Bu Blogda Ara

30 Mart 2021 Salı

DİJİTAL ÇAĞIN AKLA BÜYÜK İHANETİ

 Aklın kızağa çekildiği duyguların kazıktan boşandığı ortamlarda insan seçenek aramayı bırakır, duyguların çekim merkezinden kendisine bir post edinmeye bakar. Duygular çok mu kötü, insanlarda estetik bakış ve hayranlık istekleri oluşturabilir diyebilirsiniz…Doğal ortamında yaşayan varlıklar için bu dediklerinizin doğruluk payı çoktur. Ancak kendi doğasıyla savaşan bir canavarın yaratıldığı ve o canavarın zincirlerinin de karanlık dehlizlerde avını bekleyen yırtıcı timsahlarda olduğu çağda bunların hiçbir geçerliliği kalmaz.

Aklın korkusu o kadar etkili ki, çekim alanına giren herkeste korku nöbetleri oluşturmakta…Bu korku nöbetlerinin geleneksel paranoyak bir sürece dönüşme endişesi, bu nöbet yaşayanlarda ciddi arayış ortaya çıkarmaktadır. İşte, bu arayış sonrasında verilen kararlar, aklın kızağa çekilmesi hatta kullanım alanı ve kendisine yeni manevra alanları oluşturmaya çalışırsa, kızak daha şiddetli boyut kazanarak bir kazığa dönüşebiliyor. Kazıklar da etkisiz kaldığında küresel bir mikropla uyuşturularak işlevsiz kılınarak, duyguların esiri olan bir yaşam baskın duruma sokuluyor. Son iki yıldır, Corona muhabbetiyle yaşadıklarımız tamamıyla dizginlenemeyen ve sonrasında bağlanılan kazıkları söküp atan aklın yeniden bir tuzağa çekilerek işlevsiz kılınma mücadelesi olduğunu bilmek gerekir.

Bu kadar uğraşlar, Rasyonel çağda yaşıyoruz herkes aklı kullanmalıdır diye dillendirilen solo şarkılar yalan mı peki diyeceksiniz biliyorum. Ben yalan veya yalan değildir demiyorum fotoğrafın bu olduğunu bu fotoğrafı yorumlama ve kritiğini insanın kendisi yapması gerektiğini düşünüyorum. Bu fotoğrafı yorumlamaktan aciz ve fotoğrafın üzerindeki resmi nasıl görmek gerekiyorsa o beklentiler doğrultusunda anlıyorsanız fazla söze gerek yok, zaten kendi aklınızın imha olduğunu kendiniz ortaya koyuyorsunuz. Eğer insan kendisine sunulan herhangi bir konuda ne isteniyorsa o doğrultuda beyanda bulunuyor, bağımsız kendi içgüdülerini konuşturup akıl süzgecinden süzerek görüş beyan edemiyorsa, aklının işlevsel olup olmadığını yaptığı yorumlardaki debi gücüne bakarak kendisi karar verebilir.

Çağımızda duyguların işlevi daha çok toplumsal davranış kalıplarıyla kendisini ortaya çıkarıyor. Toplumsal davranışlar genellikle sürü psikolojisinin yansımalarıdır. Bu ortamların en karakteristik yanı aynılaşma ve farklılıkların giderek azalması hatta zamanla tamamıyla ortadan kalkmasını beraberinde getirir. Aynılaşma, yaşamda, görmede, konuşmada, giyimde kuşamda yemekte evlenmede, çocuk yetiştirmede vs. aklınıza gelebilecek topluluk yaşamlarındaki her türlü özelliklerde kendisini gösterir. Bu ortamlarda ortak uyaranlar çok etkileyici bir güce sahiptir. Ferdi ayrışmalar yok denecek kadar azalır, hatta bunlar bir tehlike olarak görülür. Ferdi farklılık gösterenler kendi yaşamlarıyla ilgili rehabilitasyonu kendileri yaparak topluma bir an evvel uyum sağlamaya çalışırlar. En parlak sloganları da toplum sana uymuyorsa sen topluma uyacaksındır. Böylesi zihin uyuşturmanın salgısı insanın kendi içinden gelen bir salgıya dönüşmüşse, aslında orada akıl komaya girmiş demektir. Peki aklın komada yoğun bakım ünitesinde kendi kaderine terk edilerek cenaze merasimleri hazırlıklarının yapıldığı dijital bir çağda, onun yerini alacak başka mekanizmalar geliştirilmesin mi? Elbette geliştirilmelidir hatta geliştirilmiştir de…

İçinde bulunduğumuz dijital çağın en belirgin yanı, duyguları depreştirmesi, aklı ölüme mahkûm etmesi, âmâ aklın insanın hayatında ne kadar önemli olduğunu anlatarak, kendisinin küresel bir din ve yaşam tarzı olduğunun açığa çıkmasını gizlemeye çalışmasıdır. Dijital çağ, sürüleşen varlıkların duygusal refleksleriyle yaşam alanlarında, hızlı yaşa ve çabuk haza ulaş, gerisini sorgulama ye iç yat ve önündeki ile mutlu ol, zamanı hep benim belirlediğim sanal diye sunulan, aslında gerçek olan o yaşamın vazgeçilmez uyuyan bir neferi olmanı istemesidir. Bu süreci başardığını söylemek mümkündür, bu süreç başarıldığı zaman geriden gelenlerin daha çabuk sindirilmesi sağlanır. Bugün dünyanın her yanında uyarıcılar aynıysa, insanların akıl alanında aklın belirlediği rotada yaşam sürdürdüklerini söylemek mümkün müdür?

Dijital çağın etkisinin gelecek kuşaklar üzerinde daha yoğun olduğunu hepimiz konuşmaktayız ama neden öyle bir ortamın oluştuğunu ve sebeplerini ortaya çıkarmak için tutarlı ve kararlı adımlar atmada da bir o kadar başarısızız. Gelecek kuşaklar aslında sürü psikolojisinden uzaklaşmak isterken, farkında olmadan teknolojinin yönettiği ve soru sorduklarında karşılığını alamayacakları bir gücün elinde sürü haline gelerek paçavraya dönmüştür. Teknoloji dediğimiz yapay zekadır. Yani insanın zekasını esir alarak insan için kararları kendisi vermekte hatta onun adına düşünmekte, nerede hangi hamleyi yapacağını o karar vermektedir. Böylesi basit ve sıradan bir nesnenin canlı varlıktan da öte insan hayatına hükmederek, herkesi aynı hizada buluşturup hepsini kendisine boyun eğdirdiği bir ortamda insan kendi başına kararını verdiğini söylese ne kadar inandırıcı olur. İnsanın insanlığını kaybettiği çağın giriş kapısındayız, ya bu kapı herkese açılacak herkes nesnenin kulu kölesi, ekranları da kendi cenneti sanarak cehenneme yuvarlanacak, ya da bu kapının dışında farklı seçeneklerin olduğunu ortaya çıkarıp insanlık için o alanları daha cazip duruma getirip, insanların bilinçli ve idrak ederek o alana yönelmelerini sağlayacağız. Zaman çok hızlı geçiyor, yarınlar geç olabilir demeyeceğim, saniyelerin çok önemi var; bu konuda her sorumluluk sahibi bilim adamının fizyolojik yaşam mücadelesinin ötesinde, insanlık için faydalı bir adım atmasının zorunlu olduğu çağda yaşıyoruz. Güneş batmadan vakti değerlendirmek elimizde, gün battıktan sonra herkesin horul horul uykuya dalarak, daldıkları uykunu
n hazını çıkarırken onları çuvaldızla uyandırmak bile güçleşebilir.

Bireysel tercihler yaptığını zanneden nesil, aslında seçeneksizleştirildiğini bilse kendisine gelecek ama o da elinden alındı. Tüm insanlığın ekran başına taşındığı bir zamanda hala insanlar için farklı seçeneklerin olduğunu söyleyenler varsa bu iddialarını yaşam alanlarına taşımaları ve bir yaşam tarzı olarak örnek oluşturmaları zorunludur. İnsanlığın ekranlarda sevgili, dost, eş, aş, oyun haber vs. aradığı ve buradan aldığı bilgilerle mutlu olup, başka alanlara kendini kapayarak bir yumak kirpiye döndüğü ortamda size kalan ancak kirpinin dikenleri oluyor. Yani anlayacağımız tek bir uyaran dünyayı ayağa kaldırıp tekrar oturtuyor rahat ve hazır ola geçiriyor. Böylesi güçlü bir uyarıcı ancak ve ancak duygulara hitap ederse kazanır. Akla hitap ettiği zaman kritik sorgulama ve analizlerle hem zaman kaybeder hem de akıldan geri dönebilir. Onun içindir ki dijital çağın tüm araçları aklı kızağa çeken ama duyguları son hızla yarış alanına iten ve çeken araçlardır. Yani bu çağın, dünyanın bir köy haline getirilerek itirazsız, bir tuşa dokunmayla emir komuta kademesindeki gibi bir yaşama insanlığı sürü olarak taşıdığı çağ olarak tarihe damga vuracağı kesin.

Aklın yerini duyguların aldığı ve freni patlamış bir araç gibi önüne gelen her şeyi ezerek geçen, bu nesli yeniden istikamet üzere dosdoğru ayağa kaldırmanın yolu önce kendimiz olmaktır, sonrasında kullanılmayan kızaktaki aklı, o kızaktan alıp hayatın rotasına yeniden oturtmaktır. Bunu başarabilenler tarihin yönünü değiştirecek enerjiyi yenden yaratacaklar, diğerleri tarihin akışı içinde yok olup gidecekler…Dünyanın nüfusu kendiliğinden dijital çağın patronlarının isteğine uygun hale gelecektir. Bu süreci delmek için hep birlikte aynı uyarandan etkilenen bir kitle tortusu olmaktan çıkıp, akli idrak ile yeni ışıklar ve yeni yolla insanlığa umut saçacak bir yaşamın aydınlığına şahitlik yapacak duruma gelelim.

Erol KEKEÇ/30.03.2021/01.24

29 Mart 2021 Pazartesi

SAVUNMA SENDROMUNDAN SAVUNMASIZ YAŞAMA

 Liyakatten ne anladığımızı sorgulamaya gerek yok sanırım. Çünkü her anlayışın liyakat anlayışı kendisine destek veren eş, akraba ve yakınlarını milletin sahibi olduğu kurumların başına getirmektir. Böyle olunca da devlet, devlet olmaktan çıkıyor, her siyasal partinin arpalıklardan istifade etmek için bir an evvel devir teslimin kendisine gelmesini bekliyor. Ülkenin politikası ülkenin nasıl daha iyi yönetileceği üzerine fikirler geliştirme ve halkı mutlu etmeyi amaçlayan motivasyonu yüksek fikir ve eylemleri barındırmaktan çok uzaktır. Bir kurumun yönetimine gelenlerin ilk icraatları yolda birlikte nasıl götüreceklerini hesap ettiği adamlarını yanına almak oluyor. Dolayısıyla her gelen bu süreci iyi takip ediyor ve kimse kurumların hakkını verecek ehliyet sahiplerini oralara getirmeyi asla düşünmüyor. Böyle olunca orada arada bir ehliyetli kalmış olanları görürseniz o işi ondan başka çözecek biri olmadığından zorunlu kalış ya da o ortama uyum sağlamıştır.

Mekke’nin fethi sonrası dışarı çıkınca Abbas ve Hz. Ali’nin Kâbe anahtarlarının kendilerine verilmesini istemeleri üzerine Resûl-i Ekrem, Osman b. Talha’ya dönerek bir zamanlar Kâbe anahtarları konusundaki konuşmalarını hatırlattı. Ardından da Kâbe anahtarlarını ona ve amcasının oğlu Şeybe b. Osman’a verip bu anahtarların kıyamete kadar kendilerinde kalacağını söyledi. Bu örnek Allah’ın resulünün emaneti ehline verirken yakınına değil, o işin ehline nasıl teslim ettiğini anlamayanlar, liyakatin ne olduğunu asla anlayamazlar.

Yaşadığımız bugünlerde ülke gündeminden düşmeyen şahsın bulunduğu konum dikkate alındığı zaman ne kadar da ehliyetli kişilere makamların teslim edildiğini görmekteyiz(!)Bu olayın açığa çıkması sonrası şahsın kendini savunurken söylediği bu Kokain değil, pudra şekeri ifadesi tam liyakatsizliğin dip noktasıdır. Bu durum olamaz mı elbette olabilecek hadiseler, insanoğlunun olduğu yerde her şeyi söylemek mümkün, ancak işin ehli ve liyakati dikkate alınarak bu makamlar teslim edilseydi, bunları görmek ve sonrasında savunur durumda olmak mümkün değildi. Ülkenin yönetim alanları ve hiyerarşik yapılanmalardaki mevkilerin dağıtımında horca kullanılan bir anlayışın olduğu inancındayım. Bu işlerden sorumlu olanlara kendi firmalarında bu insanlara bir makam verir misiniz diye sorduğunuzda asla bu adam o işleri nasıl yönetecek, özel sektör farklı diye cevaplar alabiliyorsunuz. Milletin emanetinin bir önemi olsaydı bu makamların nasıl daha hassas korunması gerektiğini görürdük. Liyakat ehlinin söz sahibi olmadığı, ehliyetsiz ve güvenden yoksun olanların kamu alanlarının sorumluluğuna sahip olması demek o toplumun başka bir kötülük aramasına gerek yok demektir çünkü bir toplumun ifsatı için ehliyetsiz ve güvensiz kişiliklerin mevkilerde söz sahibi olması yeterlidir.

Öyle zamanlar oldu ki, bu ülkenin meclisinden vekil olan bir şahsın,” Allah demiyor mu akrabalarınızı ve yakınlarınızı koruyun” diye biz de ayete uygun davranıyoruz farklı davranmıyoruz diyecek kadar pişkin ve yüzü kızarmayan laflar edenlerine şahit olduk. Bu anlayış toplumsal bir gelenek oluşturdu. Ülke yönetimine gelen her politik anlayış, kendi doğruluğunu kendisinden öncekinin yapmış olduğu olumsuzlukları göstererek kanıtlamaya çalışmakta. Bu tür basit ve sıradan anlayışlar çok karmaşık bir toplum yapısı oluşturmaktadır. Yani toplum, her gelen politik anlayış kendi yakınlarını iş başına getirecek liyakatli olsun olmasın fark etmez bu bir kaderdir şeklinde bir anlayışa bürünmektedir. Böylesi karanlık bir yaşam örgüsü o toplumu öyle bir kuşatır ki doğru ve güvenilir olanların gelmesi mümkün olmaz, gelenler olursa da onlar yaratanın bir rahmeti ve mucizesi olarak bilinir. Hatta gazetelerde boy boy gösterilir, geçmişten bugüne, bugünden yarınlara bir efsane gibi anlatılır durur. Nedeni ise, olumsuzlukların bir kader olduğuna teslimiyet, iyiliklerin ise bir mucizeye bırakılmasıdır.

Eğer bir toplum olumsuzlukların ve kötülüklerin bir kader olduğuna inanacak kadar kendi tarafından bir yanlış olduğu zaman onu nasıl gizleyeceğini ama farklı taraftan aynı yanlış olduğu zaman üzerine katarak büyüterek anlatmaya devam ediyorsa, o toplumda yaşam, karanlık oyun kurucuların istek ve beklentilerini çok kolaylaştırır. Çünkü kendilerini içselleştirmiş bir halk olduğundan, yanlışları doğru gibi tüketecek beyin fukaralarının, bunların yaşamalarına kendilerini feda edecekleri zamanlara gelinmiştir. Bu sürecin doğru bir ölçekte değerlendirilmesinin yapılmadığı ve gece ile gündüz arasındaki o keskin çizginin ayırt edileceği bir ortam yakalanamayacağı için mazlum olduğunu söyleyenler, mazlum olma vasıflarını kaybeder ve kötülüklerin yayılmasına katkı sunan bir taşıyıcı zalim durumuna geçerler.

Ülkemiz gerçekliğini dikkate aldığımız zaman, karanlıkların tarih boyunca bu ülkenin insanlarının bir kaderi olarak sunulmasındaki en etkili ve belirleyici faktör, yanlışları onaylayanın halk olmasından kaynaklanmaktadır. Halk, kendi arasında rekabete girişmiş ise, karanlık oyun kurucular galibiyete çok yakın demektir. Her oyun kurucu kendi taraftarını oluşturmadan sahaya inip aktif oyununu oynamayı düşünmez. Onları destekleyen ve yalnız bırakmayan hatta sadece bağırmak ve küfrederek cinnet yaşamaktan başka bir kazancı olmasa da onların arkasından gittiklerinde psikolojik bir rahatlama yaşıyor ve kendilerini terapi olmuş gibi hissediyorlarsa, bu toplumlar hep ezilmeye mahkumdur. Çünkü onların rahatlaması, toplumsal terapi gösteri sezonunu arada bir atlatmalarına bağlıdır. Bu kaotik yaşamdan onları kurtarmaya çalışırsanız, onları çok ciddi bir travmayla karşı karşıya getirirsiniz ve sizin mesajınıza alışamazlar. Alışamadıkları için de sizlere bir kulp takarak doğmadan sizi imha etmeyi de bir görev ve sorumluluk bilinciyle yaparlar.

Toplumsal algılar değişmeden liyakat ve ehliyet gibi değerlerin de yerine oturması mümkün değildir. Doğru-yanlış, iyi -kötü, dürüst-sahtekâr, güvenilir-güvenilir olmayan gibi kavramlar fıtrat genlerinde tanımlandığı şekliyle tanımlanarak herkesin buna ortak bakışını sağlamak ve ortak eylem birliği oluşturmak gerekir. Bu gerçekleşmediği zaman, ortaya çıkacak olan sadece herkesin kendi menfaatini doğru diğerlerini yanlış olarak bilmesi olur. Yaşadığımız toplumda maalesef böyle bir körlüğün yaşandığına aklı başında olan herkes şahit olmaktadır. Bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak için yapılması gereken en önemli ve sürekliliği olan güç Allah’ın ayetinde belirtiği gerçekliğin yaşam alanlarında karşılığının olmasıdır. “Siz kendinizde olanı değiştirmedikçe Allah sizin durumunuzu değiştirmez.” Rad:11

Yani bireysel değişim ve dönüşüm sağlanmadan toplumsal dönüşüm gerçekleşmez. Toplumsal dönüşüm gerçekleşmezse yönetim sistemi düzelmez, yönetim sistemi düzelmezse toplumsal huzur olmaz. Toplumsal huzur olmazsa barış kardeşlik ve selamet olmaz, bunlar olmadığı zaman da paranoyak yaşayan ve sürekli tedirgin ürkek ve ne olduğu belirsiz varlıklar ortalığı doldurur. O zaman da ne mi olur, karanlık oyun kurucuların bu tür toplumları denek olarak kullanıp deneylerini gerçekleştirmesi kolaylaşır. Deneyler bizim üzerimizde gerçekleştirildiği sürece etimizden sütümüzden ve kanımızdan faydalanacak olanlarda tükenmeyecektir.

Bunları iş olsun ve insanlara laf saymak için anlatmıyorum kendimiz olalım kendimize gelelim, tencere senin dibin kara, kazan senin dibin benimkinden daha kara, diye birbirimizin lüzumsuz seciyelerimizi ortaya koyup onunla bazılarının istek ve beklentilerine uygun davranarak kendimizi yok edeceğimize, ana bileşene yönelelim görelim asıl etkileyici ne imiş…Ana değişkeni bulamayanlar yan değişkenlerle vakit geçirirken, ana değişken yüreğinizi deler ve geçer…Bakalım hayırlısı neymiş demeyeceğim toplu çıkan sözler gibi, görelim ki, Rabbimiz hayırlı olan bir yaşama gözlerimizi ve yüreklerimizi açsın…İşte o gün, liyakat ehli ehliyetiyle karşınıza çıkar, orada kimseye haksızlık ve zulüm olmaz, yoksa bu basitlikleri konuşa konuşa kendimizi mezarlara kadar taşırız hatta herkes kendi ecdadının ne kadar asil ve şecaatle olduğunu anlatarak hayata son noktayı koyar. Son gelmeden önce, aklını başına alarak ilk adımı atanlardan olmak dileğiyle herkese selam ve hürmetlerimle….

Erol KEKEÇ/28.03.2021/22.17


28 Mart 2021 Pazar

İNSANİ YÖNETİM İNSANİ YAŞAM

Mantıkta kavramlar arasındaki içlem kaplam ilişkisinden yola çıkarak toplumsal yaşamı biraz değerlendirirsek, yönetim sistemlerinin yapılanmasındaki tutarsızlık ve sığ olma durumu, sadece insanlığa zulüm ve gözyaşı getirmenin dışında bir marifete sahip olmamıştır.
Kaplamları en üst düzeyde olan ve aynı zamanda cins olan bir kavram kendisinin üstünde daha üst bir cins yoksa bunları sadece kendisiyle tanımlarız ve bize yeni bir bilgi vermezler. Ör. varlık kavramının daha üst bir kaplamı olmadığından, varlık nedir dediğiniz zaman, varlık varlıktır şeklinde bir cevapla karşılaşırsınız, yani bu varlık, kendi içinde birçok alt cinsler barındırır. Yani kaplamı en çok olan, varlık kavramı kendi içine giren, kaplamındaki tüm kavramların özelliklerini barındırır. Ama onlardan sadece birine ait bir özellikle asla tanımlanamaz. Oysa İçlemi en çok olan bir kavram, en özel bir kavramdır. İçlemin fazlalığı demek, özelliği daha uç noktalarda olan özellikli bir kavramdır; özel bir duruma karşılık gelen kavramdır. Bu açıklamaları dikkate alarak yönetim sistemleriyle alakalı biraz yorumlamalar yaparsak, şu gerçekleri giderilmesi gereken bir hastalık olarak tüm siyasal sistemlerde görmek mümkündür.
İnsani değerleri temel kıstas olarak dikkate almayan tüm sistemler, hangi düşünce, din ve ideolojiye dayanırsa dayansın kuşatıcılıktan ve mutluluk getirmekten çok uzaktır. Modern yönetim sistemlerinin ortaya çıkması ve şekillenmesi daha çok Batı kökenli olmuştur. Bu Sistemler, sistematik şekillenme sürecini tamamlayarak, varlık sahnesinde kendisine bir yönetme alanı bulduğu için bunların evrensel ve olmazsa olmaz yönetim sistemleri olarak algılanmasına neden olmuştur. Bu bakış açısı onların geniş halk kitleleri ve değişik toplumlar tarafından alınmasına ve kendisine huzur getirmesi için başvurulan kurtarıcı iksir olarak görülmesini beraberinde getirmiştir. Ancak bu beklentilerin %100 olmasa da oralara yakın bir düzeyde fiyasko ile sonuçlandığına hep birlikte şahit olmaktayız. Çünkü bu sistemlerin istisnasız hepsi, kendi özel halini genel kuşatıcılık genlerine sahip bir değermiş gibi sunmaktalar. Bu sunuş şekli sunum aşamasında patolojik bir süreçle geldiği için, gelecek yaşamlarda meydana getireceği travmaların hesabını yapmaktan da acizdir. Dünyanın tamamı dikkate alınarak bir genel araştırma yapılsa ve bu araştırma tam tümevarım içeriğine sahip olsa, orada şunu rahatlıkla görmek mümkün olacaktır. Ülkelerin yönetimleri hiçbir zaman, tüm halkını kuşatacak insani bir yönetim olma becerisini ve başarısını yakalayamayacaktır. Onu yakalayabilmesi için alışılmış kalıpları parçalamak gerekecek, biliyorum çok iddialı laflar ediyorum, alışılmış ve genel özellikler barındırdığı iddia edilen en sade ve özgürlükçü yönetim sistemlerinin zihnimizdeki oluşum şekline baktığımızda, dışarıdan gelen düşünsel spermlerin bizlerin zihin duvarlarında kuluçkaya yatarak orayı kendisine bir mesken edinmesiyle, bizler tarafından benimsenen ve asla ondan geri dönülmemesi gereken bir anlayış olarak bizlerin yaşamına mührünü vurdu. Yani diyeceğim odur ki, insani olmayan tüm yönetim sistemleri, geneli özellerin içine hapsederek, tüm farklılıkları belirlenmiş kalıplarda standartlaştırma hevesindeler. Örneğin, Bitki kavramının kaplamında olan, odunsu otsu, odunsu olanları Meyveli, meyvesiz, ayrıca meyveli olanları, Elmagiller, Turunçgiller; Turunçgilleri de Limon, portakal, Mandalina, Greyfurt, Mandalinayı da Finike şeklinde özelleştirerek kaplamdan içleme doğru sıralayabiliriz. Ancak burada İçlemi en fazla olan, yani özellikleri diğer kavramlara göre daha fazla olan Finike Mandalinasının içlemi en fazla olan bir kavram olduğunu biliriz. Yani bitki yerine Finike mandalinasını koyarak, onu besleyerek diğer tüm bitkileri beslediğimizi sanmak ve öyle inanmak ne kadar mantıksız ve bir o kadarda basit ve sıradan ise, İnsani mutluluğu getirecek olan siyasal yönetimler de böyle bir handikabın ve tutarsızlığın içinde çamura battıkça batan bir hal almıştır.
Yani bir ideolojinin kendi kafa yapısına göre oluşturduğu bir yönetim algısını, kendisine uyan, uymayan, benimseyen, benimsemeyen herkese dayatarak onun mutlak kurtuluş reçetesi olduğunu iddia etmesi, ne kadar basit ve sıradan olduğunun da göstergesidir. Nasıl ki bitki, altında sıralanan kaplamındaki tüm bitki türlerinin özelliklerini içinde taşımasına rağmen, onlardan sadece biriyle tanımlanması mümkün değilse, İnsanlık için oluşturulacak yönetim sistemi de böyle bir kapsayıcılığa sahip olmak zorundadır. Bu kapsayıcılık özelliklerini barındırmayan tüm sistemler insanlık için bir kurtuluş reçetesi asla olamazlar. Onun için bizlerin kafası yorulacaksa, tüm insanlığın kurtuluşuna ve herkese mutluluk getirecek ideal adil bir düzenin nasıl kurulacağı ve hangi özellikleri ilke bilerek oluşturulmasının gerekliliği hakkında kafa yormak olmalıdır. Bunun yolu hakkında biraz ipuçlarını paylaşabilirim aslında.
İnsani Sistem, Kesinlikle bir dayatma sistemi olamaz. Sadece insanların genetik fıtrat kodları dikkate alınarak, yaratılan bu varlığın donanımının ne olduğunu idrak ederek, o donanımın içindeki yazılımlara göre denklemler kurmak olmalıdır. Bu denklemlerin içinde asla ideoloji, İnanç, inançsızlık vs. gibi düşünsel kültürel yaşam dikta edilemediği gibi, yaratılıştan gelen ve insanların sonradan kazanma gibi bir seçim haklarının olmadığı, cinsiyet ve renk gibi biyolojik yönlerinin de tahrifatlara uğratılarak yönetim sistemlerinin manifestosunda yer alması mümkün değildir.
Yönetimin omurgası, hangi düşünce, inanç, ideoloji, ırk ve cinsiyet olursa olsun, onların yaşamlarına mutluluk, huzur, barış ve hakkaniyet eksenli dünya nimetlerini, adil paylaşım kodlu bir denklemle, yerli yerine oturtarak halkı rahatlatmak olmalıdır. Her düşüncenin kendi varlık ve kimliğini başka düşünce ve inançlara dayatmadan ve onlara baskı kurmadan açıklama ve tanımlama hakkının olduğunu bilerek, ona yaşam alanları açmak ve onları korumakla görevli olduğunu bilmek zorundadır. İdari mekanizma yönetim, en üst kimlik olan ve diğer alt cins kavramlara göre daha genel kavram olan, insan ve adalet kavramlarıyla kendisini tanımlamak zorundadır. Bu iki kavramın sağına, soluna, önüne ve arkasına herhangi bir ideolojik ve inanca dayanan bir ekleme yapılırsa yönetim belli bir kalıba sokulmuş olur. Kalıba giren sistem hangi kalıba girdiyse o kalıba uyanların hayatını rahatlatırken, kalıbın dışında kalanlara da hayatı zorlaştıracaktır. Bu cihetten baktığımızda, tarafsız ve insanın, sadece insani yönleri dikkate alınarak ortaya konulduğu zaman, yönetim kuşatıcılık özelliğinden dolayı tüm ideoloji ve inançların üzerinde yer alır. Sebebi ise kaplamı en fazla olan bu kavramın içeriğinin kendi yapısına uygun tanımlandığı ve doldurulduğu içindir.
Devlet, bu tanımlamayı net, anlaşılır ve zorlaştırmadan, objektif kriterler ölçeğinde yaparak, çelişkisiz ve tutarlı önermelerle iddianamelerini iddia olmaktan çıkarıp, uygulanacak bir teoriye dönüştürdüğü zaman, insan gibi insan olarak yaşayacaklar dışında, herhangi bir itirazın, sistemi delmeye ve bozmaya dönük çabaların olacağına inancım yoktur. Çünkü insan fıtratı, kendisine dayatılmadan kendisini rahat tanımlama imkânı bulduğu ortamları daha çabuk benimser ve onu içselleştirerek genel geçer bir sistem olmasına büyük katkı sunar…Olumlu yanları anlatarak polyanacılık yapma derdinde değilim, bu sistemi delecek anti sosyal ve psikotik tipler olmayacak mı, elbette olacaktır. Bunların olması sistemin omurgasının hedef alındığı anlamına gelmez. Her varlık kendi içinde uyumsuz olanları dışlayarak sürü olarak yaşamlarını devam ettirir ya da o uyumsuzlar zamanla o ortama alışarak rehabibilite olarak uyum sağlarlar. İnsan da bundan farklı değildir. Halifelik, Demokrasi, Totalitarizm, Teokratik yapı veya inançsızlık üzerine kurulan Anarşizm ve Agnostik karışımı bir yönetim, sosyalizm vs. Bunların hepsi kendisini en doğru diye tanımlayan idari yönetim biçimleridir. Oysa bunların hiçbirisi en üst noktaya, kaplam olarak İnsanı ve Adaleti koymadığından, içlemi fazla olan bir kavramın altına, kaplamı daha fazla olan kavramları yerleştirerek denge ve düzeni bozduklarından, işin öncesinde nakavt olarak harekete geçerler. Böylesi çıkışların sonradan düzeleceğini düşünerek onlara yaşam hakkı tanımak, aslında bu hakkı tanıyanların yaşam haklarını imha etmektir. Bu idari sistemlerden yeni bir idare çıkar mı diye bunlar üzerine fazla kafa yormanın anlamı, elinizdeki temiz sularınızı tıkanan ve devamlı pislik taşıyan logarın sularına katarak, onu sağlıklı hale getireceğimizi söylemek gibi komiktir. Alışılmış ve dayatılmış tüm ezberleri bozarak, zihin duvarlarımızda önceden var olan veya yaşam alanından uzaklaşmış ama belli bir dönem varlığı olmuş tüm yönetim anlayışlarını zihin duvarlarımızdan süpürüp atacağız, oralar kanasa da orayı güzelce bir tedavi ettikten sonra, yeni kodlama sistemiyle beynimizin donanımlarındaki çalışmayan bölümleri ve aksaklıkları gidererek, fıtrattan gelen yazılımı yeniden deneyeceğiz ve göreceğiz ki ortaya herkesle ve her düşünceyle rahatlıkla reaksiyona girecek bir denklem önümüzde oluşacak. Bu denklemin bilinmeyenleri çok değil, bilinenleri fazla, bilinmeyenleri çözmenin yolu da net ve açık…”Eşyanın bilgisinin Ademe verilmesi sadece bir kişi olarak algılanmamalı, “Ademin belkemikleri arasından tüm insanlığın sülbünü çekip çıkarıp, Ben sizin Rabbiniz değil miyim diyen Allah’a, evet sen bizim rabbimizsin, biz şahit olduk…”Rabbimiz bizden önceki atalarımızın yaptıklarından dolayı bizi sorumlu mu tutacaksınız demeyesiniz diye sizden söz aldık…”Bu hakikatler bize şunu çok iyi anlatmaktadır. Yani Âdem gibi, eşyanın tüm bilgisi size de verildi, doğru nedir, yanlış nedir; iyi nedir, kötü nedir; güzel nedir, çirkin nedir vs. gibi kavramlar insanların verdiği anlama göre tanımlanmadı. Onlar aslında öylelerdi, biz sadece bize kodlanan o kodları doğru çalıştırdığımızda hakikati bulduk. Çalıştırmadığımızda battıkça battık, bugün dünyanın içinde olduğu durum gibi…
Evet dünyanın yeni bir yönetim modeline ihtiyacı olduğu kesin, bu model ortaya çıkarılmazsa insanlık kendi hırslarının ve arzularının kurbanı olarak can verecektir. İnsanlık yok oluş kıyısının yanı başında can çekişirken, bize mi kaldı bunlarla uğraşmak diyemeyeceğimiz için, bu sorumlulukları her aydının idrak ederek kendine düşen sorumluluğu kaldırması bir zorunluluktur. Yeni dünyanın yönetimi var olan yönetim anlayışlarından farklı ve herkesi kucaklayan ama Ahiret hayatının sorularıyla insanları dünyada sıkıştırmaya çalışmadan, mutluluk ve adalet kapılarını herkese açan “İnsani sistem ve İnsani yaşam olacaktır.”
Bu sistemin oluşumu için el ele gönül gönüle, şartsız düşünsel birikimlerini insanlık ve doğadaki tüm yaratılmışlar için ortaya koyacağız.
Kâinat denkleminde kurulan Tevhidin insanlık yaşamında oluşması için mücadele edenlere ne mutlu, onları gönülden ve yürekten selamlıyorum…Aliya’nın bir sözüyle bu makalemi noktalıyorum… “Tevhid, aynı duygu ve düşünceye sahip olanların oluşturduğu birlik değil, farklı düşünen, inanan ve inanmayan insanların oluşturduğu birliktir.”
Erol KEKEÇ/27.03.2021/22.04
Bir doğa ve ağaç görseli olabilir

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!