Bu Blogda Ara

11 Nisan 2021 Pazar

AYKIRI MANİFESTO (Yaşama dair)

Bir düşünce ve yaşam, var olan yaşamlara göre kendisini tanımlar ya da onların alternatifi olduğunu iddia ederek varlığını kanıtlamaya çalışırsa, her dönemde kendi özünden kaynaklanan bir varlık oluşumundan mahrum kalır. Batı karşısında, batının değer ve kavramlarını yaşayarak farklı bir paradigma oluşturma hevesi içinde olan İslami düşünce, kendisi olmadan kendisini başkalarıyla zemmederek çözülmenin onayını yapmış olur.

Batının hiçbir ürünü yoktur ki onun ontolojik sürecini ortaya çıkaran bir felsefi alt yapısı olmasın. Kendi felsefi yaşam denklemine göre sorunlarını çözmeye çalışan batı, bu değer sistemini tüm dünyaya evrensel bir değer gibi ihraç ederek, diğer toplumlara da bunu sindirtmeyi başarmıştır. Bu başarı, İslam ülkesi olarak adlandırılan tüm toplumlarda rahatlıkla görebileceğiniz bir kültür olarak yaşam alanlarında görülmektedir. Ör. demokrasi havarisi olanlara bakarsanız bunların daha çok İslam toplumları olduğunu görürsünüz. Bu topraklardaki yönetimler genellikle Totaliter baskıcı diktatörlerden oluştuğu için, bunların zulmünden bıkan toplumlar, adı ve düşüncesi ne olursa olsun bunun karşısına hemen demokrasi ile çıkıyor ve onların tek rakibinin bu olduğunu iddia edebiliyor…Acaba gerçekten öylemi değil mi diye kendilerine ait bir yönetim anlayışı geliştiremediklerinden tek kurtuluş olarak demokrasiye sarılıyorlar. Demokrasinin kökeni ve anavatanı olan batı kendi içinde bunun bir tanımını yapsa da o tanım kendi değer sistemi içinde ona biçilen bir elbisedir. Oysa batının yaşamına yön veren teokratik dini değerler ile İslam’ın aynı olmadığı ve bu sistemle benzeşen bir kapalı devre sisteminin olduğu asla düşünülemez.

İslam, doğrudan insanın özgürlüğü üzerine yaşam alanlarına bir farklılık getirmeye çalışan dindir. Yani İnsanların toplumsal kabullerinden yola çıkarak onlara kendisini dayatan bir anlayış değildir. İslam İnsanların bireysel tercih ve kabullerinden sonra, bu bireysel kabulleri ortak bir değer etrafında ilkeli olarak birleştiren evrensel değerleri olan anlayış ve yaşamdır. Onun içindir ki,” Bilmediğin bir şeyin ardına düşme, zira göz, kulak ve kalp ondan sorumludur…” İlkesi insanın tercihleriyle kendi yaşamına yön verecek yönetim anlayışını da kolektif iradenin kolektif davranışa dönüşmesiyle ortaya çıkacağını anlattığını görmekteyiz. Durum böyle olunca, Demokrasinin özgürlük ve seçim hakkı gibi, insanların duygularını kabartan yönleri, İslam’ın insanlığa getirdiği yaşamın genişliğinin yanında esamisi bile okunmaz. Burada anlatmak istediğim, kendi değer sistemlerinden habersiz yaşayanların başkalarının dayattığı ya da farkında olmadan bizlerin onu içselleştirerek arkasına sığındığımız bu değerler, hakikaten bizim kendimize has kıldığımız değerlerimizi ne kadar ifade ediyor olabilirler.

Öncelikle, İslam’ın özgürlük kavramına yaklaşımı ile batının özgürlük kavramına yaklaşımlarına baktığımızda bunların birbiriyle örtüşmediğine şahit olmaktayız. İslam’ın özgürlük tanımı, Fıtratın sahip olduğu özellikleri o fıtratın yaşayacağı alanlarda, herhangi bir sınır koymadan fıtrat yatağını her türlü etkileyicilerden arındırmaktır. “Allah yarattı ve hedefini gösterdi…” Buyruğuna uygun yaşam alanını oluşturmak Allah’ın bir emridir. Yani fıtratın kendisini değiştirmesine ve farklı kılıklara bürünerek kendisi dışında başkalarına öykünerek zoraki bir yaşamın kurbanı olacağı alanları seçmesine ortam hazırlamak aslında onu fıtratından uzaklaştırmak olur ki, bunun adı özgürlük olmaz. Ör. Kutuplarda yaşayanların istek eğilim yönelim ve tercihleri ile Ekvatorda yaşayanların durumunun aynı olmasını bekleyemezsiniz. Ekvatorda yaşayanların hayatlarında belki de hiç kürk alma isteği olmayacakken, kutuplarda yaşayanların da tişört gibi giyeceklere yönelimlerinin olmasını bekleyemezsiniz. Yani İnsanların fıtratlarının yaşadığı bünyeyi ve o bünyenin gelişimini tamamladığı coğrafyayı hayatlarından ayrı düşünemezsiniz. Dolayısıyla her ortamın aynı özelliklere ve uyaranlara göre biçimleneceğini sanmak ve onu da her ortama evrensel bir değer olarak dayatmak insanlığı imhaya götürmek olur.

İslam’ın fıtrata dönük eğitici ve geliştirici değerleri ile diğerlerinin felsefi alt yapıları birbiriyle uyuşmaz. Uyuşmadığı gibi çatışmaları ve kırılmaları da doğurur. Ancak İslam toplumu olarak varlık sahnesinde kendilerini tanımlayan toplumlar, kendi değerleri hakkında gerekli bilgi birikim ve entelektüel donanımlara sahip olmadıklarından, yaşadıkları toplumdaki diktatörlerden kurtulmak için, batının anlayışını tek kurtarıcı sistem olarak görüp ona sarılmakla aslında kendilerinin bir hiç olduklarını ortaya koyduklarından da habersizdirler. Batının Yönetim anlayışının temelinde dinden koparılmak istenen insanın dünya cennetine daldırılarak, doyumsuz bir yaşamın haz frekanslarının çetelesinin tapusunun sahiplendirilmesi yatmaktadır. Bu tapuya sahip olmak isteyen her insan, bu yönetim anlayışını mutlak kurtuluş reçetesi olarak görüp ona sarılmaktadır. Yani Batı, Yaratıcıya rağmen, ondan bağımsız yeryüzünde farklı bir cennet oluşturma derdindedir. Bu cenneti de tamamıyla seküler bir anlayışın kodlarına göre biçimlendirmektedir. Dolayısıyla ilahi olan ile Seküler olanın savaşı ortaya çıkmaktadır. Bu savaşın taraflarından hangisinin yanında olduğunuzu, sizin ortaya koyduğunuz yaşamınız ve nasıl bir yönetimle yönetilme arzunuz belirlemektedir.

İslam dünyası olarak bilinen Ulusal ya da feodal topluluklar henüz kendi yaşamlarıyla alakalı değer sisteminin kodlarının nasıl bir yönetim ortaya çıkardığını bilmeden kalkıp biz demokrasiyi İslamileştiriyoruz gibi basit ve sıradan sığ bakışlarla ortaya bir düşünce attığını sanıyor olmaları da bir o kadar komiktir. Geçmişte bu konuda, Tunus Nahda Hareketi Lideri merhum Gannuşi’nin demokrasiyi içselleştirme anlayışı da buna örnek olabilir. Türkiye’de zaten Müslüman kesimin sığındığı tek liman haline geldi. Hatta Merhum M. Mursi’nin Mısır’da Cumhurbaşkanı olduğu dönemde bizim Cumhurbaşkanı Mısıra gittiğinde Demokrasinin faydalarını ve nimetlerini (!)anlatarak Demokrasiye sahip çıkmalarını ve bir an evvel demokrasiye geçiş sürecinin tamamlanması gereğini anlatıyordu. Tüm bunlar neden oluyordu dersiniz, kendi düşünce sistemlerinden ve yaşamlarıyla iç içe olması gereken inanışlarından habersiz yaşayanlar ve onunla ilgili birikimlerden yoksun olurlarsa, doku uyuşmazlığı olan bu yönetim biçimlerine bel bağlayarak, batının başka yollarla sömüremediği toplumlar için icat ettiği yönetim anlayışının onayını size yaptırarak kendi elinizle sizi sömürebilecek meşru gerekçeler oluşturmasına fırsat oluşturursunuz.%51’in %49’un isteklerini dikkate almadan kendi hegemonyasının adı özgürlükçü bir yönetim oluyor da, Söz sahibi olanların, söz sahibi olamayanların haklarını en iyi şekilde koruması gerekli olan sistem, yani fıtrat kodlarına göre oluşan İnsani sistem neden  özgürlükçü olarak değerlendirilmez. Oysa en özgürlükçü sistem, Adaleti esas alan ve herkesi insan olarak görüp onların hak ve hukuklarını garanti altına alıp, can mal ve nesil güvenliğini sağlayan İnsan fıtratını esas alan sistemdir. Allah, bizden İnsanı, kaplamı en çok olan bir kavram olarak ele alıp, tüm düşünceleri bu kavram içinde özelliklerini kaybettirmeden adalet ölçeğinde herkesin rahatlıkla tartılacağı bir yönetimi bizlere öğütlemektedir. Eğer biz kendi kitabi ve peygamberi bir duruşa sahip o yaşamı hiçe sayar, kendimizi batının batmakta olan değerleriyle tanımlamaya kalkarsak şunu unutmayalım ki, yaşam alanındaki ismimiz tanımsız olacaktır.

İslam aleminin bu tanımsız yaşamdan çıkarak kobay olarak kullanılmaktan uzaklaşması gerekir. Diktatör yöneticilerin denendiği yer buralar, demokrasi dedikleri yeni sömürge yönetimlerinin denendiği yer burası, bilmem ki daha kaç çeşit yönetimler oluşturup bizim topraklarımızdaki insanları sömürmek için deney yapacaklar. Eğer bizler Yüksek basınç alanı oluşturamazsak şunu bilelim ki, dünyanın neresinde olursa olsun her türlü anlayış ve yaşamların konaklama yerleri bizler olacağız. Düşünsel ve entelektüel donanımlar açısından alçak basınç alanı olmaktan çıkıp yüksek basınç alanı oluşturmalıyız. O zaman göreceksiniz nereye hangi düşüncelerin bir sağanak olarak yağıp o topraklarda nasıl bir verimlilik oluşturduklarını…Yaşama giydirilen inanç şekil olmaktan çıkarılıp yaşamı yöneten bir sistem ve içselleştirilen yaşam manifestosu olmalıdır. Güven, eminlik, liyakat ahlak, erdem, saygı vs. değerlere dini bir kılıf geçirerek herkese vaazlar verilmemeli, yaşamda bunların ne olduğu sessiz adımlarla karşılık ve canlılık bulmalıdır. Kimseden yönetim ithal etmek zorunda kalmayız o zaman.

Tüm bunları gerçekleştirebilecek dinamizm bizde var ancak yeterli donanım ve entelektüel birikim olmadığı gibi temellendirilmekten uzak sadece günlük konuşmaların birer cüzü olan bilgiler var dağarcıklarımızda…Bir U dönüşü yaparak kendimize gelip nereye gidiyoruz diye bir soruyla irkildiğimizde sorumluluk duyan bilim adamlarımız, entelektüel birikimli aydınlarımız bu yükü omuzlayarak, merhum Raci El Faruki’nin “İslam Kültür Atlası” örneği gibi kuşatıcı  evrensel bir yaşamın fıtrat donatılarına göre hazırlanmış herkesi kucaklayan “İnsanca yaşama çağrı”vs. adı altında albenisi yüksek bir denklemi yönetim alanına çıkardıklarında batının dağları ve şehirleri yağış gönderen değil yağış alan yerler haline gelir. Yeter ki dik duralım ve kendimizi kendi değerlerimizle tanımlayacak izzeti yakalayarak batının sömürgeci anlayışlarına hayranlık beslemeyelim…

Erol KEKEÇ/11.04.2021/02.15

7 Nisan 2021 Çarşamba

YAŞAMA HÜKMEDEN DOĞRU NEDİR?

Bir yaşam atmosferinde değerlendirme yaparken zihin kalıplarından fışkıran akıl doğrularına göre değerlendirme yaptığımızdan, bu bilgilerin gerçekliğiyle uyuşmadığına çoğu zaman şahit olduğumuzdan elde ettiğimiz bilgi doğrularına da kuşkuyla yaklaşır olduk...Bu durum insanlar arasındaki güven bunalımını da beraberinde getirmektedir. Güvenin kaybolduğu ortamlarda sevgi kendiliğinden, hayat damarlarından çekilen kan gibi, yaşamı terk eder. Onun için hayatımızı üzerine oturtacağımız bilgilerimiz temellendirilmiş bilgi doğrularına ait doğrular olmak zorundadır. Çünkü akıl doğruluğu, doğruluğunu kaybetmiştir. Yani analojik bir çıkarıma dönüşmüştür. Analojik çıkarımların en belirgin yanı, bilinen benzerliklerden yola çıkarak birinde olduğunu bildiğimiz ama diğerinde olup olmadığını bilmediğimiz konu hakkında mantıki çıkarımlar yapmaktır.

İslam dünyasının içinde bulunduğu kaotik bunalım kültürünün temelinde de akıl doğrularının egemen olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Örneğin, Namaz insanları kötülüklerden alıkoyar, İslam dünyasında neredeyse insanların çoğu namaz kılmaktadır, o halde İslam dünyasında kötülüklere pek rastlanmaz. Bu çıkarım tamamıyla akıl doğruluğuna dayanan bir çıkarımdır. Bu çıkarımın doğruluğu, mantıksal bir süreç takip etmesi ve mantık kurallarına uygun bir çıkarım olmasıdır. Yani yaşamla doğrudan örtüşen bir bilgi değildir. Dolayısıyla bu bilgiler üzerine oturmuş hayatların ortak yaşam felsefesi, onları geleceğe taşımaz. Yaşam alanlarında var olan bilgiler kalıplar halinde ortaya çıkan teorik manifesto ile o manifestonun bir bağlısı olarak görülen insanların yaşamları aynıymış gibi değerlendirildiğinden, çatışmalı yaşamlara çokça şahit olmak mümkündür. Yani İslam doğruluk dinidir. Bu adam Müslümandır, o halde bu da doğrudur. Bu tür yargıların tümünün doğruluğu, mantık doğruluğudur. Mantık doğruluğu gerçeklikle ilişkisi olmayabilir her zaman gerçekle örtüşmesini beklemek ve uyuşmuyorsa güven bunalımı yaşamak zihin bunalımları oluşturur. Onun içindir ki, mantık doğruluğu yeni bir bilgi vermez, sadece var olan ilkeleri tekrar ifade etme ve o ilkelerden bir sonuca gitme üzerine kurulur. İlkeleri gündem yaparak, İslami yaşamın, bu ilkelere göre oluşan bir yaşam olduğu için, uyulması gerekli mutlak doğrular gibi, başka düşünce ve anlayışlara dayatılan bir baskınlık kurması asla doğru değildir. Bir yaşam hakkında yargıda bulunacağımız anlatımlar doğrudan bilgi doğrularından oluşan doğrular olmalıdır. Bilgi doğrusu, eylem ile düşüncenin örtüşmesi ya da nesnenin yargısıyla uyum içinde olmasıdır. Eğer böyle bir örtüşme söz konusu değilse, o yaşamlar insanlığa ışık olacak hücreleri içinde barındırmaz. “Yapmadığınız şeyleri neden söylersiniz…” Ayeti tam da buna bir örnektir. “Müslüman insan, yalan söylemez. Yargısında insanlık için bir bilgi verilmektedir; o bilgi yalanın Müslümanın hayatında olmamasıdır. Şayet Müslüman olduğu halde yalan söylüyorsa o zaman düşüncenin kendisi ile o düşünceyi temsil eden kişinin yaşamı örtüşmediğinden, Müslüman yalan söylemez yargısı, doğru doğruluk değeri taşımaz. O zaman bu yargıyı şöyle düzeltmek gerekliliği doğar,” İnsan yalan söylemediği zaman Müslüman olur. Bu değişim de yaşamlara hükmetmesi istenilen değerlerin yaşamda karşılığının ne kadar olduğunu ortaya çıkarır. Yaşamda karşılığı olmayan düşünce ve inanç sorumlu tutulmaz ve yargılama sahnesinden geriye çekilir.

Bunun bilinmesinin faydası ne olabilir diyebilirsiniz, ancak şunu idrak etmek gerekir ki, okunan kitaplardaki genel bilgilerden yola çıkarak Müslümanım diyen her insanı, bu genel kitabi bilgilerin taşıyıcısı olarak görmek ve öyle algılamak gerçek yaşamla yüzleştiğimizde aksi bir durumla karşılaşıldığında şok yaşamamak için çok gereklidir. Yani her kitabi bilgi doğru sonuca götürmez, onun için doğruluğu daha çok bilgi doğrusunda aramak gerektiğini düşünüyorum…” kar beyazdır, yargısı gözlem ve tecrübeye dayanan bir bilgidir. Ayrıca bu yargıda, nesne yani gerçeklik hakkında bilgi veren yargı, gerçekliğin var olan bir özelliğini anlattığından yeni bir bilgi de vermektedir. Doğrudur çünkü yargı, bilgi verdiği gerçekliği anlatırken, bulunduğu iddia gerçekle uyum içindedir. Yani kar siyah değil beyazdır. Dolayısıyla doğru bir bilgidir. Bu örneğe de dikkat ettiğimiz de gerçeğe uymayan yani iddialar ile yaşamlar birbirini desteklemiyorsa yalan ve doğru olmayan bilgilerdir. Doğru olmayan bilgilerle doğru bir yaşamın denklemlerini asla çözemezsiniz. İslam dünyası yeniden çok ciddi beyin ve yürek formatlaması yapmak zorundadır. Müslüman ama olur öyle şeyler gibi sıradan basit sığ anlayışlarla bir hayatı iğdiş etme hakkına kimse sahip değildir. Eğer bir yaşam, toplumsal yaşama yönelik değerler barındırıyorsa, toplumsal boyutu olacak eylemlerin ortak refere edilecek bir kıstasının olması kaçınılmazdır. Oysa bireysel ibadi eylemlere dönük ortak kıstaslar oluşturulmuş, toplumsal yaşam alanıyla alakalı ortak kıstaslar hep göz ardı edilmiştir. Ondan sonra da İslam dininin toplumsal yaşama ait bir din olduğu anlatılır. Peki sormazlar mı, toplumsal yaşamı ilgilendiren bir dinin, toplumsal yaşama ait hiç ortak bir ölçüsü yok ama bireysel olarak yapmanız gereken eylemleri ortak bir ölçüye dönüştürerek sunmanız nasıl bir anlayış, siz bu dininizin nasıl olduğunu biliyor musunuz?

Adalet, hukuk, paylaşım, ekonomi, Sevgi Saygı, kardeşlik, dayanışma, Emanet, ehliyet vs. gibi konularda ortak bir ölçü koyamayan bir din, insanların ferdi olarak rableriyle baş başa kalacakları ibadetlerine ortak toplumsal bir ölçü koyuyorsa bu anlayış bu dinin özüne ters bir algıdır. Bu mantığın oluşmasının temelinde ise, sorgulamaktan uzak, akıl doğrularıyla bir yaşam oluşturmanın getirdiği olumsuzluklar vardır.

Diyeceğim odur ki, bir yaşamın geleneksel ve kültürel olarak kuşaklara aktarılmasını ve bu aktarımın da doğru kodlarla sonrakiler tarafından alınmasını istiyorsak, nasıl bir doğruluğa sahip hayatın taşıyıcıları olduğumuzu idrak etmek zorundayız. Doğruluğu inandırıcı olmayan yeni bir bilgi vermekten uzak, gerçekliğiyle uyumlu olmayan ve bireysel sorumlulukları toplumsal yaşam denklemi haline getirerek, onlar için de belli kıstaslar koyarak o kıstaslar terk edildiği takdirde dinin anlamsızlaşacağını anlatan tavır ve eylemlerden kurtularak fıtrat genleriyle uyum içinde olan yargıları taşıyan fertler olmalıyız. İşte o zaman ancak Müslüman şu özelliktedir diyebiliriz. Çünkü yaşayan Müslüman ile Fıtrata hitap eden kitabın ayetleri birbiriyle örtüşür ve bu örtüşme yepyeni bir gelenek ortaya çıkarır. Bu geleneğin dalga dalga yayılmasıyla İslam dünyası denilen dünya doğar sonrasında Fıtrat güneşi tüm insanlığı kuşatan bir ışığa dönüşür. Bunun için yapılması gereken tek şey “Eylemler ile düşüncenin örtüşmesi, yani fıtratın sahibinin yazılımının yaşama aktarılmasıdır.” Ey iman edenler yapmayacağınız şeyleri niçin söylersiniz, Allah katında en sevilmeyen şey yapmadıklarınızı söylemektir…”  “İnsanlara iyiliği anlatıyorsunuz da kendinizi unutuyor musunuz, Kitabı da okuyorsunuz hala aklınızı başınıza almayacak mısınız…”

Erol KEKEÇ/07.04.2021/00.20



5 Nisan 2021 Pazartesi

KURTARICILARI MI KORUYACAĞIZ SİSTEM Mİ KURACAĞIZ

Bir yönetim Hukuk devleti ise, yakınma ve kendi sorumluluk alanları sınırlı olanlara, Hukuk dışı bir eylemi anlatarak onların beklentilerine göre bir tavır belirlemeye kalkarsa hiçbir zaman onun hayatına hukuka dayanan bir tavır belirleme uğramaz. Bir sistem Hukuk çerçevesinde yaşamını devam ettiriyor, Hukukun belirlediği ölçüler içinde kurum ve kuruluşlarda herhangi bir aksama olmadan sistem işliyorsa, orada her kurum kendi sorumluluk alanlarındaki rollerini en iyi şekilde yerine getirerek, hariçten gazel okuyanların bu eylemlerine açık kapı bırakmaz. Ancak bir ortamda Hukuk dışı olan veya olabilecek düşünce ve eylemler hakkında insanlar yetki alanlarına girmemesine rağmen, söz sahibi oluyorlarsa, orada çok ciddi sistem problemi yaşanıyor demektir. Sistem probleminin yaşandığı ortamlarda sorunlar sorunları doğurur, sorun olmasa da bazen çok sorunlu bir yaşam varmış gibi puslu havalar oluşur. Bu sistem sorunlarını bazı yönleriyle irdelemekte fayda olacağı kanısındayım…

Hukuk devleti kanun devleti demek değildir. Her devletin kanunu vardır, devlet kendi varlığını devam ettirmek ya da yönetime egemen olanların bekasını sağlamak için halkın uyması gerekli olan kanunları bulunur. Bu kanunların varlık gerekçesi de doğrudan tüm insanların menfaatlerini korumak ve yaşamı mutlu kılmak için oluşturulmuş kanunlardan oluşmaz. Bu kanunların önemli varlık gerekçesi güce sahip olanların, bu güce muhalif olanları bastırmak için güç kullandıkları zaman, kullandıkları gücü meşru kılmak için oluşturulmuş birer paçavradan öteye geçmediğini bilmek gerekir. Geçmişte bu topraklarda, kılık kıyafet konusunda yeni gelen bir kıyafete muhalif olanların idam edildiğini hepimiz biliyoruz…Bunlar niçin oldu, güç kendisine muhalif olacakları sindirmek için kanunlar oluşturdu, kanunların özü tamamıyla tek taraflı yapılan bir sözleşme maddeleri gibiydi. O sözleşmeyi siz onaylamamış olsanız da güç sahibi o sözleşmeyi siz onaylamışsınız gibi kuvvet kullanarak muhaliflerini bastırıp imha etti. Bu imha sürecinin meşru olduğunu kanıtlamak için, kanunlara uygun olmayan eylemler olduğunu, bunları cezalandırdıklarını, her şeyin Hukuk çerçevesinde olduğunu anlattılar. Yani diyeceğim o ki, kanunların varlığı bir devletin Hukuk devleti olduğunun göstergesi asla olamaz.

Hukuk devleti, kanunları olan devlet değil, doğru işlerin olması yanlışların olmaması için adaletin herkes için geçerli olduğu ve hukuk önünde hiç kimsenin ayrıcalıklı bir yerinin olmadığı devlet demektir. Hukuk Devletinde, sistem önemli ve sistemin işleyişinin sürekliliği esastır. Şahısların o devlette önemi sistemin sürekliliğine sunduğu katkıyla ilişkilidir. Sistemin işleyişine katkı sunmayan da kendi değersizliğini kendisi ortaya koyar. Sistem onları zaten kendi içinden izole eder. Eğer bir sistemde şahıslar öncelikli algılanıyor ve o şahıslarla sistemin varlığının devamı gündeme geliyorsa, orada zaten sistem diye bir şey yok demektir. Sistemin tüm kurumlarında lakaytlık başlamış kimin eli kimin cebinde belli değilse, hadsizlik had safhaya çıkmış, vurgun talan, şahısları zenginleştiren, istediğine istediği imkanları sunan, istemediğini ölüme mahkûm eden bir yapı varsa, orada sistemin “s”sinden bile söz edemezsiniz. Sistemin işleyişi hukuk çerçevesinde oluyorsa, yanlışların bertaraf edilmesi o kadar zor olmaz. Ama sürekli yanlışların ve pisliklerin çoğaldığı ve yayıldığı bir ortam varsa orada herkesin kendi çıkar ve menfaatlerini korumak için kanunları kendilerine kalkan edinerek, insanları soymak için, kendi yaşamlarını meşrulaştırma çabasından söz edilebilir.

Sistem hukuk demektir aynı zamanda. Bir sistemin hangi noktasında hangi eylemin gerçekleşeceği biliniyor ve o eylem sonucunda ortaya çıkacak ürünün nerede nasıl değerlendirileceğine dair programlar yapılıyorsa bu bir hukuktur. Dolayısıyla her Hukuk bir sistemdir. “Hak geldi Batıl zail oldu”. Hak, düzendir, dengedir sistemdir. Batıl ise dengesizlik düzensizlik ve hukuksuzluktur. Dolayısıyla Hukukun olduğu yer, Hakka uygun olan yerdir. Orada kimsenin yaşamı ayrıcalıklı değildir. Ayrıcalık ancak emeğiniz ve onun karşılığı olarak size takdim edilecek ödüldür. Kendi toplumumuza bu değerler açısından baktığımız zaman nereye nasıl koyacağımızı şaşırmadığımı doğrusu söyleyemem, darul acayip bir yer olduğunda kuşkum yok ama ne olduğu konusunda net bir tanımlama çok zor. Dün ne idiyse bugün de freni patlamış bir araç gibi labirentin dibine doğru son sürat savruluyor, nerede nasıl duracak bilinmez ama yakıt tükendiği anda büyük bir kayaya toslayacağında şüphem yoktur.

Bir sistemin iç işleyişi ile ilgili bağlayıcı ve yaptırımı olan herkese aynı şartları sunan bir hukuku olur. Bu tüm kurumlara özgü kendi bünyesinde onun işleyişiyle ilgili de olur. Bunlar bir Hukuktur ve her açıdan bağlayıcılığı olmalıdır. Bizim toplumda bunların tamamı sadece lafı güzaf olarak var, ötesi yok varsa da ötekiler için geçerli(!) Hiyerarşik sistemin nasıl dizayn edildiğine bakıldığı zaman, insanların bu makamları nasıl ve hangi özelliklerinden dolayı işgal ettikleri anlaşıldığında ne kadar ciddi ve hukuki bir sistemde yaşadığımızı(!)da anlamış olacağız. Bu sistemler hep problem yumağıdır. Problemlerin çözülmesi için kimi getirirseniz getiriniz sadece verdiğiniz imkanlar ne kadar çok olursa geriye bırakacakları sorunlar da o oranda büyüyerek ve katmerlenerek devam eder. Yani az imkanlar sunduklarınız sorunları daha fazla büyütemezler, ancak imkânda sınır tanımadıklarınız sizleri içinden çıkılması çok zor problemlerle yüz yüze bırakarak sorunların çözümü için, sınırsız imkân tanıyan halklarına dönerek yine şikâyeti ona yaparlar. Bu durum tamamıyla psikolojik bir eğilimdir. Yani kişi bulunduğu ortamın derinliğini ve karanlığını fark ettiğinde bunun dibinin ne olacağını kestiremediği zaman sizinle sorunları paylaştığını zannedersiniz ama aslı öyle değildir; çaresizliğin getirmiş olduğu bir sığınma noktası olarak adresin sizi göstermesinden size gelir. Yani sistemsizlik sorunların çözümünde hayatın hiçbir noktasında ne zamanınızı ne de sermayenizi tüketmesin, İflas eden tacir gibi ne yapacağınızı şaşırırsınız mal bulsanız sermaye bulamazsınız, sermaye bulsanız emek bulamazsınız, emek bulsanız girişimcilik yönünüz zayıflar, kendi gölgenizden sakınır ve yok oluşun getireceği faturayı ödemeye mecbur kalırsınız. Demek ki, sistem üzere bir yaşamı oluşturmak her aklı başında varlığın sorumluluğudur. Sistem kurulduğunda ne olacak diyemezsiniz, o zaman toplumsal yaşamda sizin sahip olduğunuz mesleki statüleriniz ve doğuştan gelen konumunuz ya da hangi toplumsal katmandan geldiğiniz sizin yaşamınıza ne bir ayrıcalık getirir ne de sizi öteleyen bir durum olur. Toplumsal yaşam içindeki ayrıcalığınız sadece ve sadece bulunduğunuz konumdan dolayı rollerinizi ne kadar iyi oynadığınızdan, o rollerden dolayı kazanacağınız prestij olur. Bu saygınlık dışında sizin herhangi bir ayrıcalığınız olmaz bu da toplumsal yaşamda kenetlenme kardeşlik dayanışma ve hukuk etrafında bir mana bütünlüğünü oluşturur. Hukuktan kaynaklanan mana bütünlüğünün olduğu yerde adalet olur, paylaşım olur, dostluk olur, kaygı kuşku gerilim, paranoyak eylemler, toplumsal cinnet hastalıkları oluşmaz. Herkes yaşamayı severek yaşar, yaptığı işten tat alır, iletişim ve ilişkiler güçlenir aile, akrabalık ve dostluk bağları güçlü toplumsal farkındalık oluşturur. Medeni bir yaşamın örnek toplumu ortaya çıkar. Bunu yapmak çok mu zor asla, bilim adamları bilim adamı olursa, siyasetle ilgilenecekler, sistemin nimetlerini tepe tepe kullanacağı, har vurup harman savuracağı ve itibarını savurduklarıyla doğru orantılı görmezse, Din adamları dinin muhtevasını kendi bulunduğu ortama zarar gelir endişesiyle ağzının içinde dilini yamultmadığı zaman, Eğitimcilerin bir aydınlık açmak için aydınlatma fişeği gibi olduklarını idrak ettiklerinde, en önemlisi, Kurallar büyük hayvanların parçalayıp geçtiği ve küçük böceklerin takılıp kaldığı bir ağ olmaktan çıktığı zaman bu sistem kurulacaktır. Hiç kimseyi etnik kökeninden dolayı dışlamadan ve insan olmanın, herkes için eşit olmak için yeterli olduğu, toplumsal bir algı haline geldiği zaman sistem kendiliğinden kurulacaktır.

Sistemin neden böyle sürekli yanlışlar yaptığını sorgulayamazsak ve sistemle ilgili düşüncelerimizi, sistemin doğru, Hukuk ve adalet referanslı çağdaş bir yönetime geçmesi gerektiğini toplumsal bir şuur ve davranışa dönüştüremezsek hayatımız kurtarıcılar aramak ve kurtarıcıları korumakla geçecek ama asla ve asla biz kurtulamayacağız.

Benim talebim o dur ki, herkesin kendi kurtarıcısını göklere çıkararak, kendisini kurtaracağını   savunarak onların günahsızlıklarını (!) anlatarak destanlar yazacağına, İnsan olmanın alfabesinde adam olmanın doğru bir cümlesini korkusuzca yüreğimizle imzalayarak yazalım ki yüreklere etki bıraksın…Bu dünya böyle gelmiş böyle gider ne yapalım diyenlere son söz olarak diyorum ki, bu dünya bir düzenle geldi ve düzene girecek…Bu dünya böyle gitmeyecek…

Erol KEKEÇ/04.04.2021/21.26

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!