluğu alacak öğretmenler yetiştirmek temel ilke olmalıdır. Bu olmadığı zaman ne öğrenciliğimizden, ne öğrendiklerimizden, ne okullarımızdan, ne de öğretmenlerimiz, yaptıkları işlerinden zevk alarak öğretmenliklerini yaparlar… Doldur boşalt, belli saatlerde çocukların okullarda bulunduğu diğer zamanlarda kontrolsüz bir güç haline gelip, kim tarafından nasıl nerede beyinlerinin işgal edildiği bir nesil ise okullarımızdan çıkanlar, o zaman vay ki bizim başımıza geleceklere vay!

Bana çocukluğumu hatırlatan okulum, hayatıma anlam katan öğretmenlerim ve hayatlarına anlam katmaya çalıştığım öğrencilerimi hatırladıkça, böyle duygusal kalbi yıpranmışlıkları yaşamamak elde mi? İşte, ben yaşamışlıklarım ile yaşayamadıklarım arasındaki çatışmaların kaynağında, hep hayatımın ideallere göre biçimlenen yanını gördüğümde tedirginlik, kaygı ve gerilimlerden kendimi alamıyorum… Kaygıyla yaşayan ben, yeni nesillerin hayatındaki bu kaygıların gelecek kaygısı haline geldiğini görünce, sorumluluklarının farkına varamamış, kişilikleri, şekillenmesi gereken yaş aralığında boşa geçmiş, daha sonradan kaldıramayacakları bir yükle muhatap olduklarında, bu yükün altından zorla kaçtıklarını gördüğümden, hem bu nesle yapılanın bir zulme dönüştüğünü hem de geçen zaman emek ve imkânların heder olduğunu düşündüğümden rahatsızlıklarım tavan yapıyor, beynim dönüyor, ondan dolayı çocukluğumu hatırlayarak biraz rahatlamak istiyorum…

Ben çocukken sorumlu duyarlı, coşkulu neşeli ve umutlu yaşadım, hayallerim dünyanın yörüngesinin dışına uzanıyordu. Şimdi hayallerimi benden önce mezara gömmek için bildiklerimi unutayım diye çabalıyorum olmuyor, onları unutmak kendimden kaçmak ve beni yok saymak olduğu için ben de varım, var olan beni nasıl yok sayacağım diye düşünürken birden kendimi yine başka bir hayal dünyasının başrol kahramanı olarak buluyorum yine yorulmayan bir dağcı ve usanmayan bir savaşçı olarak gece gündüz demeden hep düşünmek ve üretmek hayatımın kâbusu olup çıkıyor…(!)

Anlayacağınız alışkanlıklarımı terk edemiyorum, birde bunlar içinize kemik gibi işler ve sizin ruhunuzun bir parçası kalbinizin atışları ile paralel gidiş geliş yaparsa işte o zaman haliniz çok zor, bu hastalıktan kurtulamazsınız ancak sizi mezar paklar onun için de kaderiniz ne ise onu bekleyeceksiniz… Beklemek mi yakışmaz, kalkıp yürüyeceksiniz, yürümeyi belki unutup koşacaksınız, ama asla ve asla yerinize çakılıp kalmayacaksınız, hayat devam ediyor, nesillerin doğurtulması ancak ağaç yaşken olur, bunu biliyoruz o halde beklersek nesilleri kırar ve imha ederiz…

Ben başladığımda yürümeye turnalar çoktan göğümden uçmuştu, âmâ ben turnaların vurulmasını yasaklayan eğitmenlerin elimden tutmasıyla bu günlere geldim… Bu günleri yarınlara taşıyacak yürek sahibi öğretmenlerin eliyle, bu nesli aydınlatalım onlar ışığa çok muhtaçlar, karanlıklara bırakmayalım yarınların karanlığını kaldıracak eğitmenleri bulma imkânımız olmayabilir… Hep birlikte el ele gönül gönülle bu yola baş koyarak çocuklarımızı aydınlık ufuklara taşımaya ne dersiniz. Bana çocukluğumu unutturacak ve o günlerden ileriye götürecek öğretmenler arıyor gözlerim, onlar içinde bulunup, hayatın bu karanlık günlerinde çay molası vermeye hazırım ve hemen gelirim…

Çiçekler solmasın tomurcuklar patlamasın, biz güllerimiz solunca ölürüz, güllerimizi soldurmayalım, tomurcuklarımızı patlatmayalım, Çiçeklerimizi küstürmeyelim, bahçıvanı bıktırmayalım… Çocukluluğumdaki okuluma hayranlık kaldı içimde, okullarımızı hayran duyulan mekânlar yapalım… O öğretmenleri merceklere arıyorum hepsini bağrıma basıp selam vereceğim…

Selam ve dualarımla…

Erol KEKEÇ/27.02.2022/23.47

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!