Bu Blogda Ara

7 Nisan 2021 Çarşamba

YAŞAMA HÜKMEDEN DOĞRU NEDİR?

Bir yaşam atmosferinde değerlendirme yaparken zihin kalıplarından fışkıran akıl doğrularına göre değerlendirme yaptığımızdan, bu bilgilerin gerçekliğiyle uyuşmadığına çoğu zaman şahit olduğumuzdan elde ettiğimiz bilgi doğrularına da kuşkuyla yaklaşır olduk...Bu durum insanlar arasındaki güven bunalımını da beraberinde getirmektedir. Güvenin kaybolduğu ortamlarda sevgi kendiliğinden, hayat damarlarından çekilen kan gibi, yaşamı terk eder. Onun için hayatımızı üzerine oturtacağımız bilgilerimiz temellendirilmiş bilgi doğrularına ait doğrular olmak zorundadır. Çünkü akıl doğruluğu, doğruluğunu kaybetmiştir. Yani analojik bir çıkarıma dönüşmüştür. Analojik çıkarımların en belirgin yanı, bilinen benzerliklerden yola çıkarak birinde olduğunu bildiğimiz ama diğerinde olup olmadığını bilmediğimiz konu hakkında mantıki çıkarımlar yapmaktır.

İslam dünyasının içinde bulunduğu kaotik bunalım kültürünün temelinde de akıl doğrularının egemen olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Örneğin, Namaz insanları kötülüklerden alıkoyar, İslam dünyasında neredeyse insanların çoğu namaz kılmaktadır, o halde İslam dünyasında kötülüklere pek rastlanmaz. Bu çıkarım tamamıyla akıl doğruluğuna dayanan bir çıkarımdır. Bu çıkarımın doğruluğu, mantıksal bir süreç takip etmesi ve mantık kurallarına uygun bir çıkarım olmasıdır. Yani yaşamla doğrudan örtüşen bir bilgi değildir. Dolayısıyla bu bilgiler üzerine oturmuş hayatların ortak yaşam felsefesi, onları geleceğe taşımaz. Yaşam alanlarında var olan bilgiler kalıplar halinde ortaya çıkan teorik manifesto ile o manifestonun bir bağlısı olarak görülen insanların yaşamları aynıymış gibi değerlendirildiğinden, çatışmalı yaşamlara çokça şahit olmak mümkündür. Yani İslam doğruluk dinidir. Bu adam Müslümandır, o halde bu da doğrudur. Bu tür yargıların tümünün doğruluğu, mantık doğruluğudur. Mantık doğruluğu gerçeklikle ilişkisi olmayabilir her zaman gerçekle örtüşmesini beklemek ve uyuşmuyorsa güven bunalımı yaşamak zihin bunalımları oluşturur. Onun içindir ki, mantık doğruluğu yeni bir bilgi vermez, sadece var olan ilkeleri tekrar ifade etme ve o ilkelerden bir sonuca gitme üzerine kurulur. İlkeleri gündem yaparak, İslami yaşamın, bu ilkelere göre oluşan bir yaşam olduğu için, uyulması gerekli mutlak doğrular gibi, başka düşünce ve anlayışlara dayatılan bir baskınlık kurması asla doğru değildir. Bir yaşam hakkında yargıda bulunacağımız anlatımlar doğrudan bilgi doğrularından oluşan doğrular olmalıdır. Bilgi doğrusu, eylem ile düşüncenin örtüşmesi ya da nesnenin yargısıyla uyum içinde olmasıdır. Eğer böyle bir örtüşme söz konusu değilse, o yaşamlar insanlığa ışık olacak hücreleri içinde barındırmaz. “Yapmadığınız şeyleri neden söylersiniz…” Ayeti tam da buna bir örnektir. “Müslüman insan, yalan söylemez. Yargısında insanlık için bir bilgi verilmektedir; o bilgi yalanın Müslümanın hayatında olmamasıdır. Şayet Müslüman olduğu halde yalan söylüyorsa o zaman düşüncenin kendisi ile o düşünceyi temsil eden kişinin yaşamı örtüşmediğinden, Müslüman yalan söylemez yargısı, doğru doğruluk değeri taşımaz. O zaman bu yargıyı şöyle düzeltmek gerekliliği doğar,” İnsan yalan söylemediği zaman Müslüman olur. Bu değişim de yaşamlara hükmetmesi istenilen değerlerin yaşamda karşılığının ne kadar olduğunu ortaya çıkarır. Yaşamda karşılığı olmayan düşünce ve inanç sorumlu tutulmaz ve yargılama sahnesinden geriye çekilir.

Bunun bilinmesinin faydası ne olabilir diyebilirsiniz, ancak şunu idrak etmek gerekir ki, okunan kitaplardaki genel bilgilerden yola çıkarak Müslümanım diyen her insanı, bu genel kitabi bilgilerin taşıyıcısı olarak görmek ve öyle algılamak gerçek yaşamla yüzleştiğimizde aksi bir durumla karşılaşıldığında şok yaşamamak için çok gereklidir. Yani her kitabi bilgi doğru sonuca götürmez, onun için doğruluğu daha çok bilgi doğrusunda aramak gerektiğini düşünüyorum…” kar beyazdır, yargısı gözlem ve tecrübeye dayanan bir bilgidir. Ayrıca bu yargıda, nesne yani gerçeklik hakkında bilgi veren yargı, gerçekliğin var olan bir özelliğini anlattığından yeni bir bilgi de vermektedir. Doğrudur çünkü yargı, bilgi verdiği gerçekliği anlatırken, bulunduğu iddia gerçekle uyum içindedir. Yani kar siyah değil beyazdır. Dolayısıyla doğru bir bilgidir. Bu örneğe de dikkat ettiğimiz de gerçeğe uymayan yani iddialar ile yaşamlar birbirini desteklemiyorsa yalan ve doğru olmayan bilgilerdir. Doğru olmayan bilgilerle doğru bir yaşamın denklemlerini asla çözemezsiniz. İslam dünyası yeniden çok ciddi beyin ve yürek formatlaması yapmak zorundadır. Müslüman ama olur öyle şeyler gibi sıradan basit sığ anlayışlarla bir hayatı iğdiş etme hakkına kimse sahip değildir. Eğer bir yaşam, toplumsal yaşama yönelik değerler barındırıyorsa, toplumsal boyutu olacak eylemlerin ortak refere edilecek bir kıstasının olması kaçınılmazdır. Oysa bireysel ibadi eylemlere dönük ortak kıstaslar oluşturulmuş, toplumsal yaşam alanıyla alakalı ortak kıstaslar hep göz ardı edilmiştir. Ondan sonra da İslam dininin toplumsal yaşama ait bir din olduğu anlatılır. Peki sormazlar mı, toplumsal yaşamı ilgilendiren bir dinin, toplumsal yaşama ait hiç ortak bir ölçüsü yok ama bireysel olarak yapmanız gereken eylemleri ortak bir ölçüye dönüştürerek sunmanız nasıl bir anlayış, siz bu dininizin nasıl olduğunu biliyor musunuz?

Adalet, hukuk, paylaşım, ekonomi, Sevgi Saygı, kardeşlik, dayanışma, Emanet, ehliyet vs. gibi konularda ortak bir ölçü koyamayan bir din, insanların ferdi olarak rableriyle baş başa kalacakları ibadetlerine ortak toplumsal bir ölçü koyuyorsa bu anlayış bu dinin özüne ters bir algıdır. Bu mantığın oluşmasının temelinde ise, sorgulamaktan uzak, akıl doğrularıyla bir yaşam oluşturmanın getirdiği olumsuzluklar vardır.

Diyeceğim odur ki, bir yaşamın geleneksel ve kültürel olarak kuşaklara aktarılmasını ve bu aktarımın da doğru kodlarla sonrakiler tarafından alınmasını istiyorsak, nasıl bir doğruluğa sahip hayatın taşıyıcıları olduğumuzu idrak etmek zorundayız. Doğruluğu inandırıcı olmayan yeni bir bilgi vermekten uzak, gerçekliğiyle uyumlu olmayan ve bireysel sorumlulukları toplumsal yaşam denklemi haline getirerek, onlar için de belli kıstaslar koyarak o kıstaslar terk edildiği takdirde dinin anlamsızlaşacağını anlatan tavır ve eylemlerden kurtularak fıtrat genleriyle uyum içinde olan yargıları taşıyan fertler olmalıyız. İşte o zaman ancak Müslüman şu özelliktedir diyebiliriz. Çünkü yaşayan Müslüman ile Fıtrata hitap eden kitabın ayetleri birbiriyle örtüşür ve bu örtüşme yepyeni bir gelenek ortaya çıkarır. Bu geleneğin dalga dalga yayılmasıyla İslam dünyası denilen dünya doğar sonrasında Fıtrat güneşi tüm insanlığı kuşatan bir ışığa dönüşür. Bunun için yapılması gereken tek şey “Eylemler ile düşüncenin örtüşmesi, yani fıtratın sahibinin yazılımının yaşama aktarılmasıdır.” Ey iman edenler yapmayacağınız şeyleri niçin söylersiniz, Allah katında en sevilmeyen şey yapmadıklarınızı söylemektir…”  “İnsanlara iyiliği anlatıyorsunuz da kendinizi unutuyor musunuz, Kitabı da okuyorsunuz hala aklınızı başınıza almayacak mısınız…”

Erol KEKEÇ/07.04.2021/00.20



5 Nisan 2021 Pazartesi

KURTARICILARI MI KORUYACAĞIZ SİSTEM Mİ KURACAĞIZ

Bir yönetim Hukuk devleti ise, yakınma ve kendi sorumluluk alanları sınırlı olanlara, Hukuk dışı bir eylemi anlatarak onların beklentilerine göre bir tavır belirlemeye kalkarsa hiçbir zaman onun hayatına hukuka dayanan bir tavır belirleme uğramaz. Bir sistem Hukuk çerçevesinde yaşamını devam ettiriyor, Hukukun belirlediği ölçüler içinde kurum ve kuruluşlarda herhangi bir aksama olmadan sistem işliyorsa, orada her kurum kendi sorumluluk alanlarındaki rollerini en iyi şekilde yerine getirerek, hariçten gazel okuyanların bu eylemlerine açık kapı bırakmaz. Ancak bir ortamda Hukuk dışı olan veya olabilecek düşünce ve eylemler hakkında insanlar yetki alanlarına girmemesine rağmen, söz sahibi oluyorlarsa, orada çok ciddi sistem problemi yaşanıyor demektir. Sistem probleminin yaşandığı ortamlarda sorunlar sorunları doğurur, sorun olmasa da bazen çok sorunlu bir yaşam varmış gibi puslu havalar oluşur. Bu sistem sorunlarını bazı yönleriyle irdelemekte fayda olacağı kanısındayım…

Hukuk devleti kanun devleti demek değildir. Her devletin kanunu vardır, devlet kendi varlığını devam ettirmek ya da yönetime egemen olanların bekasını sağlamak için halkın uyması gerekli olan kanunları bulunur. Bu kanunların varlık gerekçesi de doğrudan tüm insanların menfaatlerini korumak ve yaşamı mutlu kılmak için oluşturulmuş kanunlardan oluşmaz. Bu kanunların önemli varlık gerekçesi güce sahip olanların, bu güce muhalif olanları bastırmak için güç kullandıkları zaman, kullandıkları gücü meşru kılmak için oluşturulmuş birer paçavradan öteye geçmediğini bilmek gerekir. Geçmişte bu topraklarda, kılık kıyafet konusunda yeni gelen bir kıyafete muhalif olanların idam edildiğini hepimiz biliyoruz…Bunlar niçin oldu, güç kendisine muhalif olacakları sindirmek için kanunlar oluşturdu, kanunların özü tamamıyla tek taraflı yapılan bir sözleşme maddeleri gibiydi. O sözleşmeyi siz onaylamamış olsanız da güç sahibi o sözleşmeyi siz onaylamışsınız gibi kuvvet kullanarak muhaliflerini bastırıp imha etti. Bu imha sürecinin meşru olduğunu kanıtlamak için, kanunlara uygun olmayan eylemler olduğunu, bunları cezalandırdıklarını, her şeyin Hukuk çerçevesinde olduğunu anlattılar. Yani diyeceğim o ki, kanunların varlığı bir devletin Hukuk devleti olduğunun göstergesi asla olamaz.

Hukuk devleti, kanunları olan devlet değil, doğru işlerin olması yanlışların olmaması için adaletin herkes için geçerli olduğu ve hukuk önünde hiç kimsenin ayrıcalıklı bir yerinin olmadığı devlet demektir. Hukuk Devletinde, sistem önemli ve sistemin işleyişinin sürekliliği esastır. Şahısların o devlette önemi sistemin sürekliliğine sunduğu katkıyla ilişkilidir. Sistemin işleyişine katkı sunmayan da kendi değersizliğini kendisi ortaya koyar. Sistem onları zaten kendi içinden izole eder. Eğer bir sistemde şahıslar öncelikli algılanıyor ve o şahıslarla sistemin varlığının devamı gündeme geliyorsa, orada zaten sistem diye bir şey yok demektir. Sistemin tüm kurumlarında lakaytlık başlamış kimin eli kimin cebinde belli değilse, hadsizlik had safhaya çıkmış, vurgun talan, şahısları zenginleştiren, istediğine istediği imkanları sunan, istemediğini ölüme mahkûm eden bir yapı varsa, orada sistemin “s”sinden bile söz edemezsiniz. Sistemin işleyişi hukuk çerçevesinde oluyorsa, yanlışların bertaraf edilmesi o kadar zor olmaz. Ama sürekli yanlışların ve pisliklerin çoğaldığı ve yayıldığı bir ortam varsa orada herkesin kendi çıkar ve menfaatlerini korumak için kanunları kendilerine kalkan edinerek, insanları soymak için, kendi yaşamlarını meşrulaştırma çabasından söz edilebilir.

Sistem hukuk demektir aynı zamanda. Bir sistemin hangi noktasında hangi eylemin gerçekleşeceği biliniyor ve o eylem sonucunda ortaya çıkacak ürünün nerede nasıl değerlendirileceğine dair programlar yapılıyorsa bu bir hukuktur. Dolayısıyla her Hukuk bir sistemdir. “Hak geldi Batıl zail oldu”. Hak, düzendir, dengedir sistemdir. Batıl ise dengesizlik düzensizlik ve hukuksuzluktur. Dolayısıyla Hukukun olduğu yer, Hakka uygun olan yerdir. Orada kimsenin yaşamı ayrıcalıklı değildir. Ayrıcalık ancak emeğiniz ve onun karşılığı olarak size takdim edilecek ödüldür. Kendi toplumumuza bu değerler açısından baktığımız zaman nereye nasıl koyacağımızı şaşırmadığımı doğrusu söyleyemem, darul acayip bir yer olduğunda kuşkum yok ama ne olduğu konusunda net bir tanımlama çok zor. Dün ne idiyse bugün de freni patlamış bir araç gibi labirentin dibine doğru son sürat savruluyor, nerede nasıl duracak bilinmez ama yakıt tükendiği anda büyük bir kayaya toslayacağında şüphem yoktur.

Bir sistemin iç işleyişi ile ilgili bağlayıcı ve yaptırımı olan herkese aynı şartları sunan bir hukuku olur. Bu tüm kurumlara özgü kendi bünyesinde onun işleyişiyle ilgili de olur. Bunlar bir Hukuktur ve her açıdan bağlayıcılığı olmalıdır. Bizim toplumda bunların tamamı sadece lafı güzaf olarak var, ötesi yok varsa da ötekiler için geçerli(!) Hiyerarşik sistemin nasıl dizayn edildiğine bakıldığı zaman, insanların bu makamları nasıl ve hangi özelliklerinden dolayı işgal ettikleri anlaşıldığında ne kadar ciddi ve hukuki bir sistemde yaşadığımızı(!)da anlamış olacağız. Bu sistemler hep problem yumağıdır. Problemlerin çözülmesi için kimi getirirseniz getiriniz sadece verdiğiniz imkanlar ne kadar çok olursa geriye bırakacakları sorunlar da o oranda büyüyerek ve katmerlenerek devam eder. Yani az imkanlar sunduklarınız sorunları daha fazla büyütemezler, ancak imkânda sınır tanımadıklarınız sizleri içinden çıkılması çok zor problemlerle yüz yüze bırakarak sorunların çözümü için, sınırsız imkân tanıyan halklarına dönerek yine şikâyeti ona yaparlar. Bu durum tamamıyla psikolojik bir eğilimdir. Yani kişi bulunduğu ortamın derinliğini ve karanlığını fark ettiğinde bunun dibinin ne olacağını kestiremediği zaman sizinle sorunları paylaştığını zannedersiniz ama aslı öyle değildir; çaresizliğin getirmiş olduğu bir sığınma noktası olarak adresin sizi göstermesinden size gelir. Yani sistemsizlik sorunların çözümünde hayatın hiçbir noktasında ne zamanınızı ne de sermayenizi tüketmesin, İflas eden tacir gibi ne yapacağınızı şaşırırsınız mal bulsanız sermaye bulamazsınız, sermaye bulsanız emek bulamazsınız, emek bulsanız girişimcilik yönünüz zayıflar, kendi gölgenizden sakınır ve yok oluşun getireceği faturayı ödemeye mecbur kalırsınız. Demek ki, sistem üzere bir yaşamı oluşturmak her aklı başında varlığın sorumluluğudur. Sistem kurulduğunda ne olacak diyemezsiniz, o zaman toplumsal yaşamda sizin sahip olduğunuz mesleki statüleriniz ve doğuştan gelen konumunuz ya da hangi toplumsal katmandan geldiğiniz sizin yaşamınıza ne bir ayrıcalık getirir ne de sizi öteleyen bir durum olur. Toplumsal yaşam içindeki ayrıcalığınız sadece ve sadece bulunduğunuz konumdan dolayı rollerinizi ne kadar iyi oynadığınızdan, o rollerden dolayı kazanacağınız prestij olur. Bu saygınlık dışında sizin herhangi bir ayrıcalığınız olmaz bu da toplumsal yaşamda kenetlenme kardeşlik dayanışma ve hukuk etrafında bir mana bütünlüğünü oluşturur. Hukuktan kaynaklanan mana bütünlüğünün olduğu yerde adalet olur, paylaşım olur, dostluk olur, kaygı kuşku gerilim, paranoyak eylemler, toplumsal cinnet hastalıkları oluşmaz. Herkes yaşamayı severek yaşar, yaptığı işten tat alır, iletişim ve ilişkiler güçlenir aile, akrabalık ve dostluk bağları güçlü toplumsal farkındalık oluşturur. Medeni bir yaşamın örnek toplumu ortaya çıkar. Bunu yapmak çok mu zor asla, bilim adamları bilim adamı olursa, siyasetle ilgilenecekler, sistemin nimetlerini tepe tepe kullanacağı, har vurup harman savuracağı ve itibarını savurduklarıyla doğru orantılı görmezse, Din adamları dinin muhtevasını kendi bulunduğu ortama zarar gelir endişesiyle ağzının içinde dilini yamultmadığı zaman, Eğitimcilerin bir aydınlık açmak için aydınlatma fişeği gibi olduklarını idrak ettiklerinde, en önemlisi, Kurallar büyük hayvanların parçalayıp geçtiği ve küçük böceklerin takılıp kaldığı bir ağ olmaktan çıktığı zaman bu sistem kurulacaktır. Hiç kimseyi etnik kökeninden dolayı dışlamadan ve insan olmanın, herkes için eşit olmak için yeterli olduğu, toplumsal bir algı haline geldiği zaman sistem kendiliğinden kurulacaktır.

Sistemin neden böyle sürekli yanlışlar yaptığını sorgulayamazsak ve sistemle ilgili düşüncelerimizi, sistemin doğru, Hukuk ve adalet referanslı çağdaş bir yönetime geçmesi gerektiğini toplumsal bir şuur ve davranışa dönüştüremezsek hayatımız kurtarıcılar aramak ve kurtarıcıları korumakla geçecek ama asla ve asla biz kurtulamayacağız.

Benim talebim o dur ki, herkesin kendi kurtarıcısını göklere çıkararak, kendisini kurtaracağını   savunarak onların günahsızlıklarını (!) anlatarak destanlar yazacağına, İnsan olmanın alfabesinde adam olmanın doğru bir cümlesini korkusuzca yüreğimizle imzalayarak yazalım ki yüreklere etki bıraksın…Bu dünya böyle gelmiş böyle gider ne yapalım diyenlere son söz olarak diyorum ki, bu dünya bir düzenle geldi ve düzene girecek…Bu dünya böyle gitmeyecek…

Erol KEKEÇ/04.04.2021/21.26

4 Nisan 2021 Pazar

TEKLEMEMEK İÇİN TEFEKKÜR!

 Tefekkürün koordinat alanları içinde yapılması gerekeni yapmamak, insanlık alfabesinden ismini bilerek ya da bilmeyerek imha etmektir. İnsanlık alfabesinde isimlerinden tek harf bırakmayanların, insanlığın ne olduğunu tanımladığı çağda yaşıyor olmak, hakikaten yüreğimi ne kadar sıktığını söylemek dilime ağır gelmeye başladı…

Siz hala anlamayacak mısınız, hakikati görmüyor musunuz, göğe yüzünüzü çevirip bir bakın, göz orada aradığını bulamadığından yorgun ve bitap düşerek geri dönecektir, hala akletmeyecek misiniz, gezin görün sizden önceki yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün…Evet Bu kısa hatırlatmalar bize tefekkürün hayattaki yerinin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Tefekkür yoksa sorgulama olmaz, sorgulamanın olmadığı yerde, tanıma, tanımlama ve kritik yapabilme becerileri gelişmez. Bunlardan yoksun olan varlıkların doğru bildiklerindeki yanlışları fark etme imkanları olmaz. Basiretten yoksun yaşayan bir varlığın “basara” fiilinden gelen gerçeklikle örtüşür bir eylem oluşturmasını beklemekte tam bir komedi olur.

Tefekkür, İnsanın insan olma özelliğini ortaya çıkaran en önemli vasfıdır. Bu vasıftan yoksun olanların uyuşturucunun vermiş olduğu hazla gökyüzünde uçuyormuş gibi kendisini düşünmesi aslında onun akılcı bir çıkarıma dayanan tefekkürden çok ama çok uzak yaşadığının da kanıtıdır. Tefekkürün siyah bir sera tabakası gibi bir toplumun üzerine kâbus gibi çöreklendiği ortamlarda, düşünme ve sorgulama çok ciddi bir masraf olarak görüldüğü için hareketsiz ve beyinlerin işlevinin olmadığı yaşamlar önemli bir kapsam alanı oluşturur. Bu kapsam alanlarındaki fertlerin yaşam üzerine söyleyecekleri hiçbir meseleleri olamaz, çünkü onlar şartlandırılmış bir kobay hükmündedir. Kobaylar ancak gelen uyarıcılara tepki göstermeye şartlandırılmışlardır. Şartlı beyinler her ne kadar kendilerini algı yönü yüksek bilişsel bir varlık olarak tanımlıyor olsalar da bu işleve sahip olmadıklarından dolayı öyle tanımlanmış olmaları onların yaşamının öyle olduğunu ortaya çıkarmaz. Bunu tanımlayarak öylesi hayatların yaşam ekseni üzerinde ne kadar tehlikeli bir boyut oluşturduklarını da aslında ortaya koymak istiyorum. Kendi genetik kodlarına uymayan her yaşam o kodlara uygun yaşayanlar için bir tehlike oluşturur. Yaşam alanı düzgün bir süreç takip eder. Bu eksen üzerinde, kendi fonksiyonlarını ihmal eden ya da var olma gayesiyle uyuşmayan davranış ve düşünceler geliştirenler o eksen üzerinde devam eden yaşamın güzergahı için hep engelleyici bir özellik oluştururlar. Engellerle boğuşan genetik kodlamaya uygun yaşayanların bünyesi yıpranır, hedefe sarf edecekleri enerjiyi, güzergâh üzerindeki olumsuzlukları bertaraf etmek için kullanacaklarından, hep heder olan kesimde yer alırlar. Ondan dolayıdır ki, tefekkürü hayatlarından çıkarmış olanlar, olumlu olumsuz ortaya çıkan her türlü farklı ve yeni anlayışların karşısına bir duvar gibi dikilirler ve duvarın arkasında neyi niçin korumak zorunda olduklarını bilmeden bir savunma refleksi geliştirirler. Bu varlıklar kendi doğal tabii yaşamlarına dönerek tefekkürle tanışarak analiz tetkik ve kritik yapma melekelerini geliştirmedikleri sürece, statükoların her dönemde kurtuluş havarileri olarak imdadına yetişirler. Tefekkürün koordinatlarının dışında kalanlar için doğrunun ölçüsü kendisine yakın olması ve kendisinin beğendiği birinin ortaya koyacağı eylem olması yeterlidir. Sevmediği ve yakın olmadığı birinin ortaya koyacağı eylem de ne kadar hakikatle örtüşürse örtüşsün kendisinin benimsemediği birinin eylemi olacağı için yanlışlıktan asla kurtulamayacaktır. Değer ölçüsü diye bir kıstasın olmaması bu yaşamları her zaman toplumda ön plana çıkarır ve onların sesi hep yüksek çıkar.

Tefekkür, savunma güdülerini yatağına gönderir, yeni uyarıcılarla beyne doğrudan girme imkânı sunar. Beyne gelen ışınlar orada bir elektriklenme yaparak yürekle doğrudan bağlantı kurmaya çalışır. Yürekle beyin arasında bir akım geçişi sağlanırsa, işte bu çok tehlikeli bir durum olur. Tüm köhnemiş statükolar, beyin ile yürek arasında akımın geçişini sağlayan bir izdivacın vuku bulmasından hep rahatsız olurlar. Bunun için de o yolların tıkanması için ellerinden ne geliyorsa onu arkalarına bırakmazlar. Bu izdivacın gerçekleşeceği düğünün merasim alanı doğrudan tefekkür alanıdır. Tefekkür alanı istila edilen bir yerde, insan fıtrat kodlarına dönemeyeceği için orada sarsıcı bir akım gerçekleşmez. Bu akımdan mahrum kalan toplumlarda insan olarak gördüğümüz ama yaşamda insanın bir karşılığına denk gelmeyen bu varlıklar ne sona yakın olduklarını anlayabilirler ne sömürülmekten vücutlarında işleyişi sağlayan kanın tükendiğini fark edebilirler…Böylesi dramatik bir yaşamın figüranı olarak yaşayan objeleri uyandırmak için hep birlikte tefekküre giden tüm yolları açmaya çalışalım.

Tefekkürü olmayan ne bir ibadet ne bir iş ne bir buluş ne bir cemaat olma algısı, yaşam alanı içinde yerine oturmayacaktır. Tefekkür, dışardan hafızaya yerleştirilmiş bilgiler ışığında o bilgilerin sınırı içinde tekrarlar yapma edimi değildir. Tefekkür, kâinat kitabını doğru okuyarak kitabın içinde olan mikro kozmos insanın kendi yaratılış gayesini ortaya çıkarmak ve o gayenin çabasının ne kadar olduğunu ve sürecinin vardığı noktanın neresi olduğu üzerinde yürek ve beyin yormaktır. Bu gayreti gösterebiliyorsak tefekkürün kapsam alanı içinde bir yerimizin olduğunu iddia edebiliriz. Tefekkür bir sona nokta koymak ve bir başlangıca yeni bir adım atmaktır. Son ve başlangıç aslında hayat çizgisi üzerinde karşılaşılacak koordinatları keşfetme becerisidir. Bu becerilerden uzak sadece yuvarlanan varlıkların yaşam üzerinde belirleyici yönlerinin olması, bütün bir insanlığın yaşamın son basamaklarında didindiğinin göstergesidir.

İnsanlık alemi yenden dirilmek ve kâinatın sonu gibi görülen bu kaotik yaşamı insanlık lehine yeniden düzenlemek istiyorsa, tefekkürün tam odağına otağ kurması zorunludur. Tefekkürden yoksun varlıklar, insan olduğunu bilsekte, bu özellik insan olmanın belirleyici en önemli vasfı olduğundan bundan yoksun yaşadıkları için farklı varlıklarla aynı kalıpta görülürler. İnsan düşünen canlı dememizin sebebi, hayatı tefekkür üzere kurulu, yaşam hakkında kendi iradesiyle karar verebilecek ve bulunduğu evreni hem yeniden imar edecek ve kendi dışındaki varlıkların yaşam alanlarını da koruyacak akıllı bir varlık demektir. Bunlardan yoksun olduğu zaman yaşamın gayesi olmadığı için kendisi için tayin edilmiş sonu yaklaştırır. Âmâ bir gaye için yaşayan tefekkürü hayatın vazgeçilmezi gören varlık olduğu zaman kâinata bir renk gelir ve yaşam dallanır budaklanır filiz verir ve farkında olmadan ne sonlar geride kalır. Tefekkür insan hayatının sonunu sona doğru iteleyen ve sürekli sonla arasına bir mesafe koymaya çalışan kendisine taktim edilmiş en büyük ikramdır. Bu ikramı tepeleyenler tepelenerek can vereceklerdir.

Ey insan! Seni sana getirecek bir denklemi sana sunuyorum. Bu denklemden korkma tüm problemlerini bu denklem çözer senin…Buna kendini kapadığında kendin için hazırladığın zindanın gardiyanlarının seni o zindana iyice hapsederek kapıyı üzerine kilitleyeceği günü beklemeyi unutma!

Sen aydınlıklar inşa edecek bir güce sahipsin, bu güç yaşam otağını kuracağın hayatın tükenmeyen tüm rahmetini içinde taşır. Bu rahmete eriştiğin gün karanlıkların sana veda ederek uzaklaştığına şahit olacağın gündür.

Şimdi karanlıkları delerek aydınlığa çıkmanın tam zamanı, unutma kendini, kimseye bırakma yüreğini, beynin akım için çok gerekli bunlar seninle ise bağlan tefekkür prizine oradan aldığın akımı dağıt hayatının her noktasına bakarsın yeniden doğmuşsun hayata…

Erol KEKEÇ/03.04.2021/20.04


"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!