Bu Blogda Ara

22 Şubat 2022 Salı

BİR NEŞTER VURDUM GEÇEN ZAMANA!

İnce bir saz eşliğinde uzaktan turaç ötüşlerini dinleyerek vahşi bir doğanın içinde sabahlamak vardı, ne yazık ki şehrin monoton yaşamları arasında akşam yat, sabah otobüslere koş, metro tramvay vapurlar derken o anın tadını çıkarmak hiç nasip olmuyor desem ne çare… Hayali bile haram olmuş gibi, stresle kalk gerilimle yürü, cinnetle akşamla, öylesine yuvarlanıp gidiyorsun işte…

Günah duvarına bir resim çiz deseler, yıpranan ömrüm ve boşa geçen zamanın çılgın rüzgârlarla nasıl boğuştuğunu çizerdim herhalde. Öyle bir geçiyor ki zaman, senin onunla mücadele etme koşulların farklı olmasına rağmen, nasıl da bunu kendime rakip edindiğimi düşündüğümde şaşıp kalıyorum olduğum yerde…

Tüm günahlarımı toplasam gök kubbe alır mı bilmiyorum ama bildiğim bir hakikat var ki, bir zerre olan ben bu kadar kabarmayı nasıl becerebildim. Küçük bir zerre, günaha saplanınca balon gibi şişerek olduğundan farklı ve kendinden uzak nesnelere dönüşmese, bu kadar şişkinliği oluşturacak büyüklükte bir hacmi nasıl işgal edebilir.

Bazen nefes alamıyorum derken, bu gök kubbe içinde günah gazları o kadar ruhumu daraltıyor ki, yüzümü çevirip yukarılara baktığımda kendimden başka ve kendi günahımın dışında bir şey görünmüyor gözlerime… Demek ki tüm bu sıkıntıların kaynağı bendeymiş diyerek, yeniden başlıyorum hayata kaldığım yerden…

Bir sabah meltemi esiyor hafiften, yüreğimi okşayarak içimdeki dertleri ve sızıları da süpürüp götürüyor içimden… Hiçbir çöpçü bu kadar temizleyememişti sokağımızı, meltemin yüreğimden götürdüğü kirler kadar… Bazen gezdiğim yerlerde, sokağımızdaki cam kırıklarını gördüğümde benim yüreğim kadar parçalanmamış olduğunu görmem, beni de kendime getiriyor, ne kırıklar var da sen bilmiyorsun diyorum kendi kendime… Yürüyorum kimsenin uğramadığı sokaklara, duvar diplerinde akşamdan şarapçıların bıraktığı içki şişelerinden başka bir şey ilişmiyor gözlerime…

Kim bilir kaç şarapçı sabahladı bu duvar diplerinde, kaç evsize yuva oldu bu duvarlar, ekmek kırıntıları, kemik artıkları ve kırık şişelerden gözümü alamıyorum yürürken, bir taraftan video görüntüleri alıyorum bir yandan içim içime sığmıyor, bu duvarın dibinde ne acılar olduğunu düşünüyorum…

Gönlünü belediyeciliğe vermiş, nice güzel insanların makamlarının hemen iki cadde arkasındaki bu sokağa, hiç yollarının düşmemiş olması da beni bir başka yaralıyor… Acaba ben de mi buradan geçmemem lazımdı diye düşünmekten de kendimi alamıyorum…

Ben bu yüreğime söz geçiremiyorum ve bir türlü kemendini elime alamıyorum… Hiç acı duymayan sokaklardan geçeyim diyorum beni alıp götürüyor, hem de hiç bilemediğim yerlere, kendimdeki acıları dindirmeden bir de onlar ekleniyor acılarım arasına… Söyler misiniz bana bu kadar acıya dayanır mı dersiniz bu yürek, ondan olsa gerek her yanından acı ve sızılar geliyor…

Gönül coğrafyamın yürek ikliminden acı acı esen fırtınalar arasında, yaşamaktan mutlu muyum diye sorarsanız, hakikaten çok yorulduğumu söyleyebilirim, ancak o acılarla birlikte olmak bir an olsun acı çekenlerin acısını hafiflettiğimi düşünerek acılarımı hafifletmiyor değil, ondan olsa gerek, yürek ikliminden gelen fırtınalara aldırmadan gönül coğrafyasında yaşamaktan haz alıyorum…

Alıp başımı gideyim diyorum, doğanın özündeki doğal dostlarımla huzura ereyim, ardından acı çekilen bu coğrafyanın hangi köşesinde kalmış olabilir o doğal huzur diyerek yine vazgeçiyorum… Bilmem ki ben, bu benden mi kaçıyorum, yoksa kaybolan beni mi arıyorum. Kaybolan benliğim olmadığını biliyorum, omurgalı yaşam hep hayatımın odağında durdu, omurga yara almasın diye her şeyimi kaybetmeyi göze aldım ama omurgaya zarar gelmesin istedim, sürüngen bir yaşama alışkın değil benim yüreğim… Kendini kaybetmiş varlıklarla birlikte olmaktansa, kendisi olmaktan onur duyan doğal yaşamın vahşi kollarında kendimi bulmuşum, ondan olsa gerek hep oraları arzuluyor yüreğim…

Nerelerden geldiğimi söylesem kendim inanmıyorum ki, onlara sizi nasıl inandırayım… Ama bildiğim bir hatırası geçtiğim her yerden, yüreğim mıknatıs gibi acı topladığından o acılardan yüreğim kalkmaz olmuş yerinden, belki buradan siz de anlayabilirsiniz onun neler çektiğini ve hangi yolları bir nefesle geride bıraktığını…

Umutsuz vaka olarak değerlendirenler çıkabiliyor bazen beni… Oysa tüm umutların yeniden başlamakla canlandığını bilen biri olarak, bu satır aralarında gezinmekten zevk alıyorum… Ondan olsa gerek dere tepe demeden her tepenin ardında ve kayaların oyuklarından hayat fışkırır diye, kayıp neresi varsa, oraları irdeleyerek geziyorum hiç kimseye aldırış etmeden…

Sokakları terk ederek, kavşak noktasından caddeye tam girecekken, gözlerime bir ışık yansıdı hiç bilmediğim bir yerden, karşımda koca yürekli küçük adamı, umut dağıtırken, umut satıcılarıyla mücadele ederken gördüm… Umut satıcılarının tezgâhlarını param parça etmiş, gönlü kırık hayalleri solmuş gelecekten beklentileri azalmış, omuzları çökmüş, elleri nasırlı, gözleri yaşlı insanların, dizlerinin üzerine çömelerek, başlarını ellerinin arasına almış, bu koca yürekli küçük adamı can kulağıyla dinlerken görünce kendimden utandım…

Umut tacirlerini umut satarken tezgâhlarıyla imha etmek, umut çiçeklerinin yeniden tomurcuklanması için bir hava sirkülasyonu yaşadıklarını bana öğretti… O koca yürekli küçük adam, oysa benim gelmemi beklermiş saatlerce, her gün orayı kullandığımı biliyormuş… İçimde birikmiş tüm olumsuzlukları içimden atmam için, bir tekmeyle tüm umutsuzlukları parçalayarak insanlara umut tomurcukları dağıtıp, benimle kol kola yürümek için içimdeki sızıyı dağıtmaya gelmiş…

Bu sokaklar, bana yağmurdan sonra rengârenk gök kuşağıyla buluşacağım saatleri bile değiştirdi… Hangi saatte randevulaştığımı unutturup oradan oraya koşturmaktan beni bana bırakmadı, gökkuşağına derdimi anlatıp bir helallik almamı elimden aldı…

Beton binalar arasında bıraktığım ömrümü çalan duvarlar, beni benden çaldığınız gün ömrümden ömür gitti, bir günüm bin yıl oldu, bin yılım bir gün gibi savrulup gitti… Oysa yapacak daha çok işim vardı. Anlaşılmayan beni anlatmak için, kendimi dağların arkasına hapsedip, mesajımın hareketli bir resmini yaptıracağım, Ağrı Dağının tam tepesine ülkemin her karış toprağından okunsun için…

Sahipsiz çocukların, köşe başlarındaki muşambaya bu soğukta nasıl da serilip ana kucağı gibi yattığını görünce, bir mezar bulayım da ben de uzanayım boylu boyunca, bu acıları kaldıramaz oldu yüreğim desem de bu çocuklar uğruna tüm acılara katlanmayı öğrendim. Acıları silemesem de acı çekilen yerlerdeki acıların kaynağını en azından ortaya çıkarırsam, bir gün gelir o acıların kaynağını kurutacak olanlar da çıkar… İşte bunu düşünerek tüm acılarımı yürek iklimindeki çılgın rüzgârın önünde savuruyorum… Bir gün olur samanla teneler ayrılır, işte o gün tüm taneler bir umut tomurcuğu olarak bu topraklarda patlar.

Ben dostlarıma elveda ederek arkama bakmadan hiçbir zaman terki diyar etmedim… Gönül muhabbeti ile aklın sistematik dosdoğru duruşu bir araya geldiğinde gecelerimiz gündüz, yürümelerimiz koşu alanına döneceğinden kuşkunuz olmasın… Ben o günlerin ne zaman geleceğini bilmediğim için, o günlerin oluşumunu sağlayacak nedenleri oluşturma derdindeyim… Belki kafanıza takılabilir bu adam ne yapıyor diyenleriniz çıkabilir, ben yüreklerin üzerindeki zehirli zarları parçalamakla meşgulüm. Gönül coğrafyasından kanayan yerlere merhem taşıyorum gece gündüz durmadan, her an bir tabip gibi çalışır, hem lojistik sağlar, hem de merhamet ikliminde yetiştirdiğim umut tomurcuklarımı oraya dikerek onların bakımıyla uğraşıyorum… Yani anlayacağınınız kendi çapında el becerisiyle bahçıvanlığı öğrenmiş, hiçbir ağacın kurumasına müsaade etmeyecek kadar ağaçları canından çok seven, tahtası eksik bir bahçıvanım…

Yolum çok uzun, zamanım az, biraz müsaade edin doğallığımla baş başa kalayım, yoksa ben de acıların bir parçası olup, yangınları alevlendiren bir volkana döneceğim…

Yine bir sabah, ince sazım hafiften çalar, turaçlar uzaktan kulaklarımı yoklar, demlenmiş çayım beni bekler, elveda ederek ayrılmayacağımı söylemiştim, Haydi bana Eyvallah…

 

Erol KEKEÇ/22.02.2022/09.30

            

21 Şubat 2022 Pazartesi

ZİHİN DUVARLARI İŞGALDE, BİRAZ İNCİNMİŞSİN(!)

 

İsyan çiçekleri genellikle sınırları tel örgülerle çevrili bahçelerde açar. Doğanın renk cümbüşü içinde isyan çiçeklerine pek rastlayamazsınız, farklılıklar da oradaki bütünlük içinde bir yer bulur kendine… Doğanın merhametli kollarında tüm bitki börtü böcek ne varsa hepsi için bir yer mutlaka vardır, kimse bir başkasının rengini yok etmez doğal seleksiyon dışında…

Doğanın doğallığını imha ederek sistemli kaliteli ve daha güzel bir yaşam alanı oluşturmak için doğal yaşama müdahale edildiği zaman doğal yaşamın isyanı, öncelikle kendi doğallığı içinde varlığını haykıranların yaşamlarına yapılan baskılarla ortaya çıkar.

Toplumsal yaşamın doğal akışına yapılacak bir baskı, koruma, kollama ve yönlendirmenin ötesi müdahaleci bir anlayış, toplumsal yaşamın her katmanında çok ciddi isyan güllerinin tomurcukken patlamasına yol açar. Bir ortamın tomurcukları çiçeğe kavuşmadan patlıyorsa oranın yazı hiç gelmeyecek ama ilk kışla, bitişi olmayan kışların geleceğinin habercisidir.

Eğer bir yaşamın kurallarının çok olduğu yerde yaşam sürüyorsanız orada yaşamın ilkelerden yoksun olduğuna şahit olursunuz. İlkesiz yaşamlar toplumsal hayatın sürekliliğini sağlamak için hergün, günün değişen koşullarına göre farklı kurallar oluşturuyorsa, orada ilke ve belli bir hedefi düstur edinmiş yaşamların varlığına pek rastlayamazsınız. Çünkü ilkeli yaşamlar kendi doğal sürecinde belli kurallara ihtiyaç duymadan varlık sahnesindeki rollerini çok iyi oynamaya gayret eder. Herhangi bir hatası sonrasında da bir yaptırıma gerek duymaksızın kendisini vicdanen sorumlu tuttuğundan kendi cezasının kesilmesini başkalarına bırakmadan faturayı anında öder.

Toplumsal yaşam ile doğal yaşam arasında doğrudan bir benzerlik ve ilişki kurulmadığı zaman, doğadan kopuk bir toplum hayatı kendi içinde infilak eder. Doğal dengenin korunması, doğal kuralların varlık evreninde dayatmacı olmamasından dolayıdır. Doğal dengenin, toplumsal dayatmacı politik sistemin talepleri doğrultusunda biçimleniyor olması tüm ifsat mekanizmalarının harekete geçmesidir. Doğal yaşama müdahale edecek duruma gelmiş, toplumsal yaşamı dizayn eden sistematik politik anlayışlar, tahribat sürecini başlatmış anlamı çıkar.

Dünyanın yörüngesinin her geçen gün biraz daha merkezden kayıyor olmasında, toplumsal politik zihniyetlerin sistematik kötülük kodlarına göre bir süreç takip ettiklerinin göstergesidir. Kötülüklerin sistematik hale gelerek kendi varlığını sürdürmesinin adını bütün bir insanlığın geleceğinin düşünülmesi olarak tanımladığı ortamda, yeryüzünün her yanı, sera kuşatması gibi kötülük gazlarının yayılmasına gebe olur.

Kötülüklerin hiçbiri doğrudan kendisini tanımlarken, kötülük içerikli kelime ve kavramlardan uzak durarak en iyi ortamın havarisi gibi kendisine bir rol biçer. Bu rolleri oynamanın tam zamanı olduğunu önce ciddi bir algı yönetimi ile ulaşılacak doğruları manipüle ederek satar. Sonrasında bir bakmışsınız her yanınızdan kötülükler fışkırırken bunların birer iyilik ve geleceği doğru inşa etme adına yapıldığına şahit olursunuz. Yani doğal yaşamın doğallığından uzaklaşan hayat treni, bir daha doğal hayatın raylarına, doğru oturması öyle kolay olmayacaktır.

Zihinsel kurgu geliştirme için zihin kodlama sisteminde meydana gelen bir olumsuzluk bütün bir yaşamın kodlama sistemini yerle yaksan eder. Çünkü toplumsal yaşamın kodları, bireysel kodlama sisteminin doğru işliyor olmasıyla ortaya çıkacaktır. Bireysel kodlama sistemindeki bireyin, baskı balata sıyırması, onu hangi kodlama sistemini temsil edecek duruma getirebilir?

Demek ki yaşam, doğa toplum ve zihinsel gelişim evreleri arasında kurulacak bir ilişki ağının yansımasıdır. Bu ilişki ağını doğru kuramayanlar, insanlık tarihi boyunca doğru yaşam denkleminden yoksun kalmaları bir yana, gelecek hakkında ortaya koyacakları anlayışları da hiçbir zaman doğru bir yaşam kapısını aralamayacaktır.

Doğal yaşamın kodları, insanlık vicdanına kodlanmıştır. İnsanlık vicdanı yok olmuş ise insan da yok olacak demektir. İnsanın yok olma süreci bir anda hemen kendisini göstermeyebilir ama doğal yaşamın doğallığını bozarak gelişim evrelerinin ilerleyip ilerlemediğine şahit olabilirsiniz. Zihnin kendi dişlilerini yiyor olması, yeni bir hammadde atarak dişlilerinin çalışmaması, geleceğin çok karanlık bir ortamda kodlamasını tamamlayacağının habercisidir. Hiçbir yanlış işleyiş mekanizması, aydınlık bir ortamda kendisini deklare ederek göstere göstere varlık alanına indiği görülmemiştir. Âmâ doğrunun kendinden geçtiğini ve her ortama doğrulardan oluşan çok ciddi heyetle gideceğini söyleyerek sizin doğallığınızı bozarak doğal olmayan yaşamı sırtınıza vurur… Sonrasında ondan uzaklaştığınız takdirde başınıza geleceklerin hesabını yapamayacağınızı size anlatarak korku senaryosu çizilir.

Kötülüklerin iyiler postunu giyerek bir yerde konumlanması her an nereden ne zaman buradan gelecek ihanetlere karşı vicdanınız nasıl bir alarm uyarısı yapacak, ona çok iyi dikkat etmek zorundayız.

Her an kıvılcımlanmak için birbirine sürtünmesinin yeterli olduğu bir zamanda siz hala çakmak taşları ile ateşinizi yakacağını düşünüyorsanız yanılırsınız.

 

Doğal yaşamın kendiyle olan uyumu dendiği zaman, hemen herkesin anladığı tabiattaki yaşamdır. Doğal yaşam, devam eden ve kendiliğinden bulunduğu ortama ve koşullara uyum sağlayarak yapay oluşumlarla kan uyuşmazlığı yaşayan hayat demektir. Böylesi bir hayata, kendi doğal kanı ile uyum sağlamayacak bir ortamın genetik kodlarını enjekte ederek, onun yaşamı üzerinde farklı oluşum meydana getirmek istediğiniz zaman imha sürecine kendinizden başlarsınız. Yaşamın her noktasında küçük büyük her düzeyde meydana gelen doğallığı imha süreci sanıyor muyuz ki, insanlık hayrına ve yararınadır. İnsanlık yararına olacak bir oluşum, hiç kuşkusuz doğal hayatın doğallığına müdahale etmeden ve o özelliklerinin daha fazla gelişmesine katkı sunacak değerlerle onu beslemekten geçer.     

Bunları neden mi anlatma gereği duydum sabahın bu vaktinde, Yeryüzünün şer tohumlarının gelişmesi için, her yandan imara açıldığı bir çağın karanlık dalgaları arasında, durdurulması güç tsunaminin yaşama vermiş olduğu rahatsızlıktan dolayı yazıyorum.

Bütün bir evreni, ıslah edilmiş kontrolü kolay bir yaşam alanını    n dünya çapında bir laboratuvarı haline getirmek isterseniz, bu ortamın havasının ve kimyasal reaksiyonlarının ortaya çıkan ışınları her canlının hayatına küçük ya da büyük çapta yara açacağı muhakkaktır.       Onun içindir ki, doğal yaşamın doğallığını imha süreci iyilik melekleri(!) eliyle gerçekleştirilir oldu. Hiçbir kötülükte zebaniler önde gelmiyor. Önce masum bir kimliğe bürünüyor ardından canavarlaşmış parçalayıcı kanatlarına, merhamet reklam afişleri giriyor; onlara baktıkça kendinden geçen hipnoz olmuş akıllı ama zihin duvarları istila edilmiş varlıkların beyninde kuluçka dönemini hemen yaşıyor. Bu kısa kuluçka döneminden sonra, alabildiğince yeni yavrular ve kötülüğün savunucusu, canlılığı gitmiş cansız canlılar savunma refleksleri geliştiriyor. Bu refleks davranışlar karşısında doğal yaşamın bir parçası olanlar, haliyle doğal ortamına dönerek kendi kabuğuna çekildiği için, merhamet kanatlı, yeryüzü imha timleri bütün bir küreyi dolaşarak kötülük tohumlarını iyilikler adına yeryüzü havarisi olarak dağıtmaya başladılar.

Doğal hayatın içinden alınan ve içinde doğal aroma barındırmaktadır diye insanlığa sunulanların tamamı, sinsi düşüncelerin her ferdin bünyesinde kuluçkaya yatma girişimidir.

Bizim, bu yaşam alanı diye tanımlanan ifsat denizinde iyi bir yüzücü olmamızın faydası olur mu dersiniz? İfsat denizinde iyi bir yüzü ve kötü yüzü olmanız arasında bir fark olmayacaktır, önemli olan o ortamda yüzüyor olmanızdır. Çünkü oraya dalanların işgal ettiği yer, ifsat denizinin sularının kabararak hacmini biraz daha genişletmesine sebep olmaktadır. İstenen de bu olduğu için amaç gerçekleşmiş olmaktadır… Yani herkesin zihninde ama velakin ya… Gibi soruların sorulmasına açık kapıları kapamış olmanız yeterlidir. Ondan sonrası kendiliğinden gelir. Doğal yaşamı imha ederek yerine konulmak istenilenin tercih sebebi olması, bütün bir evrenin imha sürecini başlatmaktır. Bu kadar insan yanlışta bir sen misin doğru olan diye herkesin ağzında düğümü olmayan sorular var ya, işte onların sayısı ne kadar artarsa doğal yaşamın rayından çıkarak hız kazanması da o oranda hızlanır. “Siz yeryüzünde bulunanların çoğuna uyarsanız, onlar sizi Allah’ın yolundan çevirir, kendi yollarına döndürürler, onlar sadece zannediyor ve saçmalıyorlar…”

Evet, değerli Okurlarım, hayat bazen bizlerin hiç ummadığı yerden bizlere kazık atmaktan hiç çekinmez, en güvendiğimiz ve emin olduğumuzu iddia ettiğimiz kişi ve düşünceler bize öyle bir tokat atar ki, bir daha kendimize gelinceye kadar takdir edilmiş ömrü tamamlamış oluruz. Bizim için biçilen ferdi ve toplumsal ecelimizi yaklaştırmadan yeniden bize taktim edilen hayat kodlarını sorgulayarak, doğal yaşamın doğal kollarına kendimizi en kısa zamanda bırakmak zorundayız. Yoksa ne olur demiyorum olacaklar hakkında akıl yürütme ve öngörüde bulunmak istemiyorum, zihnimi oraya çevirdiğimde beynimde resmen bir zihin devrimi meydana geliyor. Bu devrimler benim açımdan sorgulama alarmı yapıyor olmasından, hala zihnimin canlı olduğunu anlıyorum… Ancak gelecek faturanın toplam istediklerinin içinde, istek kalemlerinin gizli tutulması ve ortaya konulmamış olması beni hepten ürkütüyor.

İnsanlık önüne konulan faturada yaşamlarımızı gelecek tehlikelerden koruma ve çağın koşullarına göre doğru bir yaşamı inşa etme faturası diye yazıyor… Ancak bu durum, anlatacağım şu hikâyeyle ne kadarda benzerlik gösteriyor… Gencin biri hasta olduğunu düşünerek oluşan kaygılarından dolayı doktora gider, doktor hanım efendi bir tabiptir, genci dinler tüm içindekileri anlatmasını ister oda dökülür, bunu dinledikten sonra doktor gence der ki seni çok yıpratmışlar biraz incinmişsin onun için şunlara şunlara dikkat et kendini fazla germe yoksa daha kötü olabilirsin der ve onu yollar… Genç arkadaşının yanına geldiğinde ne oldu ne dedi doktor diye sorunca, valla biraz incinmişsin dedi der. Nasıl yani, yahu  anlamadın mı güzel bir hanım efendiydi okumuş görgülü biri olduğu için bana bizim dilimizle konuşmadı, yani senin ağzına….şlar diyemedi onun için biraz incinmişsin dedi der…

Evet, dostlar kimse bize ne olduğunu neler yapıldığını söylemekten çekinse de, ben yumuşak tarafından söylemiş olayım biraz inciniyoruz kendimize dikkat edelim; yoksa gelecek günlerin gerilim katsayısı hayli hayli yükselecek gibi…

Bu küresel ifsat mekanizmasının aparatlarını bölgesel göletlere atarak insanları o göletlerde yüzdürmek isteyen merhamet kanatlı havarilerimiz de bir gün anlayacak bize merhamet dağıtmadığını ama o gün tüm yaşam cehenneme dönmüş olacak… İnsan, kendi eliyle ecelini yaklaştırır… Evreni ele geçirmek isteyen ifsat dinozorları her an doğal aromalı gıdalarla doğal hayatın doğallığına bizi yaklaştırdıklarını söyleseler de, alıştığımız yeni ortamın kokusunu kendi doğal hayatımızın doğallığı gibi görmeye başladığımızda işte o an dönüşü ve çıkışı olmayan kimyasal denklemlerle reaksiyona girdiğimiz an olacak ki, eski yaşama veda süreci başlamış olacaktır.

Evet, daha fazla bu konuları açarak zihinlere korku yayma derdinde değilim, ancak bilim ve güç arasındaki ilişkiyi dikkate aldığımız zaman bilimsel gerçekler diye insanlığa sunulanların büyük oranda temeli yıkacak olanları, tamamıyla ifsat üzerine oturanlar olduğu bilinmelidir. Ama arada bazı iyi olanlar da olmalı ki, hepten hapı yutmasınlar. Çoğunluk dediğimiz ortam, akıl ve zihin duvarlarında ifsat tohumlarıyla kuluçkaya yatmış olduğundan, onların gösterdiği tepkiler içinde hakikati arama çabamız, baştan heba olmuş bir emek ve boşa gitmiş zaman olacaktır.

Doğal hayatın doğallığına bırakılmayan yaşamların hepsi, zorla mahkûm etmek istediği dimağların isyan bayrağını çekebileceğini göze almalı ve kendisine biçilmiş olan gömleği saklayarak insanlık için hizmet ettiklerini daha fazla insanlara yutturduğunu sanmasınlar. Yoksa sonrası hepten bir hiç ve habitat ameluhum olacaktır.

Doğal yaşamı imha sürecinin en büyük hedefi yapay oluşumları doğal hayat kodları gibi sunarak, gelecek nesilleri koparılmış ve güdümlü süje kılıklı nesneler haline getirmektir. İşte o zaman gelecek, toptan imha olacaktır. Suje olduğunu düşünenlerin birer nesneye döndüğü yaşamlarda, nasıl bir değişimi hangi zihinlerde oluşturacağınız yeniliklerle yağacağınızı düşünürsünüz…

Son olarak açıkça diyorum ki, hakikaten bize bir şeyler oluyor, incinme süreci çoktan bitti, ben fazla okuma yazma bilmediğim için açıkça söylüyorum bizim anamızı ağlatacaklar… Kendimize gelelim ve zihin duvarlarımızı işgallerden kurtararak kendi doğal ortamımızın doğal kodlarına acilen dönüş yapalım…

Sevgiyle güne başlayalım hayırla devam edelim, şefkatle bitirip tefekkürle gelecek günlere merhaba diyelim… Selam ve muhabbetle

 

Erol KEKEÇ/21.02.2022/08.40

 

20 Şubat 2022 Pazar

ÇİÇEKLERE HELAL EMEKLERİM

 Yine bir Pazar ve benim ömrüm hep tükeniyor azar azar… Kuşları arıyor gözlerim oysa onlar çoktan terk etmiş beton yapıtları mesken edinmeyi… Bulutlar berrak güneşin süzülerek üstüme doğmasına engel olsa da Güneş doğmaya kararlı ben de bu azim ve istek olduğu müddetçe. Hızlı adımlarla çıktım, nefes nefese kalarak geride bırakırken gittiğim yolu, önümde gidecek yol olmayanınca biraz nefeslenmek için ayaküstü bir kenarda yine Güneşi aramaya yöneldi gözlerim…

Yine bir Pazar, sabahın aydınlığı yayılmadan düşerdim yollara gençlerimizi daha iyi bir geleceğe hazırlamak için; sabahtan başlardım heyecanla anlatmaya akşam olduğunda talebelerim hocam kaçıncı saatiniz dediklerinde, şu an sekizinci saate giriyorum ama 1. Saate giriyor gibi dinamik heyecanlı ve sizden aldığım enerji ile topladıklarımı yağmur gibi üzerinize serpmek için masa başındayım; oysa bu dersi sizlere anlatırken tam 8.km yolu da geride bırakarak yeniden başlıyoruz derdim…

O heyecanlarımı hala taşısam da, heyecanlar karşılıklı etki ile birbirini daha bir galeyana getirir ve toplu enerjiye dönüştürür, işte o enerjiyi oluşturamamanın hüzün ve üzüntüsü ile bu pazarı evimde bilgisayarın başında yazarak geçiriyorum…

Bu saatlerde günün nerdeyse üçte birini yarılamış olurduk oysa şimdi üçte birini kaybetmenin hüznü içindeyim… Bu hüzün ve üzüntülülerimi günün sırtına vurarak, kendimden kendimi kimse almadan yine haykırmak istiyorum içimde saklanan gün görmemiş duygularımı…

Çocukluğumdan kalan yalnızlıkları hep kalabalıklar içinde yaşayan ben, yalnız olduğumu kimselere duyurmadan bir toplum olarak yaşadım günün her saatinde…

Doğru bildiğim yolun zorluklarına meşakkatine ve engellerine asla aldırış etmedim, o yolda son nefesimi vereceğimi bilsem de onda hep kararlı oldum…

Şafak vaktinde sokaklarda sahipsiz köpeklerin saldırısına uğradığımda sahip aramadım, onları rehabilite ederek yolun dışına bırakıp yoluma devam ettim…

Ummadığım anda içimden volkan gibi kaynayan umut ve heyecan kıvılcımlarını koca bir nehre dönüştürerek, akan su gibi o nehirde bende aktım ama asla su nasıl akıyor diye kenara çekilip suyun akışı üstüne duygusal şiirler yazmadım…

Ellerimle kardığım, mayasına duyularımı eklediğim, hamurunu neşeyle yoğurduğum, hayatımdan arta kalan ekmekleri yiyecek zamanım var mı bilmiyorum ama bu yolda lezzetli ekmekler dağıtarak herkesin kursağına ve beynine o sıcak ekmeklerden gelen gıdanın şifa olması tüm dualarım…

Yine bir Pazar ufaktan zeki Müren dinlerken ben de bitmeyen dertlerimin çaresini arıyorum, yağmurlar vurmasın camıma ve ben çıkmayayım dama her an uyanık yaşamak için atıyorum adımlarımı…

Umut türküleri dinlemeye hasret kulaklarım, hep ıstırap acı duygu ya da zamazingo boş havalar çalıyor her yerde, bense alışkın değilim çingene çadırında böyle Romen oynamaya…

Yırtık ceketimin kol astarları avucumun içine değmesin diye çakmakla onları yakarak kimseye çaktırmazdım ceketimin astarının yırtık olduğunu, ama şimdi gelip geçtiğim yerden herkesin içindeki yırtığı okuyarak gidiyorum bu yırtılmaları okumak için mercekler gerektirmesine rağmen, ben doğrudan hiç zorlanmadan onları okurken bileniyorum. Her insanın yırtığından bir volkan patlıyor, her volkanın alevi farklı, ben hangi aleve koşayım derken alevler beni de kuşattı… Kuşatılmış bir benle geçiriyorum geride kalan pazarları, eski duygularım köpek havlamaları sekiz saat ayakta bir heyecanla geçirdiğim günleri arasam da şimdi yeni heyecanlar oluşturmak için çabalıyorum…

Akşama ulaştığımda kimsesiz sokaklarda, sokak lambalarıyla aydınlanan kelimeleri seçmekte zorlandığım kitaptan bir şey kapmak için o kadar dalardım ki sanırsın dünyayı terk edip uzaya çıkmışım…

Bir çocuk yanıma yaklaştığında ona hayatın güzelliklerini ve umut dolu bir geleceği anlatıp ve o günün tertemiz havasını solurken güne birlikte tanık olmak bahşedilen en güzel nimet olurdu benim için…

Sahiden merak ediyor musunuz benim kim olduğumu bence merak etmeyin, herkes kendindeki cevheri çözse daha iyi olur benim açımdan… Sen olmadan benimle anlaşamazsın. Ben, ben olmadan seninle bir araya gelmem imkânsızdır. Gelebiliriz imkânı vardır ancak ben olduğum için değil, sen istediğin için bir oluruz o da benim hiç ilgi alanıma girmez, ondandır işte biz bir araya gelemeyiz…

Yine baharın kokusunun penceremden burnuma geldiği ve beni benden alsın diye doyasıya içime çekmek istediğim eski baharların kokusunu almasamda hislerimle onları doyasıya yaşamak istiyorum…

Baharın tomurcuklarını kara bulutların kapladığı günlerde, baharı karşılamak nasıl bir ruh hali ise o ruh halimle şimdi yaşayan bir ruh gibi ortalıkta geziyorum… Zamanın eyyamcılığına bir meze olmak istemediğimden olsa gerek, canlı olduğumu anlayan her can beni canımdan etmesin diye ruh gibi bedensiz gezmek istiyorum; ruhumla aldıklarımı bedenime dayatılan acılarla yok etmek istemiyorum…

Gözbebeği gibi bildiğim gözümden çok sakındığım benden çok onları düşündüğüm eserim diye titizlikle en güzel yerlerde sakladığım gençlerimi kaybetmenin hüznü ile bu pazara mersiyeler dizerek ağıtlar yakma derdinde değilim… Ama şunu rahatlıkla içi acılarla yanan bedeninin her yanından alevler dökülen biri olarak ne kadar güzellikleri ve olumlu duyguları anlatmak istesem de yaşadığım acılar bana bunları anlattırmıyor, hemen karşıma çıkıyor dur bakalım o kadar hızlı gitme bir fren yap diye dayatıyor…

Nasıl bir rüzgâr estiyse tüm tomurcuklarımı çiçeğe dönmeden ya kopardı, ya patlattı ya da kuruttu çok azı kökünde kaldı kökünde kalanlarda kurumuş kökler üzerine patlamamaya yemin etmiş gibi kabuğuna çekildi…

Ben bu pazarları görmek için mi bu kadar pazarlarda ömrümü harcadım…

Her canlının uykuya kaldığı şafakta köpek yavruları ve benim gibi idealist canlarla birlikte bir ömrü, Pazar günü yüksek binalar içinde güneşe hasret kalarak geçirdik ki, mutlu bir geleceğin tomurcuklarını kimse erken doğumla yok etmesin diye… Eyvah ki, ne eyvah diyerek acıyan yanıma bir başka acı katmak istemiyorum…

Kişneyen atların otlandığı meralarda bir çocuk gibi yeniden hayata merhaba demek için bu Pazar kırlarda seninle birlikte olmak vardı hayallerim arasında; ama o hayallerim şu an sıkışmış kalmış şehrin beton yapıtları arasında bir dar sokağın ucundaki kahvecinin tahta taburesinde…

Yine de olsun diyorum bir Pazar gelir alır götürür beni azar azar, bir Pazar gelir benden aldıklarını geri getirir, gökyüzünden yağmur taneleri gibi iliklerime kadar ıslaklığını üzerime dökerek…

Nerden gelirsen gel hangi pazarda saklanırsan orada kal, ama umutlarımı bana bırak, beni genç çiçeklerimden alacak olanın alnının ortasından vuracağımı bilsin bu pazarlar… Çektiğim acıları ganimet bilerek öylece karşıma gelsin… Ömrümü ganimet olarak peşin verdiğim pazarlar, geleceğimizi teslim ettiğimiz gençlerimizi almaya kararlı olduğunun farkındayım, ama şunu bil ki, ömrünü veren bir deli onları sana vermemek için tüm pazarları imha etmeye kararlı. Nerden nasıl gelirsen gel son nefesime kadar uyandırmak ve uyanık kalmak için neleri ateşlere vermem ki, bu genç dimağları kimse alacağını sanmasın bunlar bizim patlamamış tomurcuklarımız hepsi birbirinden güzel ve özel kokusunun ne ve nasıl olduğunu ayırmadan bahçemizden gelen renk ve koku cümbüşü beni sarhoş eden… Hepinize selam eder muhabbetle gönül otağımda kocaman bir cadır kurarak sizleri orada bekliyorum… Her Pazar koşarak sizinle buluştuğumuz gönül kahvesinde bir kahvenin acısından tatlı gülüşler ve doymadığımız muhabbetler yapmak için, sevgiyle muhabbetle sizleri alnınızın ortasından öpüyorum cinsiyete bakmadan sizlere yüreğimi armağan ediyorum…

 

Erol KEKEÇ/20.02.2022/11.00

                                                                 

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!