Bu Blogda Ara

12 Nisan 2021 Pazartesi

FIKIH YAŞAMDAN DOĞAR!

Belli bir dönemde sorunları çözmek için oluşturulmuş fıkhi yaklaşımlar, bir dinin tüm müntesipleri için geçerli bir yasa olarak görülürse o yasayı delmek insanların en tabii hakları olur. Fıkıh yaşamdan doğar, yaşamı yönetmek için önceden konulan kurallar değildir. Önceden yaşamın ilkeleri ve hudutları bellidir. Ancak o hudutlar içinde yaşam devam ederken problemler ortaya çıktığı zaman, bu problemlerin çözümü için fıkıh doğar. Her dönemin fıkhı o dönemi bağlar. Ancak o fıkhın omurgasını oluşturan ilkeler her dönemde hayatta karşılığı olmalıdır.

Sorgulayan anlayan tefekkür eden insanlar her yaşam içinde çok sınırlı olmasına rağmen, sorgulamadan duyduklarına iman ederek kayıtsız şartsız geri vitesleri olmadan yaşayan yığınlar ise hayli fazladır. Yığınların söz sahibi olduğu mütefekkirlerin yığınların isteklerine göre görüş beyan etmesi istenilen ortamlarda yangınlar söndürülemez. Bu yangınlar devam ettiği sürece verimli bir düşüncenin böylesi ortamlara tohum saçmasını beklemekte imkansızdır. Attığınız tohumlar çoğu kere sizi yakmak için bir kıvılcım da olabilir. Bunun en açık örneği, Hz. Ali ile Muaviye arasındaki çatışmada, Ali’nin tarafında oldukları halde bir anda Ali düşmanı olan Harici yığınlar, uyarıcı-organizma-davranış sürecine göre işleyen bir beyne sahip olduklarından ruhları sükunetten yoksundur. Bu yığınlar her dönemde oluşabilir, anlık oluşurlar ve muhakemeden yoksun olduklarından mütefekkirler çoğu kere bunların düşmanı olup çıkar.

1990 ile 2000 yılları arasında Güneydoğuda Hizbullah ismindeki yığınların ortaya koyduğu yaşam modeli tarihteki üstatlarından hiç de farklı değildi. Çünkü doğru sadece onların bildiği ve onun dışında başka bir doğrunun olma imkânı yoktu. Hatta doğrudan bahsedenler, doğrudan düşman sınıfında görülebiliyor ve katli vacip oluyordu. Bu şekilde nice masum insanların öldürüldüğüne şahidim. Şahit olduğum olaylardan birisini, yolculuk sırasında yanımda oturan Hizbullah mensubu olduğunu bildiğim bir kişi ile paylaşarak görüşümü beyan ettiğimde, oradaki Müslümanlar bu işin doğrusunu biliyorlar yapmışlarsa karşı taraf hak etmiştir demişti. Bunun üzerine peki bir insanı kasten öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir dediğimde ayet bizler için değil, çünkü orada bir halife seçilmiştir onun dediklerine uymayanların öldürülmesi vaciptir. Bu anlayışlara baktığımızda bunlar kendi yaşamları içinden kendi sorunlarıyla alakalı bir çözüm oluşturmuyorlar, var olan kitaplara sıkıştırılarak günümüze kadar gelmiş ve onlara uymak her Müslüman için farz hükmünde olan bu anlayışların çıkaracağı hayat ancak böyle bir toplum inşa eder. Yani fıkıh kitaplarına göre inşa ettiğiniz toplum o kitaplara göre yaşadığı zaman, o kitapları temel kaynak kabul edenlerin şaşkınlıklarını anlamak mümkün değil…Bazen duyarsınız bunlar nasıl oldu böyle bir anlayışa nasıl gelindi diye yakınmaları…

DEAŞ veya İŞİT diye bilinen örgütte tam böylesi bir fıkhın oluşturduğu yaşamdan oluşmaktaydı. Kaynağınız berrak ve apaçık olan Allah’ın kitabı ve kâinat yasaları olmazsa, tarihten gelen karanlık oyunların tezgahladığı sahneler sizin temel kaynaklarınız olup çıkar. O zaman da hangi oyunlarla karşı karşıya kalacağınızın hesabını yapamazsınız…İŞİD kendi menfaatleri için olan her şeyi mubah gören bir anlayış geliştirdi. Gittikleri her yerde kadınları kızları cariye olarak alıp kullandılar ve sonrasında da başkalarına paralar karşılığı sattılar. Ezidilere ne yaptığını söylemekten utanç duyuyorum. Bu anlayışların temelinde önceden söylenmiş sözlerin evrensel bir fıkıh olarak dayatılmasının olduğunu biliyoruz.

İslam, doğrudan fertleri hedef alan ve onları geliştirip olgunlaştıran bir sistemdir. Olgunlaşmamış bireylerle, olgun bir toplum oluşturamazsınız. Ancak cahil taş kafalarla taşlaşmış ortamlara yeni taşlar taşırsınız. Taşların her ortam ve şartta nasıl kullanılacağı ve parçalanacağı da bellidir. İslam alemi diye bildiğimiz ve bizim de bu alemin bir parçası olduğumuz yaşam, Yaratıcı ile aralarına koydukları duvarları yıkmadan başka duvarları asla yıkamazlar. Yaratıcı ile araya konulan bu kutsallık kazanan fetvaların cenderesinden çıkarak öncelikle insan gibi yaşamaları gerekir ki, İslam’la müşerref olmak için bir adım atmış olsunlar…İslam’ın hayata dokunmayan bir din olduğu ortamlar hangi fetvaya göre hareket ederlerse etsinler bedevi dinci bir zümre olmanın ötesinde başka isimle adlandırılamazlar. İslam Medeniyet oluşturur. İslam olduğunu söyleyen toplum ve cemaatler, Medeniyetin çok uzağında konaklamışlarsa İslam onları asla tanımlamaz. İslam, barış kardeşlik, sulh, selamet, dayanışma birlik beraberlik, yardımlaşma, eminlik ve diriltme dinidir. Eğer savaş ve cinayetler barış ve diriltmeden çok ilerdeyse o dinin genlerine iyi bakmak ve kontrol etmek gerekir. Genetiği İslam olmayanların görüntüleri sizi aldatmasın…

Kendi inandıklarını başkalarına dayatarak benimsemeyenleri öldüren bir din, Allah’ın dini olabilir mi asla! “Din de ikrah ettirmek yoktur, doğruluk sapıklıktan ayrılmıştır, kim Tağuta küfreder, onu yok sayar hayatından atar ve Allah’a yönelirse o kopması imkânsız bir bağla Allah’a bağlanmıştır……” Yani apaçık hakikat ortadadır kim neye inanırsa inansın o insanın kendi iradi seçimidir. İnsanların iradi seçimlerinin karşılığını dünyada ödetmek için yaratıcı bir grubu görevlendirmedi…” Ey İnsan hangi yoldan gidersen git muhakkak ki, sen Rabbine varan bir yolda çabalayıp durmaktasın sonuçta Ona varacaksın…” Peki insana ne oluyor…

Allah’ın Resulünün hayatına bakarsanız onun yaşamında dini egemen kılmak için bir savaş asla olmamıştır. Onun Cihatları tamamıyla, kendilerini düşman kabul edip saldıranlara, ihanet edip tuzak kuranlara, Mazlumları ezerek, Allah’ın mesajıyla insanların buluşmasını engellemeye çalışan zalimlerle olmuştur. Resulullah’ın hayatında saldırı amaçlı bir savaş var o da Mekke’nin Fethidir. Onda da zaten kan dökülmemesine çok dikkat edilmiş ancak yok denecek düzeyde bir kan akmıştır. Peki bu saldırının sebebi nedir diye sorulacak olursa, İşgal edilmiş olan yurtlarını yeniden alma ve kendi vatanlarına sahip çıkma savaşıdır. Vakti zamanında orada yaşarken yurtlarından çıkarılmışlardı, misliyle karşılık verildi ne zaman güç ve imkana kavuştuklarında…Toprak almak ve dini zorla kabul ettirmek için Allah adına cihat yaptığını söyleyenler, batıl bir din uğruna savaştıklarını bilmeleri gerekir…

İnsanları diriltmek ve huzur içinde yaşatmak için insanlığa gelen bir dini, terörle bağdaştırmak ve tüm terör örgütleriyle ilişkilendirerek aleyhte propaganda yapmak, bu dinle yapacağı mücadeleyi peşin kaybetmiş anlayışların işidir. Ancak bu dine mensup olduklarını sanan cühela grubu bunlar tarafından kullanılarak, dinle insanların tanışmasının önü tıkanmaktadır.

Biz sizi ve taptıklarınızı yok sayarak Yerin ve Göklerin Rabbi Allah’a gidiyoruz diyerek, yeryüzünde hakkı ile şahitlik yapacak ilmiyle amel eden duruşlarıyla insanlığa örnek olan, eminliklerinden dolayı her ortamda yedi emin olarak görülen, her kargaşanın tek hakemi olarak baş vurulan, tüm toplumların onlara bakarak hayatlarının saatini ayarladıkları Orta bir Ümmet olarak ortaya çıktığımız zaman, tüm bulutlar dağılacak ve yerleri Allah’ın rahmeti kuşatacaktır…Bunda zerre kadar şüphem olmadığını tüm hücrelerimle yemin ederek onaylarım…

Bunun   yolu kurtarıcı beklemekten geçmez, her insan kendisi kurtulduğunda kurtulanlar başkalarının da kurtulmasına bir ışık olur… Şairin deyimiyle,” Sen yanmasan ben yanmasam O yanmasa nasıl çıkar bu karanlıklar aydınlığa…”

“Her hareket bir insanın ayağa kalkışıyla başlar…” Herkesi o bir insan olmaya davet ediyorum var mısınız?

Erol KEKEÇ/11.04.2021/22.21


11 Nisan 2021 Pazar

AYKIRI MANİFESTO (Yaşama dair)

Bir düşünce ve yaşam, var olan yaşamlara göre kendisini tanımlar ya da onların alternatifi olduğunu iddia ederek varlığını kanıtlamaya çalışırsa, her dönemde kendi özünden kaynaklanan bir varlık oluşumundan mahrum kalır. Batı karşısında, batının değer ve kavramlarını yaşayarak farklı bir paradigma oluşturma hevesi içinde olan İslami düşünce, kendisi olmadan kendisini başkalarıyla zemmederek çözülmenin onayını yapmış olur.

Batının hiçbir ürünü yoktur ki onun ontolojik sürecini ortaya çıkaran bir felsefi alt yapısı olmasın. Kendi felsefi yaşam denklemine göre sorunlarını çözmeye çalışan batı, bu değer sistemini tüm dünyaya evrensel bir değer gibi ihraç ederek, diğer toplumlara da bunu sindirtmeyi başarmıştır. Bu başarı, İslam ülkesi olarak adlandırılan tüm toplumlarda rahatlıkla görebileceğiniz bir kültür olarak yaşam alanlarında görülmektedir. Ör. demokrasi havarisi olanlara bakarsanız bunların daha çok İslam toplumları olduğunu görürsünüz. Bu topraklardaki yönetimler genellikle Totaliter baskıcı diktatörlerden oluştuğu için, bunların zulmünden bıkan toplumlar, adı ve düşüncesi ne olursa olsun bunun karşısına hemen demokrasi ile çıkıyor ve onların tek rakibinin bu olduğunu iddia edebiliyor…Acaba gerçekten öylemi değil mi diye kendilerine ait bir yönetim anlayışı geliştiremediklerinden tek kurtuluş olarak demokrasiye sarılıyorlar. Demokrasinin kökeni ve anavatanı olan batı kendi içinde bunun bir tanımını yapsa da o tanım kendi değer sistemi içinde ona biçilen bir elbisedir. Oysa batının yaşamına yön veren teokratik dini değerler ile İslam’ın aynı olmadığı ve bu sistemle benzeşen bir kapalı devre sisteminin olduğu asla düşünülemez.

İslam, doğrudan insanın özgürlüğü üzerine yaşam alanlarına bir farklılık getirmeye çalışan dindir. Yani İnsanların toplumsal kabullerinden yola çıkarak onlara kendisini dayatan bir anlayış değildir. İslam İnsanların bireysel tercih ve kabullerinden sonra, bu bireysel kabulleri ortak bir değer etrafında ilkeli olarak birleştiren evrensel değerleri olan anlayış ve yaşamdır. Onun içindir ki,” Bilmediğin bir şeyin ardına düşme, zira göz, kulak ve kalp ondan sorumludur…” İlkesi insanın tercihleriyle kendi yaşamına yön verecek yönetim anlayışını da kolektif iradenin kolektif davranışa dönüşmesiyle ortaya çıkacağını anlattığını görmekteyiz. Durum böyle olunca, Demokrasinin özgürlük ve seçim hakkı gibi, insanların duygularını kabartan yönleri, İslam’ın insanlığa getirdiği yaşamın genişliğinin yanında esamisi bile okunmaz. Burada anlatmak istediğim, kendi değer sistemlerinden habersiz yaşayanların başkalarının dayattığı ya da farkında olmadan bizlerin onu içselleştirerek arkasına sığındığımız bu değerler, hakikaten bizim kendimize has kıldığımız değerlerimizi ne kadar ifade ediyor olabilirler.

Öncelikle, İslam’ın özgürlük kavramına yaklaşımı ile batının özgürlük kavramına yaklaşımlarına baktığımızda bunların birbiriyle örtüşmediğine şahit olmaktayız. İslam’ın özgürlük tanımı, Fıtratın sahip olduğu özellikleri o fıtratın yaşayacağı alanlarda, herhangi bir sınır koymadan fıtrat yatağını her türlü etkileyicilerden arındırmaktır. “Allah yarattı ve hedefini gösterdi…” Buyruğuna uygun yaşam alanını oluşturmak Allah’ın bir emridir. Yani fıtratın kendisini değiştirmesine ve farklı kılıklara bürünerek kendisi dışında başkalarına öykünerek zoraki bir yaşamın kurbanı olacağı alanları seçmesine ortam hazırlamak aslında onu fıtratından uzaklaştırmak olur ki, bunun adı özgürlük olmaz. Ör. Kutuplarda yaşayanların istek eğilim yönelim ve tercihleri ile Ekvatorda yaşayanların durumunun aynı olmasını bekleyemezsiniz. Ekvatorda yaşayanların hayatlarında belki de hiç kürk alma isteği olmayacakken, kutuplarda yaşayanların da tişört gibi giyeceklere yönelimlerinin olmasını bekleyemezsiniz. Yani İnsanların fıtratlarının yaşadığı bünyeyi ve o bünyenin gelişimini tamamladığı coğrafyayı hayatlarından ayrı düşünemezsiniz. Dolayısıyla her ortamın aynı özelliklere ve uyaranlara göre biçimleneceğini sanmak ve onu da her ortama evrensel bir değer olarak dayatmak insanlığı imhaya götürmek olur.

İslam’ın fıtrata dönük eğitici ve geliştirici değerleri ile diğerlerinin felsefi alt yapıları birbiriyle uyuşmaz. Uyuşmadığı gibi çatışmaları ve kırılmaları da doğurur. Ancak İslam toplumu olarak varlık sahnesinde kendilerini tanımlayan toplumlar, kendi değerleri hakkında gerekli bilgi birikim ve entelektüel donanımlara sahip olmadıklarından, yaşadıkları toplumdaki diktatörlerden kurtulmak için, batının anlayışını tek kurtarıcı sistem olarak görüp ona sarılmakla aslında kendilerinin bir hiç olduklarını ortaya koyduklarından da habersizdirler. Batının Yönetim anlayışının temelinde dinden koparılmak istenen insanın dünya cennetine daldırılarak, doyumsuz bir yaşamın haz frekanslarının çetelesinin tapusunun sahiplendirilmesi yatmaktadır. Bu tapuya sahip olmak isteyen her insan, bu yönetim anlayışını mutlak kurtuluş reçetesi olarak görüp ona sarılmaktadır. Yani Batı, Yaratıcıya rağmen, ondan bağımsız yeryüzünde farklı bir cennet oluşturma derdindedir. Bu cenneti de tamamıyla seküler bir anlayışın kodlarına göre biçimlendirmektedir. Dolayısıyla ilahi olan ile Seküler olanın savaşı ortaya çıkmaktadır. Bu savaşın taraflarından hangisinin yanında olduğunuzu, sizin ortaya koyduğunuz yaşamınız ve nasıl bir yönetimle yönetilme arzunuz belirlemektedir.

İslam dünyası olarak bilinen Ulusal ya da feodal topluluklar henüz kendi yaşamlarıyla alakalı değer sisteminin kodlarının nasıl bir yönetim ortaya çıkardığını bilmeden kalkıp biz demokrasiyi İslamileştiriyoruz gibi basit ve sıradan sığ bakışlarla ortaya bir düşünce attığını sanıyor olmaları da bir o kadar komiktir. Geçmişte bu konuda, Tunus Nahda Hareketi Lideri merhum Gannuşi’nin demokrasiyi içselleştirme anlayışı da buna örnek olabilir. Türkiye’de zaten Müslüman kesimin sığındığı tek liman haline geldi. Hatta Merhum M. Mursi’nin Mısır’da Cumhurbaşkanı olduğu dönemde bizim Cumhurbaşkanı Mısıra gittiğinde Demokrasinin faydalarını ve nimetlerini (!)anlatarak Demokrasiye sahip çıkmalarını ve bir an evvel demokrasiye geçiş sürecinin tamamlanması gereğini anlatıyordu. Tüm bunlar neden oluyordu dersiniz, kendi düşünce sistemlerinden ve yaşamlarıyla iç içe olması gereken inanışlarından habersiz yaşayanlar ve onunla ilgili birikimlerden yoksun olurlarsa, doku uyuşmazlığı olan bu yönetim biçimlerine bel bağlayarak, batının başka yollarla sömüremediği toplumlar için icat ettiği yönetim anlayışının onayını size yaptırarak kendi elinizle sizi sömürebilecek meşru gerekçeler oluşturmasına fırsat oluşturursunuz.%51’in %49’un isteklerini dikkate almadan kendi hegemonyasının adı özgürlükçü bir yönetim oluyor da, Söz sahibi olanların, söz sahibi olamayanların haklarını en iyi şekilde koruması gerekli olan sistem, yani fıtrat kodlarına göre oluşan İnsani sistem neden  özgürlükçü olarak değerlendirilmez. Oysa en özgürlükçü sistem, Adaleti esas alan ve herkesi insan olarak görüp onların hak ve hukuklarını garanti altına alıp, can mal ve nesil güvenliğini sağlayan İnsan fıtratını esas alan sistemdir. Allah, bizden İnsanı, kaplamı en çok olan bir kavram olarak ele alıp, tüm düşünceleri bu kavram içinde özelliklerini kaybettirmeden adalet ölçeğinde herkesin rahatlıkla tartılacağı bir yönetimi bizlere öğütlemektedir. Eğer biz kendi kitabi ve peygamberi bir duruşa sahip o yaşamı hiçe sayar, kendimizi batının batmakta olan değerleriyle tanımlamaya kalkarsak şunu unutmayalım ki, yaşam alanındaki ismimiz tanımsız olacaktır.

İslam aleminin bu tanımsız yaşamdan çıkarak kobay olarak kullanılmaktan uzaklaşması gerekir. Diktatör yöneticilerin denendiği yer buralar, demokrasi dedikleri yeni sömürge yönetimlerinin denendiği yer burası, bilmem ki daha kaç çeşit yönetimler oluşturup bizim topraklarımızdaki insanları sömürmek için deney yapacaklar. Eğer bizler Yüksek basınç alanı oluşturamazsak şunu bilelim ki, dünyanın neresinde olursa olsun her türlü anlayış ve yaşamların konaklama yerleri bizler olacağız. Düşünsel ve entelektüel donanımlar açısından alçak basınç alanı olmaktan çıkıp yüksek basınç alanı oluşturmalıyız. O zaman göreceksiniz nereye hangi düşüncelerin bir sağanak olarak yağıp o topraklarda nasıl bir verimlilik oluşturduklarını…Yaşama giydirilen inanç şekil olmaktan çıkarılıp yaşamı yöneten bir sistem ve içselleştirilen yaşam manifestosu olmalıdır. Güven, eminlik, liyakat ahlak, erdem, saygı vs. değerlere dini bir kılıf geçirerek herkese vaazlar verilmemeli, yaşamda bunların ne olduğu sessiz adımlarla karşılık ve canlılık bulmalıdır. Kimseden yönetim ithal etmek zorunda kalmayız o zaman.

Tüm bunları gerçekleştirebilecek dinamizm bizde var ancak yeterli donanım ve entelektüel birikim olmadığı gibi temellendirilmekten uzak sadece günlük konuşmaların birer cüzü olan bilgiler var dağarcıklarımızda…Bir U dönüşü yaparak kendimize gelip nereye gidiyoruz diye bir soruyla irkildiğimizde sorumluluk duyan bilim adamlarımız, entelektüel birikimli aydınlarımız bu yükü omuzlayarak, merhum Raci El Faruki’nin “İslam Kültür Atlası” örneği gibi kuşatıcı  evrensel bir yaşamın fıtrat donatılarına göre hazırlanmış herkesi kucaklayan “İnsanca yaşama çağrı”vs. adı altında albenisi yüksek bir denklemi yönetim alanına çıkardıklarında batının dağları ve şehirleri yağış gönderen değil yağış alan yerler haline gelir. Yeter ki dik duralım ve kendimizi kendi değerlerimizle tanımlayacak izzeti yakalayarak batının sömürgeci anlayışlarına hayranlık beslemeyelim…

Erol KEKEÇ/11.04.2021/02.15

7 Nisan 2021 Çarşamba

YAŞAMA HÜKMEDEN DOĞRU NEDİR?

Bir yaşam atmosferinde değerlendirme yaparken zihin kalıplarından fışkıran akıl doğrularına göre değerlendirme yaptığımızdan, bu bilgilerin gerçekliğiyle uyuşmadığına çoğu zaman şahit olduğumuzdan elde ettiğimiz bilgi doğrularına da kuşkuyla yaklaşır olduk...Bu durum insanlar arasındaki güven bunalımını da beraberinde getirmektedir. Güvenin kaybolduğu ortamlarda sevgi kendiliğinden, hayat damarlarından çekilen kan gibi, yaşamı terk eder. Onun için hayatımızı üzerine oturtacağımız bilgilerimiz temellendirilmiş bilgi doğrularına ait doğrular olmak zorundadır. Çünkü akıl doğruluğu, doğruluğunu kaybetmiştir. Yani analojik bir çıkarıma dönüşmüştür. Analojik çıkarımların en belirgin yanı, bilinen benzerliklerden yola çıkarak birinde olduğunu bildiğimiz ama diğerinde olup olmadığını bilmediğimiz konu hakkında mantıki çıkarımlar yapmaktır.

İslam dünyasının içinde bulunduğu kaotik bunalım kültürünün temelinde de akıl doğrularının egemen olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Örneğin, Namaz insanları kötülüklerden alıkoyar, İslam dünyasında neredeyse insanların çoğu namaz kılmaktadır, o halde İslam dünyasında kötülüklere pek rastlanmaz. Bu çıkarım tamamıyla akıl doğruluğuna dayanan bir çıkarımdır. Bu çıkarımın doğruluğu, mantıksal bir süreç takip etmesi ve mantık kurallarına uygun bir çıkarım olmasıdır. Yani yaşamla doğrudan örtüşen bir bilgi değildir. Dolayısıyla bu bilgiler üzerine oturmuş hayatların ortak yaşam felsefesi, onları geleceğe taşımaz. Yaşam alanlarında var olan bilgiler kalıplar halinde ortaya çıkan teorik manifesto ile o manifestonun bir bağlısı olarak görülen insanların yaşamları aynıymış gibi değerlendirildiğinden, çatışmalı yaşamlara çokça şahit olmak mümkündür. Yani İslam doğruluk dinidir. Bu adam Müslümandır, o halde bu da doğrudur. Bu tür yargıların tümünün doğruluğu, mantık doğruluğudur. Mantık doğruluğu gerçeklikle ilişkisi olmayabilir her zaman gerçekle örtüşmesini beklemek ve uyuşmuyorsa güven bunalımı yaşamak zihin bunalımları oluşturur. Onun içindir ki, mantık doğruluğu yeni bir bilgi vermez, sadece var olan ilkeleri tekrar ifade etme ve o ilkelerden bir sonuca gitme üzerine kurulur. İlkeleri gündem yaparak, İslami yaşamın, bu ilkelere göre oluşan bir yaşam olduğu için, uyulması gerekli mutlak doğrular gibi, başka düşünce ve anlayışlara dayatılan bir baskınlık kurması asla doğru değildir. Bir yaşam hakkında yargıda bulunacağımız anlatımlar doğrudan bilgi doğrularından oluşan doğrular olmalıdır. Bilgi doğrusu, eylem ile düşüncenin örtüşmesi ya da nesnenin yargısıyla uyum içinde olmasıdır. Eğer böyle bir örtüşme söz konusu değilse, o yaşamlar insanlığa ışık olacak hücreleri içinde barındırmaz. “Yapmadığınız şeyleri neden söylersiniz…” Ayeti tam da buna bir örnektir. “Müslüman insan, yalan söylemez. Yargısında insanlık için bir bilgi verilmektedir; o bilgi yalanın Müslümanın hayatında olmamasıdır. Şayet Müslüman olduğu halde yalan söylüyorsa o zaman düşüncenin kendisi ile o düşünceyi temsil eden kişinin yaşamı örtüşmediğinden, Müslüman yalan söylemez yargısı, doğru doğruluk değeri taşımaz. O zaman bu yargıyı şöyle düzeltmek gerekliliği doğar,” İnsan yalan söylemediği zaman Müslüman olur. Bu değişim de yaşamlara hükmetmesi istenilen değerlerin yaşamda karşılığının ne kadar olduğunu ortaya çıkarır. Yaşamda karşılığı olmayan düşünce ve inanç sorumlu tutulmaz ve yargılama sahnesinden geriye çekilir.

Bunun bilinmesinin faydası ne olabilir diyebilirsiniz, ancak şunu idrak etmek gerekir ki, okunan kitaplardaki genel bilgilerden yola çıkarak Müslümanım diyen her insanı, bu genel kitabi bilgilerin taşıyıcısı olarak görmek ve öyle algılamak gerçek yaşamla yüzleştiğimizde aksi bir durumla karşılaşıldığında şok yaşamamak için çok gereklidir. Yani her kitabi bilgi doğru sonuca götürmez, onun için doğruluğu daha çok bilgi doğrusunda aramak gerektiğini düşünüyorum…” kar beyazdır, yargısı gözlem ve tecrübeye dayanan bir bilgidir. Ayrıca bu yargıda, nesne yani gerçeklik hakkında bilgi veren yargı, gerçekliğin var olan bir özelliğini anlattığından yeni bir bilgi de vermektedir. Doğrudur çünkü yargı, bilgi verdiği gerçekliği anlatırken, bulunduğu iddia gerçekle uyum içindedir. Yani kar siyah değil beyazdır. Dolayısıyla doğru bir bilgidir. Bu örneğe de dikkat ettiğimiz de gerçeğe uymayan yani iddialar ile yaşamlar birbirini desteklemiyorsa yalan ve doğru olmayan bilgilerdir. Doğru olmayan bilgilerle doğru bir yaşamın denklemlerini asla çözemezsiniz. İslam dünyası yeniden çok ciddi beyin ve yürek formatlaması yapmak zorundadır. Müslüman ama olur öyle şeyler gibi sıradan basit sığ anlayışlarla bir hayatı iğdiş etme hakkına kimse sahip değildir. Eğer bir yaşam, toplumsal yaşama yönelik değerler barındırıyorsa, toplumsal boyutu olacak eylemlerin ortak refere edilecek bir kıstasının olması kaçınılmazdır. Oysa bireysel ibadi eylemlere dönük ortak kıstaslar oluşturulmuş, toplumsal yaşam alanıyla alakalı ortak kıstaslar hep göz ardı edilmiştir. Ondan sonra da İslam dininin toplumsal yaşama ait bir din olduğu anlatılır. Peki sormazlar mı, toplumsal yaşamı ilgilendiren bir dinin, toplumsal yaşama ait hiç ortak bir ölçüsü yok ama bireysel olarak yapmanız gereken eylemleri ortak bir ölçüye dönüştürerek sunmanız nasıl bir anlayış, siz bu dininizin nasıl olduğunu biliyor musunuz?

Adalet, hukuk, paylaşım, ekonomi, Sevgi Saygı, kardeşlik, dayanışma, Emanet, ehliyet vs. gibi konularda ortak bir ölçü koyamayan bir din, insanların ferdi olarak rableriyle baş başa kalacakları ibadetlerine ortak toplumsal bir ölçü koyuyorsa bu anlayış bu dinin özüne ters bir algıdır. Bu mantığın oluşmasının temelinde ise, sorgulamaktan uzak, akıl doğrularıyla bir yaşam oluşturmanın getirdiği olumsuzluklar vardır.

Diyeceğim odur ki, bir yaşamın geleneksel ve kültürel olarak kuşaklara aktarılmasını ve bu aktarımın da doğru kodlarla sonrakiler tarafından alınmasını istiyorsak, nasıl bir doğruluğa sahip hayatın taşıyıcıları olduğumuzu idrak etmek zorundayız. Doğruluğu inandırıcı olmayan yeni bir bilgi vermekten uzak, gerçekliğiyle uyumlu olmayan ve bireysel sorumlulukları toplumsal yaşam denklemi haline getirerek, onlar için de belli kıstaslar koyarak o kıstaslar terk edildiği takdirde dinin anlamsızlaşacağını anlatan tavır ve eylemlerden kurtularak fıtrat genleriyle uyum içinde olan yargıları taşıyan fertler olmalıyız. İşte o zaman ancak Müslüman şu özelliktedir diyebiliriz. Çünkü yaşayan Müslüman ile Fıtrata hitap eden kitabın ayetleri birbiriyle örtüşür ve bu örtüşme yepyeni bir gelenek ortaya çıkarır. Bu geleneğin dalga dalga yayılmasıyla İslam dünyası denilen dünya doğar sonrasında Fıtrat güneşi tüm insanlığı kuşatan bir ışığa dönüşür. Bunun için yapılması gereken tek şey “Eylemler ile düşüncenin örtüşmesi, yani fıtratın sahibinin yazılımının yaşama aktarılmasıdır.” Ey iman edenler yapmayacağınız şeyleri niçin söylersiniz, Allah katında en sevilmeyen şey yapmadıklarınızı söylemektir…”  “İnsanlara iyiliği anlatıyorsunuz da kendinizi unutuyor musunuz, Kitabı da okuyorsunuz hala aklınızı başınıza almayacak mısınız…”

Erol KEKEÇ/07.04.2021/00.20



"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!