Bu Blogda Ara

31 Mayıs 2021 Pazartesi

KAÇ PARALIK ADAMSIN PARAN KADAR KONUŞ

 Dünyevileşmiş yaşamlar insanlığı tanımlarken, “kaç paralık adam o” veya “Paran kadar konuş, daha olmazsa kilon kadar para sayarım gibi ifadeleri kullanır; sizler de bunların kullanıldığına çoğu zaman şahit olmuşsunuzdur. Yaşam kültürünün bu olduğu ortamlarda, parasızlık itibarı kaybedilmiş yaşam olarak bilinir ve ona göre bir değer verilir. Bu değer algısının küresel bir salgın gibi yayıldığı ve saatte 500km hızla ilerlediği bir yaşamda değer sistemlerinin baştan aşağı sorgulanması elzemdir.

“Kaç paralık adam” ifadesi aslında kuşatılmış bir kültür dinamiğinin beyinleri ne kadar da işgal ettiğinin ifadesidir. Bu ifadenin yediden yetmişe her ortamda kullanıldığı toplumlarda ciddi bir değer değişiminin yaşandığı muhakkaktır. Önünüze çıkan ve sizinle iletişim kurmak isteyen kişinin üstünü başını gözleyerek ya bağlantı kurulmasına ya da dönüp gitmeniz gereken bir kişi olduğuna karar verirken, aslında sizin o kararınızı belirleyen iç dinamik değil, doğrudan uyarıcıdan aldığınız enerjidir. Yani uyaranın, sizde kendisiyle alakalı değerli bulacağınız imkân ve donanımlar varsa durup dinleme ihtiyacı duyuyorsunuz, o imkanların olmadığına inanıyorsanız bakmadan basıp gidiyorsunuz. Bu da değerlendirme kriterinizin onun hakkında sahip olmadığınız güven ve eminlikle alakalı bir durum olmaktan çok, sahip oldukları veya olmadıklarıyla ilgili bir tavır alınmasında etkili olmaktadır.

Kapitalist ve modern yaşam tarzının insanlarda oluşturmak istediği kültür biçimi, sizin kendi genetiğinizi işgal etmesine rağmen, bu yaşama ait olmayan ideal değerlerle kendinizi tanımlayarak o değerlerin oluşturacağı bir yaşamda, kendinize yer belirlemeye çalışmanız, tamamıyla kokuşmanın göstergesidir. Maddi ölçütleri olan ve niceliksel ölçmenin dışında insani değerlendirme kıstasınızın olmadığı bir yaşamı, gaibi bir hayatın yönlendirmesini bekleyemezsiniz. Ne yazık ki bizim toplumu dikkate alarak konuştuğumuz zaman fakirlik imkânsızlık dendiği zaman itibarsız değerden yoksun bir yaşam algılanmaktadır. Mesela bu insanların yaşamını devam ettirmesi için onlara verilecek bir imkân en alt yaşam sınırı dikkate alınarak belirlenir. Nedeni ise çok fazla itibarı olmamasından ve bir süje olarak görülmek istenmemesinden kaynaklanır. Oysa yaşamla ilgili belirli ölçütler konulacaksa, öncelikle insanların en üst yaşam sınırlarının belirlenmesi elzem iken, böyle düşünülmez çünkü üst yaşam sınırı olamaz; nedeni ise sahip olanların ihtiyaç sınırı olamaz. Âmâ imkânı olmayanların biyolojik yaşamlarını devam ettirip yani bir hayvan olacak duruma gelebilmesi için dahi, ihtiyaç sınırı konulur. Nedeni ise bunların herhangi bir değerinin ve itibarının olmamasından kaynaklanır. Yaşam alanı içinde dikkate alınması gerekenler olarak sadece imkân sahipleri örneklem grubu içinde ele alınıp diğerleri için bunlardan yola çıkılarak genel yargılar oluşturuluyorsa, kaç paralık adam ifadesinin nelere muktedir olduğunu burada rahatlıkla görebilirsiniz.

Ülkenin Milli gelirinin tanımı yapılırken, tüm giderleri çıktıktan sonra geriye kalan birikimler, ülke nüfusuna bölünerek ortaya çıkan sonuç fert başına düşen milli gelir olarak gösterilir. Ancak fakir fertler hayatlarında böyle bir parayı göremezler. Ama ülkemizin gelir düzeyi nereden nereye çıktı diye insanların hipnotize edilerek ezberletilmesi sağlanır. Bakarsınız herkesin dilinde bitmek tükenmek bilmeyen bir söz nerelerden geldik, milli gelirimiz 3000 dolarlarda iken şimdi 10.000 dolarlara geldik. Nerede o para dediğiniz zaman istatistikler yalan mı söylüyor diye, bir de sen sahtekâr olursun, anlamıyorsan bilmiyorsan konuşmayacaksın diye bir de sana mahkûm muamelesi yaparlar. Evet dostlar, sizlerin değerini belirleyen ve size bir anlam veren, zenginin parasına para katarak yığması, sen de onun yaşadığı yerde olduğun için, senin de bir hakkın oluşuyor, (!)bu hak nüfusa bölünen gelirin rakamlarla anlatılmasındaki, o rakam sadece sana düşen, dolayısıyla senin ne değerin olabilir. Millî gelirin pay edilmesi safsatası tamamıyla bir kandırma ve uyutma kuralıdır. Üçüncü dünya ülkeleri bu uğurda tam bir çığır açarlar. Millî gelirin, sosyal adaleti tesis edecek düzeyde sizlerin yaşam koşullarını iyileştirecek bir görevi yoksa, siz de adamsınız demek için sarf edilen bir ifadedir. Asgari yaşam hayattan çıkarılıp onun yerine insani yaşam konduğunda, ayrıca insani yaşam ücretiyle alakalı görüşmeler değil de insani yaşamın üst sınırı ne olmalı diye bir ölçü tartışıldığı ve insanların insanca yaşaması için herkese sosyal adalet reçetesinin uygulandığını görürseniz, işte orada kaç paralık adam ifadesini göremezsiniz, kilon kaça diyemezsiniz, seni paraya boğarım çılgınlığını söyleyemezsiniz; orada hayat hakikatler üzerine oturur ve insanların değer ölçüsü de farklılaşır.

Bu açıklamaları, gelecek yaşam sürecimizin genç nesiller üzerinden bir değerlendirmesini yaparken, kültür kodlarımızı yerli yerine oturtamazsak, sağlıklı sonuçlara gidemeyiz de ondan bu konuları ele aldım. Paranın tek kurtarıcı olduğu ve paranın açamayacağı kapı yoktur gibi nesilden nesle aktarılan deyimleriniz toplumsal gelenek haline gelmişse, bunları konuşmak elbette hem gerekli hem de zorunlu olur.

Gençliğin kısa yoldan az zamanda çok imkanlar elde etmek isteyen bir nesil olduğunu konuşuyoruz. Doğru, böyle bir talihsizliği yaşadığımız ancak bunların sebeplerini bilmezsek konuşmamızın hiçbir anlamı olmayacaktır. Öğrenmelerimizin büyük bir çoğunluğunu gördüklerimizden ve örnek aldıklarımızdan öğreniriz; bunun dışında kalanları da okumalarımız ve gezmelerimizle elde ederiz. Peki açık yüreklikle soruyorum ve dosdoğru adam gibi de cevaplarını ortaya koymamız lazım. Genç neslimiz, bizim ahlak modelimizi mi örnek aldı yoksa hayali bir yaşamı mı örnek aldı. Har vurup harman savurarak israfta sınır tanımayan, haram helal ver Allah’ım bu kulun yer Allah’ım, haydi mücahidim yürü mücahidim her yol mubah mücahhhhhhhidim. Diyecek kadar meşrulaştırma marşları yazacak duruma gelmiş bir ortamın yeni nesli fiyasko bir yaşama sürgün edilmiş demektir. Ahlaksızlıkta öyle bir sınır tanımaz hale gelindi ki, yeni nesilden beklenen, Avrupalı gibi planlı programlı bir iş ama karşılığı ise en ilkel üçüncü dünya ülkelerinin gerisindeki bir hakkı, hak görmek. Peki böyle bir ortamda insanlar hep paranın kulu kölesi olacak düzeyde ondan başka bir şey düşünmüyor ve herkes kendisini düşünüyorsa, bunun sebebini nerede aramak gerekir. Gemisini kurtarıp kaptan olanların çöplüğüne bakmakta fayda vardır. Gemisini kurtaramayanlar dışlanır, alt tabakadan görülür sözlerine itibar edilmez, çocuklar böyle babaları ata yerine koymaz çünkü çocuklar için değerli bir baba, ne olursa olsun nereden olursa olsun, haram helal demeden bulup buluşturan, kimin hakkı olup olmadığına bakmaksızın, onların önüne çuvalla imkân sunan ve altına bir araba alıp hatta en iyi model ve markalardan biri olursa daha iyi olur(!)…

Bugün gelinen nokta itibarıyla baktığımızda, ahlaki ve dini değer sistemlerinin ciddi bir deprem yaşayan ve yıkılıp enkaza dönmüş bir belde gibi olduğu muhakkak. Onun yerini yeni ve çağdaş değer sistemi almış görünmektedir. Bu sistemin değer olmasının tek nedeni var o da sayısal ifadeyle anlatılıyor olmasıdır. Bir sistem düşünün ki, onun için en kutsal olan, nereden nasıl bulursan bul önemli değil, önemli olan ondan vergi veriyor olmandır. “Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır” ifadesi aslında insanın genetik ve fıtrata dayanan kodlarıyla oynamaktır. İnsanın fıtrat kodlarıyla oynadığınız zaman, fıtrat kodlarıyla ilgili bir yaşama hasret kalırsınız. Bugün böylesi bir hasretin yaşayanı ama özlemle o yaşamın arzulayanlarından olduğumuz kesin. Şunu anlayalım artık arzuladıklarımıza ulaşabilmemiz bizim kendimizde olanı değiştirmemizdir.

Sen yaratılan bir varlıksın benim gibi, senin de benim gibi değerin var, aynı düşünceleri düşünmemiş olsak da düşünen olarak aynı özelliklere sahip olduğumuzdan dolayı biz değerliyiz. Sen de değerlisin ben de o da…Bizi değerli kılan sahip olmak için çabalayıp onun yanına durarak kendimizi anlatmak istediklerimiz değildir. Sen bir öznesin senin değerin, neden değerli olduğunu anlamak, hayatını değerli kılan uğruna geçirmek ve elde etiklerinle yeryüzüne huzur ve mutluluk tomurcukları yaymak olmalıdır. Sen bunları yapmak için ayağa kalktığında insan olarak yaşarsın ve insan olarak bir değerin ortaya çıkar. İşte, o zaman “Ahsen’i takvim olursun…”Kaç liralık adamsın senin kilon kadar para vereyim diyenler varsa, o zaman sen bir hiçsin ve aşağıların aşağısına düşmüşsün ancak yananın kalmamıştır.

Çağdaş ve modern yaşamın yeniden tanımladığı kültürel kodlara göre bir hayat oluşturmak için harcadığımız çabaların hepsi boşa gideceğinden kuşkunuz olmasın…İnsan olarak ilminizle, birikiminizle, duruşunuzla hak ve adaletin şahidi olmanızla doğrudan yana ortaya koyacağınız tavrınızla bir değeriniz yoksa bir hiçsiniz demektir…Hiçlerin hiçle çarpımından bir başka hiç çıkar, hiçler yutan elamandır. Hayatınızı yutar, yutulmadan önce bir değer sahibi olalım…Marks’ın ben Hegel’in diyalektiğini tersine çevirdim. O Diyalektiğin başını yere ayaklarını yukarı getirmişti, ben ise ayaklarını yere başını yukarı çevirdim der. İşte ben de diyorum ki, Değer sistemimiz tarumar oldu bu tarumarlıktan kalan döküntü de olsa yaralı hücrelerimizi bir araya getirerek yeniden organizmayı ayağa kaldıracak zamanımız hala var, ancak köprüden önce son çıkışa hızla ilerliyoruz. Son çıkışa girmeden evvel değer sistemimizi ahlak adalet ve insanın yaratılış fıtratı üzerine oturtalım, yoksa elimizdeki değer kilomuzu ölçerek ağırlığımızın nereden kaynaklandığını herkese öğretecek ve sonrasında acılar eşliğinde ahlar vahlar arasında son nefes için perde açılacak…

Münzevi bir yaşam öğütlemiyorum aksine tüm münzevilikleri yerle bir edelim, sahip olduklarımızın tanımladığı bir yaşamı değil, sahip olduklarımızı istediğimiz gibi bizden nasıl yapmamız gerektiğini isteyen mutlak hükümdarın isteği doğrultusunda yeryüzünde adalete şahitlik için kullanalım…O zaman herkesin bir değeri olur, yoksa değeri sıfırlanan insanlığın yeniden kendisini tanımlamak için tartıya çıkarılıp kilosuyla anlam kazandığını sanan bir nesneye döneriz.

Kaç paralık adam diyebilecek cesaretin asla olmadığı ve herkese parasal bir değer biçilemeyen yaşama koşalım…Değeri, kendisinden değerli olanların yaşamı her zaman bir değerdir. Onlar tarih boyunca örnek olarak anlatılırken kilosu parayla ölçülenler ise hep olumsuz olarak kınanmıştır. Dünyalıkların insanları cin çarpmışa çevirdiği bir ortamda, ”İnanmıyorsunuz diye sizi Kur’an’la uyarmaktan vaz mı geçelim…”Diyecek cesur değer sahibi insanlara çok ihtiyaç vardır.

Selam saygı muhabbet ve selamlarımla,

Rabbim isteklerimizi katındaki değerleri ile daim eylesin ki dünyanın kulları olmaktan uzaklaşalım…Dünya önemlidir ama ahiret değerlidir. Değerli olanın değerini önemli olana harcamayanlara selam olsun…

Erol KEKEÇ/30.05.2021/23.47


27 Mayıs 2021 Perşembe

RUTİNE ÇOMAK SOKANLAR OLMALI MI?

İnsanların bilinçaltı biriktirdikleri ile ortaya koyduğu yaşam arasında doğrudan bir ilişkinin olduğu muhakkak. Bunu dikkate almadan hangi insan nasıl bir makamda olursa olsun, onları anlamak istediğiniz zaman doğru bir sonuca ulaşamazsınız. Son dönemde ülke gündeminin sınırlarını aşarak dış işlerini ilgilendirecek düzeyde yansıma yapan, mafya hesaplaşması olarak mı kabul edersiniz nasıl bakarsanız bakınız, gündemi de bu doğrultuda ele alıp değerlendirmek gerekir. Ancak Kişinin yaşamıyla ilgili değerlendirmeyi bu yönüyle ele alsanız da toplumsal yaşamda oluşturduğu etkiyi ise sosyolojik gerçekliği dikkate alarak ancak değerlendirebilirsiniz.

Sedat Peker’in kişiliği üzerinde fazla durmayacağım, kendisine münhasır bir karakter barındırmaktadır. Her ne kadar pervasız ve her şeyi yakabilecek kadar cesur bir görüntü ortaya koyuyor gibi olsa da her konuşmasının sonunda bir virgülle hesap kitap ve Allah’tan bahsetmesi içindeki tedirginliği ve ürkekliği de ortaya koymaktadır. Peker’in Mafya babası olarak bilinen yönünü bir tarafa bırakırsak ince bir ruh ve kendisinin de bir gün hesaba çekileceğini dikkate alarak konuşuyor yani ince eleyip sık dokumaktadır. Sınırsız bir özgüveni olmasına rağmen sınırsız bir davranış şekli ortaya koymuyor. Bu tarz davranış içinde görülmesi, onu izleyen ve dinleyenlerin kafasında kendisine meşruiyet zemini oluşturmaktadır. Her ne kadar bazıları beni organize suç örgütü gibi göstermeye çalışsa da, aslında ben meşru olmayan ve kimsenin onaylamadığı bir eylemin içinde olmadım. Olduysam da tamamıyla gayri meşru örgütlenmelerin karşısında oldum. Bu durum, resmi bir devlet görevim olmasa da hep devletimle paralel hareket ettim demektedir. Ben devletime karşı son derece saygılıyım hatta karşı karşıya geldiğim bakanı da bakan olarak değil, bakanlık dışı derin hizmetlerde kusur etmemesinden dolayı devlet görevini kötüye kullandığı için böyle davranıyorum iddiasında bulunarak bir görüntü vermektedir. Peker’in bu kontrollü davranışı, onu bir anda milyonların izlediği karakter durumuna getirdi. Bu yaklaşım ve yayınladığı videolarda verdiği görüntü bir anlamda herkesin zihninde temkinli yaklaşılan ve insanlar için tehlikeli olarak bilinen suç örgütleri de bir anlamda daha yumuşak bir geçişe sahne oldu. Peker, bu videolarla mesajını verdiğini düşünmekteyim. Hem Devlet dışı resmi olmayan oluşumlarda, insanların toplumsal sorunlarına çözüm olacak alanlar olabilir, ayrıca bu örgütlenmeler durup dururken olmuyor, devletin açık bıraktığı alanlardan kaynaklı sorunlar oluştuğu zaman bunlarla mücadele etmek için resmi olmasa da meşruiyet temelinde bir örgütlenme yapmak gerekir mesajı neredeyse ciddi bir kitlenin zihninde yer buldu. Konuşma aralarında sürekli, ben yargılandım ama neden diye sorarsanız cevabını vereyim derken, uyuşturucu satıcılarını ortadan kaldırdığım iddiasıyla cinayet zanlısı olarak çok yargılandım oysa bunlardan hep takipsizlik aldım diyor. Yani devletin kurumları benim hakkımdaki suçlamasıyla aslında benim karşı olduğum ve o uğurda da ceza evine girdiğim alanları bana isnat ederek, benim içinde asla olmayacağım bir durumda suç örgütü lideri olduğumu iddia ediyor…Kıymetli dostlarım bunun yorumunu size bırakıyorum diyerek ciddi puanlar topladığını düşünüyorum.

Peker için bu süreç, onun meşruiyet zeminine daha fazla yaklaştığı bir süreç olduğunu düşünüyorum. Geçmişin faili meçhullerini de ortaya koyarak kimler tarafından nerede yapıldığını açıklaması taşları yerinden oynatmışa benziyor. Geçmişteki birçok cinayetin ve karanlık işlerin şahidi olduğunu söylerken, insanların soracağı sorulara karşı da hemen cevabını kendisi veriyor. Neden bu zamana kadar açıklamadın diyeceğinizi biliyorum, ancak siz de içinde olmadığınız halde açıklamadan beklettiğiniz bir olayı içinizde saklayabilirsiniz bu da insani bir yöndür benim de öyledir, şeklinde doğal hale getirerek açıklamaktadır. Yani diyeceğim odur ki, Peker bu konuları çok rahat atlatmaktadır.

Mafya ve çetelerin oluşma ortamlarına baktığımızda durup dururken haydi bir örgüt kuralım ve hiçbir kural gözetmeyelim kendi kurallarımızı kendimiz oluşturalım ve insanlara korku yayalım diye oluşmuyorlar. Siyasal yönetimler, toplumsal ve kültürel ortamların yönlendirmesi, toplumsal dışlanmışlık ve mevcut yaşam alanı içinde bir yer edinememiş olmak, problemleri çözmekle mükellef olan hukuk sisteminin davaları sonuçlandırmadaki sürecin belirsizliği, hukuka karşı oluşan güvensizlik ve kısa zamanda sonuca gitme gibi nedenler bu tür oluşumların oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Bu zeminler değiştirilmeden bu oluşumların yok olmasını da düşünemezsiniz. Bunlar kendilerini anlatırken ve başkalarının topluma onları tanımlama şekli iyiliksever, hayır yapan fakir babası, yanlış yapana göz yummayan namus bekçisi gibi övgü dolu sözlerle onlar taltif edilirler. Bir toplumda her ilin bir mülkü amiri olmasına rağmen bu mülkü amirlerden bir elin parmakları kadar kişi için, babacan biri, fakir babası, saygıdeğer biri, insanları düşünen gibi övgülere rastlamazken, neredeyse bu babalar anlatılırken her biri bir efsane gibi anlatılır. Bu da toplumsal ortamda resmi özellikleri olmasa da meşruiyetlerini kazandıklarını göstermektedir. Şehit aileleri bir mafya babası olduğu söylenen yeraltı dünyasının önemli ismiyle bir araya gelmek için, belli bir gün düzenliyor ve oranın mülki amirlerinden daha kalabalık kitleler tarafından karşılanıyorsa, bunlar aslında sosyolojik vaka olarak ele alınması gerekir. Ayrıca siyasal sistemin de kendisiyle yüzleşerek kendisini sorgulaması elzemdir. Aynı mafya lideri birkaç yıl öncesinde şehir şehir mitingler yaparak devletin yanındayım biz devletimizle el ele mücadele ediyoruz imajı verirken devlet hiçbir ses çıkarmıyorsa, bu yaklaşımları nasıl ele almak gerekir. Organize suç örgütü olmak için ne yapmak lazım veya nasıl bir duruş oluşturmak gerekir. Peker Hapisten çıktıktan sonra her yerde önemli iş adamı olarak taktim ediliyor, iktidarın bir bakanı ile atışmalar başlayınca suç örgütü tanımlaması içine giriyor. Bir kavramın tanımı ya da anlattığı gerçekliğin bir kriteri olacak mı? Bunları neden mi soruyorum? Eğer devlet Suç örgütü ifadesini, yapılan eylemler değişmediği halde ortama zamana ve bu faaliyette bulunanların sergilediği duruşun kimin yanında olmasına göre karar veriyorsa, suç örgütü ifadesi ciddiyetten uzak olur. Bir kavramla tanımlanan içerik, faaliyetin kim tarafından ve kimin adına yapıldığına bakılmaksızın herkesi ve her ortamdaki eylemi kuşatacak düzeyde ise, o zaman bu kavramla anlatılan şahsa karşı gösterilen tepkilerin birçok çelişkiyi içinde barındırdığını neden görmekteyiz? Eğer bu tarz açıklama tepki ve uygulamaların önü alınmazsa resmî açıklamaların ciddiyetten uzak olduğuna inanır insanlar.

9. Video olarak izlediğim Peker’in konuşmalarının ciddi bir değişim ve dönüşüm geçirdiğine şahit oldum. Önceki videolarında yaptığı açıklamalar ile 9. Video arasında önemli bir ayrışma vardı. Sanki Peker’in önceki konuşmaları ve sonraki konuşma ile bir hedef gözetilerek açıklamaların yapıldığını düşünmeye başladım. Yani kontrollü bir gürültü gibi geldi bana. Kontrollü gürültü  her zaman bir hedefin gizli tutulmasıyla yapılan bir gürültüdür.9. videoda Peker, kızgınlıklarının kendisini böyle davranmaya sevk ettiğini, hatta geçmişte karşı karşıya geldiği bakan Albayrak arasındaki tersleşmenin sebeplerinin de araya giren ve bundan çıkar devşiren parazitlerden kaynaklandığını, bunlara karşı gayet duyarlı olunmasını, Bakana karşı kendisinde oluşan gerilimlerden dolayı da helallik talebinde bulunarak özür dileyecek açıklamalara varan konuşmaları üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum.Peker,devletin yanındaki duruşunun devam edeceğini, dış güçlerin,  Feto taktiğini uygulayarak eski Fetocuların böyle bir karanlık ortam oluşturduğunu bundan bir an evvel herkesin kurtulması için uyanık olunmasını söylüyor, devletimize karşı dışarıdan gelebilecek olumsuzluklara herkesin hassas ve duyarlı olmasını öğütlüyor.

Yani gördüğüm kadarıyla Suç örgütü ifadesiyle anlatılmak istenen aslında istetme lastik gibi kullanılan bir kavram olduğudur. Devletler normal tekerle yola devam etmekte zorlanıp bir hava kaçağı ve patlama olduğuna inandığında, bu yapılanmaları hemen devreye koyarak kaldığı yerden yoluna devam edebiliyor, ne zaman ki asıl tekeri onardı o zaman istetme lastiğin olumsuzluklarını anlatarak onunla olan bir bağlantısının olmadığını konuşabiliyor. Bu durumlar bizim gibi insanların zihinlerini zorlayarak zihin duvarlarımızı yıkacak duruma geldiğimizde, bir de bakıyorsunuz ortada ne istetme lastik kalıyor ne de sorunlu asıl lastik her şey süt liman haline dönüyor…İşte bu da bize gösteriyor ki tüm bunlar kontrollü gerçekleşen gürültülerdir.

Dün itibarıyla, mafya Bakan arasındaki düelloya bazı politikacılardan gelen destek mesajlarıyla, Peker’in açıklamalarının birbiriyle uyum içinde olması ve üç tane daha video yapacağını, onların da daha çok kendi şahsına yönelik ferdi saldırılardan oluşacağını afişe edeceğini söylemesi bir anda bende düşündüklerimi destekliyor görmem bu tarz oluşumların neden ve niçin var sorularını yeniden sorarak bunlarla ilgili geniş yelpazeli araştırma ve açıklamaları gerekli kıldığını gördüm.

Hukuka kimse yaptırım uygulayamaz ve hukuk bağımsız, cumhuriyet savcıları toplum aleyhine olabilecek her konu hakkında soruşturma başlatır gibi beklentilerimiz de bir anlamda rafa kalkıyor bu tarz ortamlarda. Çünkü istetmeler ve gerçek tekerler nasıl ne zaman kullanılacak bunların ciddi bir tanımlaması yapılamadığı için, Savcılarda da tedirginlik oluşturabiliyor. Bu tedirginliklerden olsa gerek, medyanın bangır bangır bağırarak suç örgütleri şunları şunları yapıyorlar gibi mesajları savcılar tarafından pek dikkate alınmıyor. İşte, bu hengamede bizler de zihinlerimizi arı duru bilgilerle donatmak istiyoruz. Sebebi ise yanlış bir bilgi ve yönlendirmeyle ucu bir daha kapanmayacak açıların oluşmasına sebep olabiliriz endişesini taşıyoruz.

Sükunet durumu hasıl oldu, deniz çarşaf gibi, şimdi tüm gemiler dışarıya odaklanmalı, onun için bu tarz açıklamaların kapsam alanından çıkarak yeni koordinatlar belirlemek her düşünen, idrak eden ve sorumluluk taşıyanların yapması gereken bir eylemdir.

Son olarak diyorum ki hayat boşluk kaldırmıyor, eğer olması gerekenler, olmaması gereken yerlerde havanda su döverlerse, birileri çıkar o havanın içindeki mamulü değiştirmenin kendi görevi olduğunu iddia ederek rutin yaşama bir çomak sokabilir. Rutinlere bazen çomaklar sokulmalı ki, rutinler rutin olmanın ötesinde bir anlamının olduğunu anlayabilsinler…

Selam saygı ve muhabbetlerimle….

Erol KEKEÇ/27.05.2021/10.38


26 Mayıs 2021 Çarşamba

CELLADINDAN MEDET UMAN İNSANLIK

Günlerdir, aşı sorunu yok tamamladık diyenlere bir sorum var, hakikaten bu aşıyla yapılmak isteneni Allah için açıklar mısınız? Küresel cinayet şebekesinin aparatı olmak ne kadar acı ve insanın içine oturuyor. Bu kadar kısa zamanda İnsanlık için böyle bir çalışmayla insanlığın sağlığını düşünerek bir cinayet şebekesinin bilimsel bir çaba sarf edeceğine hiç inanmadım ve de inanmıyorum. İnanmadım, çünkü her noktasında çelişkiler barındıran, amacını gizleyerek iyi yollar sunuyormuş gibi kendisini lanse ederek, insanlığı kurşunlamak için üretilen kurşunlar olduğunu düşünüyorum.

İnsanlığın doğal yaşam alanlarını fesat alanı haline getiren bir dünya sistemi, çılgınlıklarının sonucu olan küresel bir salgının oluşmasındaki tetikleyici görevini yok sayarak, insanlığı kurtarmaya çalışıyor ve biz de buna inanacağız öyle mi; böyle düşünen varsa biz aklımızla kimseyi dalga geçirtmedik. Medyanın küresel güçlerin borazanlığını yaptığı ortamlarda insanların zihinleri kilitlenmiş, sadece birilerinde bir maymuncuk anahtar var, ancak onunla açıp zihinleri dolduruyorlar ve ardından diğer uyaranların tamamına kilitliyorlar. Böylesi toplumlarda sizlerin diri diri ölüme aday olduğunuzu yırtılırcasına açıklayanları, potansiyel düşman görebilirsiniz ama şunu bilin ki bu düşünceler sizi kurtuluşa çağırmaktadır. Kurtuluşa çağıranların çağrılarını bir kaşık suda boğmak isteyenler, şunu biliniz ki toptan imha edilmek için alıştırarak dibini görmediğiniz bulanık sularda boğulmanız için sizi süratle orya götürmektedirler.

Allah için insanlara soruyorum, benim bu beynim ne işe yarıyor diye sorma gereği hiç duymuyor musunuz? Beyinleri uyuşturulmuş olanlar o beyinlerini istirahat için dondurucudan alıp güneşte havalandırıp saksılarına koymadıkları sürece kurtuluşa çıkamayacaklardır. Bugün içinde bulunduğum gün içinde yaşadığım üç önemli vaka ile sizleri bilgilendirmek isterim. Yapılan aşılardan sonra yaşanan üç hadise, biri yakın bir arkadaşımın kayınpederi,2. Aşıdan sonra felç oldu ve şu an yatalak durumda, bir başkası 2. Aşıdan sonra vefat etti, benim kendi kayınpederim geçen pazartesi günü aşıyı oldu ve bir haftadır ateşi 40 derecenin altına düşmüyor, baş ağrısı şiddetli ve bağırsak sistemi çalışmıyor. Her gün hastanedeyiz ancak bir şey bulamadılar, nihayet benim diretmem sonrası, aşının bağışıklık sistemi güçlü olmayanlarda ve savunma yeterli değilse aşının böyle sonuçları olabileceğini itiraf ettiler. Yazıktır İnsanları toplu imha operasyonunun uzun vadeli yani taksitli ölüm fermanını hemen ikinci peşinattan sonra bari uygulamaya koymasaydınız(!).

Aşıyı herkes olacak diye, diretmediğini söyleyenler, aşısız olanları potansiyel kuduz mikrobu taşıyıcısı gibi gösterip insanların önüne öcü gibi koyarak onları tecrit ederken ne yapmak istiyorlar. Bilim güvenirliğini bu coronayla resmen rafa kaldırmıştır. İnsanlığın gözüne baka baka bu kadar canavarca bir uygulamanın aparatı neden bizler oluyoruz bunu ben anlamak istiyorum. Çok hafif hasta olan arkadaşım gidiyor test yaptırıyor kendisi pozitif çıkıyor, ondan çok ağır olan aile efradına yaptırmıyor, test sonrası verilen ilaçlarla önce eklem yerleri daha sonra sırt ağrısı başlıyor, oysa hiç kullanmadan normal antibiyotik kullanarak kalkacakken daha ağır hasta oluyor. Bunlar canlı ve birebir şahit olduklarım. Şimdi bana bunun faydalı ve insanlığı düşünerek yapılan iyi bir sağlık tedavisi olduğunu kim söyleyebilir.

Corana sürecinin ilk hamlesi insanları korkutmaktı, onda gayet başarılı olundu. İkinci hamlesi ise bu testlerin uygulanarak pozitif çıkıyor insanlar diyerek, pozitif çıkardıklarına verdikleri ilaçlarla onları savunmasız duruma getirmekti, sonrasında bu ölümlerin önüne geçmeliyiz diyerek üçüncü evre devreye girdi; bu da aşıların yapılmasıydı. Aşılar yapılmaya başlandı ve bu süreç bütün bir insanlığın aşılanmasının gerekliliğini anlatarak başlandı. Çünkü herkes aşılanmazsa o zaman bunu durdurmamız zor diyerek, aşılanmış olanlarla aşısız olanları karşı karşıya getirme hedefi de böylece gerçekleşmiş olacak. Bu süreç ne zamana kadar devam edecek dersiniz, karbon ekonomisinin tüm boyutlarıyla uygulanmasıyla yavaşlama süreci başlayacak. Önce kirlet imha et dünyayı yaşanmaz hale getir sonrasında bu yaşanmaz halin sorumluları başkalarıymış gibi kurtuluş reçetelerini de yine sen oluştur. Dünyayı kim çok kirletiyorsa onun değeri o kadar az olacak ve parasının değeri de ona göre şekillenecek diyerek yeni bir kandırma taktiği ile dünyayı aldatmaya çalış. Yani kimin doğaya zararı ve kiri az atılırsa veya hiç atılmazsa onun parası en üst düzeyde değeri yüksek para olacak de…Anlaşılan Küresel canavarlar hala sorumluların kendileri olduğuna inanmıyorlar ve sorumlu aramaya devam edecekler.

Bunların hedefi, dünyanın temiz kalması için bu kadar canlı çok fazla, bu canlıların büyük bir kısmı dünyadan gitmeli ki, o zaman doğal denge korunsun diyerek, çirkin ve korkunç yüzlerini gizleyerek sizleri düşünür oldular. Hatta büyük baş hayvanları imha ederek sentetik et üretmek için düğmeye basacak duruma geldiler. İnsanların da birçoğunu imha etmeleri gerekecek bunun yolu doğrudan savaş ve kimyasallar olursa insanlık suçu olur(!)dolayısıyla kendi kendine ölecek olması hem doğal ölüm olur hem de dünyadan nüfus ciddi anlamda gider. Bunun için gıda üretiminde olabildiğince genetik yapıyı olumsuz etkileyecek üretimleri doğru reçetelerle anlatarak piyasaya sunmak lazım, mesela sentetik kırmızı et gibi…Bundan sonra sağlıkta önemli bir olumsuzluk yaşandığı zaman vücut savunma sistemi, gelen bu hastalık virüsleriyle mücadele edememeli ve doğal ölüm oluşturularak nüfus azaltılmalıdır. Bunun için de vücut direncini taksitle düşürecek bir karışım olmalı bu tüm dünyada uygulanmalı ki, amaç ortaya çıkmasın. İşte bu noktada tam da Corona aşıları devreye sokuldu. Bu aşıların insanlığın kurtuluşu için olduğuna zerre inananlardan biri değilim. Böyle inanmam ve düşüncelerimi bu doğrultuda geliştirmemin en önemli nedeni, Dünya sağlık örgütü denen bir kuruluşun insanlığın sağlığını imha etmek için güç baronları ile el ele tutuşmuş olması oldu. Bu şebeke bilimi, bu güçlerin istediği gibi kullanması için, bilimin kapısını arkasına kadar açtı, içeri ne giren ne çıkan belli…Böylece güven gitti yerine bunalım geldi. Peki bu süreçte benim böyle çalışan bir anlayışı bilim olarak görmem ve onların ortaya koyduğu sonuçlara güvenmem nasıl olur? Herhâlde kendi aklıyla dalga geçmek ve kendine ihanet etmek bu olsa gerek.

Korkuyla başlayan süreç, korkuyu yaşatanların insafına bırakılmış bir umut, umudu yerle yeksan eden bir gelecek, geleceği peşin bedava alan üstelik tüm geleceği satın alırken onu bile ranta çeviren küresel bir canavar…İşte insanlık bunların elinde maymuna dönmüş bir haldeyken bunlara güvenmek hakikaten acınası durum da bu olsa gerek…Kimse kusura bakmasın ama şöyle uç bir örnek bu konuyu ancak izah edebilir, tecavüze uğrayan bir hanımın elleri kolları bağlanmış, sivri demir taraklar üstüne yatırılmış bu haldeyken yakınları görüyor ve oraya korka korka geliyorlar, tecavüzcüye ricada bulunuyorlar, aman dikkat et, zaten bu kaçınılmaz, bari belini incitmesin… Senden ricamız mağduru bari sağlam alalım diyorlar…Böylesi bir küstah aşağılık talepte bulunmak ile Küresel cinayet şebekesinin elinde kullanılan filmi bilim olarak görüp ondan kurtuluş beklemekte bundan daha erdemli değildir benim açımdan…Onun içindir ki bunların hiçbirine inanmıyorum.

Ey insanlık sizi taksitle öldürmek için bu aşı furyasının da yarınlarda doğacak olan hastalıklara karşı vücut direncini koruyan savunma sistemini içten imha etmek olduğuna inanıyorum. Yakın gelecekte insanlığın en hafif bir bahar rüzgârı karşısında savunmasız kalarak gidişine şahit olacağız…Çünkü aşılar böylesi bir geleceğe insanlığı hazırlamak için, küresel cinayet şebekesinin piyasaya sunduğu kurtuluş reçetesidir. (!)

Uyanalım kendimize gelelim, sorgulamadan korkmayalım, sorgulamayı rafa kaldıranların kendileri de raf ömrünü tamamlamış olduğunu bilmeleri gerekir.

 

Selam saygı muhabbet ve dualarımla…

 

Erol KEKEÇ/25.05.2021/17.40



"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!