Bu Blogda Ara

19 Ocak 2022 Çarşamba

KURALLARIN İFLASINA BİR KALA!

 Sosyolojinin işleyiş yasaları masa başında oturarak yazılmaz. Masa başında yazılmış kurallarla toplumsal yaşamı biçimlendirmeye ve denetime almaya çalışırsanız, denetimsiz bir toplum ortaya çıkar. Sosyolojinin kuralları toplumsal yaşamdan doğar. Toplumsal yaşamın işleyiş ve sürekliliğinden habersiz olanlar, yazdıkları kurallara kendileri uymak zorunda kalır; uymayanları da toplumun dışladığı kavramlarla adlandırmaya çalışır. Kurallar işlevsiz kalıyorsa veya toplum tarafından gerekli ihtimam gösterilmiyorsa kuralların ölü doğduğunu ya da çağın ve koşulların çok ötesinde kaldığı için ihtiyaçları karşılayamaz hale geldiğini gösterir. Ne yazık ki toplumsal yaşamı yönetmeye çalışan yönetim mekanizmasındaki kurallarda böylesi bir gerçeklikle yüzleşmek istemediğinde kendi ölüm fermanını imzalamak zorunda kalır.

Tarih boyunca toplumlardaki anomik ortamların oluşmasına baktığımız zaman, kargaşaların ve insanların yaşam mücadelesindeki yaşamsal değerlerin, varlığını devam ettirme gücünü kaybetmesinden kaynaklandığını görürsünüz. Eğer bir ortamda yaşamsal varlığınızı kaybedecek dinamiklerle karşı karşıya kalırsanız hiçbir kural ve değer gözetmeden kendinizi var kılmaya çalışırsınız. Birileri yaşam savaşı verip hayatta kalmayı düşlerken bir başkasına zarar verip vermediğinin hesabını yapmayacaktır. Bu sürecin farklı yaşamları da derinden etkileyeceği muhakkaktır. Dolayısıyla aynı toprak parçasında yaşayan ülkü birliğine sahip olduğunu sandığımız, tarih birliği olan insanların kültür ve dil birliği olsa da böylesi ortamlarda onları hiç dikkate almadan bir yaşamın içine girmeleri mümkündür. Dışarıdan baktığımız zaman bu değerleri birlikte paylaşan insanların, aynı değerler uğruna ayağa kalkıp mücadele etmeleri kaçınılmaz olarak görülür. Ancak aynı ülküye sahip olanlar arasında çok ciddi uçuruma varacak yaşam kalitesi farkı varsa, böylesi bir bağlayıcılığın olacağını düşünmek kocaman bir hiçle sonuçlanabilir. Dijital çağın insanlığa kazandırdığı en önemli faydası feodal algıların neredeyse sıfırlanacak duruma gelmiş olmasıdır. Feodal algıların yerini, daha gerçekçi ve akılcı düşüncelerin almasıyla, ulusal milli refleksler de yerini bireyciliğe bırakmış oldu. Bir insan kendi menfaati olmayan bir yerde duygusal bağlayıcı bağlarla yaşamı devam ettireceğini sanmanın kendisiyle alay etmek olduğunu çok ciddi anlamda sorgulamaya başladı. Bunun en açık örneğini de bazı politikacıların mitinglerinde işsiz olduğunu ve zor durumda olduğunu söyleyen vatandaşlardan cep telefonunu çıkarmasının istenmesi, insanlarda ciddi bir antipatik davranışa dönüştüğü görülmektedir. Nedeni ise dijital çağda herkesin hayatının saniyeleri mercek altına alınıp herkesle alenen paylaşılması insanları yeterinden fazla bilgi sahibi yapmıştır. Böyle bir ortamda kullanacağınız kelime ve kavramları mercekle seçmeniz ve ondan sonra kullanmanız gerekmektedir. Sizin mercekle seçme ihtiyacı hissetmediğiniz kelimeler, bakarsınız sizin hayatınızın mercek altına alınmasını beraberinde getirir. Yöneticilerin hayatlarının nasıl ve nerede hangi koşullarda devam ettiği bilindiği zaman bu yaşamlar da toplumsal yaşamla orantılı bir gelişme göstermiyorsa, işte o zaman tüm bildiğiniz sosyoloji kurallarını bir yana bırakıp toplumun yeni bir sosyolojisini çıkarmanız gerekir.

Bildiğiniz ve uygulamak istediğiniz sosyoloji böylesi ortamlarda bu topluma birkaç gömlek küçük gelir, kurallar insanların içselleştirdiği yaşam koordinatları olmaktan çıkar. Kuralsız ve kendilerince yeniden belirlenmiş kurallara göre toplumsal yaşam devam eder, ancak bu yaşam yönetim mekanizmasının belirlediği çerçevede olmaz. Yeni toplumun kuralları tamamıyla sözlü ve bağlayıcı olduğu kadar yaptırımdan uzak bir yaşam oluşturur. Herkesin bölgesi ve manevra alanı bellidir. O alanlar da yeni mesleki paylaşımlar oluşur, bildiğiniz ve var olan meslek alanlarının dışında oluşumlardır bunlar… Mesela, hırsızlık, gasp, yol kesme, araba çalma, iş yerlerini soyma, uyuşturucu satıcılığı, kumar, bahis oyunları, kadın ticareti vs. gibi gayri meşru bildiğimiz yaşamların canlanarak alenen yaygınlaştığına şahit olursunuz. Bu yaşamların tamamı normal yaşam içinde illegal yollardan varlığını sürdürürken, yönetim boşlukları oluştuğunda ya da yönetimin varlık gerekçesine uygun olmayan uygulamaları ortaya çıktığında bu yapılar alenen ortalıkta boy göstermeye başlar. Böylesi ortamların yaygınlık kazandığı bir yerde toplumsal birlik, beraberlik, ülkü, vatan, devlet vs. gibi kavramlar değer olma özelliğini kaybetmeye başlar. Çünkü insanlar bireyselleşerek kendi varlıklarının hesabını yapmaya başlarlar. Onun için devlet yöneticileri, toplumsal yaşamı birlikte paylaşan insanlara farklı yaşam ortamları sunarsa kendi varlığını her zaman tehlikeye atar. Ekonomik hayatın olumsuzluğunun getireceği gerilimler bütün bir toplumun yaşamını tehlikeye atar. Belli bir sınıfın yaşamının çok zor olması, bazılarının yaşamlarının da olağanüstü imkânlarla dolu olması ortama pimi çekilerek bırakılmış bir bombanın her an patlayacağının habercisidir. İşte böylesi ortamlara sosyolojinin hangi teorik bilgileriyle gelirseniz geliniz sadece kendinizi avutur zamanı boşa harcarsınız.

Birçok farklı makalemde belirttiğim gibi, ”Devenin yardan yuvarlanmasına sebep olan bir tutam ottur…”Yani fizyolojik doyuma ulaşmamak insanı canavarlaştırır, hatta canavarların en şedidi haline getirir. Bir toplumda geleceğin iyi okunabilmesi için toplumsal değerleri zedeleyebilecek ve insanları bireyselliğe götürecek her türlü olumsuz eylemlerden kaçınmak ve tüm davranışlarımızı toplumun genelinin menfaatini düşünerek yapmak zorundayız. Toplumun genel menfaatleri bir zümrenin grubun, ailenin derneğin vakfın ailenin, şahsın çıkarları kadar korunmuyorsa, orada devleti yönetenler güvenirliliğini kaybetmişler demektir. Güvenirliliği kaybolmuş yöneticilerin insanlardaki sevgisi de kendiliğinden yok olur. Şunu anlamak gerekir ki güvensizliğin olduğu yerde hiçbir şeye inanç kalmaz. Bu açıklamaları neden yaptığımı merak edenleriniz olabilir, ben ifade edeyim…

Ülkemiz gerçeği dikkate alındığında belli bir taraf gözlüğü ile olaylara bakıp yorumlayanları gördüğümüzde her şey çok güzel hatta emeklilere yapılan rekor zamlardan sonra emeklilerin yüzü gülmeye başladı diye manşet atan medya organlarını bile görebiliyorsunuz… İnsanlara, gerçekçi ve yaşamın içinden bakanlar olmasını istediğiniz zaman, hemen geçmişle bir kıyaslama yarışına tutuşulduğunu ve geçmişte böyle miydi gibi fanatiklerin hücumlarına maruz kalabiliyorsunuz. Gözler yalan söylemez göz gördüğüne inanır, insan da cebine dokunanın acısını hücrelerine kadar hisseder.5 ay öncesinde siz bir markete gittiğinizde elinizdeki paranız sizin ihtiyaçlarınızı tam olarak karşılamasa da büyük oranda karşılarken, bu gün gittiğinizde hem ihtiyaçlarınızı karşılayamıyor hem de eskiden aldıklarınızın yarısını alabilecek duruma gelmişseniz buna rağmen birileri hala sizin durumunuzun çok iyi olduğunu söylüyorsa ona mı, gözünüzle gördüğünüze ve cebinizden çıkanın ihtiyaçlarınızı karşılayamaz hale gelmesine mi inanırsınız? Bunları şunun için anlatıyorum, aynı toplumdaki insanların yönetimdeki olumsuzluklar yüzünden birbirleriyle karşı karşıya geliyor olması her ne kadar politikacılar açısından olumlu gibi görülüyor olsa da, toplumsal birlik beraberlik ve gelecek açısından çok tehlikeli bir noktaya gelinmiş olur. Onun içindir ki toplumsal değerler büyük oranda ortak hedefe yönelten bir hedef birliği olma özelliğini kaybettiği dönemlerde belli kurallara göre işleyen toplumlar için sosyolojinin kuralları burada karşılık bulmaz. Uygulamalı sosyolojiye ihtiyaç hâsıl olur. Buradaki sosyologlar da özgür iradeleriyle karar verebilen, toplumun emarını doğru çekebilecek yetenekte olmalılar.

Yönetim kademesi toplumsal gerilimden beslenmeyi düşünüyorsa böyle bir gerilim kimsenin işine yaramaz savaşın ve çatışmanın hiçbir zaman kazananı olmaz birisi az kaybeder birisi daha fazla kaybeder. Dolayısıyla Topluma güven vererek ve yapılan işleri toplumun genel menfaatlerini gözeterek yapmak varken neden mutlu grupların yaşaması için toplumsal dokunun omurgasında virüsler oluşturulur bunu anlamakta zorlanırım ben…

Gelecek kaygısı, herkesin yaşamına kaygı taşır. Geleceğini kuramayan insanlar, başkalarının bugünlerini imha etmeyi rahatlıkla göze alırlar. Gelecek kaygısı bugünü olmayanların hayatında göze çarpar, onlar bugünü değil yarınlardaki umutları için hayata bağlanırlar, yarınlarda da onların bahtına karanlık düşeceğini hissederlerse, bütün bir ortama karanlıkları taşımaktan imtina etmezler. Çünkü bunlar örgütlü bir topluluk değiller, kuralları yoktur, bağlayıcı hiçbir yakınlıkları olmaz, Statü ve rol dağılımlarından yoksunlar ama bunları harekete geçiren uyarıcı hayatlarına dokunmuş ve onlara acı vermiştir. Böyle olunca normal kurallarla bunlara yaklaşıldığı zaman bunları anlayamazsınız. Onun için bunların içinde katılımlı gözlemler yapan bağımlı olmayan sosyologlardan destek alarak bunları anlayabilirsiniz.

Bu saydıklarım toplumsal dokumuzda böylesi bir tehlikenin vuku bulma ihtimaline karşı yönetim mekanizmasının doğru denklemler kurmasının gerekliliğini anlatmaktır. Kendi halkını potansiyel tehlike gören anlayışlar kendi yanlışlarını örtmek için sorunun kaynağında hep başkalarını hedef gösterirler. Halkı olmadan yönetimin bir anlam ifade etmeyeceğini bilen anlayışlar da toplumu için her gün daha güzel umutlar ve yarınlar için insanlarda beklenti çıtasını yükseltmeyi hedefler. Böyle bir sistemin yönettiği halktan olmak ümidiyle yarınlarda barış kardeşlik birlik ve beraberlik içinde yaşayıp herkesin mutlu olduğu ortamın havasını teneffüs etmeyi rabbim bizlere nasip etsin selam ve dualarımla…

Bahadır Hataylı/19.01.2022/02.50

18 Ocak 2022 Salı

GÜLLER SOLMASIN MUTSUZLUK SON BULSUN!

 Gözlerden ışıklar yansıyor, etrafa baktığında sanki yürekleri deliyormuş gibi size kendini anlatırken bakmalıydınız onun suratına… Gözlerdeki ışıkmış, coşkuymuş ekonomi, oysa etrafa baktığımda ne kıvılcım ne parıltı herkes kendinden geçmiş burnunu sıksan canı çıkacakmış gibi sinirler gergin bazı zamanlarda geceden kalmış sarhoş gibi üstünüze üstünüze gelirken görmelisiniz onları…

Bu hayatı neden yaşıyorum, elimdekileri veriyorum veriştiriyorum sadece biyolojik hayvan olabilmek için mi; acaba insan olarak yaşamam için neler yapmam gerekli veyahut ta burada insan olarak yaşayabileceğim bir ortama kavuşacak mıyım diye düşünürken bir görseniz, belki kendinizden utanırsınız, o kadar çok tilki var ki kafalarda hiçbirinin kuyruğu birbirine değmiyor ama elektriklenme ve gerilim pik noktada…

Son bir yıldır insan olarak yaşamak isterken insanlar arıyorum acaba oturup birkaç kelam edebilir miyiz cinslerimle diye… Ancak o kadar yoğunlar ki, hep koşturmaca içindeler, bu koşturmacaların ardı arkası kesilmediği gibi, sorunların üstesinden gelmiş olarak koştuklarını görememekte, bana acı vermeye başladı… Ormanda bir aslan ya da geyik koşturmaca içinde olduğu zaman mutlaka hedefine varmış olarak dinlenmeye geçer. Aslan avını yakalamış doymuş ve kendinden geçerek, derin bir uykuya dalmıştır. Oysa insan dediğimiz varlık bu kadar mücadelesine rağmen biyolojik yaşamı için gerekli olan birincil fizyolojik ihtiyaçlarını çoğu zaman karşılamakta zorlandığı gibi, sosyal bir varlık olduğunu da aklına dahi getirememektedir. Böyle bir zillet yaşamın kollarında, oradan oraya yuvarlanan bu insanların gözlerinden ışıltı okuyanları ben ayakta yirmi dört saat bekleyerek alkışlayacağım… Fanatizmin kurbanı ve aşırı taraftar olanlar dışında insanların ışıltılı bir bakışla etrafına baktığını görmekte zorlanırsınız. Toplumsal hayat psikopatolojik bir sürece emanet edilmiş durumda… İnsan, Yaşamakla yaşamamak arasında bir tercih yapmanın kıyısında zihinsel bir karmaşanın kollarında can vermeyi bekler gibi baygın yaşamaktadır. Bunları görme, gözlerini kapa geç, seni ilgilendirmiyorsa neden her şeye burnunu sokuyorsun diyeceklerin olacağını bilerek bunlara burnumu sokmazsam, oluşacak lağım ve pislik kokusundan yarınlarda burnuma gelecek kokulardan yaşayamaz hale geleceğimi biliyorum. Ayrıca vicdanımın derinliklerinde duran ve her an beni kamçılayan hesabımı yapmakta zorlanacağım için, her şeye ister kıyısından, ister tam ortasından ister biraz uzağından dokunarak ve onlardan biraz etkilenerek yaşamımı devam ettirmekteyim.

İnsanlar intihar ediyor ve bunlara şahit oluyoruz, kimisi intihar edenin katilliğinden bahsediyor, kimisi dinin insanları ne hale getirdiğini anlatıyor, kimisi içinde birikmiş kin ve öfkesini intihar bahanesiyle değer sistemlerine akıtıyor, kimisi dizini dövüyor, ola ki benim yakınımda da bunlar olmaya diye kendisinden doğanların emir eri olup çıkıyor, neresinden bakarsanız bakınız her taraftan ciddi bir kokuşmayla karşılaşıyorsunuz. Oysa bu olayları tetikleyen ve bu birikimlerin oluşmasına ortam oluşturanların veballeri gündemin hiçbir yanında yer almıyor. Sahiden insanlıktan uzak yaşamak bu değilse acaba nedir?

İnsanlar neden mutsuz yaşarlar bilir misiniz, bunun en belirgin boyutu, istedikleri arasından tercih yapmakta zorlandıklarında ve bunlardan birini tercih yapmak zorunda bırakıldığında tercih yapamadığının acısını bağrına basarak yaşamaya başlar, bunun etki alanından çıkmakta zorlanacağı için de mutsuzluk bulutlarını bir türlü üzerinden kovacak dirayete ulaşamaz. Yani mutsuzluğun temelinde çatışmalar vardır. Bu çatışmalar bireyin kendisinden kaynaklı olduğu zaman kişi bunların etki alanından çıkmak için çaba harcar ancak bu çatışmaların kendisi dışından kendisine dayatılan ve bunları aşabilmek için de güç ve kuvvetten yoksun olduğuna inandığı zaman mutsuzluğun zirvesinde yaşamaya başlar. Mutsuzluğun zirvesinde yaşayan insanların her an her davranışı yapmaya müsait olduğunu gözlemlersiniz. Son dönemdeki kendi canına kıymaların temelinde de böyle bir mutsuzluğun olduğuna inancım çok fazladır.

Toplumsal yaşamı rehabilite etmek öyle kolay değildir, kendi yaşamınızı erişilmez kılmaya çalışırken başkalarının yaşamlarına hiçbir anlam ifade etmiyor cinsinden bakarsanız şunu bilmeniz gerekir ki “Bir insanın ölümüne sebep olan bütün bir insanlığı öldürmüş gibidir. ”Ne yazık ki son dönemde insanları öldüren öldürene, yaşama sevincini aldığınız umutlarını yok ettiğiniz ve hayallerine ipotek koydunuz düşüncelerini zindanla ödüllendirdiğiniz her bir insanı öldürmüşsünüz demektir. İnsanın ölümüne yol açan ve yaşama sevincini yok eden herkes kendi idam fermanını imzalamıştır.

İnsan, insana bu kadar acınası bir yaşamı reva görmemelidir. Yaratılmış olanlar yaratılmışların varlık sahnesindeki yaşama sürecini belirleme hakkına sahip olamaz. Ancak hayata baktığınızda gücü eline alan her varlık başkalarına yaşam bağışlıyor, başkalarını potansiyel tehlike görüyor, varsa yoksa kendisinin varlığıdır önemli olan, diğerleri o olduğu için oluyor gibi bir hava estiriliyor. Gücün belirleyici bir kıstas olduğu dünya yaşamında, hiçbir yaratılmış olana güç tek olarak teslim edilmemelidir. Güç daima dengede olmalıdır. Dengesiz bir güç baskın güçtür. Baskın güç yaşamı tek tipleştirir, tek tip yaşamlar kendi yaşamlarından tat almayan kölelerdir. İnsanların kılık kıyafetlerine yedikleri yemeklerine, gittikleri eğlence mekânları ya da rehabilite olmak ve rahatlamak için gittikleri dinsel mekânların farklı olmasından yola çıkarak çok farklı bir toplumsal dokunun olduğu yanlışına kapılmamalısınız. Farklı davranışlar çoğu zaman aynı uyaran ve aynı fikirlerden meydana geldiği gibi, aynı davranışa sebep olan da farklı uyaran ve fikirler olabilir. Özellikle gücün tek merkezde toplandığı toplumlarda aynı uyaranlar farklı davranışlara sebep olabilir, ancak bu durum insanların çok farklı ve renkli bir düşünsel yaşam kıvılcımlarına sahip olduğu olarak görülmemelidir. Bu durum aslında aynı uyarandan etkilenenlerin kızgınlıklarıyla gerçekleştirdikleri klasik koşullanma davranış örnekleridir. Güç ve baskı altında olduğunu hisseden kitle eylemleri, düşünsel ve bilişsel belirleyicilerden uzak refleks ya da koşullu davranışlarda bulunurlar. Bunlar da aklı mekanizmaları hassas ve değerlendirme kriteri olan varlıklarda çok ciddi mutsuzluk hormonlarının canlanmasına ve aktif hale gelmesine neden olur. Bizim toplumda görülen mutsuzluk hormonlarının alabildiğine canlanarak yayılmasının arkasındaki en önemli etkenlerin, yukarıda saydığım Saikler olduğunu düşünüyorum…

Peki, bu sendromun etkisinden nasıl çıkabiliriz diyenlerin olacağını biliyorum… Saptamayı doğru yapamazsak fanatizmin etkisinde ve taraftar mantığıyla olaylara yaklaşır o pencereden ne şiş yansın ne kebap veyahut ta Zülfi yâre dokunmamak gerekir pısırık algılarla bu sorunların tespitini asla yapamayız. Tespiti doğru yapılamayan bir sorunun çözümü asla doğru olamaz. Ondan dolayıdır ki, Bu sorunların çözümünde sadece benim aklım yeterlidir bu söylediklerim olmazsa olmaz gibi müstağnilik ötesi olayları ele almak gerekir. Yani mutsuzluk sonrasında dağılan bir metabolizma, sorunları çözümsüz hale getiren bir beyin, haz alma duyarlılığını kaybetmiş bir canlı olarak yaşayan insanları, yeniden nasıl fabrika ayarlarına getireceğiz. Fıtrat donatılarına göre yüklenen fıtrat yazılımıyla oynandı insanın, bu yazılımı yeniden fıtrattaki yazılıma çevireceğiz. Bunun yolu Allah’tan başka her şey yok olmaya mahkûmdur. Onun için yaratılmış olanlara baki olanın özellikleri yüklenmeyecek ve fani olanların yanlış yapma ihtimalleri doğru yapma ihtimalinden daha fazla olduğunu bilerek, Yaratıcıya karşı geliyormuş gibi fanatik taraftar kitlesinin kendi sevdiklerini sevmeyenlerin bu yaptıklarının normal olduğu ve onun sevdiğini de onların sevmeyeceği kadar doğal bir tavrın olamayacağı herkes tarafından anlaşılacak. Küfür hakaret saldırı kin, düşmanlık gibi ötekileştirici, aşağılayıcı kelime ve kavramların hayattan çıkarılmasına önem verilecek. Farklı düşünenlerin birlikte yaşayacağı bir tevhit oluşturulacak ancak o zaman insanlar biraz olsun üzerlerine çöreklenmiş olan umutsuzluk ve mutsuzluk bulutlarını dağıtmak için zihin ve yüreklerine bir reset atmış olacak… Bu resetleme sonrasında belki umutları kaybolmuş insanlar yeniden reaksiyona geçecek ve hayatın yaşamaya değer olduğunu fark edecek, aksi durumlarda sürekli yok oluşun kıyısında kenarında dolaşan bir yığına dönüşecek…

İnsanların özgür seçimlerini dayatmalarla belirleyemezsiniz, seçeneklerini siz oluşturamazsınız. O zaman insan olmanın anlamı nasıl anlaşılacak. İnsan iradi tercih yapan bir varlıktır, kararlarını kendisi verir, ona zoraki bir yaşamın kodlarını yükleyemezsiniz. Özellikle son dönemlerdeki din algısı, Allah’a rağmen Allah’çı bir kesimin Allah adına din bezirgânlığı yapmasıyla insanları dinden de haz almaz hale getirdiler. Din sanki insanın özgürlüğünü yok ediyormuş ve ona yaşamı dar ediyormuş gibi algılanır oldu. Bu algının oluşmasında haklılık payı yok değil… Din sürekli cehenneme günahkâr yollayan, elindekilere kanaat eden başkalarının ne yaptığı önemli değil, sen kendine bak, yaşamın her alanına sınırlar ve hudutlar koyan ama insanın isteklerini meşru ve doğal yoldan doyurmayı hiç düşünmeyen Sezar’ın kılıcı gibi insanların başına dikildi. Toplumsal yaşamda Ahlakın sıfırlandığı bir ortamda dini kuralların anlatımının ne kadar sahte ve inandırıcılıktan uzak olduğu herkes tarafından gözlemlenir olunca dinle hayatlarındaki boşlukları dolduran insanlar, bu defa dini, hayatın kâbusu olarak görüp ondan kurtulmanın yollarını aramaya başladı. Yani din, artık albeni ve cazibesini yitirmiş kuru bir ağaca dönmüştü. Bu ağacın altında yıllarca bekleyerek bu ağacın ne gölgesinden ne de meyvesinden faydalanma imkânınız olacaktır. Din, bir yük ve insanların insani yaşamlarının önündeki bir fren olarak algılanır olunca, din toplumsal yaşamdaki ciddiyetini de kaybetmiş oldu.

Dini anlatan dindara her yol meşru iken, kendisinin vaazı nasihat ettiklerine Allah’ Resulünün karnına taş bağladığını hurma ile günlerce oruç tuttuğunu anlatarak insanların beyni ile alay ettiği anlaşılınca dinin kendisi sorgulanmaya başladı. Cemaatlerin, Tarikatların, vakıf dernek gibi insanları toplu buluşturma mekânlarının insanlara vereceği çok fazla sermayesi kaldığını düşünmüyorum. Çelişkili yaşamlar hep hastalık virüslerinin yayıldığı ve ürediği yerlerdir. Dinli, dinli olmayan kurumsallaşmış yapıların büyük bir çoğunluğunun bu halleri ile insanlara faydalı olacakları sermayelerini tükettiğini görüyorum. Dolayısıyla yeni neslin yaşamına dokunmanız ve onları anlayarak hayatı ortak paylaşım noktasına getirmeniz gerekiyor. Bu kapılar nasıl açılır diye düşünmeden, örülmüş duvarları yıkarak kardeşlik, kaynaşma dostluk birlik bütünlük gibi mesajları yaşayarak aktarmak kaçınılmaz ve zorunludur. Farklı görüş belirten her insana dünyayı dar etmekten uzaklaşılmalı potansiyel vatan haini, terörist, filanca falancı gibi yaftalardan uzaklaşılmalı yoksa mutsuzluk ve huzursuzluk freni patlamış bir araç gibi sürekli hızlanan ve kime çarpacağı belli olmayan bir sürece dönüşecek…

Toplumsal yaşamda oluşan kast örgütlenmesi bir an evvel bertaraf edilmeli, ülkenin ve bu Milletin bir avuç mutlu azınlıktan büyük olduğu unutulmamalıdır. Bu Millet bir avuç mutlu azınlığın daha fazla mutlu olması için kendi mutsuzluğunu daim kılmayacağından kimsenin kuşkusu olmasın… Mutsuzluk bir gelenek halini aldığı zaman mutlu olanların bu kervana katılacağı gün çok yakın demektir.

Bu anlatım ve hatırlatmalardan sonra, diyorum ki, gölge aslın varlığına bağlıdır. Gölge yaşamların devam etmesi için duruşu ve yaşamı güzel omurgalı bir gerçeklik olmalı ki, onun da o güzellikte bir gölgesi olsun… Bazıları rüyalarından uyandığında krallıkları biter çünkü rüyada kral olan, uyandığında tahtan iner bazıları da gerçek yaşamda kral ise uyuduğu zaman krallığı biteceğini bilir. O halde uyanık olanlardan olmak ve nasıl bir sorunla karşı karşıyayız bunun sebebi ben olmalıyım diye kendi otokritiğini yapabilen insanlardan olmak ümidiyle herkese selam ve muhabbetlerimi iletiyorum, Kalın sağlıcakla!

BAHADIR HATAYLI/18.01.2022/00.50  

17 Ocak 2022 Pazartesi

DOSTLARA MESAJ

  • Bu ülkenin tescillenmiş dinozorları, geçmişten günümüze hep karanlık ortamları mesken tutarak yaşam alanlarını korumaktadırlar. Ülkenin tek sahibi kendileriymiş gibi davranarak, aklı git gelleri oynayan bir toplumda duygusal baskı kurmaya çalışıyorlar. Bu dinozorların sisli havadan faydalanarak yıllardır sizin değerlerinize karşı savaşmaları yetmiyormuş gibi, bir de sizin değerlerinize sahip çıkıyormuş gibi sizin yanınızda görünmek istemeleri hakikaten çok acı… Sorgulamayı bir kayıp olarak gören, Ülkemin ey uyuyan nesilleri! Bizler aklımızı kullanmak için, bizimle aynı düşünmese bile bizim sahip olduğumuzu iddia ettiğimiz değerlerimizden dolayı düşman edinilmiş olanları, aynı düşünmüyor diye ötelemenin kimseye faydası olmayacağını aklımızdan çıkarmayalım. Biz bazı sorgulamaları yaparken, benim hayatımla taban tabana düşman olan ve beni bir kaşık suda boğmak için fırsat kollayanların kulvarlarına girebiliyor ve onların benim için hazırladığı kaftanları giyebiliyorsam, bunu sorgulamam gerekmez mi; acaba bu benim değerlerimden nefret edenler ne zamandan beri bana dost oldular diye… Şunu unutmamak gerekir ki bu ülkenin dinozorları sizin duygusal yanlarınızdan istifade ederek sizin ellerinizle sizin içinizden olup sizin istediğiniz gibi olmayanları sizinle birlikte boğma peşinde! Bu gaflete gelenler, o dinozorların birer ayak oyuncağı olduğunu anladıklarında kendileri de olmayacağını bilsinler. Ülkemiz hakikaten ciddi dönüşümlerden ve travmalardan geçiyor, bu dönüşüm biraz da bizim dışımızda dünyaya düzen vermek isteyen güçlerin istekleri doğrultusunda yaşanmakta. Ülkemiz içindeki olumsuzlukları sorgularken baskın ve etken olan dış etkileyicileri hesaba katmadan sadece lokal etkenlerle yola çıkarsak doğruya ulaşma imkânımız olmayacaktır. 18 yıllık iktidarda olanları, benim kadar sorgulayan ve uyarılarda bulunan açık sözlü insanların çok bulunduğuna inanmıyorum. Yaptığım ve yazdığım her kritik gerekli yerlere ulaştığında aldığım cevaplar, kıymetli kardeşimiz bu hatırlatmalarınız için size şükranlarımızı iletiyoruz, inanın ki iş başında olan arkadaşlarımızın hepsi sizlerin teveccühlerine layık olmaya ve sizlerin umutlarını korumaya yönelik her türlü çabanın içindedir. Ayrıca duyarlı bir insan olarak sizleri kutluyoruz tüm uyarılarınız dikkate alınacak ve üzerine titizlikle gidilecek şeklinde olmuştur. Evet dostlar bizler bu uyarıları yaparken karalamak, parçalamak ötekileştirmek veya bir çıkarımız olmadığı için kızgınlıklarımızı yansıtmak olarak yapmadık buna Allah’ım şahittir. Peki neden bunları yaptınız diyebilirsiniz, ben teslim olanlardanım ve sadece rabbime kulluk yaparak şahitliğimi gereği gibi yapmak zorunda olduğum için doğru olduğunu bildiğim ve temellendirebildiğim bilgilerim ölçüsünde bunu kendime bir sorumluluk olarak gördüğümden yaptım. Ben Müslümanım diyen herkesin de bunu yapması gerektiğine inananlardanım… Bunu neden anlattığımı merak edenler olabilir, böyle bir kişiliğe sahip olan biri olarak, küfredenlerin küfürlerinin daha geniş alanlara ulaşması için kendilerine dayanak arayan dinozorların kolluk değneği olmayalım derim…Biz adaletin hakkaniyetin yanında olalım ve sadece Hakkı hak olduğu için hatırlatalım, hakkı korumak isteyenler bugün olmasa bir başka gün bunu anlayacaklar…Ancak benim değerlerimi bir kaşık suda boğmak isteyenler beni anlamadıkları gibi boşluğumdan faydalanarak imha edecekleri günün hesabını yapacaklar. Benim naçizane önerim, bizi imha etmek isteyenlere bu fırsatları vermeyelim ama benim adamım veya yakınım diyerek hakkı adaleti çiğneyenlerin her yaptığını da mutlaka bir bildiği var diyerek kutsallaştırmayalım…Kullar yanlış yapar bu bizim kul olmamızın bir nedenidir, âmâ bilerek yapar mı yapmaz. Anlaşılan o ki,18 yıllık iktidarla İslami değerler bütünleştirilerek bir saldırı yapılıyor. Yönetime sadece şu yanlışlarınız var diyerek saldırılmıyor, her olumsuz tablo mutlaka dinle Müslümanların yaşamlarıyla irtibatlandırılarak piyasaya sunuluyor. Bu da bizlerin daha duyarlı ve hassas olmalarını gerekli kılmaktadır. Biz kendimiz doğru ve yanlışları hak ölçeğinde değerlendiremezsek birilerinin ortaya serptiği yemlerle zamanımızı geçirebiliriz o da bizim ve bu konuda emek sarf edenlerin emeklerine yazık olur. İmam Hatipli olarak, İmam hatiplerle ilgili Mütercimler denen zibidinin yaptığı açıklamalar hakikaten bana çok dokundu. İmam Hatiplerden şunlar şunlar çıkar başka ne çıkar demesi, öylesine sarf edilen bir yargı değil, o düşünülmüş ve programlanarak gelinip orada söylenilen bir sözdür. Peki, bu kadar bilinçli saldırı oklarının, ifsat tugaylarının her bir askerinin ağzından duyurulmak istendiği bir ortamda bunların ağızlarını mı tıkayalım yoksa alenen kötüleme ve karalama kampanyalarına ortak mı olalım? “İçinizden hayra çağıran kötülükten meneden bir toplum bulunsun…” Uyarısına uygun yaşamak olmalı ilkemiz diye düşünüyorum… Biz imam hatipliyiz ve ben bunu gittiğim her ortamda söylemekten utanmadım hatta konferans için gittiğim bazı liselerin Müdürleri, hocam ne olur öğrencilerimize İmam Hatipli olduğunuzu söyleyin demişlerdi…Biz, biz olarak yaşarsak, bizi bizden almak isteyenlere fırsat tanımamış oluruz. Sorumluluk sahibi olmak çok ağır yükümlülükleri beraberinde getirir, o yükümlülükleri hakkıyla bizler yerine getirirsek inanıyorum ki çıkar ve menfaatleri için her ortamı kuşatan çıkar lobileri de dayanacak güçten yoksun kalacaklardır. Bunun yolu bizim elimizde, kim nerede ne zaman bulunursa bulunsun, bulunduğu ortama erdemli yaşamının tohumlarını saçan birer yürek bahçıvanı olmalıdır. Bizler erdemli bahçıvanlar olduğumuzda erdemli bir toplumun fidanları görünmeye başlar ama ne şiş yansın ne kebap diye hareket edersek ne biz kalırız ne mesajımız… Bal tutan parmakları biz kırmazsak, bir gün o bal tutan parmaklar parmaklarını gözümüze sokar…Bu topluma vereceğimiz mesaj insanların emin olduğu, emanetlerini getirip rahatlıkla teslim edeceği bir yaşamı canlandırmaktır. Düşmanlarımız dahi, bunlar ancak doğruya şahitlik ederler dedikleri gün bizim diriliş günümüzdür. Selam olsun hakka tabi olanlara ve yarına umutla bakıp sadece Rahman’a kulluk yapanlara! 16/09.2020/Erol KEKEÇ

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!