Bu Blogda Ara

29 Nisan 2021 Perşembe

DÜNYANIN YENİ DÜZENSİZLİĞİ VE ALGI KÖRLÜĞÜ

 “Sağlık Bakanının bir konuşmasından alıntıyla başlamak istiyorum, ”Yeni dünya düzenine hazırlıksız yakalandık birçok insanımızı kaybettik…” diyor sayın bakan. Hakikaten bu sözü neresinden ele alırsanız alınız, her yanında bir avutulma ve dayatılan bir projenin planlı ve programlı uygulamasının olduğunu görmekteyiz. Bu kadar basit mi diyeceğinizi biliyorum. Doğru bu kadar basit olmuyor zaten, her gün insanların ölümleri ve hastalığa yakalanmasıyla sarsılıyoruz ve ciddi korkularla toplumsal travmalar yaşıyoruz bunun neresi basit…

“Yeni dünya düzeni ”açıklaması bu işte neredeyse toplumun tamamının kendisinden haber beklediği ve onun söyleyeceklerinin toplumda rahatlama, korku ve endişe yönünde bir karşılığının olacağı kişinin böyle bir cümle sarf etmesi hiç de öylesine değildir. Bu söz içinde çok sular barındırır. Yani bu hamur çok su çeker.Aylardır,dünyada yeni bir sistemin kurulması için önce bir kaos ortamı oluşturarak bu kaos ortamının insanlar üzerindeki olumsuz etkilerinin aynı zamanda ölen ve daha ne kadar öleceği belli olmayan insanların ölümleri üzerinden ciddi bir korku yayıldı. Bu korku aslında planlı bir algı yönetiminin parçasıydı. Korkuyla bağışıklık sistemleri zayıflayan insanların, bu korkunun etki alanından çıkarılması için onlar üzerinde her türlü isteklerinizi gerçekleştireceğiniz ortamlarda oluşmuş oldu. Aşı sürecinde, aslında yaygın hale getirilen ve tedirgin yaşayan insanların bir an önce bu karanlıktan kurtulmak için, üzerlerinde denenecek her türlü denemeye açık hale geldiklerini görmekteyiz, yani bir denek olarak kullanılmayı korku ve ölümle iç içe yaşamaktan daha eftal görmeye başladılar. Bu sürecin oluşumuna katkıda bulunanlar, kurumsal ve statüsel prestiji olanlar tarafından gerçekleştirilmeli ki ölümler ve hastalar olsa da süreç acılı ama isyana dönüşmeden atlatılmalıdır. Bu sosyolojik bir dönüşüm sürecinin alanda uygulanan planlama modelidir.

Hiçbir çağdaş ve dijital planlama şekli, bundan böyle doğal ve kendiliğinden gerçekleşen bir serbest süreç şeklinde olmayacağı ortaya çıkmıştır. Dijital çağ hem dönüştürme aracı olduğu gibi, dönüştürmek istediklerinin de istenmeyen farkındalık oluşturmalarına neden olduğu için, kontrollü dönüşümler sürecine girmiş bulunmaktayız. Bundan önceki süreçler daha çok bölgesel ulusal ve lokal düzeyde gerçekleştiği için kontrollü bir kaos ortamına gerek duyulmadan, etkileşim ve medya yoluyla serbest bir süreçle istenilen hedeflere varılmıştır. Ancak Global bir değişim ve dönüşüm söz konusu olduğu zaman bu sürecin tamamıyla kontrollü bir yolla yapılması gerekiyordu. Ondan dolayıdır ki, her ülkenin kendi yönetimleri bu süreçte aktif ve etken rol üstlenmiş gözükmektedir. Sayın Sağlık Bakanının yukarıdaki açıklaması da bu söylemlerimizi kanıtlar boyutta söylenen bir sözdür.

Bilim adamlarının Yeni dünya düzeninde ikna edici bir rol üstlenecekleri hiç aklıma gelmezdi. Algı yöneticileri, amaçlarına ulaşmak için, Okullar, dini mabetler ve medyadan çokça istifade ederler. Dünya baron yeni dünya düzen kurucuları, ulusal yöneticilerin ağızlarından çıkan mesajlardan önce, medya yoluyla ortalığı karıştırdılar ve insanları korku travmasına soktular, sonrasında böyle bir travmanın gerçeklik olup olmadığını alanındaki uzman bilim adamlarıyla teyit ettiler, bilim adamları siyasal erkin önünde gibi bir algı oluşturuldu ve siyasiler, sorumluluklarını hafifletmek için, karar öncesinde dosyayı Bilir kişiye yollayan Hakimler gibi davrandılar. Karar verdiklerinde de doğrudan sorumlu olmaktan uzaklaştılar ve bilim adamları topluluğunun görüşüymüş gibi topluma lanse ettiler. Böyle olunca bilim doğruyu söyleyen tek kurum olarak kabul gördüğü için, program bilim adamları eliyle altın tepside insanlara sunulan bir zehire dönüştü. Yani algıları yönetmek ve onları biçimlendirmek belli kayıplar vermeyi ve ortamı kaosa çevirip arkasından aydınlık bir sürece sokuyormuşsunuz gibi algılanması gerekiyor.Coronalı süreçte bu saydıklarım aşama aşama uygulandı ve böyle bir sürece insanlar hazırlandı. Biz çocukken çeşitli taktiklerimiz vardı hayatın içinde amaçlarımıza ulaşmak için…Mesela bir göl veya göl gibi birikinti oluşturan sularda balık yakalamak istediğimiz zaman, önce o suyu iyice bulandırırdık içine girer o yana bu yana koşardık ve su iyice bulanınca dışarıya çıkar balıkları izlerdik. Balıklar teker teker baygın halde suyun yüzüne çıkarlardı bizde onları tutar tutar alır karaya atardık. Yani önce karıştırırdık sonra istediğimiz amacımıza ulaşırdık. Oysa balıklar o bulanık sudan kurtulacaklarını sanarak ellerimize gelirlerdi, oysa biz onların baygınlığından ve zaaflarından faydalanarak onları soframıza götürürdük. Biz 10 yaşın altında köyde bunları düşünerek yapabiliyorsak, dünyaya yeni düzen vermek isteyenler insanları bir balıktan daha mı değerli görüyorlar sanıyorsunuz…

Dünya yeni bir düzene doğru gidiyor, Bakanın dediği gibi bu süreç bizleri ciddi anlamda baygınlaştırdı, kimileri bilerek bu işi yaparken geniş halk yığınları ise bu işin sadece kurbanları olmaktadır. Peki insanların biyolojik olarak yaşadıkları bu virüs yok mu diyorsunuz diyeceğinizi biliyorum. Ben virüsün olup olmadığını sorgulamıyorum bu oluşumun bir planın uygulaması olarak kaos ortamları oluşturarak insan beynini uyuşturduklarını ve her an tehlikenin kendisini yakalayacağını düşünerek, insanları birbirinden uzaklaştırma ve bireyciliği zirveye çıkarma çabası olduğunu söylüyorum. Bu virüsün laboratuvar kökenli olduğuna inanıyorum. Çünkü kontrollü dönüşüm için gerekli olan kaos ortamının etkileyicilerini siz oluşturmak zorundasınız. Yani bağımsız değişkenin, doğrudan Yeni Dünya düzeni kurmak isteyenlerin avucunda olduğuna inanıyorum. Bu değişkene karşı ortaya çıkan davranışları yönlendirmek için, tüm zeminler, algı yönetimi aracıları eliyle uygun hale getirildi. Bugün yaşadığımız temiz oksijen soluyamama mağduriyetimizin arkasında bu güçler var. Sizler seve seve bu işe evet demezseniz sizi böyle bir maskeye hapsederek istediğimiz havayı size soluturuz. Yani yaşamınız bizim elimizde diyecek kadar müstağnileşen Yeni dünya düzeni Baronları, İnsanlığın varlığının devamı üzerine bu oyunu kurmaktadır. Bill Gates’in aylar önce ”Bu hastalık ne zaman son bulacak bir takviminiz var mı sorusuna, tüm insanlık aşılandığı zaman sona erecek ”diyen bu açıklamasının hiç de öylesine söylenen bir söz olmadığına inanıyorum…Her şey Planlı ve programlı yeni bir dünya düzeninin oluşumuna hizmet etmektedir. Buna aykırı davranacak yönetici ve bilim adamlarının nasıl bir baskı ile karşı karşıya olduklarını doğrusu düşünmek bile istemiyorum.

Yeni dünya düzeninin programlanmış yeni kodlama sisteminde, önce medya ile propaganda yapacaksın ve tüm evrene tek bir kanaldan yayılan bilgiyi aktaracaksın, arkasından oluşacak korkuların şiddetine göre kaos ortamları oluşturacaksın, kaos ortamlarının getirdiği karanlıklar şiddetlendiği zaman bu karanlıklardan insanlığı kurtarmak adına, amacına hizmet eden araçlarını kurtuluş reçetesi gibi sunarak herkesi bir taşıyıcı durumuna getireceksin…Bunlar olmazsa ne yapacaksın uymayanları ya uluslarının kanuni dayanaklarıyla suçlayacaksın, ya da uluslararası dolaşım yasağı gibi korku senaryolarını yayarak ufaktan ufağa razı etmeye çalışacaksın… Her durumda insanlık üzerine oynanan oyunlar hümanizm ve hoşgörü adıyla dünya sinemalarında sahnelenecek ve seyirciler koltuktaki yerlerini alacaklar…

Oturduğumuz koltuklar, bizlerden hıncını almaya çalışan cellatların yüksek voltajlı elektrikli sandalyeleri olduğunu unutmayalım…Yeni dünya düzeni, İnsanı düşünmeyen sadece İlahlaşma yarışında olanların firavunluklarını kanıtlama düzeni olacaktır. Yeni düzen değil, biz kendimiz olarak yaşamak istiyoruz…

Erol KEKEÇ/29.04.2021/00.13


27 Nisan 2021 Salı

EKONOMİK SİSTEM KAPİTALİZMİN DIŞINDA ARANMALIDIR

Şom ağızlardan düşmeyen bir söz, günün koşulları neyse ona göre yaşayacaksın. Günün koşulları ne ise derken, üzerinde düşünülmüş ve kritiği yapılmış bir sözden bahsedilmiyor. Tamamıyla acziyetin bir ifadesi olduğunu iyi anlamak gerekiyor. Birilerinin kurduğu herkese dayattığı kalıbın adı günün koşulları olarak anlatılıyorsa, bu bir yenilginin ifadesidir.

Yaratıcının bağışladığı ve nasıl yaşanılacağı hususunda ciddi hayat denklemleri ortaya koymasına rağmen, bununla alakalı hiçbir yorum ve gelişme sağlayamamış olanların, efor sarf etmeyi hiç düşünmeden günün koşulları ne ise ona göre yaşayacaksın şeklindeki iyi niyet gibi gözüken yaklaşımları doğrudan yaratıcı ve eleştirel düşünmeyi yok etmenin dolaylı çabaları olduğunu bilmek gerekir. Bu yaklaşımların tümünün temelinde korku, rahatı tercih etme, haram helal gibi bir değerden yoksunluk bulunmaktadır. Eğer bir ortamda mevcut olan yaşam biçimlerine angaje olmak öncelikli tercih olarak kabul görüyorsa, o toplum sömürülmeye ve kendisi için hazırlanmış olan kapanlara zorlama olmadan kendi tercihleriyle girmeyi hak etmiş demektir.

Günün şartları ne ise diye yavan bir ifadeyi yaygın hale getirerek ona meşruiyet zemini oluşturanlar şunu bilsin ki, bu söz bir yaşam biçiminin tercihlerini ve üretkenliklerini imha ederek, bu yaşamları, sürüler için oluşturulmuş sadece tüketime endeksli sömürü yaşam çarkının içine taşımak olur. Eğer bu ifade idari sistemi yöneten ve planlama erginin tavsiye ve dayatmaları sonrasında oluşuyorsa, toplumların ayağa kalkması, kendi yaşam biçimlerini ve kendi ortamlarını dikkate alarak, tüketici olmaktan çok üreten bir toplum haline gelmeleri neredeyse imkansızlaşır. Mevcut kalıpları yaşamın olmazsa olmazları olarak dayatmak kadar insan beynine atılan daha tehlikeli bir atış olamaz. İnsan beynini imha ettiğiniz zaman ona yaşamı boyunca kabulleneceği ve o çemberden çıkmayı hiç düşünmeyeceği kölelik kurallarını da benimsetmiş olursunuz. İşte, kapitalizm ’in ve onun günümüzdeki çağdaş çocuğu liberal kapitalist ekonomi diye bildiğimiz ve tüm yönetimlerin ona ulaşmak için canhıraş savaşı böylesi bir zilletin beyinleri kuşatmasının kanıtıdır. Neden Liberalizm diye sorma şansımız yoktur, insanın özgürlüğü ve ardından özel mülkiyet ve serbest piyasa gibi birkaç sihirli kavramla sizin beyninizi hemen istila ederler. Sizler de kafa sallayarak, önünüzde ürettiğiniz bir değeriniz olmadığı için, onun hegemonyasına girersiniz. Üretici dinamikleri canlı kalan ve sürekli hareketlilik hayatlarının vazgeçilmezi olan toplumlar, hayatlarının devamını kendi dışlarında oluşturulan kalıplara hapsederek devam ettireceklerine inanmazlar.

Ancak eldeki imkanları işlemeyi ve üzerinde değişimler yaparak farklı ürünler elde edecek zahmeti göze alamayanlar, kaynaklarını satarak yaşamlarını devam ettirdikleri için, güdülen sürüler haline gelirler.Sürüler,yaşamlarını belirleyecek ilke ve kuralları kendilerinin belirleyeceğine inanmazlar. Çünkü onlar hep yönetilmeye ve tüketime endekslenerek böyle bir yaşamın getireceği mutluluğu yeğlerler. Bu mutluluk alanlarının dışında daha kalıcı olan mutluluklara ulaşmaları için biraz çaba gayret ve efor harcamaları gerektiğini söylediğiniz zaman, eski köye yeni adet mi gelecek. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yoktur diye sizin de önünüzde en büyük engel olurlar. Oysa bilmezler ki, savunma her zaman yenilginin başlangıcı değil, savaşın kazananlarının verdiklerini özümseme ve geviş getirme dönemidir. Geviş getirmeye alışmış olanlar, sağlıklı ve taze ürünlere ulaşacak imkanlarını da kaybederler.

Bu örneklemelerden sonra anlatmak istediğim savımızın hayatımızdaki karşılığına bakmakta fayda olur umarım. Müslüman toplumlar olumsuzluklar açısından neredeyse yaşamları birbirinin aynısı. İnsanı Allah’ın yarattığına inanırız ve hayatımıza hükmeden ilke ve kurallar koyduğuna da inanırız, ancak bu ilkelerin hayatlarımızdaki yerine baktığımızda utancımızdan elimizi yüzümüze kapamak zorunda kalırız. Bu evreni yaratan ve içinde iradi kararlar verecek olan insanı yarattıktan sonra, onun hükmüne uygun olmayan bir yaşamı oluşturması için insanı hiç bilgilendirmemiş olmasını düşünebiliyor musunuz? Allah’ın sınırları bellidir kim bu sınırları aşarsa işte onlar haddi aşanlardır, haddi aşanlar için elim bir azap vardır. Ülkemiz ekonomisine kapitalizmin babalarının damga vurduğu muhakkaktır. Bunların hayat damarlarına su taşıyan ve ülkenin vergi rekortmeni olan bankalar, paylarının başka alanlara aktığını gördüklerinde, hemen o kanalları tıkamanın yollarını araştırıyorlar. Hatta İdari yönetime dayatmalar yaparak kanuni bağlayıcılıklarla bunların önlerini kapamayı ihmal etmiyorlar. Devletin gelir kalemleri arasında, vergi almak ilk sırada bulunuyorsa, devletin bu kuruluşların isteklerini dikkate almamasını düşünebilir misiniz? Kripto para ve bunlardan kaynaklanan usulsüzlüklerin gündemin ilk sıralarında yer alması, farklı finans kuruluşlarının ev,araba,kredi gibi kapsam alanlarını genişleterek yeni ve farklı açılım yapabilecek düşünce ve eylemler geliştirmeleri ve bunları da kurumsal kimlikle reel yaşamda hayata sokmaları beraberinde ciddi sorunları da başlarına getirdiği muhakkak. Neden mi, insanlar yatırımlarını daha çok bankalar üzerinden yaparken içlerinde duyarlılık açısından az bir kırıntı olanlar, bu yeni kuruluşlarla iş birliği yaparak nakit kaynaklarının adresini buraya yönelttiler. Bu süreç kapitalizmin aracı ve taze kan taşıyan kuruluşları olan bankaları rahatsız etmeye başladı ve idari mekanizmaya karşı lobi baskıları kurmaya çalıştılar ve de başardılar. Çünkü Son dönemdeki, BDDK’nın bu kuruluşlar üzerine yoğun olarak gitmesi ve onları denetlemesi sadece bir denetim olarak görülmemesi gerektiğine inananlardanım. Eğer sadece bir denetim olmuş olsa, neden bir kurum elde ettiği karının %30’unu infak müessesesini geliştirerek kuracağı vakfa aktarmayı tüzüğüne koymasına rağmen, buna müsaade edilmez ve ancak%2’ni aktarabileceği sınırlamasını getirir. Çünkü böylesi bir uygulama İslam’ın Karz-ı Hasen müessesesinin yeniden dirilmesine sebep olabilir. Dolayısıyla yardımlaşma dayanışma ve insanlar arası yeni bir ekonomik model oluşturulup hayata geçirilebilir. Bu korku Bankaların yüreğini hoplatmaya başladığı için, bu müesseselerin lobi grupları, idareyi etkileyerek, bu kurumları daha doğmadan bunaltma yoluna gitmektedir. Yani başlamadan bunaltmak ve yanlışlar yapmaya zorlayarak kanun dışı eylemlere yönelmesi için üstten baskıyı fazlalaştırarak, bu kuruluşların toplum nazarında itibarsızlaştırılarak olağan bir durum olunca üzerine çökerek meşru bir zemin oluşturma eylemi olduğunu düşünüyorum.

Müslüman olduğunu söylediğimiz bir toplumda tefeci faiz kuruluşlarının en çok kar getiren kurumlar olması, hiç mi içimizi acıtmıyor. Eğer insanlar bu faiz müesseselerinin dışında daha karlı ve insanlara zulmetmeyen ve ,insanca yaşayacakları ekonomik kurumları canlandırırsa kapitalizmin yegâne ekonomik sistem olma büyüsü bozulacaktır. Bu büyünün bozulmasını isterler mi, onun için idari yapı bu oluşumların gazıyla, farklı oluşacak kuruluşları potansiyel suç makinesi olarak görmemeli ve bunların canlanması ve hayata yeni kanları aktarması için yardımcı olmalı ve denetlemeyi, zulme dönüştürmemeli diye düşünüyorum.

Bizim gibi toplumların kurtuluşunun en önemli yolu, ekonomik bağımsızlık elde etmeleridir. Ekonomik bağımsızlık, Kapitalizmin piyasasının dışında ticari ilişkilerin kurulacağına inanmaktan geçer. Piyasaya kapitalizmin kurallarının egemen olduğu ortamlar bu kurallara göre ekonomik faaliyetlerini yürütürken ekonomik bağımsızlık beklentileri sadece bir hayal olur. Kapitalizmin oluşturmaya çalıştığı yaşamda, dünya cennettir, onun için ekonomik yaşam en değerli olan yaşamdır. Tüm ilişkiler bunun kazanılması için gereklidir dolayısıyla önemliler ama değerli değiller. Oysa İslam’ı bir yaşamdaki ekonomik ilişiklilerde ekonomi yani ihtiyaçları karşılama ve yaşamı kolaylaştırma faaliyetleri önemlidir ama en değerli olan değildir. Değerli olan bu yaşamın sonrasında karşılaşılacak olan ödüldür. Yani cennet bu hayatın sonunda bir armağandır. Dolayısıyla kapitalizmin dünya cennetine karşılık İslam Ahiret cennetini vaat ediyor ama o cennet için buradaki imaratın çok önemli olduğunu anlatıyor, hayatı rahat kazanabilmek için, buradaki ilişkileri kolaylaştırıyor ve insanlara zulmetmiyor, borç batağında insanları inim inim inletmiyor. Borçlanmayı kolaylaştırıyor ve insanlar arasında güven unsurunu yaygınlaştırıyor ancak güveni sözle anlatmıyor onun bağlayıcı alt yapısının da kurulmasına önem veriyor ve ahitleşerek yazılı sözleşmelerin olmasını şart koşuyor. Yani insanların içinde olumsuzluk olmadığı halde onları olumsuzluğa sevk edecek açık kapıların bırakılmasını asla istemiyor, şartların kötüye gitmesinden dolayı vaatlerini yerine getiremeyenlere baskı kullanılmasından menediyor ve onların genişleyeceği döneme kadar mühlet verilmesini ve bu mühlet içinde sorumluluğunu yerine getiremeyenlere bağışta bulunmanın daha hayırlı olduğunu anlatıyor. İşte İslam Nesneye mala değil, insana ve onun huzuruna değer veriyor. Çünkü toplumsal ifsatın önüne geçebilmek için insanların huzurlu ve mutlu bir hayatı yaşamaları gerekir. Kapitalizm insanların mutluluğunu ve huzurunu alarak onları psikomanyak duruma getirdi. Bu hal üzere yaşayanların dünyalarını cennet yapmaktan uzaklaşıp, ahiret cennetine yönelmeleri mümkün değildir. Kapitalizmin dünyaya pompaladığı bu sistem, tüm insanlığı yok oluşun kıyısına getirdi, dünyanın her yanı zulüm göz yaşı ölüm ve açlıkla boğuşurken, bulunduğumuz dönemin şartlarına uyacağız diyerek şerri hakikat gibi öğütleyerek,hakikatın ne olduğu üzerinde kafa yormayı ve bu hususta gerekli çabayı harcamayanlara yazıklar olsun demek geliyor içimden…

İslam Dünyasının ve mazlum milletlerin kurtuluşunun tek yolu tefecilerin insanlığın kanını emen ekonomik sisteminin büyüsünün bozulmasına bağlıdır. Bu büyünün bozulması da Yaratıcının yarattıklarına bağışladığı sistemi ortaya çıkarıp hayatımızı ne pahasına olursa olsun ona dayandırmaktan geçiyor. Bu sistem yepyeni ve farklı bir ekonomik sistemdir. Bu sistemin temeli, üretime dayanır,ilişklileri helal ve haram sınırlarına göre biçimlendirir.Zulmetmez,herkesin yaşaması için malın âtıl olarak belli ellerde toplanmasını asla istemez. Üretime ve istihdama dönüşmeyen malların bekçiliğini yaparak fesada yol açan malları korumayı istemez. Adalet omurgasıdır. Asgari yaşam diye bir rezaleti insana reva görmez, azami yaşamın ve israfın sınırlarını belirler. İslam’da insani ücret ve insani yaşam vardır. Bunları gerçekleştirecek sorumlu aydın bilim adamlarına ihtiyaç hasıl olmuştur. Bu konuda zihin ve yürek eforu harcamayan ve sistemli bir yaşamı gelecek kuşaklara gelenek olarak bırakma sevdası taşımayanların hesapları çok kabarık olacaktır. Kapitalizmin mezbelesinde yem arayan bir amip olmaktan çıkarak omurgalı duruşla örnek bir yaşamı bizlere armağan etmesi için tüm içtenliğimle rabbime yalvarıyorum ve tüm kardeş ve dostları da bu duanın fili kısmında yer almaya davet ediyorum…Selam saygı ve muhabbet dileklerimle….

Erol KEKEÇ/27.04.2021/00.08


26 Nisan 2021 Pazartesi

SONUMUZU HAYIR EYLE NE DEMEK?

Başında ışık olmayan tünelin sonunda ışık mı olur. Allah sonumuzu hayreylesin diye hep dualar ederiz ya, işte o dualarımızın anlam bulması için başının ortasının hayır olması lazım ki, sonu da hayır olsun…Sonumuzu hayır et demek kadar güzel bir dilek olamaz ancak bu dileklerimizin karşılık bulması için öncemizin de ne kadar önemli olduğunu anlamamız gerek.

Otu çek köküne bak derdi eskiler, biz bunları hep genetik bir benzerlik olarak anladık ve ötesini hiç düşünmedik. Oysa bir otun bitkinin kökü ne ise dallarında çiçek ve meyvelerde ondan başkası olamaz. Bahçesinin her tarafı portakal ekilmiş olan biri, bahçede elma arayıp bulamadığı zaman, neden elma yok her taraf ağaç dolu demesinin anlamı olmayacaktır. Portakal bahçesinde elma aramak ve onu ummak sadece bir bekleyiş olarak kalacaktır. Onun için tüm yaşamı şer odakları, haramlarla iç içe geçmiş tefecilerin kapısında sabahlamış, akşamları onların sobasında ısınacak bir ateş aramış ancak sonumuz hayır olsun diye yalvarmış. Ne kadar ciddiyetten uzak lakayt bir davranış olduğunu bizler de görmemize rağmen bundan nasıl öyle bir sonuç bekleme hakkına sahibiz.

Bu açıklama sonrasında rabbimizin şu ayetinin nasılda bizlerin imdadına hemen ulaştığını idrak etmeliyiz. “İnsana ancak emeğinin karşılığı vardır. Emeksiz kazanım arzularının tümü bir tufanla yerini sükunete bırakır insanların ibret alması için…Rabbim sen sonumuzu hayır eyle demenin anlamını kavramamış ve o konuda gerekli ciddiyetten uzak eylemler, sahibine iade edilmesi gereken temenniler ötesine geçemez. Rabbim sonumuzu hayır eyle demek, bir mücadelenin başlaması için gerekli çaba ve gayretler harcandıktan sonra o mücadeleyle hayatları yoğrulanların sonuç konusunda, sonuca kendi güçleri yetmeyeceği için Rabbim sonumuzu hayır eyle, yani sana teslim olduk gereklerini yerine getirdik biz sorumluluklarımızı eksikte olsa yaptığımıza inandık sonrasını sana havale ettik sen de hayır eyle demektir. Bu algılar zaman içinde anlam kaymasına uğrayarak yeni algı biçimleri ortaya çıkarmıştır. Bu yeni algı biçimleri temelsiz ciddiyetten uzak olduklarının farkında olmadıklarından hep hüsranla sonuçlanan bir süreci beklediklerini de bilmezler.

Öncesi karmaşık olan yaşamların sonumuzu hayır eyle şeklindeki temennileri, anlamsız bir temenni olmanın ötesine geçmeyecektir. Burada aslında emeksiz bir kazanıma göz dikme vardır. Neden böyle bir algı oluşmuş olabilir, dünyada bazı yaşamlar hayatlarını başkalarının masumiyetine kendilerinin de sansar gibi pusu kurup punduna getirmesine borçlu olabilirler. Bu uyanık tavırlar, her zaman bu formülün geçerli olacağı vehmini onlara yaşattığı için, böyle isteklerde bulunmayı hayra ulaşacakları sonucuna onları kavuşturacağı beklentisini oluşturduğundan, böyle söylerler. Yani dünyalıklarını emeksiz kazanımlarla elde edenler, hayatın sonundaki hesap günündeki karşılığın da böyle olmasını istemektedirler. Bu aldanış insanları anlamsız bir hiçi beklemenin ötesine götürmeyecektir. Orada karşılaştıkları beklentileri olmadığı zaman da bu nerden çıktı diyecekler.

Dünya, doğru ile yanlışın ne olduğunu idrak edecek kadar bize bir zamanın verildiği yerin adıdır. Buradaki yaşamın anlamı, hangimizin hakiki bir yaşamı yaşadığımız, hangimizin bize ait olmayanları ele geçirmek için her türlü film fırıldak bir yaşamı benimsediğimizi ortaya koymakla anlaşılacaktır. Emeksiz kazanımlar peşinde koşanlar daima bir tufanla istek ve beklentilerinin savurulma ihtimaline hazırlıklı olmalıdırlar. Son günlerin önemli gündem maddesi olan soygun tufanı sonrasındaki insanların yaşadıkları psikolojik travmalara baktığımız zaman, nasıl da bir son istediklerine hep birlikte şahit olacağız. Beklentileri çok büyüktü bu mağdurların, ancak mücadeleleri hiç yoktu, mesafe çok kısaydı ve hemen zengin olacaklardı. Bu beklentiler doğrultusunda arzu ve isteklerinin de standardını yükseltiler, ancak karşılarına bir hiç ve bir daha kavuşamayacakları imkanları ve kaybettikleri zamanlarına şahit olunca, bu bunalımın vermiş olduğu acılarının etkisini hafifletmek için rabbim sonumuzu hayır eylesin demeye başladılar. Neden ve niçin kaybedilen bir şeyin ardından sonun hayırlı olmasını istiyor insan, oysa kaybedilmeden önce elinde imkanlar olduğunda kazanmalıyım diye yerinde hoplayıp dururken, kaybettiklerinin gelmeyeceğinden emin olunca, herkesin perçemini elinde tutan güce sığınma bir acziyet olsa da temizlenmiş bir yüreğin acziyeti olmadığı sürece sonuç hayırdan hep uzak gidecektir. Hayır bir beklenti olmaktan çıkarılıp, nedenleri yerine getirilmiş olan bir denklemin, sonuçlarını beklemek olmalıdır.

Ondan dolayıdır ki, yaşadığımız sürece kazıktan boşanmış at misali her otlakta otlanmaya çalışıp sonrasında güzel bir merada olmayı arzulamak öyle kolay olmayabilir. “En sevdiklerinizi Allah yolunda harcamadıkça kesinlikle iyilik yoluna hayra kavuşamazsınız…” Yolun sonuna gelindiği zaman tüm yollar tükendiğinde zorunlu seçenek önümüze çıktığı zaman, ona meyletmek bir tercih değil, zorunlu bir süreçtir. Ey insan hangi yoldan gidersen git muhakkak ki sen Rabbine varan bir yolda çabalamaktasın”. Yani insan yaşarken bu yollardan hangisine uyması gerektiğini kendi iradi seçimiyle ortaya koyması gerekir. Bu seçim yapılırsa kişi seçtiği yolun sonunun Allah’a varacağını bilerek yaşar. İyi olanı tercih eder hayatını o yolda tüketir ve hayırda yarışanlardan olursa, gönül huzuru ile rabbim sonumuzu hayır eyle biz sana ve senin indireceğin her hayra muhtacız deme hakkına sahiptir. Bu istek ve duanın karşılığı olacaktır. Ancak yaşamı dünyaya kazıklar çakmak ve yeryüzünde debelenerek insanlara gösteriş ve ifsatla yaşamış olanlar yolun sonuna vardıklarında, hesap görücü olarak Allah olduğunu anladıklarında başka seçenekleri de kalmadığı için rabbim biz sana geldik sonumuzu hayır eyle anladık ki her şey bomboş demeleri ne kadar sahici olabilir ki! Damarlardan kan çekildiğinde, ayaklar vücudu taşımaz olduğunda eller yerinden kalkıp bir şeyi almaktan aciz düştüğünde, baş vücuda yük olduğunda, seçenekler yok olup sadece önümüzde hesap görücü olanın muhteşem vadi gözle görüldüğünde ben de sana geldim Allah’ım beni affet dediğimizde, daha önce imkanların varken koşarken ele avuca sığmazken havada vurup tavada yerken neredeydin derse ne olacak halimiz…Onun içindir ki, rabbimiz sonumuzu hayır eyle demeden önce hayır üzere yaşayalım ki, rabbimiz bizi girdirdiğin hayata ve çıkardığın hayattan hayır ile çıkar ve bizi sonlarını hayır eylediğin kullarından eyle diyebilecek yüzümüz olsun…Yoksa diğerlerinden bahtımıza ne çıkar onu bilemem.

Yol yakın hayat kısa, zamanı boşa harcayarak çıkmayalım yaratanın huzuruna sonra avucumuzu yalamak çıkar bahtımıza…” İnsana ancak emeğinin karşılığı vardır. İsteklerin kölesi olarak yaşamış, o isteklerin emirleri doğrultusunda oradan oraya haydut gibi koşan bir mendebur olup çıkmış olanlar, emeğinin karşılığı olanlara sahip olmadıklarından hem burada hem de gittikleri yerde iflas bayrağını çekerler. Sonrasındaki hayıflanmaları onları kurtarmayacaktır. Yaşarken idrak edenlerden olmamız ümidiyle Rabbim sonumuzu hayır eyle diyebilecek yüzle bizleri huzuruna çıkarsın…Selam ve dualarımla!

Erol KEKEÇ/25.04.2021/19.12


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!